edinilmis bir sanat

Edinilmiş Bir Sanat (1. Bölüm)

Photo of author

Editör

Lisansüstü eğitim sırasında ilk danışanımla (randevu alan ve benimle bir saatlik psikoterapi için buluşacak olan ilk yetişkin danışanım) görevlendirildiğimde heyecanlanmıştım. Bu gerçek bir terapi olacaktı; bir lise öğretmeni veya ortaokul/lise danışmanı olarak yaptığım özel amaçlı okul danışmanlığı türü veya yüksek lisans derslerinde bir sınıf arkadaşımla eşleşip bir danışmanlık becerisi uyguladığım zaman yaptığım türden değildi . Bu gerçek bir anlaşmaydı. Gerçekten heyecanlanmıştım.

Ancak bu fikrin gerçekliğe doğru kaçınılmaz bir şekilde yaklaşmasıyla birlikte, midemde belirsiz duygular hissetmeye başladım. Terapi seansımıza bir saatten az bir süre kalmışken, endişeden kendimi kaybettim. Lisansüstü Kariyer Gelişimi seminerinde otururken, yanımda oturan arkadaşım Pat’e bir not gönderdim. Pat, bizim doktora programımıza katılmadan önce deneyimli bir klinik sosyal hizmet uzmanıydı. “Ne yapmalıyım?” diye sordum endişeyle. Yüzlerce öğrenciyle birebir danışmanlık eğitimi almış ve kampüsteki  anksiyete bozuklukları ilgili bir çalışmaya katılmak isteyenlerle düzinelerce yapılandırılmış görüşme yapmış olmama rağmen o an gerçekten hiçbir fikrim yoktu. Programım bu noktada beni bir şekilde bu gerçek danışanı sadece 50 dakikalık bir terapi için görmeye hazır olarak görevlendirmişti. Pat eğildi ve fısıldadı, “Onu dinle… Sadece onu dinle. Ve sonunda ona, “Sana yardımcı olabileceğimi düşünüyorum” de. O senden daha gergin olacak.” Kendi kendime, bu mümkün değil, diye düşündüm.

Tabii ki, o ilk danışanımla [client] görüştüm. Geçmişteki başarısız bir evlilik ve bunun mevcut ilişkisi üzerindeki etkisi hakkındaki hikayesini dinledim. Ona, yardımcı olabileceğimi düşündüğümü söyledim. Hatta onunla ikinci bir randevuda buluştuğumu hatırlıyorum. Bunun ötesinde, hafızam zayıflıyor, yoksa o geri mi dönmedi? Bu hikayeyi yazarken o zamanki endişelerim geri geliyor.

Psikodinamik terapi sanatını [art] edinmek, korkutucu anlarla dolu, uzun ve zahmetli bir süreçtir: ilk zamanlar, anlaşılmaz kavramlar, değişemiyor gibi görünen insanlar, bir danışan veya hasta ile nasıl etkileşim kurduğumuz ile daha olgun bir terapistin nasıl davranacağının hayali arasındaki fark, onu daha anlamlı bir yola yönlendirme arzusu, bu yolun nerede olduğu ve oraya nasıl ulaşabileceğimiz üzerine düşünme.

Bir noktada uygulamaya başlamak için hazır olduğumuz kabul edilir ve çoğumuz bu işi iyi yapacağımızı umarız çünkü öyle olacağını düşündük ya da umduk -zaten bu yüzden tüm zahmetlere ve eğitimlere katlandık. Ama sonra, hastayla [patient] birlikte odaya gireriz ve bazen, öğrendiğimizi ya da bildiğimizi düşündüğümüz her şeyin kapıdan çıkıp gittiğini hissederiz.

Bu kitapta edinilmiş bir sanattan bahsetmeye çalışacağım. Edinilmiş [acquired], çünkü bu, sadece öğrenilen veya uygulanan bir şeyden daha fazlasıdır. Kendinizi bu sanatı içselleştirmek ve bildiklerinizi uygulamak için konumlandırdıkça yavaş yavaş size gelir. Ve sonra, zamanın kaçınılmaz bir özelliği vardır. Edinilmiş bir sanat uzun zaman alır, çünkü bu sanatın çeşitli karmaşıklıkları, onları arzu edilen özellikler olarak tanımlamak için bile içimizde bir şekilde hazır olmayı gerektirir.

Edinilmiş bir sanat, uygulanmış bir sanattan ziyade, daha çok içselleştirilmiş bir durum gibidir. Öğretiliriz, okuruz, düşünürüz, meslektaşlarımızın sunumlarını dinleriz, yapmak istediğimiz şeyi yapabilen süpervizörleri belirleriz, onları taklit etmeye çalışırız. Ancak içimizde belirli bir hazır olma hali doğana kadar, dünyadaki tüm taklitler bizi bir adım bile ileri götürmez gibi görünür. Edinilmiş bir sanatın peşinde koşmaya devam etmek gerçekten bir inanç eylemi gerektirir.

Bu kitap, psikodinamik psikoterapi adı verilen çok zor elde edilen ve anlaşılması güç bir sanata yöneliktir. Özellikle bu edinme sürecinin başlangıç aşamasına odaklanmaya çalışmaktadır, çünkü bu, en çok kaybolmuş, sahtekar, cesareti kırılmış ve yol boyunca duyduğumuz veya okuduğumuz hiçbir şeyden fayda sağlayamayacakmışız gibi hissettiğimiz zamandır. Yola devam ederiz, ancak dürüst olursak, çoğumuz için, zihnimizde gördüğümüz (veya hayal bile edemediğimiz) türden bir terapist olacağımıza dair derin bir şüphe duygusuyla devam ederiz.

Sanırım bu, bir müzisyen olarak gerçekten ince bir dokunuş elde etmekten pek farklı değil. Güzellik nihayetinde ince detaylarda yatar, ancak kişi, bu ince detayların kaba taslaklarıyla uzun süre yaşamak zorundadır ve bir yazarın “aynı yönde uzun bir itaat” olarak adlandırdığı şeyle devam etmek zorundadır (Peterson, 1980). Mentorlarımız, arkadaşlarımız ve sonunda hastalarımız, kendi bilinmezliklerimizle başa çıkmamızı ve devam etmemizi sağlamak için yolda bize yeterince cesaret verirler. Benim için, terapist olarak kendi büyümemi sadece geriye dönük olarak gözlemledim, muhtemelen beş yıllık dönemler halinde. Dahası, ilk on yıl boyunca kendim için bir terapist olarak anlam ifade etmeye başlamadım. Gerçekten anlamadığım bir şeyde uzun süre kalmak (ve hatta bundan para kazanmak) gerçekten uzun bir süre. Ama işte bizim yolumuz da bu.

O zaman mümkün olduğunca başlangıca yakın bir noktadan başlayacağım ve sadece bir şeyleri açıkça ifade ettiğimi hissettiğimde ileri gideceğim. Bu, bazen daha teknik veya teorik olan bazı bilgileri vermem anlamına gelebilir, ama yine de takipte kalmanızı rica ederim. Temeller hiçbir zaman çekici olmaz, ama bütün evin geri kalanı onlara bağlıdır. O halde başlangıca dönelim.

Neyin sanatı?

Neyin sanatı? Danışan veya hastayla “oturduğumuzda” veya “dinlediğimizde” ne yapmaya veya ne olmasını sağlamaya çalışmalıyız? Şimdi, bu kişiyle, bu odada, ne? Süreç nedir? Ve en önemlisi, amaç nedir? Cevap tamamen duruma bağlıdır. Bu gerçekten tatmin edici bir cevap değil, ama aslında duruma bağlıdır. Nereye gittiğimize bağlıdır. Psikoterapistler olarak ana aracımızın başka birini dinlemek olduğu doğru olabilir, ancak nereye gittiğimizi ve dinlemenin ne başardığını gösterecek bir pusulamız olmadan, bu iç lastikle okyanusun ortasında yüzmek gibi hissedebiliriz: çok soğuk, çok amaçsız, sonunda bizi hiçbir yere götürmüyor ve kesinlikle yapılmaya değer bir şey değil!

O halde birkaç dakika geri çekilip dinlemenin amaçlanan hedefinin ne olduğunu veya olabileceğini düşünelim, sonra bunun sürecini (ve amacını) konuşabiliriz.

Amaç nedir?

Psikoterapinin amacı, en geniş anlamıyla düşünüldüğünde, insan acısını hafifletmeye veya insanın büyümesini teşvik etmeye yönelik olabilir (çoğu terapi her ikisini de yapar olsa da). Genel olarak, insanları başlangıçta bir terapiste götüren şey, genellikle ilk olarak bu acı çeken taraftır. Bu acı çeken taraf, yeni terapistlerin birçoğu için bir sürpriz ve şok olabilir. Bu, hayal ettiklerinden farklıdır.

Belki de gençken arkadaşlarımızın, annelerimizin veya babalarımızın güvenilir dostuyduk. İnsanlar bize sorunlarıyla, sırlarıyla geldi. İyi bir dinleyici olduğumuzu öğrendik ve onlar da bizimle güvende hissetti. Bize açıldılar. Bu bizi iyi hissettirdi. Ne düşündüğümüzü bilgece tavsiye olarak sunduk. Bu iyi hissettirdi. Becerimiz için değer gördük ve bunu yapmaktan keyif aldık. İyi bir plan yaptık ve bu başarılı işimiz için para almak istediğimize karar verdik.

Ancak profesyonel psikoterapi uygulamasına başladığımızda çoğumuz, arkadaşlarımız ve akrabalarımızla olan deneyimlerimizin kapsamının veya ciddiyetinin çok ötesinde insani acılarla karşılaşırız. Bir terapistin muayenehanesinde ortaya çıkan acıların kapsamı çok büyüktür; yeni bir terapist için (ve bazen eski bir terapist için) bu çok zorlayıcıdır. Bu acı, birçok farklı şekilde ortaya çıkabilir: bir konuda sınırlı olabilir (örneğin, okul diplomasını tamamlayamama veya kilo verme isteği), genel olabilir (“Hayatımın anlamını kaybettiğimi hissediyorum”), duygulara odaklanabilir (üzüntü, suçluluk, öfke, iğrenme, korku, utanç, keder vb.), hatta pozitif veya düzensiz duygulara (örneğin, aşırı mutluluk ve heyecanla ani harcama yapma) veya davranışlara (evin kapılarını yedi kez kontrol etme gereği, ya da ikinci çocuğa karşı öfke patlaması yaşama) odaklanabilir. Sorun, kişisel veya kişiler arası olabilir (örneğin, depresyon, anksiyete, güven sorunları, iş yerinde nefret hissi), geçmişe, şu an veya geleceğe odaklanabilir. Liste sonsuzdur.

Verdiğim örnekler burada oldukça temizlenmiş durumda olabilir, ki şimdiye kadar muhtemelen bunu biliyorsunuzdur. Gördüğümüz ve dinlediğimiz bazı şeyler kalpleri parçalayacak kadar acı verici olabilir -psikotikleşmeye başlayan ergenler, sesler duyan ve yatak odalarını alüminyum folyo ile kaplayanlar; bir ebeveynin sevdiği evcil hayvanını öldürerek onu cezalandırmaya çalışan ergen çocuklar. Durup düşündüğümüzde, insanların danışma odamıza [counseling room] getirdiği acı, beklentimizin çok ötesinde olabilir ve genellikle bizim için derin travma yaratabilir. Birçok anında yardım edebileceğimiz beklentisi tamamen sınırlarımızın ötesinde olabilir.

Bazı terapiler sadece bu acının hafifletilmesine odaklanır. Bu kesinlikle oldukça büyük bir görev gibi görünüyor! Ancak diğer terapiler (örneğin, psikodinamik spektrum) bu hedefin ötesine geçer ve insanların içsel yaşam potansiyeline odaklanır, acı noktalarının ötesinde ve altında yatan potansiyele odaklanır. Bu odak, semptomun kendisinden ziyade semptomu taşıyan kişinin kendisine yönelir.  Bu, acının göz ardı edildiği anlamına gelmez, ancak bu acının kişinin kişiliği ve geçmişiyle ilişkilendirilerek değerlendirilmesine olanak tanır.

Size bunun nasıl görünebileceğine dair bir örnek vereyim. Birkaç yıl önce genç bir adam, karısının onun babaları olarak çocuklarıyla olan ilişkisinin zayıfladığından, kontrolü kaybettiğinden endişe duyduğu için bana geldi. Kendisi bundan “acı çektiğini” hissetmese de ailenin geri kalanı öyleydi. Ve bu konu yüzünden evliliğini ve ailesini kaybetme riskiyle karşı karşıyaydı. Terapist olarak görevim sistemdeki acıyı hafifletmeye yardımcı olmaktı.

Ancak bu genç adamı birkaç seans boyunca dinlediğimde, beni etkileyen şey geneldeki kaybolmuşluğuydu. Sadece çocuklarıyla belirli anlarda değil, genel yaşamında da bir kaybolmuşluk içinde gibi görünüyordu. Bana karşı mekanik gibi görünüyordu -itaatkar, solgun, rutinleşmiş, monoton, depresif- insanı en insan yapan, kişisel spontanite ve canlılığın sıcak ışıltısını kaybetmişti.

Bu adamın kaybolmuşluğunu deneyimledikçe, terapinin odağı, onun çocuklarıyla olan ilişkisini “kaybetmesi” şeklindeki sınırlı semptomdan, bir insan olarak kendi hayatını daha dolu bir şekilde yaşaması şeklindeki daha genel hedefine kaydı. Çalışma, onun kaybolmuşluğunu anlama çabası içeriyordu: bu nasıl ve neden ortaya çıktı, çocuklarıyla, eşiyle, kendisiyle ve benimle geçirdiği zamanlarda neler hissettiği (duygusal ve fiziksel olarak); bu konuları benimle konuşmanın onda ne tür duygular uyandırdığı vb.

Zamanla, çocuklarıyla ilişkisinde kaybolmuşluk durumu azaldı. Ancak, bu kadar önemli olmasına rağmen, terapi sadece bu “ortaya çıkan” belirtiden ibaret değildi. Terapinin sonunda, bu genç adam tüm bu bağlamlarda çok daha fazla var olabilme ve kendisini kendi hayatından kaybolacak kadar kendinden uzaklaştıran güçleri anlama becerisine sahip olmuştu. (Böyle bir terapinin nasıl ve ne olduğuna ilerleyen bölümlerde değineceğiz.)

Farklı Hedefler: Farklı Görünümler

Açık olmak gerekirse, okulda öğrendiğimiz terapiler -davranışçı terapilerden psikodinamik terapilere kadar- hepsinde ortak olan bir tema var: bir kişide bir şeyleri değiştirme çabası. Ve burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki, teorik yöneliminiz ne olursa olsun, bir insanın üzerinde bir şeyleri değiştirmek, kendi başına oldukça yüce bir amaçtır. Biz insanlar duygusal olarak tanıdığımıza bağımlıyız. Fiziksel büyüme ve yaşlanma sürecimize bağlı olarak sürekli bir değişim içinde olsak da, tanıdık olanın gücüyle derin bağlar kurarız ve ondan huzur buluruz. Dolayısıyla istemesek de, genellikle değişime (daha iyi bile olsa) karşı direniriz ve bu direnç, fanatizme sınırı olan bir kararlılıkla (ve bilinçdışına doğru sürüklenerek) ortaya çıkar.

Ancak çeşitli terapilerin ortak paylaştıklarının ötesinde, onların görüş ve hissiyatı önemli ölçüde farklılık gösterir. Bazıları daha çok semptoma yöneliktir, zaman sınırlıdır ve odaklanmıştır ve genellikle terapist açısından oldukça aktif bir duruş sergiler (burada davranışsal ve bilişsel davranışçı terapileri düşünün). Bazı terapiler ise daha çok hastanın veya danışanın genel kişisel gelişimine odaklanır, daha uzun vadeli ve çok odaklı olma eğilimindedir ve genellikle terapistin daha yönlendirilmemiş bir tarzı vardır (burada psikodinamik psikoterapiler, Rogerian, Gestalt, Jungçu ve Varoluşçu terapi gibilerini düşünebilirsiniz).

Terapi süreci, en azından teorik olarak, hedeften yola çıkmalıdır. Tam da bu nedenle farklı terapi “okulları” üzerinde çalışıyoruz; çünkü a) sorunu tanımlamanın ve b) psikoterapide çözüme ulaşmanın meşru olarak farklı yolları vardır. (Tabii ki, amacı sadece herhangi bir terapiste gitmek olan bir danışan için bu bir sorun oluşturur. Bu çeşitli teorik nüanslar, sevdiklerini kaybeden veya anksiyete ile başa çıkmakta zorlanan, obezite ile mücadele etmek isteyen veya çocuklarına nasıl davrandıkları konusunda endişe duyan biri için hiçbir fark yaratmaz ve hatta görünmezdir.) Ancak bu klinik uygulamanın kullanıcı tarafındaki bariz eksikliğini bir yana bırakırsak, biz uygulayıcılar teorik olarak kendimizi nasıl yönlendirirsek, iç lastiğimizle hangi hızda ve hangi sahile doğru yüzeceğimiz belirlenecektir.

Sonuçta bu kitap psikodinamik süreç ve teknikle ilgili bir kitap olduğundan, geri kalan bölümlerde buna odaklanacağız. Ancak diğer terapötik yaklaşımların meşruiyetini anlamak, diğer terapileri göz ardı etmek yerine onlara saygı duymamıza ve belirli bir danışan veya hasta için neyin uygun olabileceğini bilmemize yardımcı olur. O halde, psikoterapi yelpazesindeki birkaç ana nokta hakkında konuşayım çünkü bu spektrumda nerede konumlandığımız, bir psikoterapist olarak neyi hedefleyeceğimizi ve neyi yapacağımızı belirler.

Semptom Odaklı Tedaviler

Terapi yelpazesinin bir ucunda davranışsal terapiler bulunur. Bir bebeğe tuvalet eğitimi verdiyseniz ya da bir köpek yavrusunu “doğru” davranış için ödüllendirdiyseniz, muhtemelen farkında olmadan davranış terapisi tekniklerini kullanmışsınızdır.

Davranışsal terapiler, sigarayı bırakmak veya davranışsal uyumu bir şekilde artırmak gibi hedeflenen bir davranışı değiştirmeyi amaçlar. Bir insana ya da genel olarak memelilere (hayvanseverler bunu sezgisel olarak yapar) dair görülebilen hemen hemen her şey, farklı davranışsal varlıklara bölünebilir. Dolayısıyla davranışsal terapilerin sanatı ve dehası bu alt bölümlere ayıran ve fetheden analizde yatmaktadır. Genellikle, ne kadar belirsiz bir şikayet olursa, davranışçı terapist o kadar hedefin daraltılmasıyla daha büyük veya belirsiz hedefin yerine geçecek bir şey kullanmalıdır.

Davranışsal terapiler hedefledikleri şey açısından güçlüdür: ayrık davranış değişikliği. Güney Kaliforniya’daki zorbalığa ve orta okul öğrencilerine yönelik okullarda kurduğumuz bir grup programında bu terapilerin gücünü deneyimledik. Öğretmenlerin belirlediği yirmi beş “en zorba” çocuğu haftada bir saat okulda topladık. Onları geniş bir daireye oturttuk ve onlara olumlu (assertive), zorbalık (bullying) ve pasif (doormat) davranışları öğretmek için çoğunluk öğrenci katılımlı bir program kullandık. Grup süresi boyunca çocukları gözlemledik ve gruptaki tanımlanabilir davranışlarına yanıt olarak aralarında beyaz (assertive, olumlu), kırmızı (agresif, zorba) ve mavi (pasif) poker fişleri dağıttık. Çipler pozitif ve negatif değerlere sahipti. Ayrıca öğretmenlere, kullanım talimatlarını içeren sınırlı sayıda beyaz çip verdik. Çipler her oturumun sonunda mutabakata varılarak ve öğrenciler için önemli bir takım hedeflerde kullanılacaktı öğle yemeğinde yemek kuyruğunun önüne geçmek veya kafeteryada dondurmalarla takas etmek gibi. Çok geçmeden gençler oyunu anladılar ve grup içinde ve dışında uygun şekilde olumlu davranışlar göstermeye başladılar. Yıl sonuna gelindiğinde, bu “Sosyal Davranış Grubu” öğrenciler arasında oldukça iyi bir statüye ulaştı ve öğretmenler, grup üyelerinde meydana gelen olumlu değişiklikler karşısında şaşkına döndü.

Burada davranışçılıkla ilgili yaygın bir yanlış anlamaya hızlı bir şekilde değinmek istiyorum. Davranışçılık ceza vermekle ilgili değildir. Öğretmenlere sadece beyaz (ödül) çipleri vermemizin bir nedeni vardı. Ebeveynler ve öğretmenler genellikle çocukların hatalarını cezalandırmaya yönelik naif bir yaklaşım sergilerler. Ceza, ev hapsi, internet ayrıcalıklarının kaybı, sevdiği tatlının kesilmesi, sokağa çıkma saatlerinde değişiklik, gezi iptali vb. gibi bunlar sayısız ancak tamamen iyi niyetlidir. Bu karmaşada gözden kaçan şey, pozitif pekiştirmenin (beyaz çipler) göreceli gücü ile dar ve uyarana bağlı cezanın göreceli etkisizliğidir.

Örneğin,  otoyolda en son ne zaman hız yaptınız? Görünürde polis olmadığında, değil mi? Yani, ceza tehdidi hız yapma davranışınızı gerçekten ortadan kaldırmadı. Ceza tehdidinin (yol kenarındaki polis arabası) istenen etkiyi yaratabilmesi için mevcut ve yakın olması gerekiyordu. Sürekli gözetim olmadığında, hepimiz sistemi kandırırız. Ceza aldığımızda bile, çok geçmeden eski gözetim odaklı hız yapma davranışlarımıza geri döneriz. Neden? Çünkü ceza, cezalandıranın davranışı yakalamasını gerektirir. Öyleyse şunu anlayın! Yakalanmadığımız tüm anlar, hız yapma davranışlarımızı olumlu bir şekilde pekiştirmek için (özgürlük hissi, hız ihtiyacımız ve bununla başa çıkmamızla) işlev görür. Bu yüzden hepimiz—yani çoğumuz—hız yaparız. Sistem bize bunu öğretti.

Şimdi, pozitif pekiştiricinin gücünü düşünün. Diyelim ki sigorta şirketiniz, arabanızda (henüz icat edilmemiş) bir GPS hız monitörü geliştirdi ve hız sınırında veya altında sürüş yaptığınız süreye göre aylık olarak sigorta priminizden doğrudan bir yüzde iadesi yaptı. Tamamen farklı bir motivasyon sistemi. Hız sınırında kalmak size değerli bir şey kazandırırdı. Bu konuda yapılan araştırmalar sağlam ve tartışmasızdır. Ödüller davranışı değiştirir; cezalar gözetim davranışı yaratır.

Bilişsel Davranışçı Terapiler (BDT)

Tamam. Tamamen davranışsal terapilerin bir adım ötesinde, bilişsel-davranışçı yaklaşımlar (CBT) yer almaktadır. Bu terapiler, managed-care environment (Hasta ile doktor arasında bir sağlık kuruluşu veya sağlık sigorta kurumunun ilişkileri belirlediği bakım sistemi)   ortamında tercih edilen tür haline gelmiştir. BDT ekollerı, salt davranışsal terapilerden farklı olarak, düşünme sürecinin önemli rolünü davranış değişikliğini başarmada bir yardımcı olarak kullanırlar. Örneğin, genel olarak kamuya açık yerlerde veya köprülerde, stadyumlarda, restoranlarda veya uçaklarda panik atak ve fobi geliştirmiş birini ele alalım. Bu yerlerdeki münferit panik vakaları, bunlardan daha genelleştirilmiş ve hayatı kısıtlayıcı bir şekilde kaçınmaya yol açabilir ve bazen “agorafobi” dediğimiz duruma kadar ilerleyebilir. Bu tür kaygı temelli bozukluklar ailelerde, kariyerlerde ve yaşam hedeflerinde büyük yıkıma neden olabilir. Bir keresinde, sekiz yıldır kendi yatak odasından dışarı çıkmamış (kliniğimize gelmek için aldığı ilaçların etkisi dışında) çok iyi eğitimli ve iyi konuşan bir kadınla görüşme yapmıştım.

Bilişsel davranışçı terapi (BDT) aracılığıyla, danışan bir terapist tarafından korkulan davranışa yavaşça katılmaya teşvik edilebilir. Bu süreçte, kişi hem korkulan nesneye/davranışa doğru ilerler hem de zihin ve bedeninde oluşan düşünce ve duygulara (biliş) dikkat eder. Terapistin desteğiyle, danışan hedef davranışı sürdürüp devam ettiren düşünce yapısını anlamak ve sorgulamak için zihnini kullanmaya yardımcı olabilir.

Stanford Anksiyete Bozuklukları Kliniği’nde, daha önce evlerine hapsolmuş ya da benzer şekilde kısıtlanmış danışanlara, kademeli olarak adım adım, Nordstrom’un (Amerikan lüks markaların satıldığı alışveriş merkezi)  içinde dolaşma özgürlüğüne (kelimenin tam anlamıyla dolaşma özgürlüğü) kaçmak zorunda kalmadan ulaşmaları için bu güçlü teknik setini kullandık (kliniğimiz Nordstrom otoparkının bitişiğindeydi). Bu, inanılmaz derecede etkili bir terapi şekliydi ve hayatlarında kaybettikleri hareket özgürlüğünü yavaş yavaş geri kazanabilen hastalar için bilişsel davranışçı terapinin teknikleri, onlar ve aileleri için paha biçilmez bir armağan olmuştur.

Bu terapi, daha psikodinamik psikoterapiler uygulayan terapistler tarafından genellikle çok kısa vadeli ve yalnızca semptomlara odaklanmış olduğu için eleştirilir. Ancak, BDT teknikleriyle belirli bir bozukluğun korkunç pençesinden kurtulmuş olanlar bu eleştirilerin bir parçası değildir. Önemli olan, hedefin süreci belirlediğini akılda tutmaktır. Eğer belirli bir semptomdan kurtulma (acı hafifletme) temel hedefse, davranışçı ve bilişsel davranışçı terapiler güçlü araçlar olabilir. Bu, BDT’nin managed care şirketleri (Hasta ile doktor arasında bir sağlık kuruluşu veya sağlık sigorta kurumunun ilişkileri belirlediği bakım sistemi)  arasında neden bu kadar popüler olduğunu açıklar: genellikle semptoma odaklanır, kısa sürelidir, işe yarar ve profesyonel olmayanların bile okuyup anlayabileceği terapötik hedefler ve ilerleme raporları şeklinde ifade edilebilir.

Kişisel Gelişim / “Semptom-ötesi” / Psikodinamik Terapiler

Ancak birçok kişi terapiste geldiklerinde belirli bir semptoma odaklanmış değildir. Rahatsızlıkları daha dağınıktır. Daha genel olarak, hayatlarının bir şekilde kendileri için işlemediğini ya da kesinlikle optimize edilmediğini hissettikleri için terapi arayışındadırlar. Bazıları belirli bir şikayetle gelir, ancak bu şikayet çok daha geniş bir memnuniyetsizlik ve işlevsizlik matrisi içinde gömülüdür. Bazıları bir veya daha fazla kısa süreli terapi deneyimlemiş, ancak kendilerini daha fazlasını isteme ve ihtiyaç duyma noktasında bulmuşlardır. Deneyimlerime göre, birçok kişi terapide ilk seansa belirli bir konuyla gelir—”Ergenlik çağındaki kızımla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum,” “Partnerimle çok fazla çatışma yaşıyorum ve evlilikte kalıp kalmamam gerektiğinden emin değilim,” “Oğlumun ölümünden sonra yaşanmaya değer hiçbir hayatım yok gibi görünüyor.” Ancak bir düzeyde, terapi arayışında olmalarının nedeni, bir semptomlarının olmasından ya da semptomun onları ele geçirmesinden ziyade, kendilerinin endişe odağı olduklarının farkına varmış olmalarıdır. Hayatlarında kendileri için ve kendilerinden daha fazlasını istemektedirler. Bu, psikodinamik veya derinlik odaklı psikoterapilerin alanıdır. Bu alan yüce, heyecan verici ve çok insani bir alandır. Ancak bu alan, daha çok davranışsal terapilerden farklı olarak daha fazla pratik ve varoluşsal soruları beraberinde getirir. Örneğin, terapistler olarak böylesine geniş, tanımsız ve pek çok durumda kişilik, kişisel geçmiş ve kişilerarası tarzla derinden köklü bir şekilde bağlantılı olan bir hedefi nasıl ele almaya başlarız? Ve terapötik başarı nasıl görünür? Ve hangi insanın bu döneminde neyin sağlıklı veya optimum olduğunu kim tanımlar? Ve insanın en iyi duruma gelmesi gibi yüce bir hedefi takip etmekte bizlere hangi yetkiyi veya inancı verir? Sanatımız ve uygulamamız derin insan değişimine yönelik bu yüce görev için yeterli midir?

Öğrencilerden sıklıkla duyduğum bir konu, birkaç yıl boyunca bir terapistle çalıştıklarını ancak kendi içlerinde veya yaşamlarında herhangi belirgin bir değişiklik hissetmediklerini paylaşmalarıdır. Kişisel destek ve duygusal bir destek olarak bir terapistle konuşmaktan keyif alırlar, ancak kendilerini veya ilişkilerini deneyimleme şekillerinde gerçek değişimler hissetmezler. Dolayısıyla diğer endişelerin ötesinde, derin psikolojik büyümeyi etkileyen uzun süreli terapi ile etkilemeyen terapi arasındaki farkı ne belirler? Bu, genellikle terapistlerin eğitiminde yeterince açıklığa kavuşturulmayan, büyük sorulardır. Özellikle psikodinamik alanında çalıştıklarını iddia edenler için bile, bu soruların temel varsayımları ve yönlendirici ekseni genellikle belirsizdir. Eğitim tarafında, genellikle gerçekte ne yapmaya çalıştığımızı düşünmeden hemen terapi tekniklerine yöneliriz. 

Carl Jung bu büyük sorular konusunda olağanüstü açık fikirliydi. Jung, ruhun evrimini terapinin nihai amacı olarak görüyordu – semptomların hafifletilmesinden çok daha büyük bir hedef. Jung’a göre bu, insanın potansiyellerinin tam olarak gerçekleştirilmesi anlamına geliyordu; hem bilinçli hem de bilinçdışı (Jung’un dilinde “gölge” olarak adlandırılmıştır) bu yönlerin bu ilerlemeye engel olmasıyla ilgili dikkat gerektiriyordu. Jung ayrıca, her bireyin kendi içinde kişisel bir büyüme yönelimine sahip olduğuna inanıyordu ve terapistin görevinin, hastadaki bu eğilimi takip etmek olduğunu düşünüyordu (Jung, 1955). Jung elbette uzun vadeli terapötik çalışmanın merkezi hakkında bu görüşlere sahip olan tek klinik yazar değil, ancak bunu açık ve sarsılmaz bir dilde yapması oldukça yardımcı olmuştur. Derinlik odaklı psikoterapiyi uygulayanlar olarak, genellikle belirli “gerçekleri” kendiliğinden açık olarak kabul ederiz. Ancak uzun vadeli çalışma yapmak, adlandırılması gereken bir dizi varsayımı gerektirir ve bu varsayımların adlandırılması önemlidir. Yeni başlayanlar için bu varsayımlar; insanlar değişebilir, bir insan başka bir insanın potansiyelini farketmesine yardımcı olabilir, bu aşamada konuşma tedavisi araç olarak kullanılabilir, ve insanlar, psikoterapideki konuşmaları başarılı bir şekilde yönlendirebilecek bir büyüme eğilimini kendi içlerinde barındırırlar. Psikodinamik ve ilgili disiplinlerdeki yazarlar ve düşünürlerin özenle açıkladığı süreç, güçlü bir şekilde varsayımlara dayanır.  Bu varsayımların olmadığı durumlarda, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, bir psikoterapist çaresizce birçok “yararlı” müdahale arasında kaybolabilir ve anlamlı psikolojik değişim açısından çok az mesafe kat edebilir.

Biz Nereye Gidiyoruz?

İlerleyen sayfalarda birlikte yapacağımız yolculukla, bu varsayımlara dayanacak ancak bu eğilimler açıkça ifade edilecek ve bu sürecin içinde yer alan insanları kökten yeniden şekillendirebilecek bir sürecin nasıl kolaylaştırıldığını anlamaya çalışacak. Kısa süreli terapilerin doğru şekilde yapıldığında işe yarayabileceği gibi, uzun süreli terapiler de uygun eğitim, disiplin ve ruhla yapıldığında insan “psişe”sinin (Yunanca’da “ruh” anlamına gelir) en derin seviyelerinde değişiklik ve yeni bir yaşam getirebilir. Önümüzdeki sayfalarda, bu yolculuğun başlangıcında bizi aydınlatmayı umuyorum, ki bu ilk adımlarla dinlemenin ne anlama geldiğini yeniden tanımlayacak. İşte başlıyoruz.

Birlikte yapacağımız bu yolculuk, önümüzdeki sayfalarda bahsedeceğimiz aynı temel varsayımlara dayanacak. Bu varsayımlar açıkça belirtilip, bu sürecin nasıl içsel olarak insanları derinden yeniden şekillendirebileceği anlaşılmaya çalışılacak.

Ancak başlamadan önce terimleri kısaca açıklamak istiyorum. Bu kitap boyunca “psikodinamik” terimini kullanacağım. Bu terim, terapi çalışmalarında bilinçdışının varlığı ve terapinin işinde transfere (ve dirence) öncelik tanıyan terapilerin geniş yelpazesini kapsayan en geniş şemsiye terim olarak kullanılmaktadır. Oturum sıklığı, terapinin uzunluğu, kanepe kullanımı, ilişkisel derecelendirme ve resmi enstitü tabanlı eğitim gerekliliği gibi konular, bazen psikodinamik çalışmanın bu alt kümelerinin sınırlarını tanımlamak için kullanılan belirli yönlerdir. Ancak bu çalışma içinde “psikodinamik” terimi, tüm bu varyasyonları kapsayıcı olarak kullanılacaktır.


Kitabın tüm bölümlerine şu sayfadan ulaşabilirsiniz:

Yorum yapın