Okuyacağınız metin Contemporary Psychodynamic Psychotherapy: Evolving Clinical Practice‘nin [Çağdaş Psikodinamik Psikoterapi: Gelişen Klinik Uygulama] 24. bölümünün çevirisidir. Tüm bölümler için şuraya bakınız.
Guy Diamond, Syreeta Mason ve Suzanne Levy
Bağlanma Temelli Aile Terapisi (BTAT) (Diamond, Diamond ve Levy, 2014), aile içindeki kişilerarası kopuklukları onarmayı ve güvene dayalı, duygusal olarak koruyucu ebeveyn-çocuk ilişkilerini yeniden inşa etmeyi amaçlayan güven temelli, duygu odaklı ve ampirik destekli bir tedavidir. BTAT, ailenin duygu düzenleme, organizasyon ve problem çözme kapasitesini geliştirir. Bu durum, aile bağlarını güçlendirir ve depresyon, intihar düşünceleri ve diğer riskli davranışlara karşı tampon görevi görebilir (Restifo ve Bögels, 2009). BTAT modeli, vaka kavramsallaştırması ve müdahaleyi yönlendirmek için bağlanmayı (Bowlby, 1988) merkezi bir organizasyon teorisi olarak kullanır. Bununla birlikte, BTAT’nin kökleri, yapısal aile terapisi (Minuchin, 1974), çok boyutlu aile terapisi (Liddle ve ark., 2001), duygu odaklı terapi (Greenberg, 2011; Johnson, 2004) ve bağlamsal aile terapisi (Boszormenyi-Nagy ve Krasner, 1986) gibi yaklaşımlara dayanır. BTAT kılavuzu, süreç ve kişilerarası odaklı olup, aynı zamanda 12 ila 16 haftalık bir zaman diliminde derinlemesine terapiyi nasıl kolaylaştıracağını gösteren bir yapı ve yol haritası sunar. Model, kritik tedavi mekanizmalarına odaklanan beş ayrı ancak birbiriyle bağlantılı tedavi görevi ile ilerler. Bu görevler, aileye bağlanma kopukluklarını onarma ve güven ile güvenliği artırmaya yönelik rehberlik sağlamak için tasarlanmıştır.
Teori
Son 60 yılda ailelerle çalışma alanında kavramsallaştırma, değişim teorisi ve tedavi yaklaşımlarında önemli değişimler olmuştur. 1950’lerde bazı psikanalitik terapistler, hastanede iyileşen şizofreni hastalarının evlerine döndüklerinde kısa sürede yeniden nüks ettiklerini fark ettiler. Bu olguyu anlamaya yardımcı olacak psikodinamik ve davranışsal süreçlerin ötesine geçen teoriler arayan birçok yenilikçi öncü, genel sistemler ve sibernetik teoriye yöneldi. Bu iki model, bireyler arasındaki etkileşimin insanların düşünme, hissetme ve davranış biçimlerini nasıl yönlendirebileceğini öne sürerek terapi hakkındaki fikirleri önemli ölçüde değiştirdi. Bu çerçeve, terapistleri aile üyelerini tedavi odasına getirerek onların etkileşim ve iletişim biçimlerini değiştirmeye teşvik etti. Yenilikçi ve çığır açıcı olsa da bu yaklaşım, içsel psikolojik yaşamı (duygular, bilişler ve kişilerarası ihtiyaçlar) göz ardı ederek davranışa odaklanan daha radikal bir yapıcı perspektife yol açtı. Buna tepki olarak, 1990’larda öyküsel terapi ortaya çıktı ve terapistlere bilişlere (anlatılar veya şemalar) yeniden odaklanmaları konusunda yardımcı oldu. Ancak bu, etkileşimlere olan ilgiyi azaltırken içsel psikolojik işleme olan ilgiyi artırdı. Bazıları, öyküsel terapinin çok fazla içsel veriye (örneğin bilişsel) odaklandığını ve etkileşimsel boyutu gözden kaçırdığını öne sürdü (Minuchin, 1998). Bowlby’nin bağlanma teorisi, psikodinamik teoriler ile aile sistemleri/öyküsel yaklaşımlar arasında bir köprü sundu.
Bağlanma teorisi, ebeveynlerini duyarlı, ilgili ve ulaşılabilir olarak deneyimleyen çocukların ilişki güvenliğine dair bir inanç geliştirdiğini öne sürer. Bu çocuklar, dünyanın güvenli bir yer olduğunu ve sevgiye ve korunmaya layık olduklarını hissederler. Bu güvenli ve destekleyici ebeveyn ilişkileri, çocukların gelecekteki ilişkilerden ne beklediklerine dair içselleştirilmiş modellere dönüşür. Çocuklar duyarlı bir ebeveynlik almadıklarında, incinmekten veya hayal kırıklığına uğramaktan korunmak için savunma stratejileri geliştirirler. Bazı çocuklar, yaşamın stresleriyle başa çıkmak için ebeveynlerine güvenmeyi veya onlardan bir şeyler beklemeyi bıraktıkları kaçıngan bağlanma stili geliştirir. Diğerleri ise sürekli ebeveynlerinin dikkatini aradıkları ve aynı anda reddedilmekten korktukları takıntılı bir stil geliştirir. Bowlby, bu olumsuz ilişkisel deneyimlerin çocukların kendilik (örn., “Sevilmeye layık değilim”) ve ötekiler (örn., “Kimseye güvenemem”) hakkındaki içsel çalışma modellerini şekillendirdiğine inanıyordu.
Bağlanma güvenliği ayrıca duygu düzenleme ve öz-refleksiyon becerilerinin öğrenilmesini de etkiler. Güvenli bağlanmaya sahip çocuklar, korku hissettiklerinde ebeveynlerine teselli ve rahatlama için yönelirler. Zamanla, bir ebeveynin çocuğun korkularını azaltmasına tekrar tekrar yardımcı olduğu bu deneyimler bir öz-düzenleme becerisi olarak içselleşir. Benzer şekilde, güvenli bağlanan çocuklar, kendilerini koruma baskısı hissetmeden öz-refleksiyon yapma ve başkalarının ihtiyaçlarını düşünme konusunda psikolojik özgürlüğe sahiptir. Onlar, hayal kırıklığı yaratan veya istismarcı ilişkilerden korunmaya yönelik bir savunmaya ihtiyaç duymazlar. Bunun yerine, “epistemik alan” ve savunmasız duyguları ile rahatsız edici düşünceleri ve anıları üzerine düşünmek ve tolere etmek için güvenli bir ortamları vardır (Kobak ve Cole, 1994). Bu durum, reflektif fonksiyonu geliştirir ve çocukların (ve ardından yetişkinlerin) diğer insanların bakış açılarını, perspektiflerini veya içsel deneyimlerini düşünmelerine olanak tanır (Slade, 2005). Bu bağlamda Bowlby’ye göre, güven temelli aile ilişkileri, çocukların temel ilişkisel ve psikolojik becerileri öğrendikleri bir ortam haline gelir.
Bu şekilde bağlanma çerçevesi, psikodinamik ve aile sistemleri terapileri arasındaki paradigma çatışmasını çözümler. Bağlanma teorisi, psikolojik ve etkileşimsel yaşamı açıklayan bir işlem süreç modeli sunar. Çocukların psikolojik ihtiyaçları vardır ve ebeveynlerin bu ihtiyaçlara nasıl yanıt verdiği, çocukların içsel modellerini şekillendirir. Bu bağlanma anlatısı, çocukların ebeveynleriyle nasıl etkileşime girdiğini belirler. Bowlby’ye göre, içsel modellerin etkileşim deneyimini şekillendirmesi ve etkileşim örüntülerinin içsel modelleri şekillendirmesi yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Ancak bu işlem süreci, aynı zamanda kuşaklar arası bir miras tarafından da etkilenir. Ebeveynlerin kendi bağlanma geçmişleri ve içsel çalışma modelleri ebeveynlik stillerini belirler (örn., “Ben ebeveyn bakımı almadan büyüdüm, neden çocuğum bu kadar talepkar ve muhtaç?”). Bu şekilde, ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkisel etkileşim bir bağlanma stili oluşturur ve bu bağlanma stili bir sonraki kuşakta bir ebeveynlik tarzı olarak kendini gösterir.
Bu geçişsel bakış açısının psikoterapötik değişim açısından ilginç sonuçları vardır. Eğer ilişkisel deneyimler içsel çalışma modelini şekillendiriyorsa, ilişkisel deneyimlerdeki bir iyileşme (örn., ebeveynlik) içsel çalışma modelini yeniden düzenleyebilir mi? Bakım verenin davranışları iyileştiğinde, çocuklar (her yaşta) daha tatmin edici ve sağlıklı ilişkilere dair yeni beklentiler geliştirebilir mi? (örn., “Belki de annem, ona ihtiyacım olduğunda yanımda olabilir.”).
Bireysel psikoterapi modelleri bu inancı taşımak zorundadır. Terapist ile danışan arasındaki terapötik ilişki, danışanların kendilerini güvende hissederek öz-refleksiyon yapmalarına ve savunmasız duygulara tahammül etmelerine olanak tanıyan güvenli bir temel sunar. Terapistin desteğiyle danışanlar, güvensiz bağlanma deneyimlerinden kaynaklanan psikolojik düğümleri çözmeye başlar. Danışanlar terapiye genellikle “Annemden nefret ediyorum. O tam bir cadıydı ve onu bir daha asla görmek istemiyorum.” gibi ifadelerle gelirler. Ancak terapi sürecinde bu deneyimleri yeniden ele aldıkça, hem kendi hem de başkalarının yaşantılarını ve motivasyonlarını daha iyi anlamaya başlarlar. Bu süreçte, anlatıları, şemaları ve içsel çalışma modelleri değişmeye başlar. Yeni anlatı şu şekilde dönüşebilir: “Annem zor bir hayat yaşadı. Onu seven biri hiç olmadı ve beni nasıl seveceğini hiç bilemedi. Onu affettim ama ona bir daha güvenebilir miyim bilmiyorum.” Terapötik süreç, danışanın geçmiş bağlanma travmalarını ele almasına veya bunlarla yüzleşmesine yardımcı olarak “kazanılmış güvenlik” geliştirmesine katkı sağlar (Roisman, Padrón, Sroufe ve Egeland, 2002).
BTAT’de benzer bir süreci hedefliyoruz. Ergenlerle yapılan bireysel seanslarda, danışanların keşfetmedikleri veya kaçındıkları kendine zarar verici bağlanma anlatılarını ve buna eşlik eden savunmasız duyguları anlamalarına yardımcı oluyoruz. Danışanların bağlanma geçmişlerini daha bütünlüklü bir şekilde kavrayabilecekleri güvenli bir ilişkisel bağlam sağlıyoruz. Bireysel terapide terapist genellikle “iyi ebeveyn” rolünü üstlenirken, BTAT’de terapist bir geçiş nesnesi işlevi görür. Ergenle yapılan bireysel seanslar kendi başlarına terapötik etki yaratırken, aynı zamanda ergeni ebeveynleriyle doğrudan yapacağı konuşmalara hazırlamak için de kullanılır. Ancak bu konuşmalar gerçekleşmeden önce, ebeveynlerle birkaç seans gerçekleştiririz. Bu süreçte, onların kendi bağlanma yaralarını anlamalarına yardımcı olur ve böylece bağlanma başarısızlıklarının nesiller boyu aktarılmasını önlemeyi hedefleriz (bkz. Görev III). Daha sonra aileyi bir araya getirerek, geçmişte ve şu anda yaşanan bağlanma kopukluklarına dair özel konuşmalar yaparız (örn., “Boşanma sonrası beni terk ettin!”). Bu süreçte, ergen savunmasız anılarını ve duygularını ifade eder, ebeveynler ise empati ve destek sunar. BTAT terapistleri, ergen danışanlar için, kendilerini ihmal eden ebeveynden aldıkları onayın, terapistten gelen onay ve empatiden daha derin bir varoluşsal etkiye sahip olacağını varsayar. Bu düzeltici bağlanma konuşmaları, güvensiz bağlanma anlatılarının daha tutarlı hale gelmesini sağlar ve daha güvenli bir aile ortamının yeniden kurulmasına yardımcı olur.
Tedavi Süreci
BTAT, karmaşık, kişilerarası, süreç odaklı ve travmaya yönelik bir terapiye yapı kazandırır. Bu yapı, terapistlerin bağlanma ihtiyaçlarına odaklanmasını sağlar ve terapinin sistematik ve zamanında ilerlemesine yardımcı olur. Tedavi, 12 ila 16 haftalık bir formatta test edilmiş ve başarılı bulunmuştur. Ancak, bu yapılandırmaya rağmen, müdahale süreci terapistin kişisel varlığını (Aponte ve Kissel, 2016) yoğun bir şekilde kullanmasını gerektirir. Terapide ortaya çıkan derin kişilerarası karşılaşmaları kolaylaştırmak için terapistin aktif katılımı kritik öneme sahiptir. Bu bağlamda, terapi kılavuzu bir müfredattan ziyade ilkelere dayalıdır. Tedavinin beş farklı tedavi görevi etrafında organize edilmesi—terapötik hedeflere yönelik belirli prosedürler, süreçler ve amaçlar—modelin en önemli katkılarından biri olabilir.
İlişkisel yeniden çerçeveleme görevi (görev I, ilk seans), ailenin odağını ergenin davranışlarını “düzeltmekten” aile ilişkilerini iyileştirmeye kaydırarak tedavinin temelini oluşturur. Öncelikle, sunulan sorunun ve geçmişin değerlendirilmesi yapılır. Ardından terapist, görüşmenin odağını danışanın semptomlarından aile ilişkilerine yönlendirir. Ebeveynlerin ergen için bir kaynak olmasını engelleyen nedir? Ergenin korunma ihtiyacı neden devre dışı kalmıştır? Bu kopuklukların sonuçlarını (örneğin, ergenin yalnızlığı veya izolasyonu, ebeveynin ilişkinin bozulmasına dair pişmanlığı) kullanarak bakım verme ve bağlanma içgüdülerini harekete geçiririz. Bu duygusal yumuşama anında, terapist güven ve yakınlığı yeniden inşa etmeyi terapinin ilk hedefi olarak sunar.
Ergenle ittifak kurma görevi (Görev II, iki ila dört seans), ergenle bireysel olarak yürütülür. Terapist, öncelikle ergenle güvene dayalı bir bağ kurmaya odaklanırken, danışanın depresyon geçmişini ve intihar anlatısını anlamaya çalışır. Daha sonra terapist, bağlanma anlatısına yönelir (örneğin, ebeveyn-ergen ilişkisindeki kopuklukları anlamak). Ergen, bu iki anlatıyı ve bunların birbirlerini nasıl şekillendirdiklerini daha tutarlı bir şekilde kavramaya başladıkça, terapist, ebeveynleriyle bu konuları ele alabilirse depresyonunun hafifleyebileceğini öne sürer. Ergen bu tedavi hedefine katıldığında, terapist onu bu ortak görüşmelere hazırlamaya başlar.
Bağlanma anlatısını keşfetmek, ergenle ittifak kurma görevinin temel mekanizmasını oluşturur. Bu anlatı, ergenin kendisine ve diğerlerine dair içsel çalışma modeline açılan bir pencere işlevi görür. Bu süreci geliştirmek için terapistler, bağlanma ilişkisinde kopmaya neden olan yaraları veya travmaları belirler. Terapistler, bu acı verici anıları, düşünceleri ve duyguları daha fazla farkındalık düzeyine taşır ve böylece onların işlenmesini ve yeniden şekillendirilmesini mümkün kılar. Bu işleme süreci, savunma mekanizmalarını anlamayı ve ele almayı, güvensiz bağlanma örüntülerine dair açıklamalar veya yorumlar sunmayı, travmatik olayları detaylandırmayı ve bağlanma yaralanmalarına eşlik eden temel duyguları ve inançları ele almayı içerebilir. Terapötik ilişki, ergenlerin acı verici yaşam deneyimlerini daha derinlemesine düşünmeleri ve hassas duygularını daha fazla fark etmeleri ve tolere etmeleri için güvenli bir zemin oluşturur. Bu bireysel seanslarda terapistler, parçalı ve tutarsız bir bağlanma anlatısını daha tutarlı hale getirmeye çalışır.
İdeal olarak, ebeveynle ittifak kurma görevi (Görev III, iki ila üç seans), ergenle ittifak kurma göreviyle eş zamanlı olarak yürütülür. Terapist, ebeveyn(ler) ile görüşmelere genellikle ebeveynlerin mevcut stres faktörlerini ve bunların ebeveynlik tarzlarına olan etkilerini keşfetmekle başlar. Terapistin empati ve anlayış göstermesi, ebeveynlerin suçlanma korkusunu ve ebeveynlikteki hatalarına dair suçluluk duygularını azaltır. Ardından, terapist ve ebeveynler, ebeveynlerin kendi bağlanma hayal kırıklıkları geçmişini inceler. Bu konuşma, ebeveynlerin çocukluk dönemlerindeki bağlanma hayal kırıklıklarını hatırlamalarına ve bu deneyimlerin ebeveynlik tarzlarını nasıl şekillendirdiğini keşfetmelerine yardımcı olur. Daha iyi bir ebeveyn olma motivasyonu ortaya çıktığında, terapist ebeveynlere daha fazla bağlanma odaklı ve duygu temelli ebeveynlik becerileri öğretir.
Görev III’ün merkezi mekanizmasının ebeveynlerin reflektif fonksiyonunu arttırdığı söylenebilir. Reflektif fonksiyon, bireyin kendi ve diğerlerinin düşüncelerini, duygularını, davranışlarını ve niyetlerini anlama kapasitesidir (Fonagy, Steele, Steele, Moran ve Higgitt, 1991). Terapist, ebeveynlerin önce kendi bağlanma travmalarını düşünmelerine yardımcı olarak süreci başlatır. Ebeveynler, güvenli bir terapi ortamında çocukluk dönemlerindeki hayal kırıklıklarını keşfetmeye, hatırlamaya ve bu duygularını hissetmeye davet edilir. Bir yandan, terapist ebeveynlerin kendi geçmişlerine empatiyle yaklaşmalarını ve unutmaya ya da bastırmaya çalıştıkları anıları kabul etmelerini teşvik eder. Bu anılar ve duygular, kendini yansıtma becerisini geliştirmek ve ebeveynlerin çocuklarına yönelik empatik uyumlarını artırmak için gereklidir. Öte yandan, çözümlenmemiş çocukluk çatışmalarının mevcut ebeveyn-çocuk ilişkisinde tekrarlandığı görülmektedir (Fraiberg, Adelson & Shapiro, 1975). Ebeveynler, bu hassas ve kendini yansıtıcı alan içindeyken, terapist onların bu nesiller arası tekrar eden örüntülerin farkına varmalarına yardımcı olur (örneğin, “Babamın bana davrandığı gibi ben de çocuğuma davranıyorum”). Terapist, ebeveynlerin suçluluk ve umutsuzluk içinde kaybolmalarına izin vermek yerine onlara umut ve destek sunar. (örneğin, “Seni terk edilme mirasını kırman konusunda destekleyebilirim. Kendi annenden göremediğin sevgiyi kızına vermen için sana yardımcı olabilirim. Bu ilgini çeker mi?”). Böylece, terapist reflektif fonksiyonları artırarak ebeveynlerde davranış değişikliğini teşvik eder.
Bağlanma görevi (Görev IV), ebeveynler ve ergen arasında düzeltici bir bağlanma deneyimi oluşturmayı amaçlar. Vakanın karmaşıklığına bağlı olarak genellikle bir ila dört seans sürer. Bu görev, ergenin ebeveynlerine daha önce dile getirilmemiş incinme, öfke veya acıyı açmasıyla başlar. Bu kopukluklar; ihanet, istismar, terk edilme, ihmal veya reddedilme ile ilgili duyguları ve deneyimleri içerebilir. Ebeveynler empati ve merakla yanıt verdiğinde, ergen kendini daha özgür hisseder ve duygularını daha rahat keşfetmeye başlar. Seansların bir noktasında, ebeveynler genellikle pişmanlık ve özür ifade eder. Bu kopuklukların birçoğu karmaşık olup kolayca çözülemese de bunları açıkça konuşabilme özgürlüğü güven oluşturmaya, gerginliği azaltmaya ve duygu düzenlemeyi iyileştirmeye yardımcı olur. Ergen, “Belki de ebeveynlerime yardım için dönebilirim.” diye düşünmeye başlar.
Düzeltici bağlanma deneyimi, Görev IV’ün temel değişim mekanizmasını oluşturur. Bu, ergenin savunmasız duygularını ve ihtiyaçlarını ebeveynleriyle paylaşmasını ve ebeveynlerin de erişilebilirlik, dikkat ve empatik uyumla yanıt vermesini içerir. Aile, bunu sadece konuşmakla kalmaz, terapötik ortamda bizzat deneyimler. Bu deneyimsel öğrenme süreci gestalt veya maruz bırakma terapisine benzer (Foa, Keane, Friedman ve Cohen, 2008; Greenberg, 2011). Bu bağlamda, Görev II ve III kendi başlarına terapötik olsalar da Görev IV ilişkinin güvenli bir temel olarak yeniden yapılandırılmasını doğrulayan bir deneyim sunarak bu süreci pekiştirir.
Bu terapötik süreci karakterize eden birkaç özellik vardır. İlk olarak, konuşma öncelikle ergen ve ebeveynleri arasında gerçekleşir. Terapist, gerektiğinde devreye girerek diyaloğun yönlendirilmesine yardımcı olur. İkinci olarak, odak noktası davranışsal problemler değil, temel bağlanma kopukluklarıdır. Üçüncü olarak, ergen, başlangıçta haklı ve ifade edilmemiş bir öfkeyle konuşmaya başlayabilir; çünkü depresif ergenlerin çoğu içinde bastırılmış öfke taşır. Ancak, bu konuşmayı sürdürebilmek için duyguların zamanla daha savunmasız hale gelmesi gerekir (örneğin; üzüntü, özlem, reddedilme hissi vb.). Son olarak, terapist bu konuşmayı mümkün olduğunca uzun sürdürmelidir. Ebeveynin reddetmesi ve ergenin içe çekilmesi gibi varsayılan beklentileri değiştirebilmek için ailenin güvenli bir bağlanma ortamını deneyimleyebileceği sürekli ve yeni bir etkileşim sürecine ihtiyacı vardır.
Son görev olan otonomiyi teşvik eden görev (Görev V), odak noktasını bağlanmadan özerkliğe kaydırır. Depresyon, bir ergenin akademik, sosyal ve gelişimsel yaşamını ciddi şekilde etkileyebilir. Görev IV seansları aracılığıyla aile içindeki güven yeniden inşa edilmeye başlandıktan sonra ergenin hayatını tekrar toparlamasına yardımcı oluruz. Bu sürecin bir kısmı davranışsal aktivasyon içerir. Bu yaklaşım, ergenin kaçınma ve izolasyonunu azaltmayı ve onun ruh halini iyileştiren aktivitelere katılımını artırmayı hedefler. Diğer bir kısmı ise hedefe yönelik ortaklık ilişkisini teşvik etmeye yöneliktir. Burada, ergen, ebeveyniyle güvenli bir ilişkiyi sürdürmek konusunda sorumluluk almayı öğrenir. Ayrıca, bu görev kapsamında ergenin kimlik gelişimi ile ilgili aile içi konuşmalar yapılır. Bu konuşmalar; sosyal destekler, ilişkiler, cinsel ve toplumsal cinsiyet kimliği, dini inançlar, etnik kimlik ve geleceğe dair umut ve hayalleri kapsayabilir.
Bağlanmaya Dayalı Aile Terapisi (BTAT) için Ampirik Destek
BTAT araştırmaları, Drexel Üniversitesi Aile Müdahale Bilimi Merkezi’nde ve dünya çapındaki partner sitelerde yürütülmektedir (tam inceleme için bkz. Diamond, Russon ve Levy, 2016). BTAT araştırmaları, öncelikli olarak 12-18 yaş arasındaki ergenlerde depresyon ve intiharın azaltılmasına odaklanmıştır. Bugüne kadar yapılan birçok çalışma, BTAT’nin etkinliğini göstermiştir. Bu çalışmalar, BTAT’nin depresyon ve intihar düşüncelerini azaltmada bekleme listesi kontrol grupları veya alışıldık tedavi yöntemlerine göre daha etkili olduğunu göstermektedir (Diamond, Reis ve Diamond, 2002; Diamond et al., 2010). BTAT ayrıca, intihar düşüncesi taşıyan lezbiyen, gay ve biseksüel ergenlerle (Diamond, Diamond, Levy vd., 2012) ve bakım verenlere karşı çözümlenmemiş öfke duyan genç yetişkinlerle (Diamond, Shahar, Sabo ve Tsvieli, 2016) kullanılmak üzere uyarlanmıştır. İkincil veri analizi, BTAT’nin ciddi şekilde depresyon yaşayan ergenler ve cinsel travma geçmişi olan ergenlerde etkili olduğunu, bu grupların kombinasyon tedavisi ve bilişsel davranışçı terapiyle tedaviye düşük yanıt verme olasılığı taşıdığını göstermektedir (Diamond, Creed, Gillham, Gallop ve Hamilton, 2012). Ayrıca, değişim mekanizmalarını inceleyen birkaç süreç çalışması yapılmıştır.
Birçok etkililik araştırma projesi yürütülmüş veya hâlâ devam etmektedir. Norveç, Avustralya, Belçika ve İsveç’te çalışmalar yapıldı (Diamond, Wagner ve Levy, 2016). Amerika Birleşik Devletleri’nde, yakın zamanda, lezbiyen, gay, biseksüel, trans birey ve kimlik arayışı içinde olan (LGBTQ) gençlerle BTAT yapmak için bir gençlik toplum sağlık merkezi ile ortaklık kurduk. BTAT ayrıca, depresyon ve intihar için yapılan birçok klinik denemede önemli ölçüde yer almayan düşük gelirli ve azınlık gruplarındaki gençlerle başarıyla çalışmış bir geçmişe sahiptir.
BTAT, depresyon ve intihar dışında veya onlarla birlikte mental sağlık problemleri olan gençlerle de değerlendirilmiştir. Yayınlanan çalışmalar kaygıya (Siqueland, Rynn ve Diamond, 2005), çözümlenmemiş öfkeye (Diamond, Shahar vd., 2016) ve anoreksiya nervozadan muzdarip intihar eğilimli gençlerle (Wagner, Diamond, Levy, Russon ve Litster, 2016) odaklanmıştır. BTAT, intihar girişiminde bulunan ergenler için hastane sonrası bakım programı olarak çok olumlu sonuçlarla test edilmiştir (Diamond, Levy ve Creed, 2016). Genel olarak, BTAT, 12 yaş ve üzeri bireyler için önerilmektedir ve tedavi bağlamı ile sınırlı değildir. Model, ayakta tedavi, yatarak tedavi, ev tabanlı tedavi, hastane ortamları ve yerleşik bakımda kullanılmaktadır. BTAT, aktif psikoz, düşük işlevli otizm spektrum bozuklukları, sınırda zeka işlevi veya ciddi dışavurum davranışları olan bireyler için tedavi yaklaşımı olarak önerilmez. Ancak, BTAT’nin rehber ilkeleri ve görevleri herhangi bir aileyle çalışırken uygulanabilir. BTAT, şu anda depresyon, depresif semptomlar ve intihar düşünceleri ile davranışları için etkili sonuçlar veren bir program olarak Ulusal Kanıt Temelli Programlar ve Uygulamalar Kaydında listelenmiştir.
Klinik örnek
Geçmiş
Sophia, 10. sınıfta okuyan 16 yaşında beyaz bir kızdır. Depresyon ve intihar düşünceleri nedeniyle tedavi programına alınmış, son zamanlarda uyuşturucu ve riskli cinsel davranışlar denemiştir. Son 5 yıldır büyükannesi kendisiyle birlikte yaşıyordu. Sophia ve annesi Lisa büyükannelerinin yanına taşınmışlardı. Lisa perakende sektöründeki işini kaybettikten sonra, Lisa depresyona girdi ve sonra onu oksikodon adlı maddeyle tanıştıran yeni bir erkek arkadaşla ilişkiye girdi. Sonunda, Lisa bağımlı oldu ve 13 yaşındaki Sophia’yı terk ederek erkek arkadaşının yanına taşındı. Lisa kızını ara sıra ziyaret etti ama sonra 6 ay boyunca ortadan kayboldu. Aylar sonunda tutuklandı maddelerle bağlantılı olarak ve 9 ay boyunca bir rehabilitasyon programına katıldı. Bu süre zarfında Sophia içki içmeye ve riskli cinsel ilişkilere girmeye başladı. Rehabilitasyondan taburcu olduktan 6 ay sonra Lisa, annesinin evine döndü ve Sophia’ya ebeveynlik yapmaya devam etmek istedi. Sophia’yı çileden çıkaran annesinin eve dönme ve ebeveynlik yapma isteği oluyordu. Ancak, ne zaman ki Sophia bir okul dansında içki içerken yakalandı işte o zaman danışmanlık için yönlendirildi. Büyükanne, Lisa’nın Sophia’yı terapiye götürmesi için ısrar etti. Değerlendirme aşamasında, Sophia aynı zamanda ciddi intihar düşünceleri olduğunu da ifade etti.
Seansların Özeti
İlk seans gerilimle doluydu. Sophia, annesinin terapinin bir parçası olmasına öfkeliydi ve Lisa kızına karşı aşırı eleştirici ve cezalandırıcıydı. Gerekli geçmiş bilgisini toplamak zor oldu. Seansın ortalarına doğru terapist, BTAT tedavisinin temeli olan ilişkiyi yeniden çerçeveleme sürecine başladı. Terapist, “Peki Sophia, kendini o kadar kötü hissettiğinde, intihar etmek istediğinde neden annenden destek almazsın?” dedi. Sophia konuşmakta isteksizdi. Lisa, alaycı bir şekilde, Sophia’nın kendini yetişkin gibi gördüğünü ve yardımını istemediğini söyledi. Sophia, “O kendi işini yapar, ben de kendi işimi. Ona artık ihtiyacım yok,” dedi. İlk seans olduğu için terapist, bu çatışmayı kısaca inceledi ancak empatik bir şekilde, aralarındaki mesafenin somut ve trajik olduğunu belirtti. Konuşmayı daha kırılgan duygulara yönlendirerek terapist, Lisa’nın kızının ilişkilerinin alt üst olmasından ne kadar hayal kırıklığına uğramış olabileceğini söyledi. Terapist ayrıca, sinirli olmasına rağmen, Sophia’nın annesi tarafından terk edilmiş hissetmiş olabileceğini belirtti. Lisa ağlamaya başladı ve Sophia gözyaşlarını tuttu. Terapist, geçmişteki bu acıları ve hayal kırıklıklarını aşmalarına yardımcı olmayı teklif etti, belki bunun onları tekrar yakınlaştırabileceğini veya en azından suçluluk (anne) ve öfke (kız) taşımanın ağırlığından özgür bırakabileceğini belirtti. Aile, bu tedavi odak noktasını değerlendirmeyi kabul etti.
Görev II’de, Sophia daha rahat ve açık hale geldi. Terapist, depresyonunu, intihar düşüncelerini ve riskli davranışlarını araştırırken Sophia kendini ne kadar berbat, umutsuz ve yalnız hissettiğini kabul etti. Ergenlerin sorunlarını sahiplenmelerine yardımcı olmak tedavi sürecine daha fazla yatırım yapmalarını sağlar: “Bu, seni daha az mutsuz hissettirmeye yardımcı olmakla ilgili, annene seni daha fazla kontrol etme fırsatı vermekle ilgili değil.”
Bir diğer seansta tartışma Sophia’nın annesi üzerinde yoğunlaştı. Sophia öfkeyle doluydu. Annesini “bencil” ve “gereksiz” olarak görüyordu. Lisa’nın hiç geri dönmemesini dilemekle geri dönmesine nefret etmek arasında gidip geliyordu. Terapist, Sophia’nın öfkesini doğruladı ve sonra daha savunmasız duyguları ortaya çıkarmaya çalıştı: “Ne kadar öfkeli olduğunu görebiliyorum. Haklısın, o seni terk etti. Ama aynı zamanda annen gittiğinde korkmuş ya da üzülmüş hissettin mi, merak ediyorum.” Terapistin empatik rehberliğiyle, Sophia bağlanma hikayesini daha geniş bir şekilde ele almaya başladı. Annesine sadece öfke duymak yerine, terk edilmenin utanç ve hayal kırıklığını hissetmesine izin verdi. Daha savunmasız düşünceleri ve duyguları tolere etti, böylece terk edilme duygusuna dair daha tutarlı bir anlayış elde etti. Annesinin onu reddetmesinin özgüvenini nasıl etkilediğini fark edince şaşırdı. Kendini değersiz hissetmenin, erkeklerin kendisinden yararlanmasına nasıl izin verdiğini, sanki bunu hak ediyormuş gibi düşündüğünü anlamaya başladı. Zamanı geldiğinde, üçüncü Görev II seansında, terapist, öfkesini doğrudan annesine ifade etmenin, Sophia’yı bu öz nefretinin hayaletlerinden kurtarabileceğini ifade etti. Sophia isteksizce kabul etti ve bir sonraki seans bu konuşmaya hazırlık yapmakla geçti.
Sophia’yı görürken, terapist aynı zamanda Lisa ile de bireysel seanslar yapıyordu (Görev III). Birkaç seans, Lisa’nın hayatını yeniden rayına oturtmaya çalışırken yaşadığı mevcut stres faktörlerini ele aldı. Bir seans, Lisa’nın ebeveynleriyle olan ilişkisine odaklandı. 11 yaşındayken babasını kaybetmesi onu yıkmıştı. Lisa, annesine ihtiyacı olduğunu ve annesinin kendi yasına gömülmüşken terk edilmiş hissettiğini hatırlıyordu: “Tek bildiğim, babamın öldüğü ve onu geri getiremeyeceğimdi. Ama… sonra sanki… annem de ölmüş gibiydi, ama hâlâ buradaydı. Ben genç bir kızdım, yani… yani Sophia’nın yaşı gibi, ve ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum.” Terapist, Lisa’yı kendi acısına ve bağlanma hikayesine (terk edilme ve reddedilme hikayesine) davet etti. Ancak bu sadece bilişsel bir süreç, bir farkındalık ya da anı değildi. Terapist o anı durdurur, Lisa’nın bu episodik anı içinde kalmasına yardımcı olur, küçük bir kızken onu saran duygulara erişimini kolaylaştırır ve göz ardı edilen ya da kaçınılan duygularla birlikte oturmasına yardımcı olur.
Bu savunmasız an, bu nadir öz-yansıtma anında, Lisa, Sophia’nın nasıl hissediyor olabileceğini düşünmek için yeterli epistemik alana sahip oldu. Terapist şöyle dedi: “Yani, yalnız hissetmenin, ebeveynlerin tarafından terk edilmenin ne demek olduğunu biliyorsun. Sophia’nın da bunu nasıl hissettiğini düşünüyor musun?” Lisa, kendi iyileşmesiyle meşgulken, kızının üzerindeki ilaç bağımlılığının ve yokluğunun etkisini gerçekten hiç düşünmemişti. “Bunu düşünmeme gerçekten izin vermedim. Ama onun için ne kadar korkunç bir şey olabileceğini hayal edebiliyorum. Yani, ben yoktum. Orada olduğumda bile, yoktum.” Bu psikolojik alanda, terapist duygusal zemini yönetir. Terapist, ebeveynin felç edici bir suçluluk duygusuna kapılmasını istemez. Ancak terapist, ebeveynin pişmanlık ve vicdan azabı hissetmesini ister. Ardından terapist umut ve yön sunar: “Bunu şimdi değiştirmek ister misin? Bu kuşaklar arası terk edilme mirasını kesmek ister misin? Bunu yapmanda sana yardımcı olabilirim.” Terapistler empatik bir şekilde böyle yardım ve umut sunduklarında, ebeveynler genellikle kabul eder. Bir sonraki seansta terapist, Lisa’ya duygusal ve yansıtıcı bir konuşmayı kolaylaştıracak bazı duygusal rehberlik becerilerini öğretmeye başladı.
Yaklaşık 10. hafta (yedi seansın ardından), terapist, Lisa ve Sophia’yı tekrar bir araya getirdi (Görev IV). Lisa’nın teşviki ve izniyle Sophia, annesinin uyuşturucu kullanımından ve bunun üzerindeki etkilerinden bahsetmeye başladı. Başlangıçta Sophia öfkeliydi. Terapist, bu öfkenin genellikle üstü örtülmüş birincil duygu olabileceğini bilerek Lisa’nın bunu tolere etmesine yardımcı oldu. Sophia yıllarca öfkesini kontrol etmişti, kendi öfkesinden ve kırılgan annesine zarar vermekten korkuyordu. Lisa’nın bu ısrarcı öfkeyi kabul etmesi ve onaylaması, Sophia’nın diğer, daha savunmasız duyguları keşfetmesini daha güvenli hale getirdi. Lisa’nın içten üzüntüsü ve pişmanlığı Sophia’yı yumuşattı ve Sophia’nın annesini özleme ve annesi hakkında endişelenme duygularına erişmesini sağladı. Sophia acı içinde gözyaşlarını dökmeye başladı ve buna neden olanın ne kadar haksız olduğunu ifade etti. Terapist, Lisa’yı sakin kalmaya ve dinlemeye, Sophia’nın acısına tanıklık etmeye ve Sophia’nın yıllarca kaçındığı şeyleri düşünmesine ve hissetmesine izin verecek güven ve kabulü sağlamaya yardımcı oldu. Lisa, kızının elini tutmaya çalıştı, ancak Sophia uzaklaştı. Bunun yerine, terapist Lisa’dan, Sophia’ya en kötü anısını sormasını istedi, böylece Lisa’nın en acı veren şeyleri duymaya istekli olduğunu ve Sophia’ya en derin acı ve travmalarını işlemesine yardımcı olduğunu gösterebilecekti. Sophia, annesinin büyükannesiyle yaşadığı evden çıkıp erkek arkadaşıyla yaşamaya başladığı geceyi anlattı. Ne kadar terk edilmiş hissettiğini, ne kadar kafa karışıklığı yaşadığını, ne kadar sevilemez ve değersiz hissettiğini söyledi. Gözyaşlarını tutarak, Sophia’nın dikkatini çalmamaya çalışarak, Lisa empatik bir şekilde dinledi ve Sophia’yı bu duygularını ve anılarını paylaşmaya teşvik etti. Sophia’nın acısını duymak zordu, ancak Lisa bunun kızını geri almanın tek yolu olduğunu biliyordu.
Toplamda, konuşmanın 30. dakikasına gelindiğinde, hem anne hem de kız tükenmiş hissediyordu. Sophia daha fazla paylaşmak istemedi. Gözlerini silmek ve kendini toparlamak istedi. Terapist, Lisa’dan Sophia’ya bir mendil sunmasını ve ardından bu olaylarla ilgili kendi deneyiminden biraz bahsetmesini (ancak dikkatleri üzerine çekmeden) istedi. Anne, durumu uyuşturuculara bağladı; bağımlılığında kaybolmuştu. Bunu bir mazeret olarak değil, bir açıklama olarak sundu (Görev III’te hazırlandığı gibi). Zamanı geldiğinde, Lisa yaptığı davranışlar için özür diledi. Sophia dinledi ama annesini affetmek için harekete geçmedi. Lisa bunu kabul etmek zorunda kaldı. Bu sefer Sophia, Lisa’nın en derin pişmanlık ve suçluluğunu ifade ederken elini tutmasına izin verdi. Lisa, Sophia’ya öfkesini ifade etmesi ve onu asla affetmemesi için tamamen izin verdi, ancak yeni bir ilişki kurma umudu ifade etti. Sophia omuzlarını silkti ama elini geri almadı. Aile, iki tane daha Görev IV seansı yaptı, bu seanslarda geçmişteki pek çok anıyı ve mevcut ilişki problemlerini ele aldılar.
Lisa ve Sophia arasındaki gerilim azalırken, terapist Görev V’e geçiş yaptı. Bu görev, evde işbirliği, Sophia’ya okulda yardımcı olmak ve Sophia’nın gelişen cinselliği hakkında konuşmayı içeriyordu. Sophia, bu zorluklarla ilgili annesiyle daha fazla konuşmaya başladı, ya tavsiye isteyerek ya da sadece birinin dinlemesine ihtiyaç duyarak. İlişkiler geliştikçe, depresyon azaldı. Sophia’nın hafta sonu alkol kullanımıyla ilgili problemler devam etti ve Lisa daha fazla izleme yaparak sınır koyma ihtiyacı hissetti. Sophia başlangıçta buna öfkelendi. Terapist bunu, annenin kızını bir daha terk etmeme taahhüdü olarak çerçeveledi; sınır koyma, bir kontrol değil, sevgi eylemiydi. Sophia, sınırları cezalandırma değil de koruma olarak gördüğünde daha duyarlı hale geldi. Kısa süreli tedavi (16 hafta) sonunda, Sophia’nın depresyonu ve intihar düşünceleri klinik aralığın dışına çıktı. Ayrıca annesinin rahatlatıcı ve koruyucu yaklaşımına daha açık hale geldi. Sophia ve Lisa son görüşmedeki zamanın çoğunu kıyıdaki hafta sonları hakkında kıkırdayarak geçirdiler. Lisa, kızını geri almış olmanın nasıl bir şey hissettirdiği sorulduğunda ağladı. Sophia sessiz kaldı ama annesine nazikçe bir mendil verdi. Sophia, duygusal düzenleme becerileri üzerinde çalışmaya devam etmek için bir diyalektik davranış terapistiyle görüşmesi için yönlendirildi.
Özet
Bu tedavi görevlerini başarıyla tamamlayarak, BTAT ergenlerin bağlanma güvenliği için umutlarını canlandırmayı ve duyarlı, erişilebilir ve reflektif ebeveynliği teşvik etmeyi amaçlar. Bu şekilde, ailenin iletişimini, problem çözme ve duygusal düzenlemesini iyileştirerek, ergenlerin geçmiş travmaları ve ilişki kopuşlarını aşmalarına ve ebeveynleriyle güvenli bağlanma ilişkileri kurmalarına yardımcı olan düzeltici bağlanma deneyimleri oluşturulabilir. Güven temelli bir aile ortamı depresyonu körükleyen aile çatışmalarını azaltarak ergenin ebeveynlerinin rahatlık ve güvenlik sağlayabileceğine olan güvenini artırabilir.