Anahtar kavramlar
Geleneksel olarak gelişimle ilgili psikodinamik organize edici fikirler, yakın çevrenin (yani birincil bakım verenler ve aile) kişinin bilinçli ve bilinçsiz zihninin gelişimi üzerindeki etkisine odaklanmıştır.
Ekolojik Sistemler modeli (Bronfenbrenner, 1977), insan gelişiminin birçok farklı sosyal ortamdan etkilendiğini öne süren organize edici bir fikirdir. Söz konusu ortamlar şunlardır:
- Yakın çevre (immediate environment) ya da mikrosistem (microsystem)
- Topluluk çevresi (community environment) ya da mezosistem (mesosystem)
- Genel olarak toplum (society) ya da makrosistem (macrosystem)
Makrosistem; ırk, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik ve cinsiyet ifadesi, fiziksel ve zihinsel yetenek, yaş, sınıf, din ve yerli statüye dayalı yapısal ayrıcalık/avantaj ve baskı/dezavantajın yapısal sistemlerini içerir (Hays, 2016).
Toplum yapıları nedeniyle dezavantajlı durumda olan kişilerde güvensizlik, kendinden nefret etme, utanç, ötekilik ve öfke gibi örüntüler bu sistemlerin etkileriyle bağlantılı olabilir.
Toplumun yapılarının dezavantajlı olduğu kişilerde, avantaj sağlayan insanlarda yetki sahibi olma ve kırılganlık gibi kalıplar bu sistemlerin etkileriyle bağlantılı olabilir.
Toplumun yapılarından avantaj sağlayan insanlarda yetki sahibi olma ve kırılganlık gibi örüntüler bu sistemlerin etkileriyle bağlantılı olabilir.
Kültür ve toplumun etkileriyle bağlantı kurmak, ayrıcalık ve dezavantaj/baskıyla ilgili yapıların kişinin yaşanmış deneyimini nasıl şekillendirdiğini iş birliği içinde anlamayı içerir. Tüm hastaların psikodinamik formülasyonlarında bunlar dikkate alınmalıdır.
Bunun nedenleri şunlardır:
• Eğer toplumunuz sizi öldürmek isterse korkabilir ve güvensiz olabilirsiniz.
• Eğer kültürünüz sizi iğrenç olarak nitelendiriyorsa, kendinizi ötekileştirilmiş ve kendinizden nefret ediyor hissedebilirsiniz.
• Yasalar ve politikalar sizi güçten ve kaynaklardan uzak tutuyorsa öfkelenebilirsiniz.
Bu nedenle, insanların nasıl geliştiğini düşündüğümüzde, kültürün ve toplumun “ekonomik, sosyal, eğitim, hukuk ve politik sistemlerinin” etkisini hesaba katmalıyız (Bronfenbrenner, 1977, s. 515). Bu bölüm, kültür ve toplumun etkilerini psikodinamik formülasyonlarımıza dahil etmenin kavramsal yollarını sunmaktadır.
Psikodinamiğin temelleri ve ekolojik sistemler modeli
Yıllar geçtikçe, insan gelişimini inceleyen araştırmacılar, kültür ve toplumun, yaşam boyunca gelişimi sayısız yoldan etkilediğini giderek daha fazla anladılar. 1970’lerde Bronfenbrenner, bu daha geniş, yaşam boyu etkileri açıklamaya yardımcı olacak ekolojik sistemler modelinin ana hatlarını çizdi. Bölüm 1’de ve Bölüm 3’ün Giriş bölümünde tanıttığımız bu model, gelişimi etkileyen üç ana sosyal çevrenin olduğunu öne sürüyor:
- Mikrosistem, “gelişen kişi ile o kişiyi içeren yakın ortamdaki (örneğin ev, okul, iş yeri vb.) çevre arasındaki ilişkiler kompleksidir” (Bronfenbrenner, 1977, s. 514).
Örnek: Bir çocuk, bir kardeşinin ebeveynleri tarafından açıkça kayırılmasından sonra kendini “daha az” hissederek büyür.
Bu etki çocuğun yakın çevresinden (ailesinden) kaynaklanmaktadır ve dolayısıyla bir mikrosistem etkisidir.
- Mezosistem “gelişmekte olan kişiyi hayatının belirli bir noktasında içeren majör çevreler arasındaki karşılıklı ilişkileri içerir. Bu nedenle, 12 yaşındaki bir Amerikalı için mezosistem tipik olarak aile, okul ve akran grubu arasındaki etkileşimleri kapsar; bazı çocuklar için bu aynı zamanda kiliseyi, kampı veya iş yerini de içerebilir.” (Bronfenbrenner, 1977, s. 515).
Örnek: Dini bir örgütün dindar bir üyesi, tek ebeveyn olmaya karar verdiği için dışlandıktan sonra kendini dışlanmış ve desteğinin azaldığını hissediyor.
Bu etki, bu kişinin yerel topluluğundan kaynaklanmaktadır ve dolayısıyla bir mezosistem etkisi olarak değerlendirilebilir.
- Makrosistem, “mikro [ve] mezosistemlerin… somut tezahürleri olduğu ekonomik, sosyal, eğitimsel, hukuki ve politik sistemler gibi kültür veya alt kültürün kapsayıcı kurumsal modellerini içerir. Makrosistemler yalnızca yapısal açıdan değil, aynı zamanda belirli kurumlara, sosyal ağlara, rollere, faaliyetlere ve bunların karşılıklı ilişkilerine hem açık hem de örtülü olarak anlam ve motivasyon kazandıran bilgi ve ideolojinin taşıyıcıları olarak kavranır ve incelenir” (Bronfenbrenner, 1977, s. 515).
Örnek: Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan bir Afrikalı-Amerikalı adam, beyazların çoğunlukta olduğu mahallelerde tek başına yürürken anlaşılır bir şekilde kendini güvende hissetmeyebilir. Beyazlara kültürel olarak asimile olduğunun sinyalini vermeye çalışarak klasik müzik mırıldanırsa kendisini daha güvende hissettiğini fark eder.
Bu tür bir durumun temeli genel olarak toplum yapılarında yatmaktadır ve dolayısıyla bir makrosistem etkisi olarak değerlendirilebilir.
Toplumun hiyerarşileri
Makrosistemin “yapıları” olarak düşündüğümüz şey, toplumda var olan açık ve örtülü baskınlık, ayrıcalık ve avantaj sistemlerini içerir. Bu sistemlerin birçoğu hiyerarşiktir; hiyerarşinin tepesindeki az sayıdaki kişinin kaynakların/ayrıcalığın/gücün çoğunluğuna sahip olmasına, grubun geri kalanının ise daha azına veya hiç sahip olmamasına yol açar (Moane, 2011). Bu modelde bir grup baskın, geri kalanlar ise hükmedilendir. ADDRESSING çerçevesini kullanarak bu sistemleri ele alabiliriz (Hays, 2016):
- A: Yaş ve kuşak etkileri (Age and generational influences)
- DD: Gelişimsel veya diğer engellilik (Developmental or other disability)
- R: Din (Religion)
- E: Etnik köken veya ırk (Ethnicity or race)
- S: Sosyo-ekonomik durum (Socio-economic status)
- S: Cinsellik (Sexuality)
- I: Yerli mirası (Indigenous heritage)
- N: Memleket (Nation of origin)
- G: Cinsiyet (Gender)
Bu hiyerarşiler, bilinçli olarak farkında olsak da olmasak da bizi etkiler; kendimiz ve başkaları hakkındaki düşüncelerimizi ve hayatın değişimlerine nasıl uyum sağladığımızı şekillendirmeye yardımcı olur. Kesişimsellik (intersectionality), birden fazla baskı sistemi tarafından dezavantajlı duruma düştüğümüzde ortaya çıkar (Crenshaw, 2017). Örnekler arasında lezbiyen ve Latin kökenli kişiler, Siyahi ve kaçak kişiler veya kadın ve engelli kişiler yer almaktadır.
Baskı sistemleri ve toplum hiyerarşilerinin sürdürülmesi
Toplumun hiyerarşileri aşağıdaki kontrol araçlarıyla korunur:
- Şiddet (ör. cinayet, soykırım, tecavüz, kadınların hadım edilmesi)
- Siyasi dışlanma(örn. oy verme kısıtlamaları, hükümete katılamama)
- Ekonomik sömürü (örneğin kölelik, yoksulluk, asgari ücretin olmaması, sağlık sigortası ve eğitim gibi sosyal hizmetlerin yetersiz olması)
- Kültürel kontrol (örneğin, eğitim sistemlerinin kontrolü, dinin gereklerini yerine getirememe veya ana dili konuşamama, propaganda)
- Cinselliğin kontrolü (örneğin doğum kontrolü ve kürtaj yasakları, Sodomi yasaları, fuhuş)
- Parçalanma (örneğin gettolaşma) (Moane, 2011).
Bu kontrol araçları çoğunlukla baskıcı olduğundan, bu hiyerarşik yapılara baskı sistemleri (systems of oppression) adı verilmiştir. Smithsonian Enstitüsü baskı sistemlerini şöyle tanımlıyor:
Bazı gruplara (genellikle ‘hedef gruplar’ olarak adlandırılır) karşı ayrımcılık yapan ve diğer gruplara (genellikle ‘baskın gruplar’ olarak adlandırılır) fayda sağlayan bir sistem yaratan ön yargı ve kurumsal gücün birleşimi. Bu sistemler baskın grupların, hedef grupların haklarını, özgürlüklerini ve sağlık hizmetleri, eğitim, istihdam ve barınma gibi temel kaynaklara erişimlerini sınırlayarak hedef gruplar üzerinde kontrol sahibi olmalarını sağlar (Ulusal Afrikan-Amerikan Tarihi ve Kültürü Müzesi, 2020).
Baskı sistemleri, bir grubun sosyal olarak arzu edilen grup olarak ve diğer grubun daha az arzu edilen bir alternatif, hatta şüpheli, yabancı veya öteki olarak muamele gördüğü bir iç-grup dış-grup hiyerarşisi yaratır (örneğin, beyaz/renkli, erkek/kadın, cis/trans, genç/yaşlı, zengin/fakir). Öteki olmak nötr değil, olumsuz ve eksiktir. Avantajlı iç-gruplarda yer alanlarımız, bir iç-grubun parçası olmanın yaşamda bize olumlu avantajlar sağladığı fikrinin farkında olmayabilir, bu konuda düşünmeyebilir veya hatta buna şiddetle karşı çıkabilir. Dezavantajlı dış gruplarda yer alanlarımız, günlük yaşamda ayrımcılığın, ötekileştirmenin ve diğerlerine göre dezavantajlı olmanın devam eden etkilerinin ve algılanan statümüz nedeniyle bize yöneltilen günlük mikro saldırıların sıklıkla son derece ve sürekli olarak farkındadır.
Örtülü ön yargı ve kültürel ve toplumsal etkilerin aktarımı
Toplumun hiyerarşik tutumlarını içselleştirdiğimizde bunlar örtülü ön yargı (implicit bias) olarak tanımlanan otomatik tutumlara dönüşür (FitzGerald ve Hurst, 2017). Baskı sistemleri çoğu zaman örtülü ön yargı yoluyla bilinçsizce nesilden nesile aktarılır (Banaji ve Greenwald, 2016). Örtülü ön yargı örnekleri arasında, bu tür çağrışımların ön yargılı ve mantıksız temellerinin bilinçli olarak anlaşılmasına rağmen, bilinçsizce Siyahlar ile silahları ya da erkek çocuklar ile bilimi ilişkilendirmek yer alır.
Toplumsal hiyerarşiler de bilinçli ve kasıtlı olarak nesilden nesile aktarılabilir. Ebeveynlerinin sözlü ve sözsüz tutumlarını içselleştirerek çocuklara, kendilerinden farklı olan veya ebeveynleri tarafından küçük yaşlardan itibaren ötekileştirilen kişilerden nefret etme ve korkma duygusu aşılanabilir. Araştırmalar çocukların cilt rengi gibi özellikler hakkında 6 aylıktan itibaren örtülü ön yargılar geliştirmeye başladıklarını göstermektedir (Winkler, 2009).
Ruh sağlığının sosyal belirleyicileri ve toplumsal hiyerarşiler
Ekonomik sömürü ve kültürel kontrol, toplumdaki hiyerarşilerin korunmasını sağlayan araçlardan ikisi olduğundan, “insanların doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı, çalıştığı ve yaşlandığı koşullar” (Dünya Sağlık Örgütü, 2008) olarak tanımlanan sağlığın sosyal belirleyicileri (social determinants of health), bireyin bu yapılarla ilişkileri tarafından dolaylı olarak etkilenir. Avantajlı çocuklar ayrıcalıklı olarak doğmanın faydalarından (örneğin, para, güç, kaynaklar) istifade ederken, dezavantajlı çocuklar kaynak eksikliğinden ve bakıcılarının kronik stresinden ve gerginliğinden muzdariptir (Shim ve Compton, 2015). Dezavantajlı veya ötekileştirilmiş bir grupta olmak, gıda, tıbbi bakım ve ebeveyn ilgisi gibi temel ihtiyaçlara erişimi etkileyebilir ve bunların hepsinin bilişsel ve duygusal gelişimi etkilediği bilinmektedir (Compton ve Shim, 2015). Ön veriler, bir annenin hamileyken ayrımcılığa maruz kalmasının çocuklarının beyin gelişimini etkileyebileceğini desteklemektedir (Sonderlund ve ark., 2021). Erken dönemdeki etki, bakımveren ve çocukların aynı avantajlı veya dezavantajlı gruba ait olup olmamasına da bağlı olabilir.
Örneğin, göçmen ebeveynler tarafından yetiştirilen göçmen bir çocuk, heteroseksüel bireylerden oluşan bir ailede doğan LGBTQ+ bir çocuktan farklı bir baskı sistemi deneyimine sahip olacaktır. Kişinin bakıcılarıyla aynı dezavantajlı gruba ait olması destek sağlayabilir veya stres ve gerilimi şiddetlendirebilir.
Kültür ve toplumun yaşam boyunca psikolojik gelişimi nasıl etkilediğine ilişkin temel fikirler
Gelişim sırasında insanlar toplumdaki hiyerarşilerin örtülü olarak ön yargı (bias), açık olarak ise peşin hüküm/ön yargı (prejudice), ayrımcılık ve ayrıcalık olduğunun farkına varırlar. Bu hiyerarşilerin sürdürülme araçları (örneğin ayrımcılık, şiddet, savaş, yoksulluk, siyasi haklardan mahrum bırakma) toplumun her üyesini etkiler. Eleştirel ırk teorisi, feminist teori, sömürgeci baskı, LGBTQ+ ruh sağlığı ve engellilik alanlarındaki araştırmacıların yanı sıra diğerleri, toplumun baskı hiyerarşilerinin örtülü ve açık aktarımının yaşam boyunca psikolojik gelişimimizi etkilediği çeşitli mekanizmalar önermişlerdir.
Küçük çocuklar bilinçli olarak bu sistemlerden habersiz olabilir, ancak bunların etkilerini ekonomik/toplumsal kaynaklara erişim eksikliği ve kronik stres/gerginlik şeklinde deneyimleyebilirler. Aynı zamanda, ebeveynlerinin örtülü ve açık ön yargılarını aktarılması yoluyla, kendilerine ve diğer gruplara yönelik ebeveyn tutumlarını ve toplumsal tutumları özümsüyor olabilirler.
Çocuklar okula gitmek için evden dışarı çıktıklarında, bilinçli ya da bilinçsiz olarak makrosistemin kurallarını özümser ve içselleştirirler. Bu içselleştirilmiş kurallar; benlik algısını, başkalarıyla ilişkiler ve strese uyum gibi psikolojik işlevin birçok alanını etkileyebilir. Bunun nasıl gerçekleştiğine ilişkin hipotezler (Christian ve diğerleri, 2021; Edwards ve Hanley, 2021; Moane, 2011; Shim ve Compton, 2015), azınlık stres modeli de dahil olmak üzere (Meyer, 1995), potansiyel psikolojik mekanizmalar olarak aşağıdakileri önermektedir:
- Kültürün bireye veya bireyin azınlık grubuna karşı olumsuz tutumlarının içselleştirilmesi (internalization), bu da kendinden nefret etmeye ve kendinden şüphe duymaya, aynı zamanda hâkim olunan gruptaki diğerlerine karşı nefret ve değersizleştirmeye yol açar.
- Bireyin kültüründen, tarihinden ve toplumun diğer kesimlerinden izolasyon (isolation), kimlik oluşumu ve ötekilik konusunda zorluklara yol açar.
- Kişisel ihtiyaçların, benliğin bazı yönlerinin ve olumsuz duyguların ifade edilmesinin engellenmesi (inhibition of expression) ilişkilerde ve yakınlıkta zorluklara yol açar.
- Ayrımcılık ve şiddete bağlı damgalanma ve travma (stigma and trauma), güvensizliğe ve korkuya yol açar.
- Paraya, kaynaklara ve güce erişimin azalması (decreased access to money, resources, and power), zihinsel ve fiziksel sağlığın bozulmasına, gelişimsel gecikmelere ve karmaşık damgalanmaya neden olur.
Moane (2011), baskı sistemlerinin içselleştirilmesinin dezavantajlı bireyin geçmişinden ve kültüründen kopmasına, benlik duygusunun azalmasına ve benlik saygısı ve kimlik oluşumunun etkilenmesine neden olduğunu öne sürmektedir. Bu da davranışı ve duygudurum regülasyonunu etkiler. Kendini aşağı olarak algılanan bir gruba ait olarak düşünmek, kendinden nefret etme ve utanma şeklinde benlik saygısı sorunlarına zemin hazırlar.
Toplumun hiyerarşilerinden yararlananlar için, kültürün bireye yönelik olumlu tutumlarının içselleştirilmesi ve erişim beklentisi, bilinçli ve bilinçsiz yetki ve üstünlük duygularına yol açabilir ve bu, yetki sahibi olma veya benlik saygısının kırılganlığı gibi davranış örüntülerinde kendini gösterebilir.
Sorunları ve örüntüleri kültür ve toplumun etkileriyle ilişkilendirmek (LINK)
Toplumun hiyerarşik yapıları nedeniyle dezavantajlı olmak, zihinsel yaşamın her boyutu da dahil olmak üzere işlevin tüm yönlerini etkileyebilir. Bu nedenle, ayrımcılığa maruz kalmış (veya maruz kalmaya devam eden) bir kişideki herhangi bir bilinçli veya bilinçsiz örüntü, toplumdaki hiyerarşilerin etkisiyle ilişkilendirilebilir. Sorunları ve örüntüleri kültür ve toplumun etkileriyle ilişkilendirmek için yukarıda önerilen etki mekanizmalarını kullanabiliriz. Çeşitli örüntüler özellikle bu bağlantıyı önerebilir:
Kendilik deneyimi
Aşağılık duygusu, kendinden şüphe etme ve utanç
Değersiz bir insan olduğunuzu acımasız bir açıklıkla ve mümkün olan her şekilde dile getiren bir toplumda doğdunuz (Baldwin, 1963, s. 7).
Değersizlik duygusu içselleştirildiğinde, bu etki benlik saygısını zedeleyebilir. Daha az olma hissi (feeling of being less than) ve kişinin baskın olmayan niteliklerinden dolayı kendinden nefret etmesi (self-hatred), kimlik oluşumunu ve benlik saygısının yanı sıra başkalarıyla olan ilişkilerini de etkileyebilir. Bu kendinden nefret etme, depresyon, kendine uygulanan fiziksel veya duygusal ceza veya mazoşist/itaatkâr davranış biçimini alabilir (Moane, 2011). Örneğin Paula’yı düşünün:
40 yaşındaki Paula, iş yerindeki stres nedeniyle bir terapiste danışıyor. “Ben yönetici olmaya uygun değilim” diye açıklıyor. “Herkesi sürekli hayal kırıklığına uğratıyorum.” Yakın zamanda terfi ettiğini söylese de “Onlar bilmiyorlar. Ben ailem için de yeterince şey yapmıyorum.” Erken dönem yaşamı sorulduğunda Paula, 4 yaşındayken ailesiyle birlikte El Salvador’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne göç ettiğini söylüyor. “Annemle babamın ilk başta vizesi vardı ama sonra öylece kaldık. Üniversiteyi bitirene kadar hiçbir belgemiz yoktu. Annem evleri temizliyor, babam ise ufak tefek işler yapıyordu. Benimle gurur duyuyorlar ama hâlâ zar zor İngilizce konuşabiliyorlar. Bütün çocukluğumu eve gönderilmekten korkarak gölgelerde geçirdim. Her zaman tüm gözlerin üzerimde olduğunu hissettim; sanki bir suçluymuşum gibi.”
Toplumun belgesiz göçmenlere yönelik şüphesini ve öfkesini içselleştiren Paula, becerilerine uygun bir benlik algısını geliştiremedi.
Baskın grup tarafından olumsuz kabul edilen özelliklerin vücut bulması da utanca (shame) yol açabilir. Kendiliğin bazen birisine bakıldığında kolaylıkla görülemeyen yönleri (örneğin, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği); aile, akranlar veya kişinin topluluğu tarafından hoşlanılmama, ayrımcılığa uğrama veya reddedilme korkusuyla gizli kalması gereken benlik parçaları olarak deneyimlenebilir (Drescher, 1998). Kendiliğin yönlerinden birine bakıldığında kolayca anlaşılan yönleri (örneğin ırk, fiziksel beceriler, çocukluktaki cinsiyet atipikliği), kişinin diğer nitelikleri asla görülmeyecek şekilde her zaman sergileniyormuş gibi hissedilebilir. Bu hem benlik algısını hem de başkalarıyla yakın ilişkiler kurma ve sürdürme becerisini etkileyerek kendini ifade etmeyi engelleyebilir.
45 yaşında bir trans erkek olan Todd, depresyon ve ilişkilerde zorluk yaşıyor. Terapiste “Hormonlar hayatımı kurtardı” diyor. “Bana yaşadığımı hissettirdiler. Ama sakallıyken bile hâlâ bir kostüm gibi hissediyorum. Geldiğim yerde tuhaf bir kızdım. Oğlanların sahada oynamasını izlerdim ve onlara koşup ‘Buradayım!’ demek isterdim. Annem ve babam her zaman benim için endişelenirdi; bana nasıl yardım edeceklerini bilmiyorlardı. Onlara nasıl söyleyebilirdim? Çocuklar bir partide dans ederken ben utanırdım; bedenimi zar zor hareket ettirebiliyordum ve kimsenin beni bunu yaparken görmesini kesinlikle istemiyordum. Artık kim olduğumu zar zor biliyorum; bunu başka biriyle nasıl paylaşabilirim?”
Todd’un 40’lı yaşlarına kadar bir erkek olarak yaşayamaması, kendini ifade etme kapasitesini engellemiş, onu depresyona sokmuş, kendi kimliğinden emin olamamasına ve başkalarıyla ilişki kuramamasına neden olmuştu.
Hak sahibi olma veya üstünlük duygusu
Bir kişinin veya bir kişinin grubunun avantajlı olduğu bir kültürde gelişmek, yetki (entitlement) veya üstünlük (superiority) duygusuyla sonuçlanabilir.
Terapi randevusuna geç kaldığında hız sınırını aşan beyaz bir ‘cisgender’ (trans olmayan) kadın, bir polis tarafından durduruldu. Terapistine neşeyle “Polislerle hiçbir zaman sorunum olmaz” dedi. “Tamponuna ‘soccer mom’ (okul çağında çocuğu olan anne) etiketi yapıştıran beyaz bir kadın mı? Bana asla ceza vermiyorlar!”
Kırılganlık
Avantajlı grupların üyeleri beklediklerini alamadıklarını hissettiklerinde buna bazen kırılganlık (fragility) denir (örneğin, Beyaz kırılganlığı) (Diangelo, 2018):
Beyaz ‘cisgender’ heteroseksüel bir adam, oğlunun mezun olduğu okuldan reddedilmesinin ardından depresyon tedavisine başvurdu. Terapiste “Ailem nesiller boyu o okula gitti” dedi. “Binaların yarısına amcamın adı verilmiş; biz olmasaydık bunları asla inşa edemezlerdi. Orada burs için o kadar çok para verdim ki; kendi oğlumu kabul etmemeleri yüzüme tokat gibi geliyor, özellikle de öğrenim ücretinin tamamını ödeyecekken.”
Başkalarıyla ilişkiler
Ötekilik
Ötekileştirilmek (othered), aktif bir toplumsal sınıflandırma sürecidir ve kişinin ana akım bir örnek kişiden daha az hissetmesine neden olan yabancılaştırıcı bir deneyimdir. İnsanlar genellikle trans, queer, kadın, farklı ırktan olmak, farklı becerilere sahip olmak, aşırı kilolu veya daha yaşlı olmak gibi kendi kontrolleri dışındaki özellikleri nedeniyle ötekileştiriliyor. Öteki olmak olumsuzdur, nötr değil.
Klinik olarak bu durum izolasyon, yalnızlık, farklı veya yabancı hissetme ya da anlaşılmama hissi olarak ortaya çıkabilir:
40 yaşındaki Afro-Amerikalı lise öğretmeni Carly, terapistine şunları söylüyor: “Bütün arkadaşlarım size beni sevdiklerini ve benim ‘uyum sağladığımı’ söylerdi. Ama tüm bu yıllar sonra – bunca yıl birlikte yaşamanın ardından çoğunlukla Beyaz çocukların ve çoğunlukla Beyaz öğretmenlerin olduğu sınıflar, doğum günü partilerine davet edilmemek, rehberlik danışmanının iyi okullara girmemle şaşırtmış olmak – hala davet edilmeden diğer öğretmenlerle masaya oturmuyorum. Eminim bunun yaşandığını bile bilmiyorlardır.”
Alay edilen ve sosyal etkinliklerden kaçınan eşcinsel genç, kafeteryada tek başına oturan siyahi çocuk ya da skolyoz nedeniyle sırt desteği takan genç yetişkin, büyüdükten sonra çoğu zaman kendilerini yetişkin olarak da ötekileştirilmiş hissetmeye devam edebilir -çoğunlukla çevrelerindekilerin haberi olmadan.
Korku ve güvensizlik
Ve korkuyorum. Beni terk ettiğinde korkuyu en şiddetli şekilde hissediyorum, ama senden çok önce korkuyordum ve bu konuda sıradandım. Ben senin yaşındayken tanıdığım tek insanlar Siyahlardı ve hepsi güçlü, katı ve tehlikeli bir şekilde korkuyordu. Bu korkuyu tüm gençliğim boyunca görmüştüm ama her zaman böyle olduğunu fark etmemiştim (Coates, 2015 s. 14).
Pek çok dezavantajlı insan her zaman korkuyor. Öldürülmekten, zorbalığa uğramaktan, dışlanmaktan, utanmaktan, zarar görmekten, ayrımcılığa uğramaktan, sömürülmekten ve tuzağa düşürülmekten korkuyorlar. Bu korkunun güvensizliği (mistrust) doğurması doğal ve uyumsaldır. Dezavantajın kaynağı belli olduğunda (örneğin renk, cinsellik), insanlar sırtlarında bir hedef tahtası taşıdıklarını hissedebilirler. Saklandığında, insanlar tek bir yanlış hareketin açığa çıkmasına ve felakete yol açabileceğini hissedebilirler. Bu deneyimler başkalarına karşı korkuya ve güvensizliğe, kişinin kendine, düşüncelerine ve duygularına karşı açık olamamasına yol açabilir. 7. Bölüm‘de tartıştığımız gibi, bireyler yakın aileleri (mikrosistem) içinde güven geliştirebilirler, ancak dışlanmış bir gruba üyeliklerinin sonucu olarak genel bir güvensizlik yaşayabilirler. Yetişkin hastalarda güveni ve güven eksikliğini anlamaya çalışırken bu durumun dikkate alınması önemlidir.
Uyumlanma
Öfke ve Gücenme
Açılan yaralardan saldırganlık sıçrar ve hırslar yükselir. Baskı ve gelgeç zulümden doğar. Geldiği toprağı biliyorsak bu mantıklı ve öngörülebilirdir. İnsanlar dayanabilecekleri her şeye katlanırlar ve gerekirse daha da fazlasına katlanırlar. Ama eğer günümüz Amerika’sında onlar Siyahlarsa (yoksunlarsa), çok fazlasını sırtlamaları isteniyor. Dayanabilecekleri her şeye dayandılar. Artık rahatsız edilmeyecekler. İşkencecilerinden yüz çevirerek öfkeyle dolular (Grier & Cobbs, 1968, s. 3-4).
Adil olmayan muameleye ve ayrımcılığa maruz kalmayla ilgili hem tek seferlik hem de tekrarlayan deneyimler, öfke (anger) ve gücenme (indignation) duygularına yol açabilir. Bu anlaşılır ve uyumlu tepki; girişkenliğe, yetkilendirmeye ve aktivizme kanalize edilebilir (Edwards ve Hanley, 2021) ancak aynı zamanda özeleştiri, depresyon, kişilerarası saldırganlık veya şiddet olarak da ortaya çıkabilir. Örneğin ailesi aylardır bir ülkenin sınırında tutulan bir hasta, kliniğe girdiğinde kimliğini göstermek zorunda kaldığında öfkelenebiliyor. Bu öfke aynı dezavantajlı gruptan insanlara da yöneltilebilmektedir. Bu meydana geldiğinde buna bazen yanal şiddet (latent violence) adı verilir (Maracle, 1996).
Örnek formülasyon – Kültür ve toplumun etkileri ile bağlantı kurmak (LINK)
Sunu
Ronni, 35 yaşında, çift ırklı lezbiyen bir kadın ve beyaz bir lezbiyen terapistten psikoterapi almak istiyor ve şöyle diyor: “Kız arkadaşım benden ayrıldı. Onunla nasıl duygusal yakınlık kuracağımı bilmiyorum.” Ronni, başkalarına karşı her zaman güvensiz davrandığını ve bu durumun onu “gerçek düşüncelerini ve duygularını” açığa çıkarabileceğini hissettiği “gerçekten derin” ilişkiler geliştirmekten alıkoyduğunu belirtti. Aynı durumun daha önceki iki psikoterapisinde de yaşandığını hissettiğini ve “tam olarak anlaşıldığını hissetmediğini” söyledi. Kendisini her zaman hiçbir yere ait hissetmediğini, bunun da kendisini depresif ve içinin “boş” hissetmesine neden olduğunu ifade ediyor.
Ronni teknisyenlik işinde çok başarılı. İş yerinden onun “havalı” görüntüsünü ve yeni çıkan müzikleri ilk yakalayan kişinin kendisi olduğu gerçeğini beğenen birçok arkadaşı ve tanıdığı var. Yer altı kulüplerinde ve lezbiyen barlarında kendini evinde ve daha özgür hissediyor; burada “müziğe kapılıp sadece dans edebileceğini” söylüyor. İşten ve kulüplerden arkadaşlarıyla aktif bir sosyal hayata rağmen, her romantik ilişki aynı şekilde bitiyor gibi görünüyor; kadınlar ondan etkileniyor ama o, cinsel ve duygusal olarak açılamayınca sonunda ayrılıyorlar. “Sanki önümde bir duvar var ve ötesinde onlarla gerçekten konuşamıyorum ve daha fazla çalışırken ya da televizyon seyrederken daha rahat oluyorum. Sonra daha derine inmemi istediklerinden korkmaya başlıyorum ve kendimi kapana kısılmış ve korkmuş hissediyorum, bu da beni daha da çok kapatıyor.” Yeni Beyaz terapistine ilk tepkileri sorulduğunda şöyle diyor: “En azından sen lezbiyensin. Daha iyi olmak, bana tahammül edebilecek bir partner bulmak ve bir gün çocuk sahibi olabilmek için her şeyi yaparım; bu kadar yalnız kalmak istemiyorum. Nasıl olacağını göreceğiz.”
Problemleri ve örüntüleri tanımlama (DESCRIBE)
Ronni başkalarından korkuyor ve onlara güvenmiyor, onu anlamayacaklarını düşünüyor. Bu onun kendisini hem arkadaşlarına hem de sevgililerine tam olarak açmasını engeller ve yakınlaşma kapasitesiyle çatışır. Aynı zamanda aşağılık duygusu da var çünkü kendisini gerçekten tanıyan birinin, kendisini ona tamamen açması halinde onu tamamen seveceğine ve kabul edeceğine inanmakta güçlük çekiyor. Hem cinselliği hem de çift ırklı geçmişiyle ilgili güçlü ötekilik duygusu, ona ait olmadığını ve insanların onu anlamayacağını veya kabul etmeyeceğini hissettiriyor. Kim olduğuna dair bir utanç duygusu var ve bu duygu ancak bir kulüpte dans ederken isimsiz ve karma kalabalığa karışarak nüfuz etmiş ötekilik duygusunu kaybettiğinde rahatlıyor. En iyi ihtimalle, kendisine “tahammül eden” bir ortak ve kimliğinde bazı örtüşmeler olan ve deneyimini en azından kısmen anlayabilecek bir terapist bulabileceğini düşünüyor.
Yaşam öyküsünü inceleme (REVIEW)
Ronni, yaşlı bir beyaz baba ile Afro-Karayip kökenli bir annenin tek çocuğudur. Ronni’nin annesi üniversite için Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etti ve burada Ronni’nin babasıyla bir kahve barında tanıştı: Ronni’nin bir bilgisayar şirketinde yönetici olan babası kahve alıyordu ve annesi barista olarak çalışıyordu. Ronni’nin annesinin bir istismar ve ihmal geçmişi vardı, çocukluğunda gıda güvensizliği yaşamıştı ve ailesi kirayı karşılayamadığı için sık sık taşınmıştı. Ronni, annesinin “dağınık” biri olduğunu hatırlıyor, anne ve babasının birbirleriyle yakın ilişki içinde olduğunu hiç görmediğini ve babasının annesine “yardımcı gibi” davrandığını hissettiğini söylüyor. Anne ve babası diğer ailelerle nadiren sosyalleşiyordu ve annesinin depresyonda olabileceğine inanıyordu. Beyazların çoğunlukta olduğu zengin bir banliyö kasabasında büyüyen Ronni, sınıfındaki siyahi insanlardan oluşan küçük bir gruptan biriydi. Kendini “ne Beyaz ne de Siyah” olarak tanımlayarak herhangi bir gruba sığamayacağını hissetti. “Köri kokan” diye betimlediği eve arkadaşlarını davet etmekten utanıyordu ve akranlarının onu reddedeceği konusunda giderek daha fazla güvensizleşiyordu. Üniversiteye başvurma zamanı geldiğinde anne ve babasının ona yardım edemeyeceklerini fark etti ve üniversite danışmanlarının ona çok düşük hedefler koyması tavsiyesinde bulunduğunu hissetti. Ayrıca ebeveynlerinin okuldaki sorunları çözmesine yardım edemediğini veya üniversitelere başvurma zamanı geldiğinde onun yanında olamadıklarını gördü ve üniversite danışmanlarının ona olması gerekenden daha az sayıda okula başvurmasını tavsiye etmesinin ırkçı olduğunu hissetti. Lisede futbol takımından bir kadın akranına aşık olduğunda lezbiyen olduğunun farkına vardı. Bu onun aşağılık ve ötekilik duygusunu artırdı ve kadınlara olan ilgisini bir on yıl daha sakladı.
Öyküyü ve sorunları/örüntüleri kültür ve toplumun etkileriyle bağlamak
Ronni’nin yakın ilişkilerdeki ve derin arkadaşlıklar kurmadaki zorluğu, çeşitli şekillerde öteki muamelesi görmesi ile ilişkili olabilir: tek çocuk olması, aile veya toplumla çok az etkileşime sahip olması, çoğunluğu beyaz olan bir kasabada ve okulda çift ırklı olması ve eşcinsel olduğunun farkına varması. Bu ötekilik duygusu içselleştirilmiş olabilir, bu da nötr bir ruhsal durumu olmayan, ancak etrafındaki diğerlerine kıyasla kendisini aşağılık hissetmesine neden olan bir yabancılaşma ve farklılık duygusuyla sonuçlanmış olabilir. Kendi sebeplerinden dolayı ebeveynleri birbirleriyle ya da kızlarıyla tam olarak bağ kuramamış ve ona yakın bir ilişkinin nasıl göründüğüne ya da nasıl hissettirdiğine dair bir örnek teşkil edememiş olabilir. Beyazların banliyösündeki çift ırklı bir çift olarak ebeveynleri de ayrımcılığa maruz kalmış olabilir ve bu aynı zamanda Ronni’nin içselleştirilmiş aşağılık ve utanç duygusuna da katkıda bulunmuş olabilir.
Kültür ve toplumun etkileriyle bağlantı kurmak tedaviyi yönlendirir
Hastanın sorunları/örüntüleri ile kültür ve toplumun etkileri arasındaki ilişkiyi anlamak, bir formülasyon oluşturmak ve tedaviyi planlamak için çok önemlidir. Hastalar, güçlü hiyerarşilerin etkisini doğrulayabilen, empatik, yargılamayan bir ruh sağlığı uzmanıyla acı verici ötekilik, farklılık, ayrımcılık ve güvensizlik deneyimlerini konuşabilmekten büyük fayda sağlayabilirler. Bir güvenlik ve güven atmosferi geliştirmek klinisyenlerin, hastaların bu deneyimleri terapistlerin anlayamadıklarını veya anlamak istemediklerini hissetme ihtimallerine karşı duyarlı olmalarını da gerektirir.
Terapistler olarak, kültür ve toplumun etkilerini tam olarak anladığımızı varsaymasak da bunların varlığını tanıdığımızı iletmeye çalışabiliriz. Bu hem grup içi olanlarımız hem de grup dışı olanlarımız için dikkatli bir öz değerlendirme gerektirir. Hastalarımız daha iyi tedaviyi hak ettiklerini hissetmeye çalıştıkça ve öfke ve gücenme yaşadıkça, hastalarımızın sistemik baskı deneyimlerinin zor, kabul edilemez ve güçlü olduğunu aktarma yeteneğimiz kritik önem taşıyor. Kültür ve toplumun etkilerine ilişkin fikirleri bir araya getiren formülasyonların iş birliği içinde oluşturulması, hastalarımızın görüldüklerini hissetmelerine ve dünyayla etkileşimlerinin zihinsel yaşamlarının her yönünü nasıl etkilediğini daha iyi anlamalarına yardımcı olabilir.
Önerilen Aktivite
Bireysel veya sınıf ortamında yapılabilir
Norma ve Scott’un kültür ve toplum tarafından etkilenme yollarını nasıl açıklardınız?
47 yaşında Afrika kökenli Amerikalı bir kadın olan Norma, kendisine atanan üçüncü terapistle çalışmayı reddetmesinin ardından klinik yöneticisinin dikkatini çeker. Norma, “Hepsi aptal” diye açıklıyor. “Duvarlarındaki diplomalarla kendilerini çok akıllı sanıyorlar ama hayattan haberleri yok. Hayatı biliyorum. Birinin bana başını sallayıp mendil uzatmasına ihtiyacım yok. İş bulmama yardım edecek birine ihtiyacım var. İş bulmama yardım edebilirler mi?” Norma hemşire yardımcısı olarak çalışıyordu ama yakın zamanda kovuldu. Klinik müdürüne “İtaatsizlik diyorlar” dedi. “Ama ırkçılığı gördüğümde anlarım.” İşten atıldıktan sonra uyku sorunu yaşadı ve dahiliye uzmanı tarafından kliniğe gönderildi. “Hayatım boyunca aynı hikâyeyi yaşadım. Babam gitti, annem genç yaşta öldü, kendimi ve kız kardeşimi büyütmek zorunda kaldım. O zaman kimse bana yardım etmedi ve şimdi de kimse bana yardım etmeyecek.”
Norma’nın Amerika Birleşik Devletleri’nde farklı ırktan ve düşük sosyo-ekonomik statüden bir kadın olarak yaşadığı yaşam deneyimi, kendisinin sürekli olarak dezavantajlı durumda olduğu ve kendisine yardım edilemeyeceği hissine yol açmış olabilir. Bu onun öfke ve hayal kırıklığının yanı sıra kendisine yardım edilmeyeceği veya anlaşılmayacağına dair beklentisine de katkıda bulunmuş olabilir. Kendisinin ve kız kardeşinin geçimini sağlamak üzere genç yaşta yalnız bırakılan Norma, aynı zamanda, kendisine yardım teklif edebilecek insanlarla bağlantı kurmada zorluk yaşamasına katkıda bulunabilecek kaçıngan bir bağlanma stiline de sahip olabilir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde doğmuş, 65 yaşında, beyaz, cisgender, heteroseksüel bir adam olan Scott, herhangi bir engeli yok ve bir danışmanlık firmasının sahibi ve depresyonla ortaya çıkıyor. Eşinin teklifi üzerine geliyor. “Benimle yaşamanın zor olduğunu söylüyor” diyor. “Ne bekliyor?” Üniversitedeyken “dünya benim ellerimde olacak” diye düşündüğünü ancak “öyle olmadığını” söylüyor. “Babamın kuşağı her şeye sahipti” diye yakınıyor. “Savaştan döndükten sonra dünya onlara kırmızı halı serdi. Babamı neredeyse hiç görmedim; her zaman ordudan arkadaşlarıyla dışarıdaydı ya da kulüpte golf oynuyordu. Harika bir hayatı vardı.” Scott mesleğinde hayal kırıklığı yaşıyor, kendisini “asla zirveye çıkarmayacak bir para” için çok çalıştığını düşünüyor ve şöyle diyor: “Çok fazla evrak işi var. İşletme bölümünü bunlar için okumadım.” Her ne kadar karısına “düşkün olduğunu” söylese de onun eğlenceye daha fazla ilgi duymasını diliyor. O da çalışıyor, bu da onun evde daha çok iş yapması gerektiği anlamına geliyor. “İkimiz de çok çalışıyoruz” diyor ve ekliyor: “Fakat boş olduğumuzda gerçekten keyif almak için ihtiyacımız olan yardımı alabilmek adına çok daha fazla çalışmamız gerekir.”
Scott’un bir yetkinlik duygusu olabilir; yani, geleneksel olarak baskın olan çeşitli gruplara (örneğin, beyazlar, cisgender erkekler, heteroseksüeller, engelli olmayan bireyler) dahil olduğu için “her şeye sahip olması” gerektiğini hissedebilir. Her ne kadar görünüşte kırılgan olan benlik algısı ebeveynlerinin ihmalinden kaynaklanmış olsa da, bu aynı zamanda kendisinin yetiştirilirken hayal edebileceği hayatı yaşamadığı duygusuyla da bağlantılı olabilir.
Referanslar
- Baldwin, J. (1963). The fire next time. Dial Press.
- Banaji, M. R., & Greenwald, A. G. (2016). Blindspot: Hidden biases of good people. Bantam Books.
- Bronfenbrenner, U. (1977). Toward an experimental ecology of human development. American Psychologist, 32(7), 513–531. https://doi.org/10.1037/0003-066x.32.7.513
- Christian, L. M., Cole, S. W., McDade, T., Pachankis, J. E., Morgan, E., Strahm, A. M., & Kamp Dush, C. M. (2021). A biopsychosocial framework for understanding sexual and gender minority health: A call for action. Neuroscience & Biobehavioral Reviews, 129, 107–116.
https://doi.org/10.1016/j.neubiorev.2021.06.004 - Coates, T. (2015). Between the world and me. One World.
- Compton, M. T., & Shim, R. S. (Eds.) (2015). The social determinants of mental health. American Psychiatric Association Publishing.
- Crenshaw, K. W. (2017). On intersectionality: Essential writings. The New Press.
- Diangelo, R. (2018). White fragility. Beacon Press.
- Drescher, J. (1998). Psychoanalytic therapy and the gay man. Routledge.
- Edwards, L. L., & Hanley, S. M. (2021). Scale of internalized trans oppression: Measure development and exploratory factor analysis. Contemporary Family Therapy, 43(2), 124–139. https://doi.org/10.1007/s10591-020-09564-4
- FitzGerald, C., & Hurst, S. (2017). Implicit bias in healthcare professionals: A systematic review. BMC Medical Ethics, 18(1). ttps://doi.org/10.1186/s12910-017-0179-8
- Grier, W. H., & Cobbs, P. M. (1968). Black rage. Basic Books.
- Hays, P. A. (2016). Addressing cultural complexities in counseling and clinical practice (3rd ed.). American Psychological Association.
- Maracle, L. (1996). I am woman: A native perspective on sociology and feminism. Press Gang Publishers.
- Meyer, I. H. (1995). Minority stress and mental health in gay men. Journal of Health and Social Behavior, 36(1), 38. https://doi.org/10.2307/2137286
- Moane, G. (2011). Gender and colonialism: A psychological analysis of oppression and liberation. Palgrave.
- National Museum of African American History and Culture. (2020, June 2). Talking about race. Retrieved November 13, 2021, from https://nmaahc.si.edu/learn/talking-about-race.
https://nmaahc.si.edu/learn/talking-about-race/topics/social-identities-and-systems-oppression. - Shim, R. S., & Compton, M. T. (2015). Social injustice and the social determinants of mental health. In R. S. Shim & S. Y. Vinson (Eds.), Social (In)justice and mental health. American Psychiatric Association Publishing.
- Sonderlund, A. L., Schoenthaler, A., & Thilsing, T. (2021). The association between maternal experiences of interpersonal discrimination and adverse birth outcomes: A systematic review of the evidence. International Journal of Environmental Research and Public Health, 18(4), 1465–1496. https://doi.org/10.3390/ijerph18041465
- Winkler, E. N. (2009). Children are not colorblind: How young children learn race. Retrieved November 13, 2021, from https://inclusions.org/wp-content/
uploads/2017/11/Children-are-mot-Colorblind.pdf. - World Health Organization. (2008). Closing the gap in a generation: Health equity through action on the Social Determinants of health -final
report of the Commission on Social Determinants of Health. World Health Organization. Retrieved November 13, 2021, from https://www.who.int/publications-detail-redirect/WHO-IER-CSDH-08.1.