Dün, Noel Arifesi’nden bir gün önce, sekiz yıl boyunca haftada birkaç kez gördüğüm bir hastamdan bir kart aldım. Kartın dışı çok güzeldi, renkli olarak beş atla kabartılmış ve işlenmişti (bu arada hastanın iki atı var). İçinde sadece el yazısıyla yazdığı basit kelimeler vardı:
“Bana kendimi verdin.
Hayatımın geri kalanı için teşekkür ederim.
Onu iyi yaşayacağım.”
Biz kutsal bir iş yapıyoruz. Bu çalışmanın potansiyelleri nedeniyle, ulaşamayacağımız görünen şeyleri yönlendirmeye, gizemini çözmeye ve erişilebilir hale getirmeye çalışarak yazıyorum. Psikodinamik psikoterapinin edinilmiş sanatı, çeşitli yoğunluklarda müzik okumayı, hissetmeyi ve çalmayı tam zamanında ve uygun dokunuşla yapabilme yeteneğine sahip, bir bütün olarak bir senfoni gibi becerileri içerir ve yavaşça ustalaşmayı gerektirir. Detaylar göz korkutucu olabilir. Ancak detaylar, dokunuş ve zamanlama için vaktimiz olacak. Birlikte, detayların zaman geçtikçe gelişeceği bazı temel hususların taslağını çiziyoruz.
Psikodinamik psikoterapinin müziğini iki anahtarlı bir düzenle düşünün. Şimdiye kadar, sağ elinizle çalmanız gereken şeylerden bahsettik: yani tiz anahtar, öyle söyleyelim. Melodiyi taşır (çoğu zaman). Çalışmamızda, bu içten dinleme, uyumlu bir şekilde dinleme, sıradan dinlemeden şaşırtıcı derecede farklı bir şekilde dinleme sanatını içerir. Diğer anahtar—bas anahtarı—melodiye bağlam, anlam ve derinlik kazandıran arka plan müziğini sağlar. Bu, sol elinizle (çoğumuz için daha az baskın olan el) çalınır ve belki de daha yavaş ustalaşılır. Bu anahtar, terapide zaman içinde duyduğunuzu ve hastanızla birlikte çaldığınız müzik içinde neler olup bittiğini anlama sanatını içerir.
Şimdi, dinleme sanatında bir adım daha atacağız ve ardından anlama sanatına geçeceğiz. Şimdiye kadar bahsettiğim rezonans, uyum ve potansiyel alanını yaratmanın neye dayandığına değineceğiz. Derinlemesine dinlemenin gerçekleştiği yeri nasıl buluruz? Bu alan içte ve dışta nasıl görünür ve hissedilir ve buluşma anlarının gerçekleşme şansını nasıl optimize ederiz?
Eski Ahit sembolojisinde, Tanrı tapınağın inşasını yönlendirdiğinde, ayrıntılı bir şekilde tarif etti, bunlar arasında tapınağın en kutsal bölgesinde bulunan ahit sandığı da vardı. Ahit sandığı, her iki ucunda altın serafim (melek) olan sağlam altın bir platforma sahip olmalıydı. Bu melekler arasında, sadece hava olan boş bir alan bulunmalıydı. Bu kutsal, düzensiz alan, Tanrı ile insan arasında en kutsal buluşmaların gerçekleşeceği yer olacaktı.
İçten dinleme sanatı, içerde ve dışarda alan gerektirir. Bu alan, sıradan sosyal ritüellerle, nezaketlerin sıcaklığıyla doldurulmamış olmalı; bunlar bilinçsizce ama sürekli olarak daha kaygı kendi sesini çıkaramadan onu söndürür. Birinin yalnızlığını, diğerinin varlığında tutabilecek kadar büyük ve hareketsiz bir alan. En kutsal buluşmalar, birinin düşünülmemiş, söylenmemiş parçaları ile diğerinin dinleyen sessizliği arasındaki bu buluşmalar, potansiyelin disiplinli alanını veya Winnicott’un deyimiyle “potansiyel alanı” gerektirir. Gaston Bachelard, The Poetics of Space adlı eserinde bunu şöyle ifade eder:
“Uçsuz bucaksızlık içimizdedir. Varlığın bir tür genişlemesiyle ilişkilidir; yaşam bunu frenler ve tedbir bunu durdurur, ancak yalnız kaldığımızda yeniden başlar. Hareketsiz hale gelir gelmez başka bir yerdeyizdir; muazzam bir dünyada hayal kuruyoruzdur. Gerçekten, uçsuz bucaksızlık hareketsiz insanın hareketidir. Sessiz günlük düşlemenin dinamik özelliklerinden biridir.”
(1969: s. 184)
Psikodinamik psikoterapi bu uçsuz bucaksız alanda, kişinin yalnızlığının kendisiyle buluşabileceği ve diğerinin varlığında kendini tanıyabileceği alanda gerçekleşir. Ve bu buluşma alanı gerçekten de hassastır! Yıllar önce, eğitimimin başlangıç zamanlarında , klinikte kıdemli bir terapistle çalışıyordum. Bu terapist, bekleme odasına girer, genellikle erkek ergen olan danışanını bulur ve coşkulu bir jestle danışanın sırtına vurur ve neşeli bir sesle, “Bugün nasılsın dostum? Haydi gel!” derdi. O zamanlar, iyi niyetli coşkusuyla samimi ve neşeli bir ortam yaratmaya çalışırken, aslında seansı başlamadan bitirdiğini düşünmeden edemezdim.
İçten dinlemenin içsel alanı, her şeyden önce, başka bir kişiyle saf, sade bir biçimde karşılaşmak için içsel bir hazırlık gerektirir. Saf ve sade. Birkaç gün önce arkadaşlarımın yeni doğmuş bebekleri Emma’yı hayatının ikinci gününde ziyaret ettim. Henüz insan olmanın yollarını öğrenmemiş, herhangi bir kalkan ya da örtü olmaksızın—alanına giren herkesin bakışını ve enerjisini almak zorunda kalarak—tamamen savunmasızdı. Bu durum hem değerli hem de silahsız bırakan bir deneyimdi, ama aynı zamanda tehlikeli bir şekilde korumasız olduğunu düşündürdü. İlk bebeklik günlerimizden sonra, kendimizi sosyal ritüellerle, cesaretle, zeka, sıcaklık, mizah, mesafe ya da otorite ile sarma sanatını öğreniriz. Bu, diğerlerinin tehlikelerine karşı sürekli ve bilinçsizce bizim için nöbet tutan görünmez korumamız olur.
İçten dinleme alanı, bu alana girmek istememiz halinde, terapistler olarak kendimizi sarmalayan normal koruma kozamızı açmayı gerektirir—bu, bizim sıradan ikinci derimizdir. Diğerinin tam gücüne yer açmak için bunu soymak anlamına gelir. Bu, bu alanı yeterince büyük, yeterince hareketsiz ve ortaya çıkmak isteyebilecek şeyleri içerecek kadar sağlam olarak belirleyen, bazıları görünüşte çok küçük olan birçok şey anlamına gelir.
Bu alanı genellikle örtmek için refleks olarak (bilinçsizce) birçok şey yaparız. Bu bölümde yazdıklarım bu örtüleri tehdit edebilir. Tarzınıza uymadığı ya da önemsiz göründüğü için onları anında reddetmeye eğilimli olabilirsiniz. Bu konuda bir uyarı notu sunuyorum. 1867’de Joseph Lister, cerrahide steril bir alan tutulmasını önerdi. O dönemde ameliyat sonrası ölüm oranı %50 idi. “Ameliyat başarılı oldu, ama hasta öldü” sözü, günün gerçek ve yaygın deyimiydi. Lister’in yöntemleri, basit ve müdahalesiz olmalarına rağmen, şüphe, kayıtsızlık ve hatta düşmanlıkla karşılandı. Müdahaleleri, belki de, önemsiz görünecek kadar küçük olabilir. Ancak bazı küçük şeyler gerçekten önemlidir. Psikodinamik psikoterapide, bu yaklaşımlar, bir terapinin yaşaması ve derinlemesine etkili olması ile etkisiz ve yüzeysel kalması arasındaki farkı yaratabilir.
Başlangıç Anları
Terapi, hastayla ilk karşılaştığımız andan itibaren başlar. Karşılaşma anımız (hatta telefonda ilk anlarımız) “Bu farklı bir alan. Bu alanda, alıştığınızdan daha fazla yer olacak. Bu alanda sizinle sizin şartlarınıza göre karşılaşmak için bekleyeceğim /bekleyeceğiz. “Belirli bir hasta ile ilk karşılaşmamıza hazırlanırken, yeni terapistlerin (ve sık sık deneyimli terapistlerin de) yetkinliğimiz hakkında, bu ilk seansın nasıl geçeceği ve bu kişinin bizi tavsiye eden kaynağa ne söyleyeceği hakkında bizi saran düşünce ve endişeler, görüşme anlarından önce dikkatimize çarpan, tanınmalı ve bu düşüncelerden uzaklaşmalıyız ki kendi duyarlılıklarımızın alanı müsait olsun. Bu, kalplerimizin bu kişinin bizi belirli bir şekilde görme ihtiyacımızla ya da bize belirli bir tepki verme ihtiyacımızla dolu olmaması gerektiği anlamına gelir. Bunun yerine, basit bir açıklık ve merak ruhu olmalıdır. Burada ne olacağını, bu kişiden ve bu ilişkisel alanda ne ortaya çıkacağını bilmiyoruz. Onlardan veya bizden neyin ortaya çıkacağını bilmiyoruz. Bizim görevimiz, sadece bilinmeyen şeyin ortaya çıkabileceği bir alan sağlamaktır.
Bununla birlikte, bu kişi için, yeni hastamız için, bu karşılaşma anının korkutucu ve zor olacağı gerçeği kabul edilmelidir. Tüm hafta boyunca bunu düşünecekler, belki de önceki gece iyi uyuyamayacaklar. Bugün giyecekleri kıyafetleri seçme, ofisimizi bulma ve kararlaştırılan saatte oraya varma konusundaki (bilinçli veya bilinçsiz) kaygıyı aşmak zorunda kalacaklar. Sonrasında, ilk telefon görüşmesinde sesimizin tonuna ve önceden edindikleri diğer bilgilere dayanarak kafalarında oluşturdukları imajı hızlıca ayarlamak zorunda kaldıkları tanışma anı gelecek. Bu ilk seansta işlerin nasıl gideceğini, kendilerinden ne isteneceğini bilmiyor olacaklar.
Tonu Ayarlama
İlk anlar kritik öneme sahiptir; tüm sürecin ölçütünü belirlerler. Bir terapinin ilk birkaç dakikası, tüm seans için bir boşluk yaratır ve tonunu belirler. Sosyal eğitimimiz bize kaygıyı gidermenin yollarını öğretmiş olabilir, ancak terapinin başlangıcında görevimiz kaygının açıkça yaşanabileceği bir yer ve zamanla, tüm gizli duyguların açıkça yaşanabileceği bir yer oluşturmaktır.
Bu nedenle, “Hoş geldiniz. Burayı bulmakta zorluk yaşadınız mı?” veya “Uygun bir toplantı zamanı oldu mu?” gibi alışılmış selamlaşma yöntemleri yerine, sadece “Brett? Ben Dr. Quatman. Lütfen içeri gelin.” gibi bir sorgulama yer alır. Koridorda terapi odasına yürürken hava durumu hakkında küçük bir sohbet yerine sessizlik vardır. Oturduğumuzda, “Ah, ofisinizi gerçekten beğendim.” “Teşekkürler, ben de beğeniyorum. Bu binada 1992’den beri buradayım.” gibi sosyal konuşmalar yerine, bir boşluk vardır. Terapinin başlangıcında, hem terapist hem de hasta için endişenin sessizce onurlandırıldığı bir alan vardır.
Bu, terapistin tamamen sorumlu olduğu, pratiğe dayalı ve disiplinli bir boşluktur. Biz terapistler, başlangıçtaki kaygının alanını doldurmayı seçebiliriz, ancak bunu yaparken, Ogden’i (1989) özetlemek gerekirse, hastayı kendi varlığını ve terapinin kendi yolculuğuna başlama yolunu bulma şansından mahrum bırakmış oluruz. Bu, işin bir kuralı değil, işin bir aracıdır. Tonu ayarlamak, hastaya, bir başkasıyla daha önce yaşamadığı bir şekilde birlikte olacağımızı ilk andan itibaren iletmenin bir yoludur.
Bir danışanım, stajı için yerel YWCA’de (Genç Kadınlar Hıristiyan Derneği , 100’den fazla ülkede kadınların, genç kadınların ve kızların güçlendirilmesine, liderliğine ve haklarına odaklanan, kar amacı gütmeyen bir kuruluş) çalışıyordu. Bekleme odası ile terapi odaları arasında, yarım şehir bloğu uzunluğunda L şeklinde bir koridor vardı. Hastanın boş gevezelik girişimlerini bastıracak kadar, her seferinde bu kadar yolu yürüme disiplini, benim için oldukça cesur bir hareketti. Ama iş için gerekliydi ve çevik danışanım bunun doğru olduğunu hissedebiliyordu.
Oda
Tanışma, selamlaşma ve oturma gibi pek de önemsiz olmayan ilk anları atlattıktan sonra, çok önemli olan ilk hamle/adım geliyor. Ama önce şunları anlatayım. Oturma önemlidir. Bir hastanın nereye oturacağı konusunda net olmak önemlidir. Onlara herhangi bir yere oturabileceklerini belirtmek doğru değildir. Koltuğunuz önceden belirlenmiş bir alanda kurulmuştur. Saati siz görebilirsiniz; hastanın görebileceği sanat eserleri ve pencereler gibi unsurlar önceden sizin tarafınızdan ayarlanmıştır. Eğer hasta yanlışlıkla sizin koltuğunuza yönelirse, onların hareketini kesip nereye oturacaklarını yeniden ayarlamak önemlidir. Bu, alanınızı sahiplenmedir. Ayrıca, sandalyeler arasındaki fiziksel mesafe de önemlidir. Bu mesafe, onların yalnızlığını sizin varlığınızda hissetmelerine yetecek kadar geniş olmalıdır; normal oturma odası sandalyelerinden biraz daha fazla. Ve işte son derece pratik ama tamamen kritik bir detay: Oturumlarım için sağımda bir masada dijital bir saat bulunduruyorum. O masada düzenli olarak bir su bardağı bulunur. Zihnim içsel saatimle zamanı takip edemediğinde, su içmek için uzanıp, bardağımı kaldırıp yerine koyarak saate rahatlıkla bakmamı sağlar.
Ofisin dekorasyonu da önemlidir. Bion terapisini tamamen boş bir odada gerçekleştirirdi. Ailenizin fotoğrafları ya da Hawaii’ye yaptığınız tatil gezisi, terapinin dayanak noktasını hastanızın iç dünyasından kendi kişisel yaşamınıza doğru çeker. Bir terapi ne kadar samimi olursa olsun, terapinin yürütüleceği zemin bu olmamalıdır. Bunlar uygulanan terapinin sessiz arka plan parçalarından bazılarıdır.
İlk Hamle
Terapinin başlamasında önemli olan bir aşama, ilk hamleyi yapmaktır. Ne kadar zor ve soğuk görünse de ve ne kadar garip ya da kaybolmuş hissettirse de, hastanın oturumu başlatmasına izin vermek önemlidir. Bu, bir imza anıdır ve hastanın kendi el yazısıyla imzalanmalıdır. Bu tür bir anda, birlikte duygusal gerçeği anlatmaya başlamış oluruz. Tam olarak bu, yol boyunca yapmaya çalışacağımız şeydir.
Kendi pratiğimde, ben beklerim. Bazı yeni hastalar sessizliğin ne anlama geldiğini anlayamazlar. Boşlukta tahminde bulunarak yol alırlar. “Başlamam mı gerekiyor?” diye sorarlar. Yanıt olarak, yavaşça ve sıcak bir şekilde başımı sallayarak onlara yanıt veririm. “Ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Neden bana bazı sorular sormuyorsunuz?” “Gergin görünüyorsunuz,” diyebilirim. “Bize neden geldiğinizi anlatmakta gergin hissetmenize neden olan şey nedir?”
Ayrıca, terapinin nasıl çalıştığını veya sizin özel terapötik yöneliminizin ne olduğunu sormak isteyen kaçınılmaz hastalar da olacaktır. Onlara, bunu anlatmak yerine göstererek daha net anlaşılacağını belirten basit bir yanıt vermek, başlamanın yükünü hastaya geri vermenin faydalı bir yoludur.
Başlangıçtan itibaren hasta sizinle, şimdiye kadar sahip olduğu tüm diğer ilişkilerle hem aynı ve hem de onlardan farklı olacak bir ilişkiye başlıyor. Aynı olacak çünkü, biz insanlar olarak kendimizi “inşa etmeye” ve başka biriyle olmaya nasıl alıştığımızı tanımlayan ve sınırlayan belirli bir kalıba sahibiz. Karşılaştığımız her yeni bireyle bu tanıdık sınırlar içinde mümkün olduğunca hareket etmeye çalışırız. Farklı olarak ise, aşinalıklarını, işlevlerini (ve kısıtlamalarını) anlamak amacıyla bu sınırları ve desenleri, çeşitli meta-iletişimsel ve duygusal itiş ve çekişleri ile birlikte inceleyeceğiz. Bu, ilk anlardan itibaren oyunda olan şeydir. Bu boşluğa başlangıçta kendimizi çok bariz bir şekilde dahil etmek, hastanın bir gün birlikte alışılmadık olanı yaratabilmek adına bizimle aşina olanı canlandırma çabasını gasp etmek anlamına gelir.
İlk Dikkat Edilecekler
Ajans ve eğitim ortamlarında çalışan terapistlere bir not: İlk seanslar son derece önemlidir. Daha önce de söylediğimiz gibi, tüm sürecin gidişatını ayarlarlar. Rastgele eğitim yerlerinde ve çeşitli süpervizörlerle yeni terapistler olarak, yapılandırılmış bir geçmiş alma ve gizlilik istisnaları gibi gereksinimlerle karşılaşmak kaçınılmazdır. Bu tür ön hazırlıkları ve açıklamaları mümkün olduğunca farklı bir alanda başlatmak önemlidir. Bazıları bu durumu yasalara ve gizlilik istisnalarına ilişkin bilgilerin ilk tarama ve seans düzenleme sürecinde ele alınmasıyla aşar; diğerleri ise bu bilgileri seansın başlangıcından önce yazılı bir bildirimde sunar. Bazıları süpervizörlerine, geçmişin organik bir şekilde ortaya çıkmasını ve hastanın kendini tanıtma şeklinin bir parçası olmasını istediklerini bildirir. Bunlar eğitim yerlerinin gerçekleri olup bunlarla başa çıkmak önemlidir.
Sessizlik Alanı
Sessizlik, başlangıçta geçer akçedir. Yeni bir formun yavaş yavaş ortaya çıkacağı krizalittir (İpek böceğinin yumurtasından çıkıp yaklaşık 35-40 gün süren bir gelişme döneminden geçip kozasını örebilme yeteneğine kavuştuğu halidir) . Bir hastayla sessizce oturmak, onların (somatik) enerjisini hissetmemizi, üzerimizdeki psişik çekimlerini deneyimlememizi sağlar. Kendi varlığımızı onların varlığında (ve onların bizim varlığımızda) kaybetme sürecini başlatmamıza olanak tanır; onların varlığının içsel (imajinal) tiyatromuzda uyandırdığı düşüncelere ve hayallere teslim olmamıza izin verir.
Yerel bir psikanaliz topluluğunun toplantısında konuk konuşmacılardan birinin anlattığı eğlenceli bir hikaye aklıma geldi. Bölgedeki saygın bir psikanalitik psikoterapistle kendi terapisine başlamaya karar vermiş ve nihayet bir terapiye belki bir noktada başlama konusunda bilgi almak için cesaretini toplayarak telefon etmiş. Bu girişiminde başarılı olamayacağını düşündüğü için, terapistin onu iki gün sonra sabah saat 07:00’de kabul edebileceğini duyunca hem şaşırmış hem de şok olmuş.
Bu şokun üstesinden gelen konuşmacı, uzun mesafe ve oldukça erken bir randevu saati olmasını özel olarak değerlendirerek buluşmayı kabul etmiş. Belirlenen günde, terapistin ofisine gitmek için sabah erken saatlerde kalkmış. Uzun mesafeyi kat etmiş, terapistin ofisine varmış, karşılanmış ve terapi odasına girmiş.
Konuşmacı, seansı muhtemelen kendisinin başlatması gerektiğini önceden biliyor olduğundan öyle yapmış. Bir konuyu kaygılı bir şekilde ele almış, sonra bir sonrakini ve sonra bir sonrakini, seans devam ettikçe giderek daha huzursuz ve rahatsız hale gelmiş. 48. dakikada terapistten tek bir kelime bile duymamış. Bu adamı görme kararına giden tüm duygusal enerjiyi, tüm saatler süren sinirli bekleyişini, huzursuz bir uykunun ardından gelen erken kalkma saatini düşünmüş ve çok abartılı bulmuş.
Seansın sonunda patlamış. “Lanet olsun bu işe”, “ve sana da lanet olsun! Seni görmek için bunca yolu geldim, tüm bu kaygı ve beklentiyi ve rahatsızlığı göğüsledim. Tüm bu süre boyunca ben konuştum ve sen hiçbir şey söylemedin! Bu tam bir zaman kaybı!” Terapist nihayet cevap vermiş: “Eğer bunu daha sık yapabilseydiniz, sanırım artık buraya gelmenize gerek kalmazdı.” Konuşmacı, terapistin gerçeği bulduğunu anlamış ve bu yorumla olağanüstü bir şekilde görüldüğünü hissederek, sessizlikte, terapistin tüm zaman boyunca kendisinin özüne oldukça yakın bir şeyi tanımakta olduğunu anlamış. Bu aniden fırtınalı başlangıç, uzun ve başarılı bir analizin başlangıcı olmuş.
Başlangıçtan itibaren “alan” olması terapi için büyük avantajlar sağlar. Genellikle, hastanın kendini tanıtmaya çalışırken sergilediği varoluş biçiminin bir mikrokozmosu ile karşı karşıya kalırız. En başından itibaren, her bireyin yaydığı psişik parçacıkların alanına gireriz. Onların özel kaygılarını ve bu kaygı etrafında kendileriyle veya başkalarıyla olma biçimlerini hissederiz. Varlıklarını kendi bedenimizde kaydederiz—genellikle oldukça ince bir şekilde—ve bu şekilde tanıştığımız farklı insanlardan farklı enerjiler hissederiz. Ancak işin sanatı, bunun için alan yaratmak ve izin vermekte yatar; hastanın iç dünyasının zar zor algılanabilen sinyallerini tespit edebilmemiz için yeterince sessiz bir alan.
İlk Seansta Alan Yaratma
Başlangıçtan itibaren alan yaratmanın, hastanın enerjisini almayı kolaylaştırdığını ve bu hastanın neden geldiğini “mikrokozmos” halinde anlamamıza nasıl olanak tanıdığını gösterebilir miyim, bir bakalım. Bunun için iki hastanın ilk seansından bazı anlar kullanacağım.
Tedi
İlk hastamıza Tedi diyelim. Kendisi, ruh sağlığı alanında çalışan bir sağlık danışmanıydı. Birlikte verdiğim sürekli eğitim atölyesinde benimle tanışmıştı ve benimle çalışabileceğini hissetmişti.
Seansa, her zamanki gibi başladık; alanı istediği gibi belirlemesine izin verdim. Hızlı ve başta bana canlı gelen bir duygusallıkla konuşuyordu. Seans ilerledikçe sessizliğimde hafif bir huzursuzluk hissetmeye başladım. Bunu kendime tarif edemedim. Şüphesiz bedenimin somatik düzeyinde bir kayıt yapılıyordu. Yanındaki duvara asılı resme bakarak, bana anlatırken olanları anlamaya çalışmak için kendimi yeterince konuşmadan ayırmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Sonunda gözlerimi kapatma ve onun varlığında bulunmanın nasıl bir his olduğunu hissetmek için kendime izin verdim.
30 dakika kadar onu dinlemeye devam ettikten sonra, zihnimin gözünde (imajinal kayıt) iki büyük televizyon setinin üst üste dizilmiş halini gördüm. Göz hizasındaki üst televizyonda yalnızca parazit vardı; alt televizyonda ise bir program oynuyordu ama ne oynadığını tam olarak göremiyordum. Odadaki enerjinin bu bölünmüş ekran düzenlemesiyle iyi bir şekilde tarif edildiğini düşündüm. Bu imgeyle bir süre oturdum, anlamının bana daha fazla kendini önermesine izin verdim. İlk seansta olanlara duygusal olarak doğru gelen bir şeyi hastaya söyleyebilmek istiyordum.
Bir noktada onun monoloğunu durdurdum ve zihnimde oluşan resmin yardımıyla ona şöyle dedim: “Burada birlikte otururken fark ettiğim bir şey var. Bugün aramızda iki şey oluyor gibi görünüyor. Biri aramızdaki konuşma; diğeri ise arka planda ama daha önemli olabilir, çünkü daha çok hikayeyi taşıyor gibi görünüyor—bugün benimle birlikteyken hissettiğiniz ama kendinizi ve beni de bundan uzaklaştırmak istediğiniz bir anksiyete. Burada konuşurken bunu hissedip hissetmediğinizi merak ediyorum?”
Kendisi bunu hissettiğini ve içinde her zaman ne yapacağını bilmediği bir anksiyete olduğunu fark ettiğini söyledi. Bir düzeyde ya da diğerinde, bunun her zaman onunla birlikte olduğunu belirtti. Bu anksiyetenin ortaya çıkmasından utandığını ama aynı zamanda bunu adlandırabileceğimiz ve genellikle yaptığı gibi bunu örtbas etmek zorunda kalmayacağından dolayı rahatladığını ifade etti. Onu yavaşlatarak bu anksiyeteyi hissetme ve anlama çabalarımız terapinin merkezinde olacaktı, bu ilk seanstan itibaren küçük bir ölçüde de olsa gerçekleşmişti. Eğer onun varlığında kendi içsel deneyimimi düşünecek bir zihinsel alanım olmasaydı, bu ilk seans terapinin bambaşka bir yöne gitmesine neden olabilirdi.
Barb
İkinci hasta, Barb olarak adlandıracağım, bana bir meslektaşımdan geldi. Meslektaşım, Barb’ın katıldığı kısa dönemli bir grup terapisi yürütmüştü. Barb konuşmaya başladı ve geçmişte terapi aldığını, bu sürecin nasıl gittiğini bildiğini belirtti. Bunu birkaç kez daha söyledi ve bu durumun beni rahatsız ettiğini hatırlıyorum. Ona göre, bu terapide hiçbir yenilik yaşanmayacağını ima ediyordu.
Barb’ın bu ilk karşılaşma tasviri, insanların ikincil önemde olduğu mamogram yaptırmak gibi, zamanla tekrar edilen bir prosedüre benzer bir şekilde hissettirdi. Ayrıca, varlığı ve sesinin yüksekliği tarafından rahatsız edici bir şekilde sıkışmış hissettim; sıcak bir Temmuz gününde, markette birinin çıplak kollarının yanımda, ara sıra bana değdiğini hissetmek gibi bir durumdu. Çalışabileceğimi bilmediğim bir umutsuzluk duygusu yaşadım.
Ayrıca, seansın sonlarına doğru, yaklaşık iki dakikalık bir süre kaldığında, gözümün önünde Niagara Şelaleleri’nin büyük bir güçle kükreyen, durdurulamaz görüntüsü belirdi. Bu anı hissettim ve hastanın (şüphesiz bilinçsiz olarak) seans süresinin uzatılması için son bir mücadeleye girişmek üzere olduğunu sezdim. Silahlanmış olarak, ona, konuşmaya çalıştığı şeyin duygusal olarak önemli olduğunu ve bunu kalan kısa süreye sıkıştırmak istemediğimi söyledim.
Elli dakikalık süre dolduğunda, sandalyemden kalkıp, seans için genellikle makbuz düzenlediğim masama yöneldim. Hastanın sandalyesine geri dönerken, kendisini birkaç santimetre yakınımda buldum. “Sarılsak mı?” diye ısrarla sordu. “Aslında bunu yapmıyorum,” bu an için kelimeleri bulmuş olarak yanıtladım, “ama bunu bir sonraki gelişinde konuşabiliriz.”
Bu, hastanın bilinçsiz olarak ilişkiyi kendisi için tanıdık bir zemine oturtmaya çalıştığı bir andı. Terapi için son derece önemli bir andı, çünkü seans sırasında uyanan kaygıyı yatıştırma girişiminin yanı sıra, mikrokozmosta hasta olmanın doğasında olan etkileri ve terapist olarak benim dansı (motorik olarak) canlandırmak yerine anlamak için hareketin ortasında dondurma isteğimi iletiyordu.
Seansın önceki anları da mikrokozmosun bir parçasıydı. Terapi ilerledikçe, bebekliğinden itibaren, psikotik bir annenin ellerinde, bedensel kişiliğinde ve kendi zaman ve mekanına sahip olma duygusunda dayanılmaz darbelere maruz kaldığını öğrenecektim. Terapinin ilk anlarından itibaren benimle birlikte harekete geçirdiği etkiler bunlardı. Terapinin genel hissi bile onun annesinin bakımını alırken hissettiği bir şeyin habercisiydi. Eğer bu ilk görüşmede ikimizi de rahat ettirmeyi amaç edinmiş olsaydım, onun bana anlattıklarının çoğu örtbas edilmiş, belki de hiçbir zaman gün ışığına çıkmamış olacaktı. Her ne kadar o zaman bunu bilmese de, büyük ölçüde, ilk seansta onunla ilgili deneyimim onun terapiye gelme nedeninin merkezinde yer alıyordu.
İlk Seans Yorumları
İlk seansta psikodinamik terapinin alanını oluşturma konusunda bahsedeceğim iki şey daha var. İlki, biraz önce bahsettiğim konu. İlk seansta, mümkün olduğunca, bu karşılaşmanın duygusal gerçeğini ifade etmeye çalışırım. Bu, terapinin ilerleyen sürecinde de benim çabam olacaktır, ancak ilk seansta buna uygun kelimelerle, bu gerçeği ifade etmeye çalışırım. Bu, hem hastaya hem de bana terapinin bu alanında olacağımızı, duygusal gerçeğin aramızda ortaya çıkmasını ve kelimelere dökülmesini (böylece dönüştürülebilmesini) sağlayacağımızı iletir. Eğer bu başka bir şekilde yüzeye çıkmamışsa, genellikle seansta hastaya, bugünkü buluşmamızın nasıl geçtiğini, kendilerini ve beni nasıl deneyimlediklerini sormayı tercih ederim. Bu, aramızdaki ilişkinin deneyiminin ortaya çıkmasına olanak sağlar.
İkincisi, yeni bir terapist olarak başarması son derece zor olan bir şeydir: seansı bitirmek. Bu, terapinin “alanını” ifade etmenin inanılmaz derecede güçlü bir yoludur. Eğer seans, belirlenen süresini aşacak şekilde devam ederse—yani, “sınırların dışına taşarsa” diyelim—bu, hastaya karşı gösterdiğimiz nazik cömertlik ve ilginin yanı sıra birçok şey iletiyor oluruz. Aynı zamanda, “Senden korkuyorum,” “Kendi saldırganlığımdan korkuyorum,” “Senin beni beğenmeyeceğinden korkuyorum,” “Kendi zamanımı önemsemiyorum,” ve “Bu alan seni ve getirdiklerini tutacak kadar sağlam ve kararlı olmayacak” mesajını da vermiş oluruz. Winnicott’un tabiriyle, “nefrete” yer olmayacaksa, bu odada “gerçek sevgiye” de yer olmayacaktır (1947). Bunlar, terapinin başından itibaren gerçekleşen bilinçdışı iletişimlerdir ve bu küçük gibi görünen parça, alanın oluşturulmasında temel unsurlardan biridir.
Gerekli Disiplin
Bu bölümün başında şu soruyla başladık: “Psikodinamik psikoterapide alan yaratmak içerde ve dışarda neye benziyor ve nasıl hissediliyor ve buluşma anlarının gerçekleşme şansını nasıl optimize ederiz?” Bu bölümde paylaştıklarım, bu edinilmiş sanat için gerekli olan disiplin türlerini anlamaya yönelikti. Bir kapanış hikayesi bu durumu daha iyi aydınlatabilir.
Arkadaşımın kızı, profesyonel düzeyde bale yaptı. Bir gün, evlerinde misafir olduğum bir öğleden sonra, bana balenin bir parçası olan vücut pozisyonlarını öğretmeye çalıştı. Benim kontrol edilemez kahkahalarım ve talimatlarını takip etme çabalarım arasında, tüm bu bükülmelerin böyle güzel bir koreografinin temelini oluşturduğuna inanamadım. Ancak, zamanla, kas kas, kemik kemik bu yeteneği kazanmıştı. Ve sonunda, ona inanılmaz bir zarafet ve güzellik ile dans etme yeteneği kazandırmıştı. Bu onun için gerçekten edinilmiş bir sanattı.
Kitabın tüm bölümlerine şu sayfadan ulaşabilirsiniz: