Yazar: Editör

  • İlk yıllar (erken dönem) (13)

    Anahtar kavramlar

    İlk yıllar (0-3) (earliest years), muazzam zihinsel ve duygusal gelişimin olduğu bir dönemdir.

    Büyük ölçüde ilk bakımverenleriyle olan ilişkilerinden etkilenen bu aşamadaki çocuklar genellikle aşağıdaki alanlarda büyük gelişme gösterirler:

    • Diğer insanlara güvenmek
    • Güvenli bağlar oluşturmak
    • Kendileri ve başkaları hakkında istikrarlı bir anlayış oluşturmak ve sürdürmek
    • Düşünmek ve duyguları düzenlemek
    • Değerlerin ve toplum yanlısı davranışların geliştirilmesi

    Bu dönemdeki kökenleri düşündüren yetişkinlere yönelik sorunlar ve kalıplar genel olma eğilimindedir ve aşağıdakilerle ilgili zorlukları içerir:

    • Öz-değer/Kendilik değeri (self-esteem) yönetimi ve istikrarlı bir benlik duygusunun/kendilik algısının (sense of self) sürdürülmesi
    • Başkalarına güvenmek ve başkalarıyla istikrarlı ilişkiler sürdürmek
    • Öz-düzenleme/kendilik düzenlemesi (self-regulation)

    Her ne kadar bir kişi ilk yıllarında sağlam bir temele sahip olsa da, yaşamı boyunca yaşanan sıkıntılar ve sistemik eşitsizlikler de başkalarına güvenme ve bağ kurma konusunda zorluklara yol açabilir.

    Bir kişinin ilk yıllarına ait yaşam öyküsünü öğrenmek aşağıdakileri sormayı içerir:

    • Kişinin doğduğu ortam
    • Birincil bakımverenlerin özellikleri
    • Birincil bakımverenlerle erken dönem ilişkilerinin kalitesi
    • Ayrılık ve travma öyküsü.

    Bir ev inşa ettiğinizde yapmanız gereken ilk şey, iyi bir temel oluşturmaktır. Güçlü olması ama aynı zamanda gelecekteki darbelere dayanabilecek kadar da esnek olması gerekiyor. Aynı şey gelişmekte olan bir kişi için de geçerlidir ve doğumdan yaklaşık 3 yaşına kadar olan yıllar bu içsel temelin atıldığı zamandır. Bunlar ilk yıllardır -çocukların güvenmeyi ve güvenli bağlar kurmayı öğrendikleri, kendileri ve başkaları hakkında istikrarlı bir algı oluşturdukları, kendi duygularını ve içsel durumlarını bilme ve düzenleme kapasitesini geliştirdikleri ve temel bilişsel yetenekleri kazandıkları ilk yıllar.

    Birincil bakımverenle bağ/ilişki

    Tüm bu gelişim çocuğun ilk ilişkileri bağlamında gerçekleşir. Pek çok araştırmacı, bebeklerin hayatta kalmalarının -hem fiziksel hem de duygusal- buna bağlı olması nedeniyle ilişkiler kurmak üzere önceden programlandığını öne sürmüştür (Bowlby, 1958; Harlow ve Zimmerman, 1958). Bebekler için kucakta tutulmak kelimenin tam anlamıyla bir ölüm kalım meselesi olabilir (Ainsworth ve diğerleri, 1978; Bowlby, 1969; Fries ve diğerleri, 2005, 2008; Jones ve Mize, 2008).

    Birincil bakımverene erken dokunsal uyarım ve fiziksel yakınlık eksikliğinin, şunlar gibi, birçok soruna neden olduğu bulunmuştur: fiziksel büyüme ve nörodavranışsal gelişimde gecikmeler (Johnson ve diğerleri, 1992; Smyke ve diğerleri, 2007), stres hormonlarının seviyesinde düşüklük (Feng ve diğerleri, 2011; Fox ve Hane, 2008; Fries ve diğerleri, 2005, 2008), bağışıklık fonksiyonunda zayıflık, (Feng ve diğerleri, 2011; Suomi, 1995) ve hatta ölüm (Albers ve diğerleri, 1997; Harmon, 2010). Bebeklik dönemindeki temas/dokunma eksikliği, saldırganlık, şiddet içeren davranışlar, madde kötüye kullanımı ve depresyon dahil olmak üzere yaşamın ilerleyen dönemlerindeki davranış sorunlarıyla da ilişkilendirilmiştir (Bos et al., 2011; Goldfarb, 1947; Pederson, 2004; Prescott, 1979, 1980; Winnicott, 1987).

    Yaşamın ilk birkaç yılında bebekler, koşulsuz olarak sevildiklerini ve tamamen önemsendiklerini hissettikleri en az bir güvenilir, tutarlı, besleyici ilişki kurma zorluğuyla karşı karşıya kalırlar. Bu ilişki anneyle olabileceği gibi başka biriyle de olabilir -bu konunun amaçları doğrultusunda, bu kişiye birincil bakımveren (primary caregiver) diyelim. Bu birebir ilişki olduğu için genellikle diyadik/ikili ilişki (dyadic relationship) olarak adlandırılır.

    Sağlam bir diyadik/ikili ilişki kuran çocuklar gerçekten de şanslılar -artık hayatlarının geri kalanında onlara iyi hizmet edecek bir içsel temele sahipler. Sevilmeye, önemsenmeye, anlaşılmaya layık olduklarını hissetmeleri ve sevdiklerini kaybedeceklerini hissetmeden onlara kızabilme ihtimalleri yüksektir. Tersine, sağlam bir ikili ilişki kurmayan çocukların bu alanların bir veya daha fazlasında genel zorluklar yaşama olasılığı daha yüksektir.

    “Yeterince İyi” ebeveynlik

    İkili ilişkinin mükemmel olması gerekmez -bu Winnicott’un (1987) “yeterince iyi (good enough)” dediği şey olmalıdır. Yeterince iyi ebeveynlik, çocukların genel olarak istismar veya ihmal olmadan bakılmasını ve sevilmesini sağlar. Yeterince iyi ebeveynlik ile, çocukların, bu bölümde tartışacağımız her şey için en azından yeni oluşmaya başlayan bir kapasite/potansiyel (a nascent capacity) geliştirme şansı yüksektir (Winnicott, 1987). Tabii ki, yeterince iyi bir birincil bakımverenin mutlaka kadın olması gerekmiyor.

    İlk yıllar boyunca neler gelişir?

    Başkalarına güvenmek

    Bir bağ (connection) kurulduğunda çocuklar güven geliştirmeye (trust) başlayabilirler. Güven, ilişkiler kurmak için hayati öneme sahiptir (bkz. Bölüm 6). Güven olmadığında insanlar genellikle kendilerini yalnız hissederler ve başkalarına dayanamazlar/yaslanamazlar. Bağımlılık (dependency) kapasitesine dayanan karşılıklılık (mutuality) ve yakınlık (intimacy) da güven olmadan çok zordur (bkz. Bölüm 7). Başkalarına güvenme yeteneğinin, ilk yıllardaki temel ikili ilişkilerde önemli kökleri vardır. Bir bebeğin birincil bakımvereni güvenilir bir şekilde ulaşılabilir olduğunda ve bebeğin ihtiyaçlarına uygun şekilde yanıt verdiğinde, büyüyen çocuğun büyük olasılıkla temel güveni (basic trust) geliştirmesi muhtemeldir [temel güven: kişinin fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarının karşılanacağına ve rahatlık ve güvenlik sağlama konusunda diğer insanlara güvenilebileceğine dair temel olumlu beklenti] (Erikson, 1950, 1968). Tersine, bir çocuğun erken dönem deneyimi, fiziksel ve duygusal ihtiyaçların tutarsız bir şekilde karşılandığı bir deneyimse veya eğer çocuk sürekli hüsrana uğrarsa (frustrated), dünyanın güvenli bir yer olmadığına ve başkalarına güvenemeyeceğine dair derin bir inanç geliştirmesi daha olasıdır. Sevgi dolu, yetişkin bir ilişkiye girmekte zorluk çektiği için terapiye başvuran ve evlat edinilmeden önce hayatının ilk dört yılını yetimhanede geçiren kişiyi düşünün. Kişi 4 yaşından sonra iyi bir ebeveynliğe sahip olsa bile, ilk yıllarda sağlam bir diyadik ilişki eksikliğinin başkalarına güvenme yeteneğini etkilemiş olması mümkündür. Yetişkinlerin başkalarına güvenme konusunda genel sorunları olduğunda, gelişimin bu aşamasında zorluklar yaşamış olabileceklerini dikkate almak önemlidir.

    Güvenli bağlar kurmak

    Güvenli bağlar (secure attachment) kurma kapasitesinin kökenleri de birincil ikili ilişkiden gelir. Bağlanma (attachment), bir kişiyi zaman ve mekan ötesinde özel bir başkasına bağlayan derin ve kalıcı duygusal bağdır (bkz. Bölüm 24) (Bowlby, 1969). Psikolog Mary Ainsworth’un yaptığı çalışmaya dayanarak, genel olarak çocukların 1 yaş civarında belirli bir bağlanma stili (attachment style) geliştirdiklerine inanılıyor. Ainsworth, yabancı ortam (strange situation) adı verilen bir deney geliştirdi. Deneyde çocukların, annelerinden kısa bir süreliğine ayrılmalarına ve tekrar bir araya gelmelerine nasıl tepki verdiklerini gözlemledi. Bu deneysel durumda yüzlerce Amerikalı çocuğu gözlemledikten sonra Ainsworth, dört farklı bağlanma stilinin ana hatlarını çizdi (Ainsworth ve diğerleri, 1978):

    1. Güvenli (Secure): Araştırmaya katılan Amerikalı çocukların yaklaşık yüzde 50’sinin gösterdiği bu tarzda, çocuk başlangıçta annesi odadan çıktığında ağlıyor ve durumu protesto ediyor, sonra hızla sakinleşiyor. Annesi geri döndüğünde çocuk onu memnuniyetle karşılıyor, hâlâ üzgünse kolayca teselli ediliyor ve sonra tekrar oyuna dönüyor.
    2. Kaygılı-Kaçıngan (Anxious-Avoidant): Amerikalı çocukların yaklaşık yüzde 25’inin gösterdiği bu tarzda, çocuk annenin odadan çıkmasını fark etmiyor ve duruma itiraz etmiyor gibi görünüyor. Anne geri döndüğünde, çocuk onu görmezden gelebilir ve ona hiç yaklaşmayabilir. Her ne kadar annenin ayrılıp geri dönmesine çocuk tepki vermiyor gibi görünse de, çocuğun artan kalp atış hızı ve kortizol düzeyleri, olayın çocuk için biyolojik bir stres etkeni olduğunu göstermektedir.
    3. Kaygılı-İkircikli/Kararsız (Anxious-Ambivalent): Çocuk, annesinin gidişine abartılı ağlama ve itirazlarla tepki verir ve anne yokken sıkıntılanır, ancak anne geri döndüğünde, çocuğu kucağına almak isterse çocuk onu iter, kızgın görünür ve kolayca sakinleştirilemez. Amerikalı çocukların yaklaşık yüzde 10-15’i bu bağlanma modelini gösteriyor.
    4. Düzensiz (Disorganized): Amerikalı bebeklerin yaklaşık yüzde 10-15’i annelerinin uzaklaşmalarını protesto ediyor, ancak anneleri geri döndüklerinde tuhaf davranıyorlar. Örneğin anneye yaklaşırken donup kalabiliyor, geri geri gidebiliyor, oturabiliyor, sallanabiliyor veya boşluğa bakabiliyorlar.

    Güvenli bağlanma stiline sahip bebeklerin bakımverenleri, bebeklerinin ağlama ve beslenme sinyallerine tutarlı ve duyarlı bir şekilde yanıt verme eğilimindedirler. (Ainsworth ve diğerleri, 1974; Andrea ve Kirkland, 1996; De Wolff ve van Ijzendoorn, 1997; Schaffer ve Emerson, 1964). Bunun tersine, kaygılı-kaçıngan, kaygılı-kararsız ve düzensiz tarzlara sahip çocukların bakıcıları tutarsız, tepkisiz veya reddedici olma eğilimindedirler ve bebeklerinin zihinsel durumunu kavrama ve buna duyarlı bir şekilde tepki verme konusunda çok daha az yetenekli görünmektedirler. Bu bakıcıların daha fazla sosyal stres altında olma (evde daha az yardım, daha fazla çocuk, mali sorunlar veya rahatsız edici bir partner), daha fazla akıl hastalığına sahip olma ve kendi çocukluklarında daha fazla olumsuz/istenmeyen bağlanma deneyimi tanımlamaları şaşırtıcı değildir (Crockenberg, 1981; De Wolff ve van Ijzendoorn, 1997; Main ve diğerleri, 1985; Murray, 1992).

    Güvenli bağlar oluşturmadaki başarısızlığın sonraki gelişim ve yetişkin ilişkileri üzerinde önemli etkileri olabilir. Örneğin, daha önce, 4 yaşındaki kaygılı-kaçıngan olarak sınıflandırılan çocukların güvenli bağlanan çocuklara göre daha az bağımsız olmaları muhtemeldir ve düzensiz olarak sınıflandırılan çocukların daha sonraki çocukluk döneminde saldırgan, dissosiyatif eğilimlere ve yetişkinlikte kaotik, çalkantılı ilişkilere sahip olmaları muhtemeldir (Fonagy et al., 2000; Main et al., 1985; Ooi et al., 2006) (see Chapter 24 for more on attachment).

    Yaşamın ilerleyen dönemlerindeki sıkıntı ve eşitsizliğin güvenli bağlanan çocuk üzerindeki etkileri

    Bağlanmanın ilk araştırmacılarından biri olan John Bowlby (1979), erken bağlanma deneyimlerinin daha sonraki sosyal işlevselliği etkilediğini iddia etmesiyle ünlüdür. Ancak kişinin bağlanma modelinin erken çocukluk döneminden sonra değişebileceği de doğrudur -hem iyi yönde hem de kötü yönde. Örneğin, ileri çocukluk dönemindeki hastalık, ebeveyn ölümü veya boşanma gibi sosyal stres etkenleri veya olumsuz yaşam olayları, çocukların bağlanma tarzlarının güvenliğini kaybetmelerine neden olabilir (Steele ve diğerleri, 1996). Erken deneyimlerin önemine ve bağlanma güvenliğinin göreceli istikrarına rağmen (Waters ve diğerleri, 2000), daha sonraki yaşam olayları, dış koşullar, eşitsizlikler ve ilişkiler de -terapistler ve hastalar arasındaki ilişkiler dahil- yetişkinlerin bağlanma örüntülerini etkileyebilir (Coutinho ve diğerleri, 2009). Yine de araştırmalar, erken dönem kişilerarası deneyimlerin en azından yetişkinlerin ilişki kalıpları için zemin hazırladığını (Gallo ve diğerleri, 2003; Grossmann ve Grossmann, 2009) ve bebeklik döneminde daha fazla bağlanma güvenliğinin yetişkinlikte daha iyi sosyal işlevselliğe yol açtığını öne sürüyor (Gallo ve diğerleri, 2003: Priel ve Shamai, 1995).

    Bağlanmada kültürler arası farklılıklar

    Bağlanmaya ilişkin çocuk yetiştirme değerleri kültürümüzün bir yansımasıdır (Mamarosh, 2015; Rothbaum ve diğerleri, 2000; van Ijzendoorn ve Sagi-Schwartz, 2008; Wang ve Mallinckrodt, 2006). Araştırmalar, bebeklerde bağlanma güvenliğine yönelik evrensel ihtiyaca yanıt vermenin farklı yollarını ortaya çıkardı. Örneğin, birçok Afrika topluluğu, bağlanmaya dayalı Batılı ebeveynlik modellerinin savunduğu anne ayrıcalıklılığını reddediyor ve optimal bakımın birden fazla bakıcı tarafından sağlandığına inanıyor (Keller ve diğerleri, 2005; Otto, 2008). Kongo Havzası’ndaki tropik orman yiyecek arama topluluğu Aka’da yaklaşık 20 bakımveren her gün çocuklarla etkileşimde bulunuyor ve onlarla ilgileniyor. (Keller ve diğerleri, 2005; Mechan ve diğerleri, 2017).Bazı topluluklarda anne ölüm oranlarının yüksek olması, çocuklara bakan birçok bakımverenin bulunmasının önemini artırıyor (Carr, 2019; Otto, 2008). Buna karşılık, Kagan ve meslektaşları, yaşamlarının ilk yılının çoğunu karanlık kulübelerde çok az uyarımla geçiren yerli Guatemalalı çocukların olumsuz etkilenmediğini buldu (Kagan ve diğerleri, 1978). Bu konuya Bölüm 24’te döneceğiz.

    Bir ötekiler/başkaları algısı geliştirmek

    Bebekler ayrıca diğer insanlara ilişkin duygu ve fantezilerini geliştirmek için birincil bakımverenleriyle olan deneyimlerini de kullanırlar. Temel olarak şefkatli ve tutarlı ebeveynlik ile birlikte -prefrontal korteksin olgunlaşmasıyla birlikte- çocuklar, birincil bakımverene dair içsel imajlar yaratmaya başlarlar; bu, bakımverenlerin,çocukların görüş alanı dışında olduklarında bunun ayrı bir kalıcı varoluşa sahip olduklarını fark etmelerine yardımcı olur. Bu kapasiteye nesne kalıcılığı (object permanence) adı verilmektedir (Piaget, 1954).

    Ancak çocuklar, birincil bakımverenlerinin ortadan kaybolmayacağını bilseler bile diğer insanlar hakkında henüz olgunlaşmamış fikirlere (rudimentary ideas) sahiptirler. Örneğin, bir kişinin hem iyi hem de kötü niteliklere sahip olabileceğini hâlâ bilmiyorlar. Bu hem kendileri hem de başkaları için geçerlidir. Çocuk kendini iyi hissediyorsa bakımveren de iyidir; çocuk kendini kötü hissediyorsa bakıcı kötüdür. Ancak yaklaşık 2 veya 3 yaşına gelindiğinde, birincil bakımveren imajı istikrarlı ve kalıcı hale gelir ve çocuğun ihtiyaçları karşılanmadığında bile korunabilir. Bu, çocukların, insanların hem iyi hem de kötü niteliklere sahip olabileceğini anlamalarını sağlar (Akhtar 1994). Nesne değişmezliği/sürekliliği (object constancy) olarak adlandırılan bu kapasite (Mahler, 1965), genellikle yalnızca birincil bakımveren deneyiminin ağırlıklı olarak olumlu olması durumunda gelişir. Aksi takdirde, örneğin istismar (abuse) ya da ihmal (neglect) durumunda çocuklar, bakıcılarına karşı olumlu duygularını korumak için bölme (splitting) adı verilen bir süreçle kötüyü iyiden ayırmaya devam edebilirler (Burland 1994). Bu, çocuğun hem kendisi hem de başkaları hakkında daha incelikli ve üç boyutlu bir görüş geliştirme kapasitesini kesintiye uğratabilir.

    Bu süre zarfında bebekler aynı zamanda zihinselleştirme (to mentalize) yeteneğini de geliştirirler [zihinselleştirme: başkalarının kendilerinden farklı inançları, duyguları, arzuları ve motivasyonları olabileceğini takdir etmek ve bu düşünce ve hislerin ne olabileceğine dair çıkarımlarda bulunmak] Aschersleben et al., 2008; Fonagy & Target, 1997; Meins, 1997, 1998; Sharp et al., 2006). Duyarlı bakıcılar, çocuklarının içsel durumlarını yakından gözlemleyerek ve çocuğa ayrı bir zihne sahipmiş gibi davranarak bu gelişim sürecine yardımcı olurlar -çocuk bunu kendisi anlamadan önce bile (Sharp ve diğerleri, 2006). Bunu yapmak çocuğun kendi içsel deneyimini anlamasına yardımcı olur ve daha sonraki çocukluk döneminde diğer insanların da kendi düşünce ve duygularına sahip olduğunu anlamalarına yardımcı olur. Dolayısıyla bunu yapmayan bakıcılar, çocuklarının empati (empathy) yeteneğinin gelişmesine engel olabiliyorlar.

    Bir kendilik algısı geliştirmek

    Başkaları hakkında bilgi edinmenin yanı sıra, çocukluğun bu dönemi aynı zamanda tutarlı bir kendilik algısı (sense of self) geliştirmenin yanı sıra öz-değer (self-esteem) düzenleme kapasitesi açısından da kritik öneme sahiptir. Bebekler ilk bakım verenlerle tutarlı, güven uyandıran deneyimler yaşadıklarında, dünyayı güvenli bir şekilde keşfedebileceklerine ve hayatın zorluklarıyla yüzleşebileceklerine dair güveni geliştirmeleri muhtemeldir. Bununla birlikte, eğer erken çocukluk döneminde bakıcılarla yaşanan deneyimler öngörülemezlik ve tutarsızlıklarla -özellikle travma, ihmal veya duygusal geri çekilmeyle- belirginleşiyorsa, çocukların dünyayla etkileşimlerinde güvenli, etkili ve değerli olduklarına dair temel bir duygudan yoksun olma olasılıkları daha yüksektir.

    Bu yıllarda çocuklar aynı zamanda kendi yeteneklerine ve sınırlılıklarına ilişkin yeni bir anlayışa sahip olmaya başlarlar ve bu da onların öz-değerlerini düzenlemeye başlamalarına yardımcı olabilir. Çocuklarını uygun şekilde aynalayabilen (mirror) ebeveynler, aşırı şişirmeden ya da küçümsemeden, çocuklarının yapabileceklerinden heyecan duyarlar. (Stern, 1974, 1985a, 1985b). Bakıcılarının empatik geri bildirim veya duyarlı destek eksikliği nedeniyle sürekli hayal kırıklığına uğrayan çocuklar, genellikle yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde öz-değeri düzenleyen daha aşırı sorunlar yaşarlar. Yetişkinler olarak, öz-değerlerini ayakta tutmak için başkalarının görüşlerine aşırı derecede güvenebilirler ve kendi yeteneklerine ilişkin aşırı şişirilmiş görüşler ile derinlere yerleşmiş aşağılık duyguları arasında gidip gelme eğiliminde olabilirler (Kohut, 1972; Ornstein, 2006). Bu konuya 23. Bölümde döneceğiz.

    Düşünmek ve duyguları düzenlemek

    Düşünmek

    Çok sayıda araştırmacı, erken dönemdeki diyadik ilişkinin kalitesinin, büyüyen çocuğun ilk yıllardaki bilişsel gelişiminin çeşitli yönlerini etkilediğini göstermiştir. Genel bilişsel yetenek etkilenmiş gibi görünmese de, dil edinimi ve soyutlama kapasitesi bebeklik döneminde bakıcılara bağlanmanın güvenliğinden etkilenmektedir (Meins, 1997). 20. ayda, güvenli bağlanan çocuklar, güvensiz bağlanan çocuklara göre dili daha hızlı öğreniyorlar ve kelime dağarcıkları daha geniş oluyor (Meins, 1997, 1998).

    Duyguları düzenlemeyi öğrenmek

    Bebekler doğumdan itibaren çeşitli duygular yaşasalar da bu duyguların ne olduğunu ve onları nasıl düzenleyeceklerini bilmezler (Fonagy ve diğerleri, 2002; Stern, 1985b, 1990). Birincil bakıcılarıyla olan etkileşimleri aracılığıyla her ikisini de öğrenirler. Bebekler sakinleşme, beslenme veya uyku ihtiyaçlarını sözsüz olarak ilettiğinde, bu genellikle birincil bakım verenlerin bilinçsizce koordine edilmiş ve uyumlu bir dizi tepkisine yol açar (Gergely ve diğerleri, 2002; Stern, 1974, 1985b). Buna bakıcının empatik duyarlılığı (empathic responsiveness) veya duygulanımsal uyumlanması (affective attunement) denir. Bebeğin hareketlerinin taklit edilmesi tek başına yeterli değildir. Bakımverenler, bebeklerinin duygu durumlarını davranışlarından “okuyabilmeli” ve ardından buna “eşleşen” bazı koordineli davranışlar gerçekleştirebilmelidirler. Örneğin, bebek ağlarsa bakıcı hafifçe kaşlarını çatabilir. Buna karşılık, bebekler bakıcının tepkisini kendi orijinal duygu deneyimleriyle ilgili olarak “okuyabilmelidir” (Stern, 1985b). Bu sözsüz iletişim (nonverbal communication), çocukların bunalmadan/bunaltılmadan kendi iç durumlarını tanımalarına, organize etmelerine ve düzenlemelerine yardımcı olur ve kaygı ve duygulanım toleransının gelişimi için gereklidir (Beebe ve Sloate, 1982; Beebe ve Stern, 1977; Gergely ve diğerleri, 2002).

    Değerlerin gelişimi

    Çocuklar fiziksel, duygusal ve bilişsel gelişimin çeşitli aşamalarından geçtikleri gibi, olgunlaştıkça da değerler geliştirirler. Bakıcılarının yardımıyla, 3 yaşına gelindiğinde çoğu çocuk neyin “iyi” olduğu ile neyin “iyi olmadığı” arasındaki farkı takdir etmeye başladı. Örneğin, şunu anlayabilirler: “Başka çocukların oyuncaklarını almıyoruz çünkü onların bizimkini almasını istemeyiz.” Çağdaş araştırmalar, bu yaştaki bazı çocukların, bir çatışmanın iki rakip tarafının farkında oldukları bir durumla bile mücadele edebildiklerini ve başkalarına en çok fayda sağlayacak olan seçeneğe (bazen prososyal (prosocial) çözüm olarak da adlandırılır) ulaşabildiklerini göstermektedir (Oppenheim ve ark. 2012). , 1997). 12. Bölüm’de önerildiği gibi, çevresel etkilerin yanı sıra genetik faktörler de çocuklar arasındaki toplum yanlısı davranışlardaki farklılıkları açıklamaya yardımcı olabilir (Christ ve diğerleri, 2016; Shang ve diğerleri, 2017).

    Kökenlerinin ilk yıllarda olduğunu düşündüren yetişkin sorunları ve örüntüleri

    Duyarsız ebeveynlik, istismar, ihmal, sosyal stres ve olumsuz yaşam olayları da dahil olmak üzere, doğumdan 3 yaşına kadar olan kritik dönemde gelişimi bozan her şey, birden fazla işlev alanı üzerinde yaygın etkilere sahip olma eğilimindedir ve yetişkinlikte genel sorunlara yol açabilir. Bunlar özellikle şunları içerir:

    • Öz-değer yönetimini ve istikrarlı bir kendilik algısını sürdürme konusundaki zorluklar
    • Başkalarına güvenme ve istikrarlı ilişkiler sürdürmede zorluklar
    • Kendilik düzenlemesi (self-regulation) ile ilgili zorluklar

    Aşağıdaki bölümlerde her birinin örnekleri verilmektedir.

    Öz-değeri yönetmede ve istikrarlı bir kendilik duygusunu sürdürmede zorluk

    Doğu Avrupa’da doğan 32 yaşındaki eşcinsel Yuri, terapiye geliyor ve “Kendimi pek iyi hissetmiyorum” diyor. Bir devlet üniversitesinden işletme diploması alan Yuri, küçük bir otomobil parçası şirketinde muhasebeci olarak çalışıyor. “Her zaman karalama yapıyorum” diyor. “İllüstrasyon yapmayı seviyorum ve keşke bunu iş için yapabilseydim, ama hiçbir zaman sanat eğitimi almadım.” Patronundan gelen her eleştirinin onu günlerce bunalıma soktuğunu dile getiriyor. “Asla hiçbir şeye ulaşamayacağımı hissediyorum” diyor. Ayrıca flört etme konusunda da sorun yaşıyor ve durumu şöyle açıklıyor: “Eğer bir adam bana hemen tamamen ilgi duymuyorsa, onun mesajlarından kaçınmaya başlıyorum. Reddedildiğimde acı çekiyorum.” Hayat hikayesini sorduğunuzda sekiz aylıkken bekar annesi tarafından terk edildiğini, Amerikalı ailesi tarafından evlat edinilmeden önce dört yıl yetimhanede yaşadığını söylüyor. “Elbette hayatımı kurtardılar” diyor, “ama beni anlamıyorlar. Hepsi sayılarla ilgili ve bana her zaman ‘karalamalarımı’ bir kenara bırakmamı söylediler. Ben onlara açık değilim bile.”

    Bebekken terk edilen ve bir yetimhaneye gönderilen Yuri, daha güçlü bir kendilik duyumu/algısı oluşturmak için ihtiyaç duyduğu aynalanmayı kaçırmış olabilir. Bu aynalanma eksikliği, evlat edinen ailede de devam etmiş gibi görünüyor. Artık bir yetişkin olarak, başkalarından gelen eleştiriler ve hatta algılanan eleştiriler karşısında kendilik duygusunu korumakta güçlük çekiyor.

    Başkalarına güvenmede ve istikrarlı ilişkiler sürdürmede zorluk

    Zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Malcolm, hayatı boyunca aile şirketinde çalıştı. Şimdi 50 yaşında, hiç yakın arkadaşı yok, hiç evlenmemiş, çocuğu yok ve genel olarak kısa süreli ilişkileri var. “Çıktığım kadınlar her zaman evlenmek istiyor. Onlara paralı olduğumu söylemiyorum ama muhtemelen evimden ve arabamdan hareketle benimle evlenmek istiyorlar. Eğer işler kötü giderse, boşanma davasında soyulurum.” Her ne kadar Malcolm ebeveynlerinin “en sevgi dolu ebeveynler” olduğu konusunda ısrar etse de çocukluğuna dair çok az mutlu anısı var ve kimse tarafından kucaklandığını hatırlamıyor. Her zaman “yanlış bir şey yapmaktan” ve ebeveynlerini kızdırmaktan korkuyordu. “Her şey ve herkes hakkında güçlü fikirleri vardı” diyor. “Diğer çocuklarla oynamama bile izin verilmedi. Hiç kimse bizim için yeterince iyi olmadı -akrabalarımız bile.”

    Malcolm’un ebeveynleri, ilk yıllarından itibaren ona dünyanın çok tehlikeli bir yer olduğu ve insanların göründükleri gibi olmadıkları duygusunu aşıladılar. Her ne kadar sevgi dolu olduklarını iddia etse de, ebeveynleri onun güvenli bağlar kurmasına yardım edememiş olabilir. Bu muhtemelen onun anlamlı yetişkin ilişkileri kurma becerisini etkilemiştir.

    Öz düzenlemede (kendilik düzenlemesinde) zorluk

    Yasmin yardım istiyor çünkü erkek arkadaşı iş gezisi için şehirden her ayrıldığında “paramparça oluyor”. Kendini tamamen terk edilmiş hissediyor, çılgına dönüyor ve öfkeyle yaşlı babasından, yaşadığı kasabadan onunla birlikte kalmak için iki saat araba sürmesini talep ediyor. Fiziksel olarak sağlıklı olmasına ve maddi olarak kendini geçindirebilecek durumda olmasına rağmen, hiçbir zaman yalnız uyumadı -tek bir gece bile. Yasmin’in annesi doğum sırasında öldü. Daha sonra, bebeklik döneminde, babasının birkaç yıl boyunca yoğun bir keder, mali güvensizlik, depresyon ve aşırı içki tüketimi yaşadığını söylüyor. Yasmin, babasının onun sorumluluğunu, üç çocuğu olan ve dayatmaya öfkelenen üvey kız kardeşine bıraktığını öğrendi.

    Yasmin’in erken yaşta annesini kaybetmesi ve yaşadığı ihmal, muhtemelen onun ayrılıklara tahammülsüzlüğüne yol açmış ve onu gerçek veya algılanan terk edilme yaklaştığında kaygıya karşı savunmasız bırakmıştır. Güvenilir, sevgi dolu bir ilk bakıcının/bakımverenin yokluğunda, kendini sakinleştirecek, sakinleştirici bir varlığı çağrıştıracak kapasiteyi hiçbir zaman geliştirmemiş gibi görünüyor ve yalnız kalmaktan kaçınmak için çılgınca çaba gösteriyor (Akhtar, 1994).

    İlk yılların yaşam öyküsüyle ilgili bilgi edinmek

    İnsanlar hayatlarının ilk üç yılında neler olduğunu bilmiyorlar ve size asla anlatamayacaklar. Bu sadece hafızanın doğasıdır. Beyinde dile ve otobiyografik belleğe aracılık eden alanlar “çevrim içi (online)” değildir ve 18-36 aylık olana kadar tam olarak işlevsel değildir (Wallin, 2007). 3 yaşından sonra insanlar, deneyimledikleri olaylara ilişkin bildirimsel (declarative) veya açık bellek (explicit memory) olarak adlandırılan hafızaya sahip olurlar -muhtemelen anaokulundaki ilk günlerini hatırlayabilir ve hikayelerini anlatabilirler. Ancak yaşamın ilk birkaç “kayıp” yılı sırasındaki olaylar hakkında bilinçli tahminlerde bulunmak için, bize rehberlik edecek yalnızca hastanın işlemsel (procedural) veya örtük belleğine (procedural or implicit memory) sahibiz -sözel olmayan ve bilinçdışı olan duygusal tepkiler, davranış kalıpları ve beceriler bilinçli refleksiyon [düşünme, derinlemesine düşünme] için geri getirilemeyecekleri anlamında bilinçsizdir. Hastalar bize bu olayları anlatmak yerine, dünyayla etkileşimlerinde ve terapistler de dahil olmak üzere diğer insanlarla ilişkilerinde bunları her gün dışavuruyorlar/canlandırıyorlar. “İlişki içinde olma” hakkındaki bu bilinçdışı veya işlemsel belleğe örtük ilişkisel bilme (implicit relational knowing) adı verilmiştir (Lyons-Ruth, 1998).

    Klinisyenler olarak hastamızın ilk ilişkileriyle ilgili makul hipotezleri nasıl bir araya getirebiliriz? Bir bebek ile bakımvereni arasında ilk yıllarda gerçekleşen sözsüz etkileşimler ile yetişkinlerin, terapistler de dahil olmak üzere başkalarıyla olan etkileşimlerindeki gözlemlenebilir davranışları arasında büyük bir tutarlılık olduğu ortaya çıktı (Beebe & Lachman, 2005; Stern ve diğerleri, 1998) ; Wallin, 2007). Hastalarımızın, mevcut ilişkilerini nasıl tanımladıklarını dinlemenin yanı sıra, bizimle nasıl etkileşimde bulunduklarına ve bize nasıl hissettirdiklerine yakından bakarak, ilk biçimlendirici/belirleyici ilişkilerinin doğası hakkında değerli ipuçları elde ederiz (Beebe ve Lachman, 2005; Wallin, 2007).

    Aşağıdaki bölümler, ilk yılların yaşam öyküsünü öğrenmek için bazı ek yönergeleri kapsamaktadır.​

    İlk/erken çevre

    Doğduktan sonra nerede yaşadınız? Nasıl bir evde? Kiminle yaşadınız?

    Birlikte yaşadığınız insanların maddi durumları nasıldı? Hangi büyük stres etkenleriyle karşılaştılar?

    Biyolojik ebeveynlerinizle mi büyüdünüz? Değilse, koşullar nelerdi (örn. evlat edinme, taşıyıcı annelik, yetimhanede yaşama veya geniş ailede yaşama durumu)?

    Evlat mı edinildiniz? Eğer öyleyse, hangi yaşta? Evlat edinilmenin koşulları nelerdi?

    Anne ve babanızın, siz doğduğunuzda çocuk sahibi olmak istediğini düşünüyor musunuz?

    Kaçıncı çocuksunuz? Bunun ilk yıllarınızı nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Bana en eski anınızdan bahseder misiniz?

    Birincil bakımverenlerin nitelikleri

    Çoğu yetişkinin, bakıcıları hakkında başkalarından veya bakıcıların kendilerinden duydukları hikayeleri olacaktır. Bu sorular bu hikayeler için ipucu görevi görebilir:

    Birincil bakımverenleriniz kimlerdi?

    Birincil bakımverenleriniz nasıldı? İlk yıllarınızda onlarla ilgili anılarınız var mı?

    Birincil bakımverenleriniz genel olarak hayatlarından memnun muydular? Siz hayatlarına girmeden önce ve sonra hangi stresörlerle karşılaştılar?

    Birincil bakımverenleriniz erken çocukluğunuz sırasında duygusal veya fiziksel olarak hasta mıydı? İçki içip içmediklerini, uyuşturucu kullanıp kullanmadıklarını biliyor musunuz?

    Birincil bakımverenlerinizin ebeveynleriyle ilişkilerinin nasıl olduğunu biliyor musunuz?

    Birincil bakımverenlerle erken dönem ilişkilerinin kalitesi

    Hayatınızın bu döneminde sevildiğinizi ve iyi bakıldığınızı düşünüyor musunuz? Kucağa alındığınızı ve öpüldüğünüzü hatırlıyor musunuz? Evcil hayvan isimleriyle mi çağrıldınız? Karalamalarınız buzdolabına iliştirilir miydi?

    İlk ailenizin fotoğrafları/videoları var mı? Ne var/ne görüyorsunuz onlarda?

    Birincil bakıcılarınızın çocuk sahibi olmaktan mutlu olduğunu düşünüyor musunuz?

    Üzüldüğünüzde sakinleşti(rildi)ğinize dair anılarınız var mı? Sizi genellikle kim sakinleştirirdi?

    Bu süre zarfında ayrılık ve/veya travma öyküsü

    Bu süre zarfında özellikle zor veya üzücü deneyimleriniz var mı?

    Çok küçük bir çocukken fiziksel olarak hasta mıydınız ya da hastaneye kaldırıldınız mı? Eğer öyleyse, birincil bakıcınız yanınızda mıydı?

    Yaşamınızın bu döneminde birincil bakıcınız yanınızda değil miydi veya tutarsız bir şekilde mi oradaydı?

    Bu süre zarfında herhangi bir fiziksel veya duygusal travma veya cinsel istismara (kendinize ait veya evinizdeki insanlara uygulanan) dair herhangi bir anınız var mı? Failler sizin evinizdeki kişiler miydi?

    Özellikle ilk yıllarda istismar hakkında soru sorarken, şu şekilde sorarsanız daha fazla bilgi edinebileceğinizi unutmayın:

    Bu süre zarfında sizi rahatsız eden herhangi bir fiziksel veya cinsel deneyiminiz oldu mu?

    14. Bölüm’de, yeni yürümeye başlayan çocuklar daha geniş dünyayı keşfetmeye ve sosyal alanlarını genişletmeye başladıkça neler olacağını takip edeceğiz.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenciler tarafından veya sınıf ortamında yapılabilir.

    Aşağıdaki örneğive Ainsley’in ilk yıllarında ne gibi zorluklar yaşamış olabileceğini düşünün:

    Ainsley 25 yaşında, terapiye geliyor çünkü geceleri yalnızken kendini kesiyordu. “Çocukken bunu yapardım ama bıraktım” diyor, “ama gece geç saatlerde insanlarla birlikte olmadığımda tekrar geliyor.” Yoksulluk sınırının altında büyüyen Ainsley, bekar annesiyle yaşadığını ve babasını hiç tanımadığını söylüyor. “Annem uyuşturucu rehabilitasyonuna girip çıkıyordu” diyor. “Ve koruyucu aile sistemine girip çıkıyordum. Bazı yerler diğerlerinden daha iyiydi.” Ainsley, son ailesinin oldukça istikrarlı olduğunu söylüyor. “Onlarla birlikteyken iyiydim -kesme yoktu. Ama artık tek başıma olduğum için bu çok zor.” İşten [kendini kesme] sonra “durulmanın” zor olduğunu söylüyor. “Ne hissettiğimi bile bilmiyorum” diyor, “Bu sadece bir karmaşa.”

    Yorum

    Bir ebeveynin yalnızca aralıklı olarak mevcut olduğu koruyucu aile sisteminde büyüyen Ainsley’in düzensiz bir bağlanma (disorganized attachment pattern) modeli geliştirmiş olması muhtemeldir. Bu muhtemelen onun nesne değişmezliği (object constancy) sağlama ve kendi kaygısını ve duygulanımını düzenleme yeteneğini (regulate her own anxiety and affect) bozmuştur. Bu, onun sürekli insanlarla birlikte olma ihtiyacı duymasında, kendi duygularını anlayamamasında ve duygulanımını düzenlemek için kendine zarar vermesinde açıkça görülmektedir.

    Referanslar
    1. Ainsworth, M. D. S., Bell, S. M., & Stayton, D. J. (1974). Infant-mother attachment and social development: Socialization as a product of reciprocal responsiveness to signals. In M. Richards (Ed.), The integration of the child into a social world (pp. 9–135). Cambridge University Press.
    2. Ainsworth, M. D. S., Blehar, M. C., Waters, E., & Wall, S. (1978). Patterns of attachment: A psychological study of the strange situation. Lawrence Erlbaum.
    3. Akhtar, S. (1994). Object constancy and adult psychopathology. International Journal of Psychoanalysis, 75, 441–455.
    4. Albers, L. H., Johnson, D. E., Hostetter, M. K., Iverson, S., & Miller, S. C. (1997). Health of children adopted from the Soviet Union and Eastern Europe: Comparison with pre-adoptive medical records. Journal of the American Medical Association, 278, 922–924.
    5. Andrea, N., & Kirkland, J. (1996). Maternal sensitivity: A review of attachment literature definitions. Early Child Development and Care, 120, 55–65.
    6. Aschersleben, G., Hofer, T., & Jovanovic, B. (2008). The link between infant attention to goal-directed action and later theory of mind abilities. Developmental Science, 11(6), 862–868. https://doi.org/10.1111/j.1467-7687.2008.00736. x
    7. Beebe, B., & Lachman, F. (2005). Infant research and adult treatment: Co-constructing interactions. Analytic Press.
    8. Beebe, B., & Sloate, P. (1982). Assessment and treatment of difficulties in mother-infant attunement in the first three years of life: A case history. Psychoanalytic Inquiry, 1(4), 601–623. https://doi.org/10.1080/07351698209533422
    9. Beebe, B., & Stern, D. N. (1977). Engagement-disengagement and early object experiences. In M. Freedman & S. Grand (Eds.), Communicative structures and psychic structures (pp. 35–55). Plenum Press.
    10. Bos, K., Zeanah, C. H., Fox, N. A., Drury, S. S., McLaughlin, K. A., & Nelson, C. A. (2011). Psychiatric outcomes in young children with a history of institutionalization. Harvard Review of Psychiatry, 19(1), 15–24. https://doi.org/10.3109/10673229.2011.549773
    11. Bowlby, J. (1958). The nature of the child’s tie to his mother. International Journal of Psychoanalysis, 39, 350–371.
    12. Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Volume 1: Attachment. Basic Books.
    13. Bowlby, J. (1979). The making and breaking of affectional bonds. Tavistock.
    14. Burland, J. A. (1994). Splitting as a consequence of severe abuse in childhood. Psychiatric Clinics of North America, 17(4), 731–734.
    15. Carr, S. (2019). Parenting practices around the world are diverse and not all about attachment. The Conversation. Accessed November 13, 2021. Available at https://theconversation.com/ parenting-practices-around-
      the-world-are-diverse-and-not-all-about-attachment-11281
    16. Christ, C., Carlo, G., & Stoltenberg, S. (2016). Oxytocin receptor (OXTR) single nucleotide polymorphisms indirectly predict prosocial behavior through perspective taking and empathic concern. Journal of Personality, 84(2), 204–213. https://doi.org/10.1111/jopy.12152
    17. Coutinho, J., Ribeiro, E., & Safran, J. (2009). Resolution of ruptures in therapeutic alliance: Its role on change processes according to a relational approach. Analise. Psicológica, 4(XXVII), 479–491.
    18. Crockenberg, S. B. (1981). Infant irritability, mother responsiveness, and social support influences on the security of infant-mother attachment. Child Development, 52(3), 857–886.
    19. De Wolff, M., & van Ijzendoorn, M. H. (1997). Sensitivity and attachment: A meta-analysis on parental antecedents of infant attachments. Child Development, 68, 571–591. https://doi. org/10.2307/1132107
    20. Erikson, E. H. (1950). Childhood and society. W.W. Norton & Co.
    21. Erikson, E. H. (1968). Identity: Youth and crisis. W.W. Norton & Co.
    22. Feng, X., Wang, L., Yang, S., Qin, D., Wang, J., Li, C., Lv, L., Ma, Y., & Hu, X. (2011). Maternal separation produces lasting changes in cortisol and behavior in rhesus monkeys. Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America, 108(34), 14312–14317. https://doi.org/10.1073/pnas.1010943108
    23. Fonagy, P., & Target, M. (1997). Attachment and reflective function. Development and Psychopathology, 9, 679–700. https://discovery.ucl.ac.uk/id/eprint/168571/1/download8.pdf
    24. Fonagy, P., Target, M., & Gergely, G. (2000). Attachment and borderline personality disorder. A theory and some evidence. Psychiatric Clinics of North America, 23(1), 103–122. vii– viii. https://doi.org/10.1016/S0193-953X(
      05)70146-5
    25. Fonagy, P., Gergely, G., Jurist, E., & Target, M. (2002). Affect regulation, nentalization, and the development of the self. Other Press.
    26. Fox, N. A., & Hane, A. A. (2008). Studying the biology of human attachment. In J. Cassidy & P. R. Shaver (Eds.), Handbook of attachment: Theory, research, and clinical applications (2nd ed., pp. 217–240). Guilford Press.
    27. Fries, A. B. W., Ziegler, T. E., Kurian, J. R., Jacoris, S., & Pollak, S. D. (2005). Early experience in humans is associated with changes in neuropeptides critical for regulating social behavior. Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America, 102(47), 17237–17240. https://doi.org/10.1073/pnas.0504767102
    28. Fries, A. B. W., Shirtcliff, E. A., & Pollak, S. D. (2008). Neuroendocrine dysregulation following early social deprivation in children. Developmental Psychobiology, 50(6), 588–599. https://doi.org/10.1002/dev.20319
    29. Gallo, L. C., Smith, T. W., & Ruiz, J. M. (2003). An interpersonal analysis of adult attachment style: Circumplex descriptions, recalled developmental experiences, self-representations, and interpersonal functioning in adulthood. Journal of Personality, 71(2), 141–181. ttps://doi.org/10.1111/1467-6494.7102003
    30. Gergely, G., Fonagy, P., & Target, M. (2002). Attachment, mentalization, and the etiology of borderline personality disorder. Self Psychology, 7(1), 61–72.
    31. Gillath, O., Shaver, P. R., Baek, J. M., & Chun, D. S. (2008). Genetic correlates of adult attachment style. Personality and Social Psychology Bulletin, 34(10), 1396–1405. https://doi.org/10.1177/0146167208321484
    32. Goldfarb, W. (1947). Variations in adolescent adjustment of institutionally reared children. American Journal of Orthopsychiatry, 17, 449–457.
    33. Grossmann, K., & Grossmann, K. E. (2009). The impact of attachment to mother and father at an early age on children’s psychosocial development through young adulthood. In R. E. Tremblay, R. G. Barr, R. D. V. Peters, et al. (Eds.), Encyclopedia on early child development (pp. 1–8). Centre of Excellence for Early Child Development. https://citeseerx.ist.psu.edu/
      viewdoc/download?doi=10.1.1.485.4485&rep=rep1&type=pdf
    34. Harlow, H. F., & Zimmerman, R. R. (1958). The development of affective responsiveness in infant monkeys. Proceedings of the American Philosophical Society, 102, 501–509. https://www.jstor.org/stable/985597
    35. Harmon, K. (2010). How important is physical contact with your infant? Scientific American. Accessed September 11, 2011, http://www.scientificamerican.com/article.cfm?id=infant-touch
    36. Johnson, D. E., Miller, L. C., Iverson, S., Thomas, W., Franchino, B., Dole, K., Kiernan, M. T., Georgieff, M. K., & Hostetter, M. K. (1992). The health of children adopted from Romania. Journal of the American Medical Association, 268(24), 3446–3451. https://doi.org/10.1001/jama.1992.03490240054036
    37. Jones, N. A., & Mize, K. D. (2008). Touch interventions positively affect development. In L. L’Abate (Ed.), Low-cost approaches to promote physical and mental health: Theory, research and practice (pp. 353–370). Springer Verlag.
    38. Kagan, J., Kearsley, R. B., & Zelazo, P. R. (1978). Infancy: Its place in human development. Harvard University Press.
    39. Keller, H., Voelker, S., & Yovsi, R. D. (2005). Conceptions of parenting in different cultural communities: The case of West African Nso and Northern German women. Social Development, 14(1), 158–180. https://doi.org/10.1111/j.1467-9507.2005.00295.x
    40. Kohut, H. (1972). Thoughts on narcissism and narcissistic rage. In P. H. Ornstein (Ed.), The search for the self (Vol. II, pp. 615–658). International Universities Press, Inc.
    41. Lyons-Ruth, K. (1998). Implicit relational knowing: Its role in development and psychoanalytic treatment. Infant Mental Health Journal, 19(3), 282–289.
    42. Mahler, M. S. (1965). On the significance of the normal separation-individuation phase: With reference to research in symbiotic child psychosis. In M. Schur (Ed.), Drives, affects and behavior (Vol. II, pp. 161–169). International Universities Press, Inc.
    43. Main, M., Kaplan, N., & Cassidy, J. (1985). Security in infancy, childhood, and adulthood: A move to the level of representation. Monographs of the Society for Research in Child Development, 50(1–2), 66–104. https://doi.org/10.2307/3333827
    44. Mamarosh, C. (2015). Emphasizing the complexity of the relationship: The next decade of attachment-based psychotherapy research. Psychotherapy, 52(1), 12–18.
    45. Mechan, C. L., Hagen, E. H., & Hewlett, B. S. (2017). Persistence in infant care patterns among Aka foragers. In V. R. Garcia & P. Aili (Eds.), Hunter-gatherers in a changing world (pp. 213–232). Springer International Publishing.
    46. Meins, E. (1997). Security of attachment and the social development of cognition. Psychology Press/Erlbaum.
    47. Meins, E. (1998). The effects of security of attachment and maternal attribution of meaning on children’s linguistic acquisitional style. Infant Behavior & Development, 21(2), 237–252. https://doi.org/10.1016/S0163-6383 (98)90004-2
    48. Murray, L. (1992). The impact of postnatal depression on infant development. Journal of Child Psychology, Psychiatry and Allied Disciplines, 33, 543–561. https://doi.org/10.1111/j.1469-7610.1992. tb00890.x
    49. Ooi, Y. P., Ang, R. P., Fung, D. S. S., Wang, G., & Cai, Y. (2006). The impact of parent-child attachment on aggression, social stress and self-esteem.
      School Psychology International, 27(5), 552–566. https://citeseerx.ist.psu.edu/viewdoc/download oi=10.1.1.925.672&rep=rep1&type=pdf
    50. Oppenheim, D., Emde, R. N., Hasson, M., & Warren, S. (1997). Preschoolers face moral dilemmas: A longitudinal study of acknowledging and resolving internal conflict. The International Journal of Psychoanalysis, 78(5), 943–957.
    51. Ornstein, P. H. (2006). Chronic rage from underground: Reflections on its structure and treatment. In A. M. Cooper (Ed.), Contemporary psychoanalysis in America: Leading analysts
      present their work (pp. 449–463). American Psychiatric Publishing, Inc.
    52. Otto, H. (2008). Culture-specific attachment strategies in the Cameroonian Nso: Cultural solutions to a universal developmental task. Ph.D. Dissertation, Osnabruck: Faculty of Human Sciences, Department of Culture & Psychology, University of Osnabruck, Germany. Available at https://repositorium.ub.uni-osnabrueck. de/bitstream/urn:nbn:de:gbv:700-2009050119/2/E-Diss881_thesis.pdf
    53. Pederson, C. A. (2004). Biological aspects of social bonding and the roots of human violence. Annals of the New York Academy of Sciences, 1036, 106–127. https://doi.org/10.1196/annals.1330.006
    54. Piaget, J. (1954). The construction of reality in the child. Basic Books.
    55. Prescott, J. W. (1979). Deprivation of physical affection as a primary process in the development of physical violence. In D. G. Gil (Ed.), Child abuse and violence (pp. 66–137). AMS Press.
    56. Prescott, J. W. (1980). Somatosensory affectional deprivation (SAD) theory of drug and alcohol use. In D. J. Lettieri, M. Sayers, & H. W. Pearson (Eds.), Theories on drug abuse: Selected contemporary perspectives (pp. 286–296). National Institute on Drug Abuse, Department of Health and Human Services.
    57. Priel, B., & Shamai, D. (1995). Attachment style and perceived social support: Effects on affect regulation. Personality and Individual Differences, 19(2), 235–241. https://doi. org/10.1016/0191-8869(95)91936-T
    58. Rothbaum, F., Weisz, J., Pott, M., Miyake, K., & Morelli, G. (2000). Attachment and culture: Security in the United States and Japan. American Psychologist, 55, 1093–1104. https://doi.org/10.1037/0003-066X.
      55.10.1093
    59. Schaffer, H. R., & Emerson, P. E. (1964). The development of social attachments in infancy. Monographs of the Society for Research in Child Development, 29(3), 5–75. https://doi.org/10.2307/1165727
    60. Shang, S., Wu, N., & Su, Y. (2017). How oxytocin receptor (OXTR) single nucleotide polymorphisms act on prosociality: The mediation role of moral evaluation. Frontiers in Psychology, 8, 396. https://doi.org/10.3389/fpsyg.2017.00396
    61. Sharp, C., Fonagy, P., & Goodyear, I. M. (2006). Imagining your child’s mind: Psychosocial adjustment and mothers’ ability to predict their children’s attributional response styles. British Journal of Developmental Psychology, 26, 197–214. http://m2s-conf. uh.edu/class/psychology/clinical-psych/_
      docs/SharpFonagyGoodyer.pdf
    62. Sherry, A., Adelman, A., Farwell, L., & Linton, B. (2013). The impact of social class on parenting and attachment. In W. Ming Liu (Ed.), The Oxford handbook of social class in counseling (pp. 275–291). Oxford University Press. https://doi.org/10.1093/oxfordhb/9780195398250.013.0017
    63. Smyke, A. T., Koga, S. F., Johnson, D. E., Fox, N. A., Marshall, P. J., Nelson, C. A., Zeanah, C. H., & BEIP Core Group. (2007). The caregiving context in institution-reared and family-reared infants and toddlers in Romania. Journal of Child Psychology and Psychiatry, and Allied Disciplines, 48(2), 210–218. https://doi.org/10.1111/j.1469-7610.2006.01694.x
    64. Steele, H., Steele, M., & Fonagy, P. (1996). Associations among attachment classifications of mothers, fathers, and their infants. Child Development, 67(2), 541–555. https://doi. org/10.2307/1131831
    65. Stern, D. N. (1974). Mother and infant at play: The dyadic interaction involving facial, vocal and gaze behaviors. In M. Lewis & L. A. Rosenblum (Eds.), The effect of the infant on its caregiver. John Wiley & Sons. http://psycnet.apa.org/record/1974-22730-010
    66. Stern, D. N. (1985a). The interpersonal world of the infant: A view from psychoanalysis and developmental psychology. Basic Books.
    67. Stern, D. N. (1985b). Affect attunement. In J. D. Call, E. Galenson, & R. L. Tyson (Eds.), Frontiers of infant psychiatry (Vol. II, pp. 3–14). Basic Books.
    68. Stern, D. N. (1990). Diary of a baby: What your child sees, feels, and experiences. Basic Books.
    69. Stern, D. N., Sander, L. W., Nahum, J. P., Harrison, A. M., Lyons-Ruth,
      K., Morgan, A. C., Bruschweiler-Stern, N., & Tronick, E. Z. (1998). Non-interpretive mechanisms in psychoanalytic psychotherapy: The “something more” than interpretation. International Journal of Psychoanalysis, 79, 903–921.
    70. Suomi, S. (1995). Touch and the immune system in rhesus monkeys. In T. Field (Ed.), Touch in early development (pp. 53–65). Lawrence Erlbaum.
    71. van Ijzendoorn, M. H., & Sagi-Schwartz, A. (2008). Cross-cultural
      patterns of attachment: Universal and contextual dimensions. In J. Cassidy & P. R. Shaver (Eds.), Handbook of attachment: Theory, research, and clinical applications (pp. 880–905). Guilford Publications, Inc.
    72. Wallin, D. J. (2007). Attachment in psychotherapy. Guilford Press.
    73. Wang, C. D., & Mallinckrodt, B. (2006). Differences between Taiwanese and U.S. cultural beliefs about ideal adult attachment. Journal of Consulting Psychology, 53(2), 192–204.
    74. Waters, E., Weinfeld, N., & Hamilton, C. (2000). The stability of attachment security from infancy to adolescence and early adulthood: General discussion. Child Development, 7(3), 703–706.
    75. Winnicott, D. W. (1987). The child, the family, and the outside world. Perseus Publishing.
  • Jonathan Shedler’in bazı X (Twitter) paylaşımları

    Bu sayfada günümüz psikodinamik psikoterapisinin önemli isimlerinden Jonathan Shedler‘in bazı X paylaşımlarını bulacaksınız. Shedler psikodinamik psikoterapiye ilgi duyanlar için bir rehber olabilir.

    İçerikleri Psikodinamik Psikoterapi Toğluluğu üyelerinden Psikolojik Danışman Mustafa Burak ARABACI çeviriyor. Kendisine teşekkür ediyoruz.

    Alıntı: Ne düşüneceğinizi merak ediyorum: Bazı terapistlerin işlerini çekilmez bulmasının sebepleri neler? Tükenmelerine ve işten ayrılmalarına neden olan şey nedir? Bazı terapistler bundan nasıl kaçınıyor? Başkalarına bundan kaçınmalarına yardımcı olmak için neler tavsiye edersiniz? (Bu konuda beni meraklandıran uzun bir yazıyı sildim)

    Jonathan Shedler: Terapistler gerçekten becerikli/becerili (skilled) olduklarında ve hastaların anlamlı şekillerde değişmelerine süreğen olarak yardımcı olduklarında ve iyileşmelerini gördüklerinde, yaptıkları işi anlamlı ve ödüllendirici buluyorlar. Eğer sürekli olarak hastaların hayatlarında anlamlı bir fark yaratamazlarsa, sonunda kendilerini bitmiş ve tükenmiş hissederler. Bu onların gerçek psikolojik değişimi hedefleyen psikoterapinin mümkün olduğu bir ortamda olduklarını varsayar. Terapistlerin bu kadar çok hasta görmek zorunda olduğu kliniklerde/acentelerde kimseyle anlamlı bir terapi ilişkisi kurabilmeleri mümkün değildir. Veya sağlık sigortacılarının veya diğer bürokrasinin çok fazla izinsiz/müdahalesinin olduğu ve becerikli/becerili (skilled) terapistlerin başka türlü yapabileceklerini bildikleri işi yapamadığı durumlarda. Bu durum tükenmişliğin yanı sıra ahlaki yaralanmalara da yol açmaktadır. Benim gözlemim, terapistlerin, gerçek bir fark yaratmak konusunda sürekli olarak çaresiz hissettiklerinde -ya uzmanlıkları olmadığı için ya da uzmanlıklarını kullanamayacakları bir ortamda oldukları için- işi dayanılmaz olarak deneyimlemeye başladıkları yönündedir. (17 Mayıs 2022)

    Hastalar bize oldukları gibi gelirler ve biz de onlarla orada/o esnada tanışırız. Bizim işimiz onların yapamadıklarını kelimelere dökmek ve böylece meraklarını ve kendileri üzerine düşünme konusunda davetkar olmaktır.

    Örneğin: “Bana güvenebileceğinizden emin olmadığınızı bana bildiriyorsunuz. Ve bunu yapmanız için hiçbir neden yok – ben sizin için bir yabancıyım… “Beni güveninizi daha çok hak eden biri olarak görmenize neyin yol açabileceğini veya beni (güveninizi) daha az hak eden biri olarak görmenize neyin yol açabileceğini anlamama yardım din.”

    Amaç, *sözlerle* konuşulabilecek ve belki birlikte anlaşılabilecek bir şey olarak hastanın endişelerini seans odasına davet etmektir. Veya sessiz kalmak da bir seçenek olabilir (ve terapinin dışında tutulmak ve internette anlayış veya iç görü olmadan hareket etmek). Terapistin bu tür tepki(ler)i iki şeyin edinilmesini sağlar:

    Hastayı düşüncelerini ve duygularını kelimelere dökmeye davet etmenin yanı sıra, savunmadan, merak ve ilgiyle yanıt vererek güvenilirliği (hastayı herhangi bir şeye ikna etmeye çalışmak yerine) *gösteriyor oluyorsunuz. Arka planda çok daha fazlası oluyor. Hasta, geçmişteki bakıcılar veya otorite figürleri tarafından ihanete uğradığını, yanlış anlaşıldığını, reddedildiğini veya saldırıya uğradığını hissetmiş olabilir. Bildiğimiz kadarıyla onu terapiye getiren zorlukların kökeninde bu olabilir. Ama bu (kısmı) daha sonrası için. Henüz o “hasta” olmuş değil. Acil odak noktası onun böyle olmasını (hasta) mümkün kılmaktır. (23 Nisan 2022)

    Bir terapist olarak göreviniz hastalar üzerinde bir gündemi/ajandayı zorlamak, sizin dünya görüşünüze inananlar yaratmak, ikna etmek, caydırmak, onaylamak, onaylamamak, tasdik etmek veya tasdik etmemek değildir. Göreviniz, hastaların kendilerini daha iyi tanımalarına, böylece daha bütünlüklü olmalarına ve hayatı daha özgürce yaşamalarına yardımcı olmaktır; sizin değil, onların (kendi) şartlarına göre. (17 Şubat 2022)

    Tanılayıcı dil neden her zaman (kulağa) damgalayıcı geliyor?

    “Konuşmayı sterilize etmeye yönelik çarpıcı derecede döngüsel bir çaba, psikanalitik geleneğin yaygın şekilde yanlış anlaşılmasına katkıda bulundu. Belirli bir psikolojik terimi türeten kişilerin asıl niyetleri ne olursa olsun, zamanla, belirli durumlara yönelik etiketler kaçınılmaz olarak olumsuz bir anlam taşımaya başlar. Basitçe tanımlayıcı olması için icat edilen -aslında daha önceki değer yüklü kelimelerin yerini almak üzere icat edilen- dil, değerlendirici bir kadro geliştirir ve özellikle sıradan/ciddiyetsiz insanlar tarafından patolojik hale getirecek şekilde kullanılır.

    Bazı konular doğası gereği insanlar için rahatsız edici görünür, ve onlar hakkında ne kadar dikkatli, yargılayıcı olmayan bir dille konuşmaya çalışsak da, bunu yapmak için kullandığımız kelimeler yıllar geçtikçe aşağılayıcı bir tona bürünür olur. Günümüzün ‘antisosyal kişiliği’, bunun bir örneği olarak, ‘ahlaki delilik’ olarak adlandırılıyordu. Daha sonra ‘psikopati’ye, ardından da ‘sosyopati’ye dönüştü.

    Her değişikliğin amacı, rahatsız edici bir olguya tanımlayıcı, sansürsüz bir etiket vermektir. Ancak bu olgunun rahatsız edici gücü, nihayetinde, kavramı ahlaksallaştırma alanının dışında tutmak için icat edilen her kelimeyi kirletti.

    Sorunlu insanlar, her ne sebeple olursa olsun, damgalayıcı olmayan dilin peşindeki bu beyhude kovalamayı kışkırtıyor gibi görünüyor. Psikolojik olmayan terimlerde de ortaya çıkıyor…

    Dili arındırmaya yönelik bu talihsiz projenin bir sonucu, belirli bir psikolojik gelenek ne kadar eskiyse, o kadar olumsuz, yargılayıcıdır ve terminolojisi (kulağa) tuhaf gelir. Psikanalitik terimlerin ruh sağlığı meslekleri içinde ve dışında hızla tüketilmesi, çarpıtılması ve ön yargılı bir şekilde kullanılması, psikodinamik geleneğin belası olmuştur.” —Nancy McWilliams, Psikanalitik Tanı (8 Şubat 2022)

    Öğrendiğim en önemli şeylerden biri: Şiddetli kişilik sorunları (kendisine) *kamuflaj* buluyor.

    Kimse “Ben bir sadistim” ya da “Ben kötü niyetli bir narsistim” diye düşünmüyor. En nefret dolu, yıkıcı dürtülerini doğrulayan ve onları erdem olarak yorumlayan bir inanç sistemi/toplumsal grup buluyorlar. Dünyadaki en zehirli ve nefret dolu insanlar, doğru olduklarına ve doğru olan için savaştıklarına %100 inanıyorlar. Kendi zulmünü serbest bırakmanın, saldırmanın, başkalarına zalimce ve alçakça davranmanın bir yolunu buluyorlar. *Ve kendilerini neşelendirecek müttefikler buluyorlar*, onlar da doğru ve iyi olanın yanında olduklarına inanıyorlar.

    Daha teorik açıklama arayan meslektaşlar için psikolojik süreçler bölme, yansıtma ve yansıtmalı özdeşimdir.

    Bölünmek, kişinin kendi nefret, zalimlik ve yıkıcılık kapasitesini fark etmemesi anlamına gelir. Kişi kendi içindeki kötülüğe karşı kördür. Bunun yerine, kötülüğü belirlenmiş bir başkasının üzerine yansıtır. Ve bu diğer kişi, yansıtma savunması yoluyla, artık kötü ve kötü olan ve yok edilmesi gereken her şeyin deposu olarak görülüyor. Projeksiyon/yansıtma budur. Kişi artık (yansıtma yoluyla) yok edilmesi gereken canavarca biri olarak görülen diğer kişiye kötülüğünü ve nefretini salıvermekte tamamen haklı olduğunu hissediyor. Eğer kendisine yansıtılan kişi provokasyona öfkeyle tepki verirse, bu artık onun ne kadar nefret dolu ve yıkıcı olduğunun bir kanıtı olarak görülüyor (buna “yansıtmalı özdeşim” denir).

    Nihai sonuç ise kişinin inkar edebilmesidir. (Böylelikle) kendi sadistliklerini, zalimliklerini ve nefretlerini aynı anda kısıtlama olmadan sergileyebilir olurlar. Ve bunu yaparken %100 doğrunun yanında ve haklı olduklarını hissedecek bir sistem (düşünce sistemi) kurarlar. (24 Eylül 2021)

    13 Eylül 2021

    Meşru/formel bir terapist Twitter’daki “terapist gibi”ler gibi davranmaz. Biz profesyonel bir terapi ilişkisi kapsamında ofislerimizde çalışan terapistleriz. Twitter’da değil. Twitter’da “terapist gibi” yanıt veren herkesten uzak durun. Zaten anlayışsızlıklarını ve mesleki sınırların eksikliğini gösteriyorlar.

    Şunu düşünün: Bir yabancıya 280 karakterlik bir tweet’e dayanarak hukuki tavsiye veren bir avukat hakkında ne düşünürsünüz? Bir tweet’e dayanarak teşhis koyan/reçete yazan bir doktor mu? Çoğu insan bunun çığlık atan bir kırmızı bayrak olduğunu anlayacaktır. Ancak bazıları psikiyatristlerin/psikologların/terapistlerin Twitter’daki herkesle sanki bizim hastalarımız/müşterilerimizmiş gibi iletişim kurması gerektiğini düşünüyor gibi görünüyor. Hayır. Bu şekilde işlemiyor ve işleyemez de. “Terapistlerin” yapması gereken şeyin bu olduğunu düşünüyorsanız, varsayımlarınızı ciddi şekilde yeniden düşünmenin zamanı gelmiştir. Örnek olarak: Eğer bir hasta kaba ya da düşmanca davrandıysa, muhtemelen benimle ilgili algıları ve deneyimleri de dahil olmak üzere düşüncelerini, duygularını ve deneyimlerini merak ederdim. Canımı acıtan ya da kıran bir şey yapıp yapmadığımı, ya da onların o andaki deneyim ve tepkilerinin geçmişteki bir deneyim ya da başka biriyle olan bir ilişki ya da belki de her ikisinden biriyle renklenip renklenmediğini açık bir soru olarak kabul ederdim. Bu, bir miktar güvenin tesis edildiği ve bu tür bir araştırma ve incelemenin ilişkimizin bir parçası olacağı ve ayrıca neden ve nasıl olduğu konusunda karşılıklı anlayış ve mutabakatın olduğu devam eden bir terapi ilişkisi bağlamında gerçekleşecektir. Bu tür bir araştırmanın, onları terapiye getiren ve yardım aradıkları zorluklar konusunda onlara nasıl yardımcı olabileceğini anlatırdım. Bu ilişki aynı zamanda seanslarımız boyunca kişiye tüm dikkatimi verdiğim, yardım için neden geldiklerini aklımda tuttuğum ve bu yardımı sağlamak için klinik uzmanlığımı elimden gelen en iyi şekilde kullandığım bir ilişki olacaktır. Ve ben de bu çok özel ilgi ve uzmanlığı göstermem için ödeme alıyorum.

    İlişkim olmayan rastgele bir kişinin Twitter’da bana kaba veya düşmanca bir şekilde hitap etmesi durumunda bunların HİÇBİRİ geçerli değildir. Burada göz ardı edilecek veya engelleneceksiniz. Veya ruh halime bağlı olarak, özellikle rahatsız edici bir şey söylerseniz, rahatsız edici bir yanıt alabilirsiniz. Ve bunun böyle olması gerekiyor. Twitter sizin terapi odanız değil. Gerçek psikiyatristler/psikologlar/terapistler Twitter’da terapistiniz gibi davranmayacaklar.

    *başlığa ekleme*

    Yukarıdakilerin ötesinde, terapi ilişkisi, terapistin olup bitenlerle ilgili *mesleki sorumluluğu kabul ettiği* anlamına gelir. Bu bir salon oyunu değil, insanların hayatları. Başladığınız anda ne çıkacağını kimse önceden bilemez. Pandora’nın kutusunu açıyorsun. İnsanlar sürekli olarak sınırlı görünen, zararsız şeyler için yardım istemeye geliyorlar. İşyeri stresi. Uykuya dalmada sorun. Karı veya kocayla bir sorunu çözmekte zorluk çekmek. Kulağa çok basit geliyor. Daha sonra kişinin boşanmaya doğru ilerlediğini anlarsınız. Aile içi istismara karışmış olabilir. Psikotik bir duruma geçişi söz konusu olabilir. İntihara meyilli olabilir. Şiddetli travmanın sonraki etkileriyle uğraşıyor olabilir.

    Hiçbir şey göründüğü kadar basit değildir. Sözde “sorun sunmak” çoğu zaman buzdağının görünen kısmıdır. Yardım isteyen kişi bunun farkında bile olmayabilir. Ancak bir akıl sağlığı uzmanının bunun bir olasılık olduğunu *bilmesi gerekir*.

    [Ruh sağlığı uzmanları] Kapsamlı bir değerlendirmenin nasıl yapılacağını biliyorlar ve işte buradan başlıyorlar; profesyonel ve etik açıdan başlamakla yükümlüler. Kişiyi ve geçmişini bilmeden endişeleri parça parça çözebileceklerini düşünme tuzağına düşmezler. Ortaya çıkabilecek ve çoğu zaman da çıkan tüm beklenmedik şeylerle başa çıkma konusunda nitelikli ve hazırlıklıdırlar. Ortaya çıkan acil durumlarla nasıl başa çıkacaklarını biliyorlar ve onlar için MESLEKİ SORUMLULUK KABUL EDİYORLAR. Bir müdahale kötüye gittiğinde ve ön görülemeyen olumsuz sonuçlara yol açtığında durumlarla nasıl başa çıkacaklarını biliyorlar ve BUNUN İÇİN MESLEKİ SORUMLULUĞU KABUL EDİYORLAR. Ayrıca uzmanlık alanları dışında kaldıklarını ve nasıl ve ne zaman başvuracaklarını da biliyorlar; örneğin bir hastanın ne zaman ara bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğunu da; çünkü başlangıçta zihinsel sağlık sorunu gibi görünen şey nörolojik bir sorun veya tıbbi bir hastalık emaresi olabilir. Küçük ruh hali değişiklikleri gibi görünen, daha önce teşhis edilmemiş bir BEYİN TÜMÖRÜ için ameliyata ihtiyaç duyan hastaların terapi için geldiğini gördüm.

    Meşru/formel akıl sağlığı profesyonelleri tüm bunları biliyor ve birisi görünüşte gelişigüzel bir şekilde küçük ama zararsız bir tavsiye istediğinde neyle karşılaşacaklarını asla bilemeyeceklerini biliyorlar. Ortaya çıkabilecek olaylarla nasıl başa çıkacaklarını biliyorlar. Ve bunun sorumluluğunu üstleniyorlar. Bunu zaten söylemiş miydim? Kendimi tekrarlıyor muyum? Bir nedenden dolayı öyleyim. İnternette yabancılara tavsiye veren bir terapist, HİÇBİR ŞEY için mesleki sorumluluk kabul etmiyordur. Bu, meşru/formel terapistlerin başka hiçbir yerde değil, profesyonel bir ilişki bağlamında ofislerinde terapist olmasının bir başka nedenidir. (13 Eylül 2021)

    Psikoterapide ilerlemenin 10 “hayati belirtisi”

    1. İlişkilerde daha fazla bağlanma güvenliği / güvenlik duygusu/duyumu

    2. Kendinin ve başkalarının daha bütünleşik ve tutarlı deneyimi

    3. Artan kişisel eylemlilik duygusu

    4. Daha gerçekçi ve güvenilir bir özgüven

    5. Daha fazla duygusal dayanıklılık ve duygu düzenleme kapasitesi

    6. Kendinin ve başkalarının içsel deneyimlerini derinlemesine düşünme ve anlama becerisi (“zihinselleştirme”)

    7. Hem bağımsız hem de toplumsal (birbirine bağlı olarak) işleyişte artan konfor

    8. Daha belirgin bir “hayat dolu”luk ve canlılık hissi

    9. Kabullenme, bağışlama ve minnettarlık kapasitesinin artması

    10. Daha olgun ve esnek savunmalara doğru hareket

    *Nancy McWilliams’tan uyarlanmıştır.

    *İnsanlar belirli bir terapi türünün “işe yaradığını” iddia ettiğinde, onlara bu 10 şeyden hangisinin değiştiğini ve kanıtların neler olduğunu sorabilirsiniz. “İşe yarar” derken kastettikleri şeyin terapiden beklediklerinizle çok az ilgisi olduğunu veya hiç alakası olmadığını keşfedebilirsiniz. (2 Eylül 2021)

  • Doğuştan gelen özelliklerimiz: Ne ile doğduk? (12)

    Anahtar kavramlar

    Yaşam hikayesi (life story) doğumdan önce başlar. Ne ile doğduğumuz, şunlardan etkilenir:

    • Kalıtım (genetik ve epigenetik) / (Heredity (genetic and epigenetic)

    • Doğum öncesi gelişim, maruz kalmalar ve olaylar

    • Doğum öncesi olaylar

    • Travmanın (trauma) nesiller arası aktarımı

    Doğum öncesi gelişimin kökenlerini düşündüren yetişkin sorunları ve örüntüleri şunları içerir:

    • Psikiyatrik bozukluklar, özellikle aile geçmişiyle ilişkili olduğunda

    • Çocuklukta başlayan süreğen mizaçla ilgili özellikler (temperamental trait)

    • Doğum öncesi maruz kalma geçmişiyle ilişkili bilişsel ve duygusal zorluklar (Cognitive and emotional difficulty)

    Bu dönemde meydana gelen gelişim hakkında bilgi edinmek, hastalara şu soruları sormayı içerir:

    • Ailede psikiyatrik bozukluklar, mizaç özellikleri ve travma öyküsü

    • Hamilelik veya doğum sırasında olumsuz olaylar ve maruz kalmalar

    • Hamilelik sırasında anne sağlığı ve alışkanlıkları

    Psikodinamik bir formülasyonu düşündüğümüzde, genellikle kişinin ilişkilerinin ve yaşam öyküsünün, kendine özgü sorunlarının ve örüntülerinin gelişimini nasıl etkilediğini düşünürüz. Ancak insanların, ilişkilerinin ve çevrelerinin onları nasıl etkilediği konusunda belirleyici olan benzersiz bir yetenek/donatım ile (unique endowment) doğduklarını giderek daha fazla öğreniyoruz. Dolayısıyla psikodinamik formülasyonu düşündüğümüzde bu yetenek/donatım (endowment) etkisini de dikkate almalıyız. Bu bahsettiğimiz yeteneği, doğduğumuz anda dünyaya getirdiğimiz her şey olarak düşünebiliriz. Söz konusu donatım şunları içerir:

    • Genetik ve kalıtım

    • Annenin hamilelik sırasındaki fiziksel ve duygusal sağlığı da dahil olmak üzere doğum öncesi gelişim

    • Doğum öncesi olaylar

    • Travmanın nesiller arası aktarımı

    Bu bölüm, doğum öncesi (prenatal) ve peripartum (peripartum) dönemlerin yetişkin gelişimine katkı sağladığı bazı yolları gözden geçirmektedir, böylece psikodinamik formülasyonunuzda bu döneme ilişkin fikirleri değerlendirebilir olacaksınız.

    Kalıtım: genetik ve epigenetik

    Boy ve göz rengi gibi fiziksel özellikleri kalıtsal olarak alabileceğimizi biliyoruz ama aynı zamanda düşünme, hissetme ve davranış şeklimizi de miras alabilir miyiz? Bu, henüz tam olarak anlayamadığımız cevabı karmaşık bir sorudur ancak araştırmalar, yetişkinlikteki sorunlarımızın ve örüntülerimizin birçok yönünün, önemli kalıtsal bileşenlere sahip olduğunu giderek daha fazla öne sürüyor. Bunu daha iyi anlamak için iki farklı kalıtım türünü tanımlayalım:

    Genetik kalıtım (genetic inheritance), kişinin ebeveynlerinden miras aldığı genlerin (genotip/genotype) koleksiyonunu ifade eder. Genetik mirasımızdaki değişiklikler, genlerin kendisinde meydana gelen değişiklikler (yani DNA dizimizdeki değişiklikler) yoluyla meydana gelir.

    Epigenetik kalıtım (epigenetic inheritance), genlerimizin aktif veya inaktif (gen ifadesi/dışavurumu)(gene expression) olup olmadığına ilişkin kalıtsal bilgiyi ifade eder. Epigenetik mirasımızdaki değişiklikler, DNA dizisindeki değişikliklerden başka yollarla da meydana gelir (Deans ve Maggert, 2015), örneğin DNA’nın histonlar (histones) adı verilen proteinlerin etrafına nasıl sarıldığı ve belirli genlerin ifade edilme olasılığının az ya da çok olması gibi.

    Bir ebeveynin yaşam deneyimlerinin kalıtsal epigenetik değişikliklere yol açabileceğine dair kanıtlar olduğundan epigenetik kavramı, ebeveynlerin davranışlarının ve yaşam deneyimlerinin çocuklarına nasıl aktarılabileceğini anlamamıza yardımcı olur (Meaney ve Szyf, 2005). Genlerin yetersiz veya aşırı ekspresyonuna yol açabilen bu epigenetik değişikliklerin, yetişkinlerde çeşitli psikiyatrik, otistik ve nörodejeneratif bozukluklara neden olmada rol oynadığı gösterilmiştir (Jirtle ve Skinner, 2007).

    Epidemiyolojik çalışmalar ayrıca doğum öncesi ve erken doğum sonrası çevresel faktörlerin yetişkinlerde çeşitli davranış bozuklukları geliştirme riskini etkilediğine dair kanıtlar sağlamıştır. Örneğin, doğum öncesi açlık koşullarına maruz kalan yetişkinlerde şizofreni görülme sıklığının önemli ölçüde daha yüksek olduğu rapor edilmiştir (St. Clair ve diğerleri, 2005). Hem çevre hem de bireysel yaşam tarzı, sadece rahimde değil yaşam boyunca genomla etkileşime girebilir ve epigenetik değişime neden olabilir (Heijmans ve diğerleri, 2008).

    Psikiyatrik bozukluklar

    İkizlerle yapılan çalışmalar, evlat edinmeye dair ve aileye dair çalışmalar, duygudurum ve anksiyete bozuklukları, psikotik hastalıklar, dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve otizm dahil olmak üzere birçok psikiyatrik bozuklukta kalıtımın rolünü uzun süredir desteklemektedir (Hyman, 2000; Plomin ve ark., 1994). Moleküler genetik artık bunun için ikna edici ve destekleyici kanıtlar sunmaktadır (Byrne ve diğerleri, 2020; Ferreira ve diğerleri, 2008; Kang ve diğerleri, 2011; Lee ve diğerleri, 2021; Ripke ve diğerleri, 2011; Sklar ve diğerleri, 2011; Sullivan, 2010). Etkilenen bir ebeveynin çocuğunda mutlaka ebeveynin bozukluğunun gelişmesi beklenmese de, bir ebeveynde psikopatolojinin duyulması klinisyeni olası bir genetik katkı konusunda uyarmalıdır. Örneğin, eğer bir kişi mevcut yaşam stres etkeni bağlamında depresyon gösteriyorsa ve ailede depresyon olduğunu söylüyorsa, bu genetik bir yatkınlığa işaret ediyor olabilir.

    Mizaç

    Bir hasta “Ben her zaman utangaç bir insandım” diyor. “Annem ve babam, yürüyebildiğim andan itibaren annemin arkasına saklandığımı söylüyor.” İnsanların kendilerinin veya aile üyelerinin hatırlayabildiğinden beri sahip olduklarını bildirdikleri kişisel özellikleri duymak, onların mizaç (temperament) ile ilgili özellikleri tanımlayıp tanımlamadıklarını merak etmemize neden olmalı. Mizacı, şunlar gibi kalıtsal, biyolojik temelli yanıt verme ve davranış kalıpları olarak tanımlayabiliriz:

    • En erken bebeklik döneminden itibaren mevcut olan(lar)

    • Durumlar arasında tutarlı

    • Zaman içinde nispeten stabil (Bratko ve diğerleri, 2017; Rothbart, 2011)

    Bilim insanları mizaç farklılıklarının yüzde 20-60’ının genetik faktörler tarafından belirlenebileceğini söylüyor (Bouchard ve diğerleri, 1990; Bratko ve diğerleri, 2017; Power & Pluess, 2015; Rothbart, 2011). Epigenetik değişiklikler de bu faktörlere katkıda bulunabilir. Çeşitli mizaç stillerinin gelişim boyunca oldukça tutarlı olduğu gösterilmiştir. Örneğin, Kagan (2010), tanıdık olmayan uyaranlara verdikleri rahatsız edici tepkiler nedeniyle ketlenmiş mizaca (inhibited temperament) sahip olarak tanımladığı dört aylık bebeklerin, mizaçları ketlenmemiş (uninhibited temperament), mizaçları normal olan ve tanıdık olmayan uyaranlara sakince tepki veren bebeklere göre yedi yaşına kadar kaygı belirtileri geliştirme olasılıklarının önemli ölçüde daha yüksek olduğunu bulmuştur. (Kagan ve diğerleri, 2007). Bu mizaç ayrımlarının ergenlik dönemindeki davranışın yanı sıra erken yetişkinlik döneminde amigdala ile ilgili MRI bulgularını da öngördüğü bulunmuştur (Schwartz ve diğerleri, 2003).

    Diğer çalışmalarda Thomas ve ark. (1963) kolay, zor ve yavaş ısınan/alışan (slow-to-warm-up) mizaçların yaşamın ilk 7-8 yılı boyunca oldukça istikrarlı olduğunu bulmuşlardır. Heyecan/duyum arayışı ve kaçınma (sensation seeking and avoidance), kalıtsal görünen ve biyolojik belirteçlerle bağlantılı görünen diğer mizaç özellikleridir (Zald ve diğerleri, 2008; Zuckerman, 1991, 2007). Son olarak nörobiyolojik çalışmalar, dürtüsel saldırganlığın (impulsive aggressivity) köklerinin duyguları düzenleyen kalıtsal mekanizmalardan kaynaklanabileceğini göstermiştir (Coccaro ve Siever, 2007; Frankle ve diğerleri, 2005; Hoermann ve diğerleri, 2011; Siever, 2008). Bu çalışmalar, “uyumsuz savunmalar (maladaptive defence)” olarak kabul edilen birçok özelliğin, insanların kendilerine en çok fayda sağlayacak şekilde hareket etmesini zorlaştıran, genetik temelli, bozuk beyin işleyişi ile ilgili olabileceğini öne sürüyor (Hoermann ve diğerleri, 2011).

    Bir yıl içinde üç kez aşırı hız cezası aldıktan sonra terapiye başvuran bir kişi, tercih ettiği boş zaman etkinliklerinin bungee jumping ve tek başına kaya tırmanışı olduğunu söylüyor. 10 aylıkken beşikten tırmandığının söylendiğini bildiriyor, bu da heyecan arayan bir mizaca sahip olabileceğini gösteriyor. Peki dünyaya tepki vermenin bu erken dönemlerdeki yolları yetişkin kişiliğimizde belirleyici rol oynuyor mu? Şart değil. Bazı mizaç türleri zaman içinde oldukça sabit kalsa da, bakıcılarla erken etkileşimler ve diğer yaşam deneyimleri de dahil olmak üzere çevresel faktörler mizaçta önemli değişikliklere neden olabilir. Örneğin, bakıcılar mizaçları kısıtlı bir bebeği yavaş yavaş yeni durumlara ve zorluklara maruz bırakırsa, çocuğun alışılmamış olanlardan kaçınma eğilimini değiştirebilirler (Cicchetti ve diğerleri, 1991, s. 15-48; Partridge, 2003). Yine, dünyaya tepki vermenin bu erken yolları yetişkin davranışını mutlaka öngörmese de, bir hasta bebekliğinden beri oldukça istikrarlı olan karakteristik davranış örüntülerini tanımladığında, bunların mizaç özellikleri olup olmadığını düşünmeye değer.

    Prososyal özellikler

    Çocuklar, başkalarının yararını gözeten tutum ve davranışlar sergileme derecelerine göre belirgin biçimde farklılık gösterirler. Promososyal/toplum yanlısı (prosocial trait) özellikler olarak adlandırılan bu özellikler arasında paylaşma, sosyal ilgi, nezaket, yardım etme ve başkalarına karşı empatik ilgi yer alır (bkz. Bölüm 10). Son araştırmalar, hem genetik hem de çevresel faktörlerin bu değişkenliğe katkıda bulunduğunu göstermektedir (Eisenberg ve ark., 2015; Knafo-Noam ve ark., 2015). Örneğin, oksitosin reseptör genindeki varyasyonların empati için başlangıçtaki genetik yatkınlığa yol açabileceğine ve dolaylı olarak gelişim boyunca prososyal davranış eğilimini tahmin etmeye yarayabileceğine dair bazı kanıtlar mevcuttur (Christ ve diğerleri, 2016; Shang ve diğerleri, 2017).

    Doğum öncesi gelişim

    Yeteneklerimize/donatımlarımıza (endowment) katkısı bulunan tek şey genler değildir. Fetüsün beyninin, annenin uyguladığı, içtiği ve belki de her şey dahil olmak üzere bir dizi başka faktörden etkilendiği dokuz uzun ay vardır. Aşağıda, fetal beyin gelişimi üzerindeki en yaygın etkiler sıralanmıştır:

    Annesel alışkanlıklar (maternal habits)

    Rahim içinde iken, alkole veya sigara dumanına maruz kalmanın, daha sonraki yaşamda çeşitli bilişsel ve duygusal zorluklar için bir risk faktörü olduğu uzun zamandır bilinmektedir (Huizink ve Mulder, 2006; Milberger ve diğerleri, 1996; Nichols ve Chen, 1981; Zammit ve diğerleri, 2009). ). Hamilelik sırasında sigara içen kadınların çocuklarında DEHB riskinin iki ila dört kat arttığı bulunmuştur (Huizink ve Mulder, 2006; Lindblad ve Hjern, 2010; Obel ve diğerleri, 2011) ve ayrıca şüpheli veya kesin psikotik semptomlar da buna dahildir (Zammit ve diğerleri, 2009).

    Zihinsel engelliliğin bilinen en yaygın nedeni olan doğum öncesi alkole maruz kalma, daha hafif düzeyde ama yine de önemli bilişsel sorunlara ve öğrenme sorunlarına neden olabilir ve fetal alkol sendromuyla ilişkilendirildiğinde çeşitli psikiyatrik bozukluklara neden olabilir (Famy ve ark. 2013). , 1998; Fryer ve diğerleri, 2007; Steinhausen ve Spohr, 1998; Streissguth ve diğerleri, 2004). Bu etiyoloji, annede alkol kötüye kullanımı öyküsü olan, öğrenme güçlüğü ve DEHB gibi sorunlarla başvuran hastalarda olası bir katkıda bulunan faktör olarak düşünülmelidir.

    Annenin fiziksel ve duygusal sağlığı (maternal physical ve emotional health)

    Araştırmacılar, bir kadının hamilelik sırasındaki fiziksel sağlığının, çocuğunun daha sonraki sorunlarını ve örüntülerini etkileyebileceğine dair giderek daha fazla kanıt buluyor. Viral ve paraziter hastalıkların yanı sıra hamile annedeki yetersiz beslenme, yetişkinlikte çeşitli bilişsel ve duygusal zorlukların daha sonraki gelişimiyle ilişkilendirilmiştir (Blaser ve diğerleri, 2001; Brown ve diğerleri, 2001, 2004, 2005; Brown ve Susser, 2008; Chess ve diğerleri, 1971; Kodesh ve diğerleri, 2021; Libbey ve diğerleri, 2005; Lim ve diğerleri, 1995; Mednick ve diğerleri, 1988; Moreno ve diğerleri, 2011; Yamashita ve diğerleri. , 2003). Otizmin birden fazla faktörden kaynaklanması muhtemel olsa da, konjenital viral enfeksiyonlar da otizmin gelişmesinde bir rol oynayabilir (Libbey ve diğerleri, 2005; Yamashita ve diğerleri, 2003). Doğum öncesi HIV kapmış çocuk ve ergenlerde yüksek oranda anksiyete bozuklukları, DEHB, davranış bozukluğu ve karşıt olma karşı gelme bozukluğu tanımlanmıştır (Mellins ve diğerleri, 2009).

    Bir kişinin ebeveynlerinin duygusal sağlığının onların gelişimini nasıl etkilediğini düşünmeye alışkınız, ancak annenin hamilelik sürecindeki sıkıntılarını da, özellikle algılanan stresi, yaşam olaylarını, depresyonu ve kaygıyı da dahil etmemiz gerektiğini öğreniyoruz. (Monk ve diğerleri, 2019). Son araştırmalar, hamilelik sırasında yüksek düzeyde kaygı ve stres yaşayan annelerin çocuklarında DEHB, kaygı, depresyon, otizm ve şizofreni dahil olmak üzere çeşitli psikiyatrik durumlara yakalanma riskinin yüksek olduğunu göstermektedir (Halligan ve diğerleri, 2007; Hunter ve diğerleri). ., 2012; Karg ve diğerleri, 2011; Khashan ve diğerleri, 2011; Rice ve diğerleri, 2007, 2010; Van den Bergh ve diğerleri, 2008; Welberg ve Seckl, 2001).

    Erken doğum ve doğum öncesi beyin hasarı

    Son olarak, kişinin doğumunda yaşanan olayların da onun gelişimini etkileyebileceğini unutmamalıyız. Prematüre doğum ve düşük doğum ağırlığı, serebral palsi, otizm ve zihinsel engellilikten DEHB, tik bozukluğu ve obsesif kompulsif bozukluğa (OKB) kadar çeşitli durumların oluşma riskini artırır (Botting ve diğerleri, 1997; Bhutta ve diğerleri, 2002; Lindström) ve diğerleri, 2011; Pasamanick ve diğerleri, 1956; Pinto-Martin ve diğerleri, 2011; Vanderbilt ve Gleason, 2010; Whitaker ve diğerleri, 1997, 2001). Doğum sırasındaki hipoksiden kaynaklanan beyin travması, doğum sürecinin mekanik travması veya obstetrik komplikasyonlar da daha sonraki psikopatolojinin gelişiminde rol oynayabilir (Beauchaine ve ark., 2008; Dalman, 2001; Geddes ve Lawrie, 1995; Mittal ve diğerleri, 2008; Rosso ve Cannon, 2003).

    Doğa ve yetiştirme-iki yönlü bir sokak

    Daha sonraki bilişsel ve duygusal zorluklarımızın kesin kökenleri bilinmemekle birlikte, araştırmalar bunların “doğa (nature)” ve “yetiştirme (nurture)”nin bir kombinasyonundan kaynaklandığını ileri sürüyor -karmaşık, birden fazla gendeki varyasyonlar ve çevre arasındaki karşılıklı etkileşimi etkileyen etkileşimler. Bunlara genellikle gen-çevre etkileşimleri (gene by environment interactions) denir (Duncan ve Keller, 2011). Sahip olduğumuz yeteneklerin/donatımlarımızın (endowment) bakıcılarla olan ilk deneyimlerimizin kalitesini etkileyebileceği ve bu ilişkiler ve diğer çevresel faktörler tarafından değiştirilebileceği uzun zamandır bilinmektedir. Örneğin, kolayca irkilen, sık sık ağlayan ve sakinleştirilmesi zor olan bir bebek, güvensiz ve depresif bir annenin zaten sınırlı olan rezervlerini aşabilir ve daha sonra çocuktan uzaklaşarak bebeğin sıkıntısını daha da artırabilir. Erken ebeveyn bakımının kalitesi, gelişmekte olan bebeğin strese karşı davranışsal ve nöroendokrin tepkilerini düzenleyen genlerin ifadesini bile değiştirebilir (Bagot ve Meaney, 2010; McGowan ve diğerleri, 2009).

    Travmanın nesiller arası aktarımı

    Kölelik, savaş, kıtlık ve soykırım gibi travmaların etkilerinin epigenetik mekanizmalar yoluyla nesiller boyunca aktarılabileceği teorisine ilgi artıyor. Her ne kadar çalışmalar insanlarda bunu henüz göstermemiş olsa da (Yehuda ve Lehrner, 2018), hayvan modellerindeki bulgular, epigenetik mekanizmaların yalnızca doğum sonrası değil aynı zamanda rahimde iken (in utero) ve hatta mikrop üzerindeki gebelik öncesi hücre çizgisi etkilerinin yoluyla anne ve baba travmasının bulaşmasında (implication) rol oynadığını göstermiştir. (Jawaid ve diğerleri, 2018; Yehuda ve Lehrner, 2018). İnsanlarda yapılan çeşitli çalışmalar, ebeveyn travma sonrası stres bozukluğunun (PTSD) yavrularda TSSB gelişimi ile güçlü bir ilişkisi olduğunu ve hipotalamus-hipofiz-adrenal (HPA) eksenindeki biyolojik değişikliklerin iletilmesiyle ilişkili olduğunu ileri sürmüştür (Bowers & Yehuda) , 2016; Curry, 2019; Perroud ve diğerleri, 2014).

    Daha geniş bir sosyo-kültürel perspektiften bakıldığında, kölelik, sömürgecilik veya soykırım gibi kolektif travmalar, yalnızca geçmişte kalan ve bazı kalıcı etkilere sahip olabilecek faktörler değil, aynı zamanda fiziksel ve psikolojik refahı ve sosyal fırsatları şekillendiren süregelen baskıcı güçlerdir (Syed. ve Fish, 2018). Brave Heart ve ark. (2011) tarihsel travmayı “büyük grup travmasından kaynaklanan, yaşam süresi de dahil olmak üzere nesiller boyunca kümülatif duygusal ve psikolojik yaralanma” olarak tanımladı (s. 283). Tarihsel travma, nesiller boyunca belirli bir kültür içindeki bireylerin daha geniş toplumsal inançlarını ve kimlik gelişimini şekillendirir. Siyah topluluklardaki bazıları için, köleleştirme ve Beyaz ırkçılığıyla ilgili yüzyıllarca süren ele alınmamış travmanın etkisi hala açıktır ve devam eden sosyal adaletsizliğin yanı sıra epigenetik mekanizmalarla da ilişkili olduğu kanıtlanabilir (DeGruy, 2017; Jackson ve diğerleri, 2018). )

    Psikolojik sağlamlık (Resilience)

    Daha sonraki zorluklara karşı duyarlılığımız (susceptibility) yalnızca genetik ve doğum öncesi gelişimle ilgili olmayabilir; araştırmacılar artık dayanıklılık/rezilyans (resilience) kapasitemizin aynı zamanda kalıtsal olabileceğini de buluyorlar (Horn ve diğerleri, 2016; Jackson ve diğerleri, 2018). Sinapslardaki serotonin hareketini düzenleyen bir proteini (birçok antidepresanın hedefi olan serotonin taşıyıcısı) kodlayan gendeki farklılıklar, stresli yaşam deneyimlerinden sonra neden yalnızca belirli kişilerin ciddi depresyon geliştirdiğini açıklayabilir (Caspi ve diğerleri, 2003, 2010; Wankerl ve ark., 2010), nörotransmiterlerin metabolizmasını düzenleyen genlerdeki farklılıklar, esrar kullanan bazı gençlerin yetişkinlerde ve diğerlerinde görülmezken neden psikotik hastalıklar geliştirdiğini açıklayabilir (Caspi ve ark., 2005). Bu nitelikteki genetik farklılıklar aynı zamanda bireyin erken çocukluk döneminde kötü muameleye ve travmaya verdiği tepkiyi de etkileyebilir (Belsky ve diğerleri, 2009; Caspi ve diğerleri, 2002; Kim-Cohen ve diğerleri, 2006; Kloke ve diğerleri, 2011; Reif ve diğerleri, 2007; Taylor ve diğerleri, 2006). Dayanıklılık üzerine yakın zamanda yapılan genom çapında bir ilişkilendirme çalışması, genom çapında birçok önemli polimorfizmi ortaya çıkarmıştır (Maul ve diğerleri, 2020; Stein ve diğerleri, 2019).

    Doğum öncesi bir kökeni olabileceğine işaret eden yetişkin sorun ve örüntüleri

    Erişkinlerde görülen birçok sorun ve örüntü, doğum öncesi bir kökene işaret eder:

    • Psikiyatrik bozukluklar, özellikle çocuklukta başlıyorsa ve/veya aile öyküsüyle ilişkiliyse

    • Yine çocuklukta başlayan, ketlenme, heyecan arama veya kaçınma ve dürtüsel saldırganlık gibi sabit mizaç özellikleri

    • Doğum öncesi maruz kalma geçmişiyle birlikte bilişsel ve/veya davranışsal sorunlar

    Bilhassa erken çocukluk döneminde başlayan ve/veya aile öyküsüyle ilişkili psikiyatrik bozukluklar

    Hank, “sosyal izolasyon” olarak adlandırdığı sorunla ilgili yardım arayan boşanmış bir bilgisayar programcısıdır. Sadece kendisini ilgilendiren ezoterik konular üzerine sürekli ders vererek eski karısını çılgına çevirdiğini ve iş dışında çok az arkadaşının olduğunu belirtiyor. Çocukken son derece zeki sayılırdı ama “ilginç”ti, sınıf arkadaşlarının çoğuyla iletişim kuramıyordu ve oyun alanında diğer çocuklara yaklaşıp “Yedi çarpı yedi eşittir 49” dediği zaman acımasızca alay ediliyordu. Ve ekliyor: “Annem de benim gibidir. Hatta 16. kromozomda da aynı dengeli translokasyona sahibiz.”

    Hank’in yaşam boyu sosyal becerilerden yoksun olması, sosyal iletişim sorunları, belirli konulara aşırı meşgul olması ve annesinde benzer zorluklarla ilgili aile öyküsü, onun sosyal izolasyonunun genetik temelli otizm spektrum bozukluğuyla ilişkili olabileceğini düşündürüyor.

    Sabit mizaç özellikleri

    Iris, “mülakat fobisi” konusunda yardım arayan bir üniversite mezunudur. Yakın zamanda, mülakatlarda “donup kaldığı” için “fazlasıyla vasıflı” (way overqualified) olduğunu düşündüğü bir dizi pozisyon için reddedildi. Iris her zaman çekingen ve sessiz olduğunu hatırlıyor. Annesi ona, bebekken yabancı bir yerde halının üzerine yatırıldığında ağladığını, iki yaşında bir bebekken ise tanımadığı biri kapıya geldiğinde ağladığını anlatmıştı.

    Iris’in “mülakat fobisi”, yaşam boyu süren mizaçsal ketlenme örüntüsünün bir tezahürü olabilir.

    Doğum öncesi maruz kalma geçmişi olan bilişsel ve/veya davranışsal sorunlar

    Şu anda 20’li yaşlarında olan Josh, iş yaşantılarında zorluk yaşaması problemi ile geldi. “Okulda bir nevi numara yaptım ama artık konu işim olduğu için artık bu dikkatsiz hataları yapamam.” Anaokulundan bu yana ciddi akademik ve davranış sorunları yaşadığını ve bir ara kendisine DEHB tanısı konulduğunu söylüyor. Görüşme sırasında bir paket sigara paketi çıkarıyor ve soruyor: “Bir sakıncası var mı? Biliyorum… bu korkunç bir alışkanlık ama liseden beri günde iki paket sigara içiyorum. Bir duman bulutunun içinde büyüdüm; annem tamamen bağımlıydı. Geçen yıl akciğer kanserinden öldü.”

    Josh’un DEHB geçmişi diğer risk faktörleriyle ilişkili olabilir, ancak muhtemelen doğum öncesi dönemde sigara dumanına maruz kalması da buna katkıda bulunmuş olabilir.

    Doğum öncesi döneme dair yaşam öyküsünü öğrenme

    Bir insanın doğmadan önceki zamanlarını nasıl öğrenirsiniz? Bir çocuğun tedavisinde ebeveynler öyküyü vermek için devreye girer ancak yetişkinlerin tedavisinde genellikle onların bildiklerine ve bize anlattıklarına güvenmek zorundayız.

    Ailedeki psikiyatrik bozuklukların ve mizaç özelliklerinin öyküsü

    Bunun, genellikle bize sadece çekirdek aileleri hakkında bilgi veren geniş aile hastaları hakkında soru sormayı da içermesi gerektiğini unutmayın.

    Ailede duygudurum bozukluğu, kaygı bozukluğu ya da psikotik bozukluk geçmişi olan herhangi biri var mı?

    Geniş aileden herhangi biri psikiyatrik bir sorun nedeniyle hastaneye kaldırıldı mı?

    Geniş aileden herhangi biri hiç intihara teşebbüs etti mi veya intihar etti mi?

    Ailede hiç madde kullanan var mı/oldu mu?

    Kişinin, ketlenmiş veya heyecan/duyum arayan bir mizaç gibi belirli bir mizaca sahip olduğu görülüyorsa, aşağıdakileri sorabilirsiniz:

    Ailede bu özelliklere sahip başka biri var mı?

    Aile üyeleriniz onlara başka bir aile üyesini hatırlattığınızı mı düşünüyor?

    Prematürite (erken doğmuş olmak) ve doğum

    Erken mi doğmuşsunuz? Eğer öyleyse, kaç haftalıkken? Küvözde miydiniz? Ne kadar süreliğine?

    Annenizin size hamileliği sırasında herhangi bir hastalık geçirip geçirmediğini biliyor musunuz?

    Doğumdan hemen sonra herhangi bir ameliyat geçirdiniz mi? Ne için olduklarını biliyor musunuz? Doğduğunuzdan bu yana yaşadığınız herhangi bir tıbbi sorununuz var mı?

    Ailenizde herhangi bir genetik bozukluk var mı?

    Anne(nin) (materanal) alışkanlıkları ve sağlık

    Yetişkin hastalarınız rahimdeyken herhangi bir toksik maddeye maruz kalıp kalmadıklarını bilmeseler bile, annelik alışkanlıklarını sormak size bunun bir olasılık olup olmadığı konusunda fikir verebilir.

    Anneniz küçükken sigara içiyor muydu, alkol ya da uyuşturucu kullanıyor muydu? Peki ya şimdi?

    Annenizin iyi beslenmemesi ya da size hamileyken hasta olmuş olması ihtimali var mı?

    Annenizin size hamileyken depresyonda veya çok fazla stres altında olabileceğini hiç duydunuz mu? Koşullar nelerdi?

    Biyolojik ebeveynlerini tanımayan yetişkinlerden hayat hikayesini öğrenmek

    Yardımla üreme (assisted reproduction) çağında giderek daha fazla hasta muhtemelen biyolojik ebeveynlerini tanımayacak. Bu, genellikle evlat edinilenler için geçerliydi, ancak artık sperm ve yumurta bağışı ve hamileliği taşımak için taşıyıcı anne kullanımı giderek daha yaygın hale geliyor.

    Bazı insanlar donörün genetik geçmişi ya da taşıyıcı annenin hamilelik koşulları hakkında bazı bilgilere sahip olabilir, ancak çoğu kişi bu bilgiye sahip olamayacaktır. Bazıları bir ebeveyn hakkında bilgiye sahipken diğeri hakkında bilgi sahibi olmayabilir. Ancak hastanın doğum koşullarını öğrenmek her zaman önemlidir. Aşağıdaki gibi sorular yardımcı olabilir:

    Sizi biyolojik anne babanız mı büyüttü?

    Değilse, bunun nasıl ortaya çıktığı hakkında bana daha fazla bilgi verebilir misiniz?

    13. Bölümde, kişinin ilk yıllarını ele alırken doğadan yetiştirmeye geçiyor ve ilişkilerin sonraki gelişimini ve yetişkin ilişkilerini nasıl şekillendirdiğine odaklanıyor olacağız.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenciler tarafından veya sınıf ortamında yapılabilir.

    Aşağıdaki örneği okurken doğum öncesi faktörlerin Nel’in getirdiği sorun ve örüntülere olası katkısını düşünün:

    Nel, ilk panik atağını geçirdikten sonra başvurduğunda 22 yaşında idi. Size, donör yumurtası ve babasının spermi kullanılarak yapılan taşıyıcı annelik hamileliğinin ürünü olduğunu söylüyor. Zengin ve tanıştıklarında 40’lı yaşlarında olan ebeveynleri, yıllarca çocuk sahibi olmak için uğraştı ama sonuç alamadı. Ona, seçtikleri taşıyıcı annenin hamilelik sırasında sigara veya içki kullanmadığını ve hamilelik boyunca mükemmel beslenmeyi sürdürdüğünü söylediler. Nel’in annesine göre taşıyıcı annenin hamileliği, doğumu ve Nel’in doğumu sırasında herhangi bir sorun yaşanmadı. Ancak annesi şöyle dedi: “Baban her şey olup biterken enkaz halindeydi! Hamilelik için bir başkasına güveneceğimize (trust) inanamadı. Bir şeylerin ters gideceğinden emindi. Aylardır uyumuyor.” Babasının ailesinde bilinen herhangi bir psikiyatrik hastalık öyküsü yoktur.

    Yorum

    Nel’in baba tarafından akrabaları üzerinden bilinen bir aile öyküsü yok ve Nel’in yetişkinlikte anksiyete bozukluğu geliştirme riskini artırabilecek doğum öncesi gelişim veya doğumda bilinen herhangi bir sorun yok. Ancak Nel’in babasında anksiyete belirtileri olabilir ve bu nedenle Nel’in anksiyete bozukluğuna duyarlılığının (susceptibility) kalıtsal olması da mümkündür. Yumurta donöründe duygusal zorlukların yeterince taranmamış olması da mümkündür; bu durumda bunu göz ardı etmek çok zordur.

    Ayrıntılar
    1. Bagot, R. C., & Meaney, M. J. (2010). Epigenetics and the biological basis of gene x environment interactions. Journal of the American Academy of Child and Adolescent Psychiatry, 49(8), 752–771. https://doi.org/10.1016/j.jaac.2010.06.001
    2. Beauchaine, T. P., Hinshaw, S. P., & Gatzke-Kopp, L. (2008). Genetic and environmental influences on behavior. In T. P. Beauchaine & S. P. Hinshaw (Eds.), Child and adolescent psychopathology (pp. 58–92). Wiley.
    3. Belsky, J., Jonassaint, C., Pluess, M., Stanton, M., Brummett, B., & Williams, R. (2009). Vulnerability genes or plasticity genes? Molecular Psychiatry, 14, 746–754. https://doi.org/10.1038/mp.2009.44
    4. Bhutta, A. T., Cleves, M. A., Casey, P. H., Cradock, M. M., & Anand, K. J. S. (2002). Cognitive and behavioral outcomes of school-aged children who were born preterm. Journal of the American Medical Association, 288(6), 728–737. https://doi.org/10.1001/jama.288.6.728
    5. Blaser, S., Venita, J., Becker, L.,  Ford-Jones, E.L. (2001). Neonatal brain infection. In M. Rutherford (Ed.), MRI of the neonatal brain (4th ed., pp. 201–224). W.B. Saunders Ltd.
    6. Botting, N., Powls, A., Cooke, R., & Marlow, N. (1997). Attention deficit hyperactivity disorders and other psychiatric outcomes in very low birth weight children at 12 years. Journal of Child Psychology and Psychiatry, 38(8), 931–941. https://doi.org/10.1111/j.1469-7610.1997.tb01612.x
    7. Bouchard, T. J., Lykken, D. T., McGue, M., Segal, N. L., & Tellegen, A. (1990). Sources of human psychological differences: The Minnesota study of twins reared apart. Science, 250(4978), 223–228. https://doi.org/10.1126/science.2218526
    8. Bowers, M. E., & Yehuda, R. (2016). Intergenerational transmission of stress in humans. Neuropsychopharmacology, 41, 232–244. https://doi.org/10.1038/npp.2015.247
    9. Bratko, D., Butkovic, A., & Vukasovic, T. (2017). Heritability of personality. Psychological Topics, 26(1), 1–24. https://doi.org/10.1037/bul0000017
    10. Brave Heart, M. Y. H., Chase, J., Elkins, J., & Altschul, D. B. (2011). Historical trauma among indigenous peoples of the Americas: Concepts, research, and clinical considerations. Journal of Psychoactive Drugs, 43(4), 282–290. https://doi.org/10.1080/02791072.2011.628913
    11. Brown, A. S., Begg, M. D., Gravenstein, S., Schaeffer, C. A., Wyatt, R. J., Bresnahan, M., Babulas, V. P., & Susser, E. S. (2004). Serologic evidence of prenatal influenza in the etiology of schizophrenia. Archives of General Psychiatry, 61(8), 774–780. https://doi.org/10.1001/archpsyc.61.8.774
    12. Brown, A. S., Cohen, P., Harkavy-Friedman, J., & Babulas, V. P. (2001). Prenatal rubella, premorbid abnormalities, and adult schizophrenia. Biological Psychiatry, 49(6), 473–486. https://doi.org/10.1016/S0006-3223(01)01068-X
    13. Brown, A. S., Schaefer, C., Quesenberry, C., Liu, L., Bubalas, V. P., & Susser, E. S. (2005). Maternal exposure to toxoplasmosis and risk of schizophrenia in adult offspring. American Journal of Psychiatry, 162, 767–773. https://doi.org/10.1176/appi.ajp.162.4.767
    14. Brown, A. S., & Susser, E. S. (2008). Prenatal nutritional deficiency and risk of adult schizophrenia. Schizophrenia Bulletin, 34(6), 1054. https://doi.org/10.1093/schbul/sbn096
    15. Byrne, E. M., Zhu, Z., Wray, N. R., Skene, N. G., Bryois, J., Pardinas, A., Stahl, E., Smoller, J. W., Rietschel, M., Bipolar Working Group of the Psychiatric Genomics Consortium, Major Depressive Disorder Working Group of the Psychiatric Genomics Consortium, Owen, M. J., Walters, J. T. R., O’Donovan, M. C., McGrath, J. G., Hjerling-Leffler, J., Sullivan, P. F., Goddard, M. E., Visscher, P. M., . . . Wray, N. R. (2020). Conditional GWAS analysis to identify disorder-specific SNPs for psychiatric disorders. Molecular Psychiatry, 26, 2070– 2081. https://doi.org/10.1038/s41380-020-0705-9
    16. Caspi, A., Hariri, A. R., Holmes, A., Uher, R., & Moffitt, T. E. (2010). Genetic sensitivity to the environment: The case of the serotonin transporter gene and its implications for studying complex diseases and traits. American Journal of Psychiatry, 167(5), 509–527. https://doi.org/10.1176/appi.ajp.2010.09101452
    17. Caspi A., McClay, J. Moffit, T.E., Mill, J., Martin, J., Craig, I.W., Taylor, A., Poulton, R. (2002). Role of genotype in the cycle of violence in maltreated children. Science, 297(5582), 851–854. https://doi.org/10.1126/science.1072290
    18. Caspi, A., Moffitt, T. E., Cannon, M., McClay, J., Murray, R., Harrington, H., Taylor, A., Arseneault, L., Williams, B., Braithwaite, A., Poulton, R., & Craig, I. W. (2005). Moderation of the effect of adolescent-onset cannabis use on adult psychosis by a functional polymorphism in the catechol-O-methyltransferase gene: Longitudinal evidence of a gene X environment interaction. Biological Psychiatry, 57(10), 1117–1127. https://doi.org/10.1016/j.biopsych.2005.01.026
    19. Caspi, A., Sugden, K., Moffitt, T. E., Taylor, A., Craig, I. W., Harrington, H., McClay, J., Mill, J., Martin, J., Braithwaite, J., & Poulton, R. (2003). Influence of life stress on depression: Moderation by a polymorphism in the 5-HTT gene. Science, 301(5631), 386–389. https://doi.org/10.1126/science.1083968
    20. Chess, S., Korn, S., & Fernandez, P. (1971). Psychiatric disorders of children with congenital Rubella. Brunner/Mazel Publishers.
    21. Christ, C., Carlo, G., & Stoltenberg, S. (2016). Oxytocin receptor (OXTR) single nucleotide polymorphisms indirectly predict prosocial behavior through perspective taking and empathic concern. Journal of Personality, 84(2), 204–213. https://doi.org/10.1111/jopy.12152
    22. Cicchetti, D., Ganiban, J., & Barnett, D. (1991). Contributions from the study of high-risk populations to understanding the development of emotion regulation. In J. Garber & K. A. Dodge (Eds.), The development of emotion regulation and dysregulation (pp. 15–48). Cambridge University Press.
    23. Coccaro, E. F., & Siever, L. J. (2007). Neurobiology. In J. M. Oldham, A. E. Skodol, & D. S. Bender (Eds.), The american psychiatric publishing textbook of personality disorders (pp. 155–171). American Psychiatric Publishing, Inc.
    24. Curry A. A painful legacy. Science. 2019 Jul 19;365(6450):212-215. doi: 10.1126/science. 365.6450.212. PMID: 31320518.
    25. Dalman, C. (2001). Signs of asphyxia at birth and risk of schizophrenia: Population-based case-control study. The British Journal of Psychiatry, 179(5), 403–408. https://doi.org/10.1192/bjp.179.5.403
    26. Deans, C., & Maggert, K. A. (2015). What do you mean, “epigenetic”? Genetics, 199(4), 887–896. https://doi.org/10.1534/genetics.114.173492
    27. DeGruy, J. (2017). Post traumatic slave syndrome: America’s legacy of enduringiinjury and healing (Rev. ed.). Joy Degruy Publications, Inc.
    28. Duncan, L. E., & Keller, M. C. (2011). A critical review of the first 10 years of candidate gene-by-environment interaction research in psychiatry. American Journal of Psychiatry, 168(10), 1041–1049. https://doi.org/10.1176/appi.ajp.2011.11020191
    29. Eisenberg, N., Spinrad, T. L., & Knafo-Noam, A. (2015). Prosocial development. In M. E. Lamb & R. M. Lerner (Eds.), Handbook of child psychology and developmental science. Vol. 3. Socioemotional processes. Wiley. https://doi.org/10.1002/9781118963418.childpsy315
    30. Famy, C., Streissguth, A., & Unis, A. (1998). Mental illness in adults with fetal alcohol syndrome or fetal alcohol effects. American Journal of Psychiatry, 155, 552–555.
    31. Ferreira, M. A. R., O’Donovan, M. C., & Meng, Y. A. (2008). Collaborative genome-wide association analysis supports a role for ANK3 and CACNA1C in bipolar disorder. Nature Genetics, 40(9), 1056–1058. https://doi.org/10.1038/ng.209
    32. Frankle, W. G., Lombardo, I., New, A. S., Goodman, N., Talbot, P. S., Huang, Y., Hwang, D., Slifstein, M., Curry, S., Abi-Dargham, A., Laruelle, M., & Siever, L. J. (2005). Brain serotonin transporter distribution in subjects with impulsive aggressivity: A positron emission study  with [11C]McN5652. American Journal of Psychiatry, 162(5), 915–923. https://doi.org/10.1176/appi.ajp.162.5.915116 
    33. Fryer, S., McGee, C., Matt, G., Riley, E. P., & Mattson, S. N. (2007). Evaluations of psychopathological conditions in children with heavy prenatal alcohol exposure. Pediatrics, 119(3), e733–e741. https://doi.org/10.1542/peds.2006-1606
    34. Geddes, J. R., & Lawrie, S. M. (1995). Obstetric complications and schizophrenia: A meta analysis. The British Journal of Psychiatry, 167(6), 786–793.
    35. Halligan, S. L., Murray, L., Martins, C., & Cooper, P. J. (2007). Maternal depression and psychiatric outcomes in adolescent offspring: A 13-year longitudinal study. Journal of Affective Disorders, 97, 145–154. https://doi.org/10.1016/j.jad.2006.06.010
    36. Heijmans, B. T., Tobi, E. W., Stein, A. D., Putter, H., Blauw, G. J., Susser, E. S., Slagboon, P. E., & Lumey, L. H. (2008). Persistent epigenetic differences associated with prenatal exposure to famine in humans. Proceedings of the National Academy of Sciences, 105(44), 17046–17049. https://doi.org/10.1073/pnas.0806560105
    37. Hoermann, S., Zupanick, C. E., & Dombeck, M. Biological factors related to the development of personality disorders (Nature). Retrieved October 28, 2011, from https://www.gracepointwellness.org/8-personality-disorders/article/41557-biological-factors-related-to-the-development-of-personality-disorders-nature
    38. Horn, S. R., Charney, D. S., & Feder, A. (2016). Understanding resilience: New approaches for preventing and treating PTSD. Experimental Neurology, 284, 119–132. https://doi.org/10.1016/j.expneurol.2016.07.002
    39. Huizink, A., & Mulder, E. (2006). Maternal smoking, drinking or cannabis use during pregnancy and neurobehavioral and cognitive functioning in human offspring. Neuroscience and Biobehavioral Reviews, 30(1), 24–41. https://doi.org/10.1016/j.neubiorev.2005.04.005
    40. Hunter, S. K., Mendoza, J. H., D’Anna, K., Zerbe, G. O., McCarthy, L., Hoffman, C., Freedman, R., & Ross, R. G. (2012). Antidepressants may mitigate the effects of prenatal maternal anxiety on infant auditory sensory gating. American Journal of Psychiatry, 169(6), 616–624. https://doi.org/10.1176/appi.ajp.2012.11091365
    41. Hyman, S. (2000). The genetics of mental illness: Implications for clinical practice. Bulletin of the World Health Organization, 78(4), 455–463.
    42. Jackson, F., Jackson, L., & Jackson, Z. E. (2018). Developmental stage epigenetic modifications and clinical symptoms associated with disease susceptibility. Nature Reviews Genetics, 8, 253–262. http://hdl.handle.net/20.500.11990/1821
    43. Jawaid, A., Rosckowski, M., & Mansuy, I. M. (2018). Chapter 12—Transgenerational epigenetics of traumatic stress. Progress in Molecular Biology and Translational Science, 158, 273– 298. https://doi.org/10.1016/bs.pmbts.2018.03.003
    44. Jirtle, R. L., & Skinner, M. K. (2007). Environmental epigenomics and disease susceptibility. Nature Reviews of Genetics, 8(4), 253–262. https://doi.org/10.1038/nrg2045
    45. Kagan, J. (2010). The temperamental thread: How genes, culture, time, and luck make us who we are. Dana Press.
    46. Kagan, J., Snidman, N., Kahn, V., & Towsley, S. (2007). The preservation of two infant temperaments into adolescence. Monographs of the Society for Research in Child Development, 72(2), 95. https://doi.org/10.1111/j.1540-5834.2007.00436.x
    47. Kang, H. J., Kawasawa, Y. I., Cheng, F., Zhu, Y., Xu, X., Li, M., Sousa, A. M. M., Pletikos, M., Meyer, K. A., Sedmak, G., Guennel, T., Shin, Y., Johnson, M. B., Krsnik, Z., Mayer, S., Fertuzinhos, S., Umlauf, S., Lisgo, S. N., Vortmeyer, A., & Sestan, N. (2011). Spatio-temporal transcriptome of the human brain. Nature, 478(7370), 483–489. https://doi.org/10.1038/nature10523
    48. Karg, K., Burmeister, M., Shedden, K., & Sen, S. (2011). The serotonin transporter promoter variant (5-HTTLPR), stress and depression meta-analysis revisited: Evidence of genetic moderation. Archives of General Psychiatry, 68(5), 444–454. https://doi.org/10.1001/archgenpsychiatry.2010.189117
    49. Khashan, A. S., McNamee, R., Henriksen, T. B., Pedersen, M. G., Kenny, L. C., Abel, K. M., & Mortensen, P. B. (2011). Risk of affective disorders following prenatal exposure to severe life events: A Danish population-based cohort study. Journal of Psychiatric Research, 45, 879– 885. https://doi.org/10.1016/j.jpsychires.2010.12.005
    50. Kim-Cohen, J., Caspi, A., Taylor, A., Williams, B., Newcombe, R., Craig, W., & Moffitt, T. E. (2006). MAOA, maltreatment, and gene-environment interaction predicting children’s mental health: New evidence and a meta-analysis. Molecular Psychiatry, 11(10), 903–913. https://doi.org/10.1038/sj.mp.4001851
    51. Kloke, V., Jansen, F., Heiming, R. S., Palme, R., Lesch, K., & Sachser, N. (2011). The winner and loser effect, serotonin transporter genotype, and the display of offensive aggression. Physiology & Behavior, 103, 565–574. https://doi.org/10.1016/j.physbeh.2011.04.021
    52. Knafo-Noam, A., Uzefovsky, F., Israel, S., Davidov, M., & Zahn-Waxler, C. (2015). The prosocial personality and its facets: Genetic and environmental architecture of mother reported behavior of 7-year-old twins. Frontiers in Psychology, 6, 112. https://doi.org/10.3389/fpsyg.2015.00112
    53. Kodesh A, Levine SZ, Khachadourian V, Rahman R, Schlessinger A, O’Reilly PF, Grove J, Schendel D, Buxbaum JD, Croen L, Reichenberg A, Sandin S, Janecka M. Maternal health around pregnancy and autism risk: a diagnosis-wide, population-based study. Psychol Med.2021 Mar 26:1-9. doi: 10.1017/S0033291721001021. Epub ahead of print. PMID: 33766168; PMCID: PMC8464612.
    54. Lee, P. H., Feng, Y. A., & Smoller, J. W. (2021). Pleiotropy and cross-disorder genetics among psychiatric disorders. Biological Psychiatry, 89(1), 20–31. https://doi.org/10.1016/j.biopsych.2020.09.026
    55. Libbey, J., Sweeten, T., & McMahon, W. (2005). Autistic disorders and viral infections. Journal of Neurovirology, 11, 1–10. https://doi.org/10.1080/13550280590900553
    56. Lim, K. O., Beal, D. M., & Harvey, R. L. (1995). Brain dysmorphology in adults with congenital rubella plus schizophrenia-like symptoms. Biological Psychiatry, 37(11), 764–776. https://doi.org/10.1016/0006-3223(94)00219-S
    57. Lindblad, F., & Hjern, A. (2010). ADHD after fetal exposure to maternal smoking. Nicotine & Tobacco Research: Official Journal of the Society for Research on Nicotine and Tobacco, 12(4), 408–415. https://doi.org/10.1093/ntr/ntq017
    58. Lindström, K., Lindblad, F., & Hjern, A. (2011). Preterm birth and attention-deficit/hyperactivity disorder in schoolchildren. Pediatrics, 127(5), 858–865. https://doi.org/10.1542/peds.2010-1279
    59. Maul, S., Giegling, I., Fabbri, C., Corponi, F., Serretti, A., & Rujescu, D. (2020). Genetics of resilience: Implications from genome-wide association studies and candidate genes of the stressresponse system in post-traumatic stress disorder and depression. American Journal Medical Genetics, Part B: Neuropsychiatric Genetics, 183(2), 77–94. https://doi.org/10.1002/ajmg.b.32763
    60. McGowan, P. O., Sasaki, A., D’Alessio, A. C., Dymov, S., Labonte, B., Szyf, M., Turecki, G., & Meaney, M. J. (2009). Epigenetic regulation of the glucocorticoid receptor in human brain associates with childhood abuse. Nature Neuroscience, 12(3), 342–348. https://doi.org/10.1038/nn.2270
    61. Meaney, M. J., & Szyf, M. (2005). Environmental programming of stress responses through DNA methylation: Life at the interface between a dynamic environment and a fixed genome. Dialogues in Clinical Neuroscience, 7, 103–123. https://doi.org/10.31887/DCNS.2005.7.2/mmeaney
    62. Mednick, S. A., Machon, R. A., Huttunen, M. O., & Bonett, D. (1988). Adult schizophrenia following prenatal exposure to an influenza epidemic. Archives of General Psychiatry, 45(2), 189–192. https://doi.org/10.1001/archpsyc.1988.01800260109013
    63. Mellins, C. A., Brackis-Cott, E., Leu, C. S., Elkington, K. S., Dolezal, C., Wiznia, A., McKay, M., Bamji, M., & Abrams, E. J. (2009). Rates and types of psychiatric disorders in perinatally human immunodeficiency virus-infected youth and seroverters. Journal of Child Psychology and Psychiatry and Allied Disciplines, 50(9), 1131–1138. https://doi.org/10.1111/j.1469-7610.2009.02069.x118
    64. Milberger, S., Biederman, J., Faranone, S., Chen, L., & Jones, J. (1996). Is maternal smoking a risk factor for attention deficit hyperactivity disorder in children? American Journal of Psychiatry, 153, 1138–1143. https://doi.org/10.1176/ajp.153.9.1138
    65. Mittal, V. A., Ellman, L. M., & Cannon, T. D. (2008). Gene-environment interaction and covariation in schizophrenia: The role of obstetric complications. Schizophrenia Bulletin, 34(6), 1083–1094.
    66. Monk, C., Lugo-Candelas, C., & Trumpff, C. (2019). Prenatal developmental origins of future psychopathology: Mechanisms and pathways. Annual Review of Clinical Psychology, 15, 317–344. https://doi.org/10.1146/annurev-clinpsy-050718-095539
    67. Moreno, J. L., Kurita, M., Holloway, T., Lopez, J., Cardagan, R., Martinez-Sobrido, L., Garcia-Sastre, A., & Gonzales-Maeso, A. (2011). Maternal influenza viral infection causes schizophrenia-like alternations of 5-HT2A and mGlu2 receptors in the adult offspring. The Journal of Neuroscience: The Official Journal of the Society for Neuroscience, 31(5), 1863–1872. https://doi.org/10.1523/JNEUROSCI.4230-10.2011
    68. Nichols, P., & Chen, T. (1981). Minimal brain dysfunction: A prospective study. Lawrence Erlbaum.
    69. Obel, C., Olsen, J., Henriksen, T. B., Rodriguez, A., Jarvelin, M., Moilanen, M., Parner, E., Linnet, K. M., Taanila, A., Ebeling, H., Heiervang, E., & Gissler, M. (2011). Is maternal smoking during pregnancy a risk factor for hyperkinetic disorder? Findings from a sibling design. International Journal of Epidemiology, 40(2), 338–345. https://doi.org/10.1093/ije/dyq185
    70. Partridge, T. (2003). Biological and caregiver correlates of behavioral inhibition. Infant and Child Development, 12, 71–87. https://doi.org/10.1002/icd.266
    71. Pasamanick, B., Rogers, M. E., & Lilienfield, A. M. (1956). Pregnancy experience and the development of behavior disorders in children. American Journal of Psychiatry, 112(8), 613–618.
    72. Perroud, N., Rutembesa, E., Paoloni-Giacobino, A., Mutabaruka, J., Mutesa, L., Stenz, L., Malafosse, A., & Karege, F. (2014). The Tutsi genocide and transgenerational transmission of maternal stress: Epigenetics and biology of the HPA axis. The World Journal of Biological Psychiatry, 15, 334–345. https://doi.org/10.3109/15622975.2013.866693
    73. Pinto-Martin, J. A., Levy, S. E., Feldman, J. F., Lorenz, J. M., Paneth, M., & Whitaker, A. H. (2011). Prevalence of autism spectrum disorder in adolescents born weighing <2000 grams. Pediatrics, 128(5), 883–891. https://doi.org/10.1542/peds.2010-2846
    74. Plomin, R., Owen, M. J., & McGuffin, P. (1994). The genetic basis of complex human behaviors. Science, 1264, 1733–1739.
    75. Power, R. A., & Pluess, M. (2015). Heritability estimates of the big five personality traits based on common genetic variants. Translational Psychiatry, 5, e604. https://doi.org/10.1038/tp.2015.96; published online 14 July 2015
    76. Reif, A., Rösler, M., Freitag, C. M., Schneider, M., Eujen, A., Kissling, C., Wenzler, D., Jacob, C. P., Retz-Junginger, P., Thome, J., Lesch, K., & Retz, W. (2007). Nature and nurture predispose to violent behavior: Serotonergic genes and adverse childhood environment. Neuropsychopharmacology: Official Publication of the American College of Neuropsychopharmacology, 32(11), 2375–2383. https://doi.org/10.1038/sj.npp.1301359
    77. Rice, F., Harold, G. T., Bolvin, J., van den Bree, M., Hay, D. F., & Thapar, A. (2010). The links between prenatal stress and offspring development and psychopathology: Disentangling environmental and inherited influences. Psychological Medicine, 40(2), 335–345. https://doi.org/10/1017/S0033291709005911
    78. Rice, F., Jones, I., & Thapar, A. (2007). The impact of gestational and prenatal growth on emotional problems in the offspring: A review. Acta Psychiatrica Scandinavica, 115, 171–183. https://doi.org/10.1111/j.1600-0447.2006.00895.x
    79. Ripke, S., Sanders, A. R., Kendler, K. S., Levinson, D. F., Sklar, P., Holmans, P. A., Lin, D., Duan, J., Ophoff, R. A., Andreassen, O. A., Scolnick, E., Cichon, S., St. Clair, D., Corvin, A., Gurling, H., Werge, T., Rujescu, D., Blackwood, D. H. R., Pato, C. N., & Gejman, P. V. (2011). Genome-wide association study identifies five new schizophrenia loci. Nature Genetics, 43(10), 969–976. https://doi.org/10.1038/ng.940
    80. Rosso, I. M., & Cannon, T. D. (2003). Obstetric complications and neurodevelopmental mechanisms in schizophrenia. In D. C. Cicchetti & E. F. Walker (Eds.), Neurodevelopmental mechanisms in psychopathology (pp. 111–137). Cambridge University Press.
    81. Rothbart, M. (2011). Becoming who we are: Temperament and personality in development. Guilford Press.
    82. Schwartz, C. E., Wright, C. I., Shin, L. M., Kagan, J., & Rauch, S. L. (2003). Inhibited and uninhibited infants “grown up”: Adult amygdalar response to novelty. Science, 300, 1952– 1953. https://doi.org/10.1126/science.1083703
    83. Shang, S., Wu, N., & Su, Y. (2017). How oxytocin receptor (OXTR) single nucleotide polymorphisms act on prosociality: The mediation role of moral evaluation. Frontiers in Psychology, 8, 396. https://doi.org/10.3389/fpsyg.2017.00396
    84. Siever, L. J. (2008). Neurobiology of aggression and violence. American Journal of Psychiatry, 165(4), 449–442.
    85. Sklar, P., Ripke, S., & Scott, L. J. (2011). Large-scale genome-wide association analysis of bipolar disorder identifies a new susceptibility locus near ODZ4. Nature Genetics, 43(10), 977–983. https://doi.org/10.1038/ng.943
    86. St Clair, D., Xu, M., Wang, P., Yaqin, Y., Fang, Y., Zhang, F., Zheng, X., Gu, N., Feng, G., Sham, P., & He, L. (2005). Rates of adult schizophrenia following exposure to the Chinese famine of 1959–1961. JAMA, 294(5), 557–562. https://doi.org/10.1001/jama.294.5.557
    87. Stein, M. B., Choi, K. W., Jain, S., Campbell-Sills, L., Chen, C., Gelernter, J., He, F., Heeringa, S. G., Maihofer, A. X., Nievergelt, C., Nock, M. K., Ripke, S., Xiaoying, S., Kessler, R. C., Smoller, J. W., & Ursano, R. J. (2019). Genome-wide analysis of psychological resilience in U.S. Army Soldiers. American Journal of Medical Genetics. Part B, Neuropsychiatric Genetics: The Official Publication of the International Society of Psychiatric Genetics, 180(5), 310–319. https://doi.org/10.1002/ajmg.b.32730
    88. Steinhausen, H., & Spohr, H. (1998). Long-term outcome of children with fetal alcohol syndrome: Psychopathology, behavior, and intelligence. Alcoholism Clinical and Experimental Research, 22, 334–338.
    89. Streissguth, A., Bookstein, F., Barr, H., Sampson, P. D., O’Malley, K., & Young, J. K. (2004). Risk factors for adverse life outcomes in fetal alcohol syndrome and fetal alcohol effects. Journal of Developmental and Behavioral Pediatrics, 25(4), 228–238. https://doi.org/10.1097/00004703-200408000-00002
    90. Sullivan, P. F. (2010). The psychiatric GWAS consortium: Big science comes to psychiatry. Neuron, 68(2), 182–186. https://doi.org/10.1016/j.neuron.2010.10.003
    91. Syed, M., & Fish, J. (2018). Revisiting Erik Erikson’s legacy on culture, race, and ethnicity. Identity: An International Journal of Theory and Research, 18(4), 274–283. https://doi.org/10.1080/15283488.2018.1523729
    92. Taylor, S. E., Way, B. M., Welch, W. T., Hilmert, C. J., Lehman, B. J., & Eisenberger, N. I. (2006). Early family environment, current adversity, the serotonin transporter polymorphism, and depressive symptomatology. Biological Psychiatry, 60, 671–676. https://doi.org/10.1016/j.biopsych.2006.04.019
    93. Thomas, A., Chess, S., & Birch, H. G. (1963). Temperament and behavior disorders in children. New York University Press.
    94. Van den Bergh BR, Van Calster B, Smits T, Van Huffel S, Lagae L. Antenatal maternal anxiety is related to HPA-axis dysregulation and self-reported depressive symptoms in adolescence: a prospective study on the fetal origins of depressed mood. Neuropsychopharmacology. 2008 Feb;33(3):536-45. doi: 10.1038/sj.npp.1301450. Epub 2007 May 16. Erratum in: Neuropsychopharmacology. 2008 Aug;33(9):2301. PMID: 17507916.120 
    95. Vanderbilt, D., & Gleason, M. M. (2010). Mental health concerns of the premature infant through the lifespan. Child and Adolescent Psychiatric Clinics of North America, 19(2), 211–228, vii–viii. https://doi.org/10.1016/j.chc.2010.02.003
    96. Wankerl, M., Wüst, S., & Otte, C. (2010). Current developments and controversies: Does the serotonin transporter gene-linked polymorphic region (5-HTTLPR) modulate the association between stress and depression? Current Opinion in Psychiatry, 23(6), 582–587. https://doi.org/10.1097/YCO.0b013e32833f0e3a
    97. Welberg, L. A., & Seckl, J. R. (2001). Prenatal stress, glucocorticoids, and the programming of the brain. Journal of Neuroendocrinology, 13, 113–128.
    98. Whitaker, A. H., Feldman, J. F., Lorenz, J. M., McNicholas, F., Fisher, P. W., Shen, S., Pinto Martin, J., Shaffer, D., & Paneth, N. (2001). Neonatal head ultrasound abnormalities in preterm infants and adolescent psychiatric disorders. Archives of General Psychiatry, 68(7), 742–752. https://doi.org/10.1001/archgenpsychiatry.2011.62
    99. Whitaker, A. H., Van Rossem, R., & Feldman, J. F. (1997). Psychiatric outcomes in low-birth-weight children at age 6 years: Relation to neonatal cranial ultrasound abnormalities. Archives of General Psychiatry, 54(9), 847–856. https://doi.org/10.1001/archpsyc.1997.01830210091012
    100. Yamashita, Y., Fujimoto, C., Nakajima, E., Isagai, T., & Matsuishi, T. (2003). Possible association between congenital cytomegalovirus infection and autism disorder. Journal of Autism and Developmental Disorders, 33(4), 455–459. https://doi.org/10.1023/A:1025023131029
    101. Yehuda, R., & Lehrner, A. (2018). Intergenerational transmission of trauma effects: Putative role of epigenetic mechanisms. World Psychiatry, 17, 243–257. https://doi.org/10.1002/wps.20568
    102. Zald, D. H., Cowan, R. L., Riccardi, P., Baldwin, R. M., Sib Ansari, M., Shelby, E. S., Smith, C. E., McHugo, M., & Kessler, R. M. (2008). Midbrain dopamine receptor availability is inversely associated with novelty-seeking traits in humans. Journal of Neuroscience, 28(53), 14372. https://doi.org/10.1523/JNEUROSCI.2423-08.2008
    103. Zammit, S., Thomas, K., Thompson, A., Horwood, J., Menezes, P., Gunnell, D., Hollis, C., Wolke, D., Lewis, G., & Harrison, G. (2009). Maternal tobacco, cannabis and alcohol use during pregnancy and risk of adolescent psychotic symptoms in offspring. The British Journal of Psychiatry, 195(4), 294–300.
    104. Zuckerman, M. (1991). Psychobiology of personality. Cambridge University Press.
    105. Zuckerman, M. (2007). Sensation seeking and risky behavior. American Psychological Association.
  • İş ve eğlence (11)

    Anahtar kavramlar

    Hayatımızın çoğunu bir tür iş/çalışma (work) veya eğlence/oyun (play) meşgul olarak geçiriyoruz. Dolayısıyla bunlar, psikodinamik formülasyonlar oluştururken anlamamız gereken önemli işlev alanlarıdır.

    İnsanların çalışmalarını ve eğlencelerini aşağıdaki değişkenleri kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Gelişim düzeyi/yetenekler/sınırlamalarla tutarlılık (Consistency with developmental level/talents/limitations)
    • Rahat/tatmin edici/zevkli/dinlendirici (Comfortable/satisfying/pleasurable/restful)
    • Kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bakımı için yeterli (Adequate for care of self and dependents)
    • Kültürel olarak onaylanmış (Culturally sanctioned)
    • Kısıtlı erişim nedeniyle sınırlı (Limited because of restricted access)

    Zamanımızı sayısız şey yaparak harcıyoruz. Çalışıyoruz, ders çalışıyoruz, rahatlıyoruz ve sosyalleşiyoruz. Akıl sağlığı uzmanları olarak biz, insanların hayatta ne yapmaları gerektiğiyle (should) daha az ilgileniyoruz, onların ne yapmayı seçtiklerini (choose) ve bunun onlara nasıl hizmet ettiğini (serves) anlamakla daha çok ilgileniyoruz. Bunu yapabilmek için insanların zamanlarını nasıl geçirdiklerini tanımlayabilmemiz gerekir. Freud insanların sevebilmeleri ve çalışabilmeleri (love and work) gerektiğini söylemesiyle tanınır (Masson, 1985) ve birçoğu buna eğlenceyi (play) de eklemiştir (Benveniste, 1998; Brown, 2009). 7. Bölüm‘de aşkı (love) tartıştıktan sonra şimdi iş ve eğlence hakkında düşünelim.

    Alanın tanımlanması: iş ve eğlence

    İş/Çalışma

    Webster Sözlüğü işi/çalışmayı şu şekilde tanımlıyor: “Bir şeyi yapmak veya yapmak için gösterilen fiziksel veya zihinsel çaba; amaçlı faaliyet” (Webster’s, 1970, s. 1638). Dünyadaki çoğu insan bir tür işle meşgul. Genel olarak çalışmayı birinin para kazanmak için yaptığı bir şey olarak düşünsek de, iş aşağıdakilerden herhangi biri olabilir:

    • Ücretli veya ücretsiz – İkinci sınıf öğrencisinin işi okula gitmek, evde oturan bir ebeveynin işi ise çocuklara bakmaktır. Temizlik, yemek pişirme, çocuk yetiştirme ve yaşlı bakımı aile içinde yürütüldüğünde bunlar genellikle ücretsiz çalışma biçimleridir. Gönüllülük aynı zamanda ücretsiz iş olarak kabul edilir.
    • Düzenli veya düzensiz – İki ergenin ikisi de bebek bakıcısı olarak çalışıyor olabilir, ancak biri her hafta sonu çalışıyorsa ve diğeri yalnızca ara sıra çalışıyorsa, çalışma düzenleri çok farklıdır.
    • Nitelikli veya vasıfsız – Bazı işler çok az eğitimle yapılabilirken, diğer işler kapsamlı eğitim gerektirir. Eğitimin teknik okullar, lisansüstü okullar ve çıraklık yoluyla eğitim dahil olmak üzere birçok biçimde olabileceğini unutmayın.

    Eğlence

    Kumsalda dinlenmek, televizyon izlemek, kurgu okumak, sosyalleşmek, futbol oynamak, seyahat etmek, yemek pişirmek; herkesin farklı bir eğlence tarzı vardır. Nasıl eğleneceğini bilen insanlar daha sağlıklı duygusal yaşamlara sahip olabilir ve daha başarılı bir şekilde yaşlanabilirler (Terr, 1999; Vaillant, 2002). Ruh sağlığı uzmanları (mental health professional) olarak, insanların rahatlamak için ne yaptığını sormayı sıklıkla unutuyoruz, ancak eğlence kalıpları (pattern of play) kişinin işleyişinin merkezinde yer alıyor. Eğlenceyi düşünürken şunları göz önünde bulundurun:

    • Kişinin hayatında kapladığı zaman – İki kişi kitap okumaktan hoşlandığını söyleyebilir ancak biri ayda birkaç dergi okursa ve diğeri haftada iki kitap kulübüne giderse, eğlence kalıpları farklı olur.
    • Tek başına veya başkalarıyla birlikte – Bazı insanlar bodrumda modeller üretmek gibi tek başına dinlenme biçimlerinden hoşlanırken, diğerleri büyük rock konserlerine gitmekten veya haftalık akşam yemeği partileri düzenlemekten hoşlanır.
    • Katılımın derinliği ve genişliği – Bazı insanlar yalnızca tek bir eğlence biçimiyle çok ilgilenirken, diğerleri birçok biçimi dener. Örneğin, bir kişi yoğun bir şekilde yürüyüş yaparken tek boş zaman aktivitesi olarak yürümeyi gösterebilir; bunun tersine, başka bir kişi yüzeysel olarak uğraştığı sayısız eğlenceden bahsedebilir.
    • Eğlence olarak seks – Seks, insanların rahatlama ve eğlenme şeklinin önemli bir yönü olabilir. Cinsel aktivitenin bir yetişkinin zihinsel ve duygusal sağlığı için de önemli olduğu gösterilmiştir (DeLamater, 2012). Hastalarımıza düzenli olarak cinsel aktivitede bulunup bulunmadıkları, tatmin edici olup olmadıkları, kiminle cinsel olarak aktif oldukları, cinsel aktivitelerinin eğlence amaçlı olup olmadığı ve cinsel ilişki bağlamında sevgi dolu bir ilişki olup olmadığı da dahil olmak üzere hayatlarının bu kısmı hakkında sorular sormak önemlidir.
    • Eğlence ve dinlenme – Bazı eğlence türleri iş kadar stresli olabilir. İnsanların dinlenmenin ve hayatın stres faktörlerinden kurtulmanın yollarının olup olmadığını öğrenmek önemlidir.
    • Eğlencesizlik [eğlencenin yokluğu] – Eğer insanlar herhangi bir boş zaman faaliyetinden bahsetmezlerse, mutlaka sorun. Kişinin yapmaktan hoşlandığı bir şey olup olmadığını öğrenmek çok önemlidir; bu, televizyon izlemek ya da gazete okumak olsa bile. Ancak bazı kişilerin boş zaman aktiviteleri yoktur, bu da onların rahatlamada ve eğlenmede zorluk yaşadıklarını gösterebilir.

    İşi ve eğlenceyi tanımlayan değişkenler

    Bir kişinin iş ve eğlence için neler yaptığını tanımlamanın yanı sıra, bu kalıpların kendisine ve etrafındakilere ne kadar iyi hizmet ettiğini de düşünmek istiyoruz. Bunu yapmak için kişinin çalışma ve eğlenme kalıplarının şu şekilde olup olmadığını göz önünde bulundurmalıyız:

    • Gelişim düzeyi/yetenekler/sınırlamalarla tutarlı
    • Rahat/tatmin edici/zevkli/dinlendirici
    • Kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bakımı için yeterli
    • Kültürel açıdan onaylanmış
    • Kısıtlı erişim nedeniyle sınırlı

    İş ve eğlence kişinin gelişim düzeyi, eğitimi, yetenekleri ve sınırlılıklarıyla tutarlı mı?

    Lise yıllarında, fazladan para kazanmak için bir fast food restoranında çalışan 16 yaşındaki bir çocuğun motivasyonu yüksek olabilir ancak aynı işte çalışan doktora sahibi 45 yaşında bir kimyager vasıflarının altında ve düşük maaşla çalışan birisi (underemployed) olarak kabul edilebilir.

    Hafta sonları arkadaşlarıyla video oyunu oynayan 12 yaşındaki bir çocuk, gelişimsel olarak uygun eğleniyor olabilir, ancak iş yerinde tüm gün video oyunu oynayan 55 yaşındaki bir kişi işini tehlikeye atıyor olabilir. İş ve eğlence hakkında düşünürken, yalnızca kişinin ne yaptığını değil, aynı zamanda bunun kişinin gelişim aşamasına, eğitimine, yeteneklerine ve sınırlılıklarına uyup uymadığını da düşünmemiz gerekir.

    Çalışmak ve eğlenmek rahat ve zevkli mi?

    Eğlence sadece çocuklar için değildir; herkesin keyif aldığı şeyleri yapması gerekir. Bazı insanlar işlerini sever, bazıları için ise bu sadece masaya yemek koymak için yaptıkları bir şeydir. Çalışmak aynı zamanda tatmin edici de olabilir ancak mutlaka eğlenceli olmayabilir. İlginç bir şekilde, bazı insanlar boş zaman aktivitelerini zevkli bulmuyor. Bazen bunun nedeni partnerlerin veya aile üyelerinin “eğlence tercihleri”dir. Kamp yapmaktan nefret eden ancak partneri tarafından sürekli olarak ormana sürüklenen kişiyi veya basketboldan nefret eden ancak her hafta sonu ebeveynleriyle oynamak zorunda hisseden bir çocuğu düşünün. Bazıları için oyun zorlayıcı hale gelir ve keyif verici olmaktan çıkar. Çok sayıda yaralanmaya ve günlük koşu sonrası mide bulantısına rağmen günde 20 mil [32,19 km] koşmak zorunda kalan kişiyi düşünün. Bu boş zaman tercihlerini duymak muhtemelen o kişiyi anlamamıza yardımcı olacaktır.

    İş ve eğlence, kişinin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bakımı için yeterli mi?

    İnsanlar işlerini sevebilir ama faturalarını ödeyemeyebilirler. Roman yazmaktan hoşlanan ama sağlık sigortasını ödeyemeyen bir yazarı düşünün. Bazı insanlar için çok para kazanmak yüksek bir öncelik değildir ancak yine de kendilerine ve bakmakla yükümlü oldukları kişilere yiyecek, barınma ve sağlık bakımı sağlamaya yetecek kadar paraya sahip olmaları gerekir. Bazen bir kişi eşinden veya diğer aile üyelerinden destek alır. Bu durumda, bunun karşılıklı olarak mutabakata varılan bir durum olup olmadığını ve birey için tatmin edici olup olmadığını değerlendirmek önemlidir. Eşlerden birinin evde kalıp çocuk yetiştirmesine karşılıklı olarak karar veren çift bu düzenlemeden çok memnun olabilirken, işten kaçıyor gibi görünen yetişkin bir çocuğa destek olmaya devam eden aile daha az tatmin olabilir.

    Eğlence kişisel bakım (self-care) açısından da önemlidir, çünkü düzenli fiziksel egzersiz fiziksel ve zihinsel sağlık için gereklidir (Paluska ve Schwenk, 2000). Örneğin bir kişi, ailesini geçindirmek için üç işte birden çalışmak zorunda olduğu için egzersiz yapamıyorsa, bu durumda eğlence düzeni kişisel bakım için yetersizdir.

    Çalışmak ve eğlenmek sağlığı teşvik ediyor mu ve kültürel olarak onaylanıyor mu?

    Bir kişinin çalışma ve eğlenme kalıplarını tam olarak anlamak için, bunların kişinin yaşadığı dünyaya nasıl uyum sağladığını ve bunların sağlığı geliştiren kalıplar olup olmadığını bilmek önemlidir. Örneğin, eğer insanlar geçimlerini yasa dışı faaliyetlerle sağlıyorsa ya da boş zamanları başkalarına zarar vermeyi ya da madde bağımlılığını içeriyorsa, bu durumda onların çalışma ve eğlenme kalıplarının sağlığı teşvik ettiğini ya da çevrelerindeki yaşama çok uygun olduğunu söylemek zordur.

    Madde bağımlılığı ve yasa dışı faaliyetleri içeren iş ve boş zaman etkinliklerinin yanı sıra, iş ve eğlence kalıplarının kültürel olarak onaylanıp onaylanmadığını düşünmemek, özellikle kültürler arası durumlarda yanıltıcı olabilir. Örneğin, yakın zamanda başka bir ülkeden göç etmiş bir kişi, ofisinin haftalık happy hour’una [öğleden sonra veya akşam üstü rahatlayıp içki içmek için yapılan küçük buluşma] şüpheyle bakabilirken, başka bir kültürden birini tedavi eden bir terapist, o kişinin tüm tatillerini geniş ailesiyle birlikte yapma isteğini sorgulayabilir. Bir kez daha, bu boş zaman kalıplarını anlamak, kültürel geçmişe duyarlılık gerektirir.

    İş ve eğlence kısıtlı erişim nedeniyle sınırlı mı?

    Erişim nedeniyle bireyin çalışması ve eğlenmesi sınırlı olabilir. Aşağıdakileri göz önünde bulundur:

    Kendi ülkesinde hekimlik eğitimi almış ancak yeterlilik sınavına girecek dil becerisine sahip olmadığı için göç ettikten sonra çamaşırhanede çalışan kişi

    Tenis oynayarak büyüyen ve bundan keyif almaya devam eden ancak bölgedeki tek kortun, girişlerine izin verilmeyen bir kulübe ait olması nedeniyle şu anda oynayamayan kişi

    Daha iddialı bir iş isteyen ancak ailesinin yüksek öğrenim masraflarını karşılayamadığı için asgari ücretle çalışmak zorunda kalan kişi

    Bu insanların kendi kusurları olmamasına rağmen kendilerine hizmet edecek iş ve oyun olanaklarına erişimi yok.

    İş ve eğlenceyi öğrenmek: açılış soruları, ardından hikayeler

    Aşağıda iş ve eğlencenin çeşitli yönleri hakkında bilgi edinmek için uyarlayabileceğiniz bazı örnek sorular var:

    İş ve eğlencenin gelişim düzeyi, yetenekler ve sınırlılıklarla tutarlı olup olmadığını öğrenmek:

    Çalışan kişiler için:

    Yaptığınız işi ne kadar süredir yapıyorsunuz?

    Çalışmaya başladığınızdan beri aynı işte mi çalışıyorsunuz, yoksa işyerinden işyerine mi geçtiniz?

    Bu iş eğitim gerektiriyor muydu? Eğer öyleyse, ne tür bir eğitim aldınız?

    İdeal olarak yapmak istediğiniz şey bu mu? Değilse, yapmayı tercih ettiğiniz şeyi yapmaktan sizi alıkoyan nedir?

    Bana şu anda işte yaptığınız bir şeyden bahseder misiniz?

    Öğrenciler için:

    Neyi ve nerede okuyacağınızı nasıl seçtiniz?

    Bu program size uygun görünüyor mu?

    Kariyer gibi, belirli bir hedef için mi çalışıyorsunuz?

    Eğlence için:

    Bu boş zaman etkinliğine ne zaman başladınız?

    Bu aktiviteyi yaşınızdaki insanlarla mı yapıyorsunuz?

    Hayatınızda ne kadar zaman alıyor?

    Hayatınızda yaptığınız diğer şeylerle nasıl uyum sağlıyor?

    Çalışmanın ve eğlenmenin rahat ve zevkli olup olmadığını öğrenmek

    İşinizi beğeniyor musunuz? Sabah işe gitmek zor mu?

    Yaptığınız işi tatmin edici buluyor musunuz? Bu konuda diğerlerinden daha fazla veya daha az eğlenceli bulduğunuz şeyler var mı?

    Yapmayı sabırsızlıkla beklediğiniz şeyler var mı? Eğleniyor musunuz? Bana sabırsızlıkla beklediğiniz bir şeyden bahsedin.

    Kendinizi nasıl rahatlatıyorsunuz? Boş zaman aktiviteleriniz dinlendirici mi?

    İşin ve eğlencenin, kişinin kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bakımı için yeterli olup olmadığını öğrenmek

    Geçiminizi sağlayabiliyor musunuz? Kendiniz için? Aileniz için?

    Finansal olarak kendinizi destekleme şeklinizden memnun musunuz?

    Başka birinden (hükümet dahil) mali yardım alıyor musunuz? Bunun hakkında ne hissediyorsunuz? Borcunuz var mı?

    Düzenli fiziksel egzersiz yapabiliyor musunuz? Değilse neden?

    İş ve eğlence örüntülerinin kültürel olarak onaylanıp onaylanmadığını ve/veya sağlıklı olup olmadığını öğrenmek

    Hiç kanunla başınız belaya girdi mi? Ne tür bir aktivite için?

    Boş zaman aktiviteleriniz hiç yasa dışı maddeler içeriyor mu?

    Yaptığınız bir şeyin yasal olmayabileceğinden hiç endişelendiniz mi?

    Kısıtlı erişim nedeniyle iş ve eğlencenin sınırlı olup olmadığını öğrenmek

    Yapmayı isteyip de ayrımcılık nedeniyle yapamadığınız bir şey var mı?

    Kim olduğunuz veya geldiğiniz yer nedeniyle hayattaki seçimlerinizin kısıtlandığını mı hissediyorsunuz? Bunun gerçekleştiği bir zamanı bana anlatabilir misiniz?

    İş ve eğlence örüntülerini tanımlama

    Bu bölümde daha önce özetlediğimiz değişkenleri kullanarak Kimberly’yi ele alalım:

    Kimberly, yakın zamanda geçirdiği ortopedik bir ameliyattan sonra sinirlilik gösteriyor. “Üniversitede Bölüm I sporcusuydum. Aklı başında kalmak için fiziksel aktiviteye ihtiyacım var ve şimdi gerçekten kenardayım. Tenis olmadan nasıl rahatlayacağım?” Kimyagerlik eğitimi alan Kimberly, 18 yıl önce ilk çocuğunu doğurduğundan beri evde çalışıyor ve iki kızına bakıyor. “Gerçekten anne olmayı istiyordum ve eşim de gerçekten işe dönmeyi istiyordu. Onun maaşından dolayı, yeterince paramız var ve bunca yıldır bundan memnunuz.” Kimberly, kendi deyimiyle “daimi sınıf ebeveyni (perennial class parent)” olmayı seviyor ve çocukları üniversiteye gittiğinde bunu kaybetme konusunda biraz endişeli.

    Kimberly’nin iş ve eğlence örüntülerini şu şekilde TANIMLAYABİLİRİZ:

    Kimberly’nin iş ve eğlence örüntülerinde hatırı sayılır derecede güçlü yanları var. Yaptığı iş, eğitim seviyesiyle tutarlı olmasa da, eşiyle karşılıklı olarak mutabakata vardığı, kendisini rahat hissettiği ve büyük keyif aldığı bir anlaşmadır. Eğlence örüntüleri -çoğu atletizmle ilgili- ona büyük keyif veriyordu ama sakatlandığı için artık onları çok sınırlı şekilde gerçekleştiriyor. Aynı şekilde çocukları evden ayrıldıktan sonra keyif aldığı şeyleri yapamayacağından endişe ediyor.

    İŞ VE EĞLENCE’yi tanımlamak için değişkenler

    • Gelişim düzeyi/yetenekleri/sınırlılıkları ile tutarlı
    • Rahat/tatmin edici/zevkli
    • Kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bakımı için yeterli
    • Kültürel olarak onaylanmış
    • Kısıtlı erişim nedeniyle sınırlı

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenciler tarafından veya sınıf ortamında yapılabilir.

    Aşağıdaki kişilerin işlerini/eğlencelerini nasıl tanımlarsınız?

    Alvin 30 yıldır evlidir. İki yetişkin oğlu var ve 22 yaşından beri sıhhi tesisat ustası olarak çalışıyor. Liseden mezun olmasa da kendi evinin olmasıyla gurur duyuyor; bu evin pazar günleri, Şükran Günü ve Noel’de ailesinin akşam yemekleri için bir araya geldiği “merkez” olduğunu söylüyor. O ve karısı, her gece akşam yemeğinden sonra yaklaşık iki ila üç saat boyunca televizyon izlemeyi seviyorlar. Hırslı bir balıkçıdır ve ayda en az bir kez, en yakın arkadaşı ve erkek kardeşiyle birlikte balıkçı kulübesine gitmekten hoşlanır.

    Katy prestijli bir üniversitede doktora programının 10. yılındadır. Ders çalışmalarını ve sözlü sınavlarını altı yıl önce tamamladı ve o zamandan beri tezini yazıyor. Sınıf arkadaşlarının çoğu mezun olmuş, hatta bazılarının fakülte pozisyonları bile var. Yüksek lisans öğrencisi olarak öğretmenlik ödülleri almış mükemmel bir öğretmendir. Kendileri de geçim sıkıntısı çeken yaşlı ebeveynleri tarafından hâlâ destekleniyor. Akademik gelişiminden memnun değil ve tezinde ilerleyemiyor.

    Xavier sekiz yıldır evli ve iki küçük çocuğu var. Babasının işinde çalışıyor ve yaşıtlarına ayak uydurmakta zorlanıyor. İmkanlarının ötesinde yaşıyor ve para konusunda sürekli stres hissediyor. Üniversitede vasat bir öğrenciydi ama babasının arkadaşlarının yardımıyla prestijli bir işletme okuluna kaydoldu. Karısının haberi olmadan rahatlamak için reçeteli opioid/uyuşturucu ilaç kullanıyor.

    Yorum

    Alvin’in kendisine ve ailesine bakmasına olanak tanıyan ve rahat ettiği istikrarlı bir işi var. Ailesiyle birlikte olmaktan ve balık tutmaktan büyük keyif alıyor.

    Katy’nin işi eğitim düzeyiyle tutarlı olsa da yaptığı işten memnun değil ve kendine bakması/kendini geçindirmesi için yeterli değil.

    Xavier’in işi muhtemelen yetenek düzeyiyle tutarlı değil çünkü aile bağlantıları olmasaydı ulaşamayacağı bir seviyede çalışıyor. Her ne kadar işi kendisine ve ailesine bakmasını sağlasa da kaygısı, işinin onun için rahatlatıcı olmadığını gösteriyor. Onun rahatlama yöntemi ne kültürel olarak kabul edilir ne de sağlığı teşvik edicidir.

    Referanslar
    1. Benveniste, D. (1998). The importance of play in adulthood: A dialogue with Joan Erikson. The Psychoanalytic Study of the Child, 53, 51–64.
    2. Brown, S. (2009). Play: How It shapes the brain, opens the imagination, and invigorates the soul. Penguin Books.
    3. DeLamater, J. (2012). Sexual expression in later life: A review and synthesis. Journal of Sex Research, 49(2–3), 125–141. https://doi.org/10.1080/00224499.2011.603168
    4. Masson, J. M. (Ed.) (1985). The complete letters of Sigmund Freud and Wilhelm Fliess 1887–1904. Belknap Press.
    5. Paluska, S. A., & Schwenk, T. L. (2000). Physical activity and mental health: Current concepts. Sports Medicine, 29(3), 167–180. https://doi.org/10.2165/00007256-200029030-00003
    6. Terr, L. (1999). Beyond love and work: Why adults need to play. Touchstone.
    7. Vaillant, G. E. (2002). Aging well: Surprising guideposts to a happier life. Little, Brown and Co.
    8. Websters. (1970). In Webster’s new world dictionary of the American language (2nd college ed.) (pp. 1638). Merriam-Webster.
  • Değerler (10)

    Anahtar kavramlar

    Değerlerimiz (values) kim olduğumuzun önemli bir boyutudur.

    Değerlerimiz kendimiz, başkaları ve dünyamız hakkındaki otomatik düşünme şeklimizi etkiler -dolayısıyla onları tanımlamak ve gelişimleri hakkında hipotezler kurmak psikodinamik formülasyonun bir parçasıdır.

    Bir kişinin değerler sisteminin üç yönünü düşünebiliriz:

    • Doğru ve yanlış duygusu (Sense of right and wrong)
    • Doğru/yanlış davranış (Right/wrong behavior)
    • Kişisel değerler (Personal values)—hayatta bizim için önemli olan şeyler

    Bir bireyin değerlerini anlamak, bu değerlerin gelişip işlediği kültürel bağlamı içermelidir.

    Psikodinamik psikoterapistler, hastalarının değerlerini yargılamayı azaltmak için kendi değer sistemlerini (value system) anlamak zorundadırlar.

    Bir araştırma kapsamında, üç yaşındaki bir çocuğa şu hikaye anlatılıyor:

    Bir anne, çocuğuna ve küçük kardeşine yara bantlarının saklandığı banyo rafına dokunmamalarını söylüyor. Anne gittikten sonra çocuklar oyun oynuyor ve küçük kardeş kendini kesiyor ve çocuktan yara bandı istiyor.

    Daha sonra çocuğa “Bana göster ve sonra ne olacağını söyle” diye sorulur (Oppenheim ve diğerleri, 1997, s. 947). Bu senaryoyu tasarlayan araştırmacılar, pek çok çocuğun bu yaşta bile bu ikilemi kabul edebildiğini ve hatta çözebildiğini buldu. Böylece doğru ve yanlış duygusunu edinmeye ve kullanmaya başlıyorlardı. Çocuğun bilinçli olarak kuralları belirleme yeteneğinden önce gelişen bu değerler dizisi, onun farkındalığının dışında veya bilinçdışındadır. Bazı değerlerimizin bilinçli olarak farkında olmamıza rağmen, değer sistemimizin birçok yönü bilinçsiz/bilinçdışı (unconscious) ve örtüktür. Bir kişinin değerlerinin onun düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını nasıl etkilediğini anlamak psikodinamik formülasyonun önemli bir parçasıdır.

    Alanın tanımlanması: değerler

    Pinokyo buna “Jiminy Cricket (Jiminy Cricket)” adını vermiş, Freud ise buna süperego (super-ego) adını vermiştir (Freud, 1923/1971). Adına ne derseniz deyin, değer sistemimiz kim olduğumuzun önemli bir parçasıdır. Değerlerimiz kendimiz ve eylemlerimiz hakkındaki düşüncelerimize, nasıl davrandığımıza, başkalarını ve kültürümüzü nasıl değerlendirdiğimize rehberlik eder. Değerler, ahlak, etik, süperego işlevi, vicdan ve olumlu sosyal davranış gibi birçok isimle anılır (Hoffman, 2008) ve yaşamlarımız boyunca gelişmeye devam eder (Emde ve diğerleri, 1991). Bu terimler, farklı alanlardaki farklı insanlar için farklı anlamlar ifade eder. Bize uygun tanımları seçmek yerine, bu önemli işlev alanının temel yönlerini ele alacağız.

    Değerleri tanımlamak için değişkenler

    Bir kişinin değerlerinin üç yönünü düşünebiliriz:

    • Doğru ve yanlış duygusu
    • Doğru/yanlış davranış
    • Kişisel değerler

    Bunlar örtüşse de farklıdır ve bu nedenle aşağıdaki metinde hepsini açıklamak önemlidir.

    Doğru ve yanlış duygusu

    İçimizdeki “yapmamız gerekenler” ve “yapmamamız gerekenler” hayatımızın ilk yıllarında gelişmeye başlar. Sonuçta doğru ve yanlış anlayışımızı (sense of right and wrong) oluştururlar. Gelişimleri mizaçtan, ilk bakıcılarımızdan, akranlarımızdan, inanç sistemimizden ve içinde yaşadığımız kültürden etkilenir (Emde ve diğerleri, 1991). Kendimiz, başkaları ve genel olarak toplum hakkında nasıl düşündüğümüzü yönlendirirler. Her ne kadar bilinçli olarak bunların farkında olsak da, bunlar büyük ölçüde otomatik ve bilinçsizdir. Örneğin, bir aile üyesinin ilaçlarını alabilmek için “yalnızca acil durumlar için” etiketini kullanarak çekme alanına park eden bir sağlık çalışanını düşünün. “Bu doğrudur/makuldür” diye düşünebilir ama sonra kendini sinirli hissedebilir ve huzursuz bir gece geçirebilir. Seçimini bilinçli olarak haklı çıkarsa da, bilinçdışı içsel değerlerin ruh halini ve uykusunu etkilemesi muhtemeldir. Psikodinamik psikoterapistler olarak hastalarımızın bilinçdışı değerlerine dair bir anlayışa sahip olmalıyız çünkü bunlar hayatlarının birçok yönünü etkileyebilir ve hatta semptomlara neden olabilir.

    Bir kişinin doğru ve yanlış anlayışı, her biri bir süreklilik (continuum) içinde olan aşağıdaki değişkenler kullanılarak tanımlanabilir.

    Doğru/yanlış sistemi

    Birinin doğru ve yanlış sistemi nedir ve nasıl çalışır? Veya insanların farklı durumlarda farklı doğru/yanlış sistemleri olabileceği için (Jensen 2015), onların doğru ve yanlış sistemleri nelerdir? İnsanlar doğru ve yanlış sistemlerini çeşitli şeylere dayandırırlar. Bazıları sivil/medeni kodlara ve yasalara, bazıları dini kurallara, bazıları ise kültürel standartlara uyuyor. Çoğumuz bir kombinasyon kullanıyoruz. Bir kişinin doğru ve yanlış anlayışına sahip olup olmadığını öne sürmek yerine, kişinin doğru/yanlış sistemlerinin nasıl işlediğini anlamak daha önemlidir. Bazıları çok tutarlı doğru ve yanlış sistemlerine sahip olabilir, bazıları duruma göre sistemlerini değiştirebilir (Jensen, 2015), bazıları ise sistemlerinin çözüldüğü zamanlar yaşayabilir.

    Sertlik/Katılık

    Birinin değerleri onun kendisini veya başkalarını aşırı derecede yargılamasına mı yol açıyor? Geleneksel olarak bu, sert/katı bir süper egoya (harsh super-ego) sahip olmak olarak biliniyordu. Sertlik (harshness) veya hoşgörü, değer yargısının miktarı ve niteliğinin algılanan ihlalle eşleşip eşleşmediğiyle ilgilidir. Burada önemli olan sertliğin kişi için ne anlama geldiğini anlamaktır. Yoksulluk içinde büyüyen, tüm parasını biriktiren, kendini her türlü lüksten mahrum bırakan, şöyle düşünen bir insanda bir sertlik duyarız: Annemle babamın hiçbir lüksü yokken neden benim lüksüm olsun ki?

    Terapistler olarak bizim işimiz, sertliği ve bunun haklı olup olmadığını yargılamak değil, bunun yerine sertliğin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmak ve sert bir değerlendirmenin doğruluğu üzerinde düşünmektir.

    Esneklik

    Bazıları için değerler birer değer iken bazıları için durumlar doğruyu ve yanlışı görme şekillerini etkileyebilir (Jensen, 2015). Örneğin Toni Morrison’un Sevgili romanında bir anne çocuğunu öldürmektedir (Morrison, 2012). Çoğu insanın değerleri bu eylemi kınasa da, annenin köle yakalayıcıları tarafından takip edilen kaçak bir köle olduğu düşüncesi, birçok kişinin bu eylemi esnek bir şekilde yargılamasına olanak tanıyabilir. Bu tür bir esneklik (flexibility)empatiyi ve bağışlamayı teşvik edebilir.

    Doğru/yanlış davranış

    Başkalarını nasıl düşündüğümüz, hissettiğimiz ve yargıladığımız bir şeydir; nasıl davrandığımız ise başka bir şeydir (Gibbs, 2019, s. 8). Değerlerimizin yönlendirdiği davranışlara doğru/yanlış davranış (right/wrong behavior) diyebiliriz. Bu davranış kim olduğumuzun ve başkaları tarafından nasıl algılandığımızın önemli bir boyutudur. Bunu içsel değerlerden faydalı bir şekilde ayırabiliriz çünkü değer sistemimizin bu iki boyutu örtüşebilir ve kesişebilir, ancak bunların mutlaka aynı olması gerekmez. Doğru/yanlış davranışımızı aşağıdaki değişkenleri kullanarak tanımlayabiliriz.

    Kişinin doğru ve yanlış anlayışıyla tutarlılığı

    “Bunun yanlış olduğunu biliyorum ama yine de yapacağım” diyen kişiye karşılık (versus), davranışları kendi içsel doğru ve yanlış duygusuyla daha tutarlı bir şekilde eşleşen kişiyi düşünün. Zihinsel durum muayenesindeki klasik soru şudur: “Sokakta bulduğunuz 100 dolarlık banknotla ne yapardınız?” Bazıları, “Başkasına ait, polise götürürdüm” derken, bazıları da “Evet, bir şeyleri almaman gerektiğini biliyorum ama kim bilebilir ki?” diyebilir. Bir şeyin yanlış olduğunu bilmek ancak davranışı yönlendirmek için kişinin yakalanma ihtimalinin düzeyini kullanmak, kişinin bu düşüncenin yokluğunda eylemlerini seçmesinden oldukça farklıdır.

    Kişinin ailesi veya kültürüyle tutarlılığı

    Bireyin doğru/yanlış davranışları çevresindeki kişilerin davranışlarına benzer mi, yoksa onlardan farklı mı? Bunu açıklamak çok önemli olabilir. Örneğin, partilere veya buluşmalara gitmeyi “günah” olduğunu söyleyerek reddeden 18 yaşında bir yetişkini (adult) düşünün. Eğer bu kişi 18 yaşındaki tüm yetişkinlerin bu inancı paylaştığı bir kültürde yaşıyorsa, bu davranışı belli bir açıdan görebiliriz; 18 yaşındaki yetişkinlerin genel olarak sosyalleştiği bir ortamda yaşıyor ise davranışlarını başka bir şekilde düşünebiliriz. Bir kişinin davranışını bağlamsallaştırmak (contextualizing), onu yargılamak yerine anlamamıza yardımcı olur.

    Prososyal davranış

    Antisosyal davranışın tersi olan prososyal davranış (prosocial behavior), “kişisel ödül beklentisi olmadan…başkalarına fayda sağlamayı amaçlayan sosyal eylem” olarak tanımlanmaktadır.” (Gibbs, 2019, s. 157). Bu özel değer odaklı davranışın varlığını veya yokluğunu (yine bir süreklilik boyunca) tanımlamak önemlidir. Çöp atmayan iki insanı düşünün: biri güzel bir şehre sahip olma arzusuyla hareket ediyor, diğeri ise dünyayı gelecek nesillere daha yeşil bırakma arzusuyla hareket ediyor. İkinci kişinin davranışının daha olumlu olduğunu söyleyebiliriz.

    Kişisel değerler

    Bizi ne motive ediyor? Hayatımıza anlam veren şey nedir? Bizim için önemli olan nedir? Bunlar kişisel değerlerimiz (personal values) diyebileceğimiz şeylerdir. Kişisel değerler kişiden kişiye farklılık gösterir ve partner seçiminden kariyer seçimine kadar her şeye yön verir. Para, statü, din ve aile gibi motivasyon unsurlarının yanı sıra dürüstlük, sıkı çalışma, katılım, adalet, dürüstlük ve maneviyat gibi daha soyut kavramları da içerebilirler. Örneğin, her biri çocuklarını büyütürken çalışmayı seçen dört kadını düşünün. Biri ailesinin daha fazla paraya sahip olmasını istediği için çalışabilir, ikincisi kişisel olarak tatmin edici bulduğu için çalışabilir, üçüncüsü toplumda kadınlara eşit davranılmasının önemli olduğunu düşündüğü için çalışabilir ve dördüncüsü ise hayatta kalmak için çalışabilir. Her biri farklı kişisel değerler tarafından yönlendirilen, benzer davranışlara sahip dört kadın. Terapistler olarak hastalarımızın değerlerini yargılamadan tanımlamak ve keşfetmek için kendi kişisel değerlerimizi anlamamız önemlidir.

    Değerler ve kültürel bağlam

    Her ne kadar ilk ahlaki gelişim teorileri evrensel değerler kavramını desteklese de (Kohlberg, 1981), mevcut araştırmalar doğru ve yanlış hakkındaki düşünme şeklimizin içinde yaşadığımız kültür (veya kültürler) tarafından şekillendiğini göstermektedir (Pandya ve Bhangaonkar, 2015). Örneğin, bir çalışmada araştırmacılar, yetişkinlere “Tanrı’nın izlediği” telkin edildiğinde başkalarına yardım etmeyi seçmeye daha yatkın olduklarını bulmuşlardır (Shariff ve Norenzayan, 2007). Diğerleri, Amerika Birleşik Devletleri’nde muhafazakar dindar ailelerde büyüyen okul çağındaki çocukların, daha ilerici ailelerde yetişenlere kıyasla değerler hakkında farklı fikirlere sahip olduğunu bulmuşlardır (Jensen, 2015). Muhafazakar bir Güneyli ailede büyüyen tarihçi Charles Dew, The Making of a Racist adlı kitabında (Massachusetts’te) Williams College’da öğrenci olarak yaşadığı deneyimlerin ırk ve ırkçılık hakkındaki görüşlerini dönüştürmeye nasıl yardımcı olduğunu yazıyor (Dew, 2016) ). Yaşadığımız deneyimler ve bunların oluştuğu kültürler, değerlerimizin yaşam boyunca gelişimini etkiler.

    Değerleri öğrenmek: açılış soruları, ardından hikayeler

    Birinin değerlerini öğrenirken, bireyin yaşam deneyimi ve durumu tarafından yönlendirilmemizi sağlarız. İnsanlar terapiye stres altında oldukları için gelirler -başları belada olabilir, travma geçirebilirler, pişmanlık duyabilirler, kendilerini suçlu hissedebilirler ya da sadece yaklaşan bir kararla ilgili kafaları karışmış olabilir. Değerlerinin hikayelerinin ayrıntılarıyla nasıl iç içe geçtiğini öğrenmeliyiz. Aşağıdakilerin tümü için kişinin bu değerleri yakın çevresi ve toplumuyla paylaşıp paylaşmadığını sormak da faydalı olacaktır.

    Bir kişinin doğru ve yanlış duygusunu öğrenmek

    Değerleri öğrenmenin en iyi yolu bireyin kişisel deneyimiyle çalışmaktır. Örneğin kendini suçlu hisseden ya da kendini cezalandıran bir hastaya, bu duygularına yön veren düşünceleri sorabiliriz. Aktarım/transferans yoluyla içsel değerleri de öğrenebiliriz. Örneğin hastaların zamanı ve parayı idare etme biçimleri bilinçli ya da bilinçdışı değerlere ışık tutabilir. Tutarsızlıklarla yüzleştirmek, sertlik hakkında bilgi edinmemize yardımcı olabilir -örneğin, terapiyi hak etmediğini söyleyen bir kişiye neden böyle hissettiğini sormak. Uyarlayabileceğiniz ve değiştirebileceğiniz diğer bazı örnek sorular şunlardır:

    • (Siz veya başka bir kişi) bunu ne zaman yaptınız, bunun doğru olduğunu düşündünüz mü?
    • Bu karar hakkında ne düşünüyorsunuz? Keşke başka bir seçim yapsaydınız mı?
    • Kendinizi suçlu hissettiğinizi söylüyorsunuz -neyi yanlış yaptığınızı düşünüyorsunuz?
    • Size doğruyu ve yanlışı kim öğretti?
    • Yaşamınız boyunca neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair anlayışınız değişti mi? Sizce bu neden oldu?
    • Doğru ve yanlış anlayışınız kişisel inanç sisteminizle veya kültürel geçmişinizle bağlantılı mı?
    • Bunun ailenizin doğru ve yanlış anlayışından ya da kültürel geçmişinizden farklı olduğunu mu düşünüyorsunuz?

    Doğru/yanlış davranışı öğrenme

    Doğru/yanlış davranışı öğrenmek aynı zamanda insanların anlattığı hikayelerle başlar. Sevilen biriyle kavga etmekten mi bahsediyorlar? Başları bir çeşit belada mı? Pişman olacakları bir şey mi yaptılar? İnsanların bu hikayeler hakkında konuşmasını sağlamak bize onların doğru/yanlış davranışları hakkında çok şey söyleyebilir. Bizimle ilgili hisleri (aktarım) hakkında konuşmak da yardımcı olabilir. İşte birkaç fikir:

    • Eğer bunu tekrar yapabilseydiniz, aynı şekilde yapar mıydınız?
    • Kız kardeşine davranışınızdan ne kadar pişman olduğunuzdan çok bahsettiniz. Neyi yanlış yaptığınızı düşünüyorsunuz?
    • Kaçırdığınız seansı halletme şeklim yüzünden bana kızgın görünüyorsunuz. Sizce neyi yanlış yaptım?

    Kişisel değerleri öğrenmek

    • Hayatta sizin için en önemli şey nedir? Neden?
    • Hangi değerler sizi motive ediyor?
    • Hayattan ne arıyorsunuz/bekliyorsunuz?
    • Eğer dünyada tek bir şey isteseydin bu ne olurdu? Bu hayatınızı nasıl iyileştirir?
    • Rol modelleriniz kimler? Neden?

    DEĞERLERİ tanımlama

    Değerleri TANIMLAMA hakkında düşünürken Carlos’u ele alalım:

    Carlos, yakın zamanda papazla görüşür ve ona pandemi sırasında kilise ayinlerine katılamamaktan dolayı “suçluluk duyduğunu” söyler. Papaz onunla ilgili endişe duyar ve ona bunu terapistle görüşmesini önerir. Bunun üzerine, Carlos terapiste “Birçok hatam oldu” der. “Genç bir adam olarak çok içtim. Eğer dindar/dini bütün babam bunu bilseydi, beni evden kovardı -üstelik bunun için de haklı bir nedeni vardı.” Carlos, boş zamanlarının tamamını kilisesinde papaz olarak çalışarak geçirdiğini ve kendisini çocuklarını “Tanrı’yı sevecek” ve başkalarına hizmet edecek şekilde yetiştirmeye adadığını söylüyor.

    Carlos’un değerlerle ilgili kalıplarını şu şekilde TANIMLAYABİLİRİZ:

    Dindar bir ailede büyüyen Carlos net bir doğru ve yanlış anlayışına (sense of right and wrong) sahiptir ve bu bazen özellikle kendisine karşı oldukça sert/acımasız ve katı (harsh and inflexible) olabiliyor. Bunun örnekleri, salgın sırasında (çoğu insan için bu imkansızken) kiliseye gitmeme konusundaki suçluluk duygusu ve doğru-yanlış davranışında (right-wrong behavior) “yanlış” olarak adlandırdığı şeylerle ilgili içsel meşguliyetidir. Artık, kendi iç değerleri ve toplumun değerleri ile tutarlı (consistent with his internal values and those of his community) olan katı davranış kurallarına bağlı kalıyor, alkolden tamamen uzak duruyor ve tüm boş zamanlarını kilisesinde bir papaz olarak çalışarak geçiriyor. Onun temel değerleri (primary values), kendi inanç ve davranışlarını paylaşan çocuklar yetiştirmekle ilgilidir.

    DEĞERLERİ tanımlayan değişkenler

    Doğru/yanlış duygusu şunları içerir:

    • Doğru/yanlış sistemi
    • Sertlik
    • Esneklik

    Doğru/yanlış davranış şunları içerir:

    • Doğru/yanlış duygusuyla tutarlılık
    • Kişinin ailesine/kültürüne uygunluk
    • Olumlu sosyal davranış

    Kişisel değerler şunları içerir:

    • Türler (ör. eğitim, aile, para)
    • Çevrelerindekilerle tutarlılık/onlardan farklılık

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenciler tarafından veya sınıf ortamında yapılabilir.

    Herhangi bir klinik ortamda birlikte çalıştığınız bir hastayı düşünün. Bu kişinin kişisel değerlerini sıralayabilir misiniz? Onları nasıl öğrendiniz? Bu bilgiyi ortaya çıkarmada hangi sorular faydalı oldu? Bir eğitim grubundaysanız fikirlerinizi paylaşın.

    Referanslar
    1. Dew, C. B. (2016). The making of a racist: A southerner reflects on family, history and the slave trade. University of Virginia Press.
    2. Emde, R. N., Biringen, Z., Clyman, R. B., & Oppenheim, D. (1991). The moral self of infancy: Affect core and procedural knowledge. Developmental Review, 11, 252–270.
    3. Freud, S. (1971). The ego and the id. In J. Strachey (Ed.), The standard edition of the complete psychological works of Sigmund Freud, Volume XIX (1923–1925): The ego and the id and other works (pp. 1–66). Hogarth Press. (Original work published in 1923).
    4. Gibbs, J. C. (2019). Moral development and reality (4th ed.). Oxford University Press.
    5. Hoffman, M. L. (2008). Empathy and prosocial behavior. In M. Lewis, J. M. Haviland-Jones,
      & L. F. Barrett (Eds.), Handbook of eemotions (pp. 440–455). The Guilford Press.
    6. Jensen, L. A. (Ed.) (2015). Moral development in a global world. Cambridge University Press.
    7. Kohlberg, L. (1981). Essays on moral development (volume I): The philosophy of moral development.
      Harper & Row.
    8. Morrison, T. (2012). Beloved. Alfred A. Knopf Inc.
    9. Oppenheim, D., Emde, R. N., Hasson, M., & Warren, S. (1997). Preschoolers face moral dilemmas: A longitudinal study of acknowledging and resolving internal conflict. The International Journal of Psycho-Analysis,
      78, 943–957.
    10. Pandya, N., & Bhangaonkar, R. (2015). Divinity in children’s moral development: An Indian perspective. In L. A. Jensen (Ed.), Moral development in a global world. Cambridge University Press.
    11. Shariff, A. F., & Norenzayan, A. (2007). God is watching you: Priming God concepts increases prosocial behavior in an anonymous economic game. Psychological Science, 18(9). https://doi.org/10.1111/j.1467-9280.2007.01983.x
  • Kognisyon (Biliş) (9)

    Anahtar kavramlar

    İnsanların düşünme (think) şekli, işleyiş (function) şeklinin merkezinde yer alır.

    Bilişsel işlevi (cognitive function) aşağıdaki değişkenleri kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Bilişi açıklamaya yönelik değişkenler
      • Temel bilişsel işlevler (Basic cognitive functions)
      • Üst düzey (yönetici) bilişsel işlevler (Higher (executive) cognitive functions)
        • Duygusal ifade ve düzenleme (Emotional expression and regulation)
        • Dürtü kontrolü (Impulse contro)
        • Muhakeme (Judgment)
        • Duyusal uyaran düzenlemesi (Sensory stimulus regulation)
        • Karar verme ve problem çözme (Decision-making and problem-solving)
      • Reflektif (metabilişsel) işlevler (Reflective (metacognitive) functions)
        • Gerçeklik testi (Reality testing)
        • Kendi üzerine düşünme (Self-reflection)
        • Mentalizasyon (Mentalization)

    Konunun tanımlanması: kognisyon (biliş)

    Cogito ergo sum—Descartes ünlü bir şekilde, düşünmenin varoluşumuzun kanıtı olduğunu ileri sürmüştür (Descartes, 1637/1998). Düşünme şeklimiz, problem çözme, düşünceleri organize etme, bir şeyleri hatırlama ve dikkatimizi odaklama dahil yaptığımız hemen hemen her şeye yansır. Bazı insanlar bilişsel işlevlerin bir alanında güçlü yanlara sahipken diğerinde zorluklar yaşarlar. Harika bir öğretim görevlisi olmasına rağmen dağınık olan ve randevularına her zaman geç kalan, dalgın profesörü düşünün. Bir düşünce türüne diğerine göre daha fazla değer vermek yerine, insanların sorunları çözme, karar verme ve muhakemede bulunma ve kendi zihinleri ve başkalarının zihinleri hakkında düşünmenin birçok yolunu tanımlamak istiyoruz.

    Bilişsel işlevin tanımlanması, çeşitli nedenlerden dolayı psikodinamik formülasyon süreci için önemlidir. Birincisi, düşünme şeklimiz işleyişimizin anahtarıdır ve bu nedenle onun gelişimi hakkında hipotezler kurmak istiyoruz. İkincisi, bilişsel işlevler kişinin yaşamı boyunca gelişip değiştiği için, bu alandaki sorunları dikkatli bir şekilde gözlemlemek ve tanımlamak, bir bireyde gelişim sırasında ne zaman sorun yaşanabileceğine dair bize ipuçları sağlayabilir.

    Engellilik ve bilişsel farklılıklar

    Son olarak ve belki de özellikle önemli olan, düşünme şeklimizin gelişimimizin diğer yönlerini etkileyebilmesidir. Örneğin, çocukların dikkat veya organizasyonla ilgili sorunlarının olması, kendilerini (kendilik değeri) algılama biçimlerini ve başkaları (aile, topluluk ve genel olarak toplum) tarafından görülme biçimlerini etkileyebilir. Öğrenme engelli olarak tanımlanan çocuklar, kalıcı akademik ve duygusal etkiler yaratabilecek şekillerde damgalanabilir ve kalıplaşmış olabilir (Hehir, 2002). Engelli ayrımcılığı (ableism), engelli kişilere ve/veya engelli olarak algılanan kişilere, engelli kişilerin engelli olmayanlardan daha aşağı düzeyde olduğuna dair toplumsal olarak yapılandırılmış varsayımlara dayanarak önyargılı muamele edilmesi olarak tanımlanmaktadır (Friedman ve Owen, 2017). Öğrenme güçlüğü olan öğrenciler hakkındaki engelli varsayımlarının yeterince farkında olmayan akranlar, öğretmenler ve ebeveynler, engelliliğe ve engelli kişilerin değersizleştirilmesine (örneğin, hecelemeyi öğrenmenin yazım denetim programı kullanmaktan “daha iyi” olduğunu veya öğrenme güçlüğü olan öğrencilerin hayatta daha az zeki ve üretken olduklarını varsaymak) karşı baskın kültürel önyargıları güçlendirebilir.

    Engelliliği deneyimlemek için engelli olmamıza gerek yok. Doğası gereği sessiz olan bir çocuk, sözlü olarak iletişim kurmaya daha az eğilimli olabilir ancak tamamen “normal” alıcı dil becerilerine sahip olabilir. Çocukların belirli bir yaşa kadar neler yapabilmeleri gerektiğine ilişkin katı kilometre taşları (örneğin, tüm çocukların 7 yaşına kadar okuyabilmesi gerekir), çocuğun uygunsuz bir şekilde dil gecikmesi (language delay) yaşadığı şeklinde işaretlenmesine yol açabilir (Galatzer-Levy & Cohler, 1993) . Bireysel olarak çocuklar kendi yörüngeleri doğrultusunda ve kendi hızlarında gelişirler. Tüm bu deneyimler kişinin bilişsel yetenekleriyle ilgilidir ve psikodinamik olarak formüle edilirken dikkate alınmalıdır.

    Bilişi açıklayan değişkenler

    Bilişsel işlevlerin geniş kapsamını gözden geçirmek bu kitabın kapsamı dışındadır. Bununla birlikte, tanımlanması gereken bilişsel işlevlerin bazı genel kümelerini düşünebiliriz. Bunlar:

    • Temel bilişsel işlevler
    • Üst düzey (yönetici) bilişsel işlevler
      • Duygusal ifade ve düzenleme
      • Dürtü kontrolü
      • Muhakeme
      • Duyusal uyaran düzenlemesi
      • Karar verme ve problem çözme
    • Reflektif (metabilişsel) işlevler
      • Gerçeklik testi
      • Kendi üzerine düşünme
      • Mentalizasyon

    Temel bilişsel yetenek

    Ne kadar akıllı? Neden bir şeyleri unutup duruyor? Neden ödevlerini takip edemiyor? Terapistler olarak her gün hastalarımız hakkında, hastalarımızın temel bilişsel yetenekleriyle (basic cognitive ability) ilgili bu soruları kendimize soruyoruz. Bu yetenekler, kişinin doğuştan donatıldığı yerleşik entelektüel/bilişsel kapasitelerdir ve zekayı, hafızayı, dikkati, algıyı, konuşmayı ve dili ve düşünceyi organize etme yeteneğini içerir (bkz. Tablo 9.1). Bu işlev alanlarını değerlendirmek bazen formel değerlendirme (formal testing) (örneğin, zeka, hafıza, dikkat) gerektirse de (Cournos ve diğerleri, 2008), özellikle açık güçlü yönleri veya zorlukları temsil ettiklerinde, bu alanlardaki genel işlev hakkında yorum yapabiliriz ve yapmalıyız. Bir hasta üçüncü sınıfta bilim yarışmalarını kazanmaya başlamış olabilir, bir diğeri asla ödevlerine odaklanamıyor, bir diğeri ise her derse bir şeyler unutmuş olarak geliyor. Bu bireylerin bilişsel işlevleri, diğer tüm alanlardaki işleyişini (kendileri hakkındaki düşünme biçimlerini, başkalarıyla ilişkilerini, strese nasıl uyum sağladıklarını, değerlerini, iş ve eğlencelerini) etkiler. Bu hepimiz için doğrudur ancak bilişsel işlevler büyük bir güç veya zorluk teşkil ettiğinde özellikle önemlidir.

    Tablo 9.1 Temel bilişsel yetenekler
    Zeka (Intelligence)
    Hafıza (Memory)
    Dikkat (Attention)
    Konuşma ve Dil (Speech and Language)
    Lineer/Doğrusal düşünme (Linear thinking)
    Algılama (Perception)

    Üst düzey (yönetici) işlevler

    Ergenlik çağındaki bir çocukla tartıştıktan sonra, bir ebeveyn sert bir içki içmeyi düşünüyor ancak bunun migrene neden olabileceğini hatırlayıp bunun yerine derin nefes egzersizleri yapıyor.

    Bir öğrencinin hafta sonundan sonra teslim edilmesi gereken bir dönem ödevi var ama aynı zamanda bir arkadaşının doğum günü partisine de katılmak istiyor, bu nedenle her ikisini de mümkün kılan bir çalışma programı hazırlıyor.

    Bunlar iş başındaki üst düzey (yönetici) bilişsel işlevlerin örnekleridir (bkz. Tablo 9.2). Onlar, istenilen hedeflere ulaşmak için insanların kendilerini ve temel bilişsel kaynaklarını yönetmelerine yardımcı olan bir zihinsel işlemler setidir. Bir kişinin, aksi takdirde çevredeki uyaranlar tarafından otomatik olarak ortaya çıkabilecek yanıtları geçersiz kılması gerektiğinde, genellikle daha yüksek bilişsel işlevler harekete geçirilir. Üst düzey bilişsel işlevler arasında duygusal düzenleme, dürtü kontrolü, muhakeme, uyaran düzenlemesi, karar verme ve problem çözme yer alır.

    Tablo 9.2 Yönetici (Üst Düzey Bilişsel) İşlevler
    Duygusal düzenleme (Emotional regulation)
    Dürtü kontrolü (Impulse control)
    Muhakeme (Judgment)
    Uyaran Düzenlemesi (Stimulus regulation)
    Karar verme ve Problem çözme (Decision-making
    and Problem-solving)

    Duygusal ifade ve düzenleme

    İlk adımı atmanın heyecanı, üniversiteden mezun olmanın gururu, çocuğunun doğuşunu izlemenin sevinci -bu duygular olmasaydı hayat renksiz olurdu. Üzüntü, kayıp ve hayal kırıklığı gibi daha acı verici duyguları deneyimleyebilmek de önemlidir. Acı verici duygular kendimizi ve başkalarını anlamamıza yardımcı olur -onlar olmasaydı deneyimlerden öğrenmede, empati kurmada ve ilişkiler kurmada zorluk yaşardık. Duygular aynı zamanda bizi motive eder ve bize yaşama “sevinci” verir. Bazı insanlar, aşağıdaki örneklerde olduğu gibi, diğerlerine göre çok çeşitli duyguları deneyimleme, tolere etme ve ifade etme konusunda daha yeteneklidir:

    Torunlarımla birlikte olmayı seviyorum. O kadar hayat dolular ki! Salıncakta ileri geri hareket etmelerini izlemek bile nefesimi kesiyor. Onları tekrar görmek için sabırsızlanıyorum!

    Günü torunlarla geçirdik. Öğle yemeği yedik. Kızım çok meşgul. Sanırım onları birkaç hafta sonra tekrar göreceğiz.

    İki büyükanne (veya büyükbaba), iki farklı deneyim. İlki duygu dolu -ünlem işaretlerini neredeyse duyabiliyorsunuz. İkincisi kulağa daha düz geliyor, daha az duygu dolu. Kişinin çeşitli duygulara [duygu çeşitliliğine] sahip olup olmadığına dikkat etmek de önemlidir -ifade edilen duygular tamamen iyi ya da tamamen kötü olamaz.

    Duyguları deneyimleyebilmek önemli olsa da onları yönetebilmek de önemlidir. Zevkli olsun ya da olmasın, kontrol dışı duygular bunaltıcı ve stresli olabilir. Her bireyin kaygı da dahil olmak üzere duyguları tolere etme kapasitesi farklıdır. Örneğin, partnerlerinden ayrılmakla ilgili bir mesaj alan iki kişinin mesaja verdikleri tepkileri düşünün:

    Birisi kontrolsüz bir şekilde çığlık atmaya başlıyor ve ardından tabakları duvara fırlatmaya başlıyor.

    Diğeri sessizce oturuyor, sıcak bir banyo yapıyor ve akşam yemeğinde hikayeyi oda arkadaşına anlatırken ağlıyor.

    Her ikisi de üzgün olsa da, ikinci kişi duygularını yönetebiliyor ve oldukça sakin kalabiliyor gibi görünüyor, oysa birincisi bunu yapamıyor. İnsanların, hafif düzeydeki duyguları bile idare etmekte zorlandıkları veya kronik kaygı veya duygudurum semptomları nedeniyle bunaldıkları için duyguları yönetmekte zorluk çekebileceklerini unutmayın.

    Kültür ve duygular

    Duygusal ifade pek çok şeyle ilişkili olabilir -bazı insanların derin duyguları vardır ancak bunları kişisel veya kültürel nedenlerden dolayı ifade etme eğiliminde değildirler. Duyguların kontrol edilmesine ilişkin toplumsal/kültürel normlar ve beklentiler de değişiklik göstermektedir ve ebeveynlerin çocuklarını sosyalleştirme şeklini etkileyebilir (Tummula-Narra,
    2016). Batı ve doğu kültürlerinde özerklik, kendine güven ve bireysellik hakkındaki farklı tutumlar, duygusal düzenlemeye ne ölçüde öncelik verildiğini etkiler. Kültürlerarası çalışmalar Hindistan gibi Güney Asya ülkelerinde ya da Porto Riko gibi Latin Amerika kültürlerinde ebeveynlerin, toplumsal görevleri yerine getirmek ve toplumsal uyumu korumak amacıyla çocuklarına duygularını ifade etmelerini kontrol etmeyi öğrettikleri gösterilmiştir. Almanya gibi batı ülkelerinde ebeveynler genellikle çocuklarını duygularını ifade etmeye teşvik eder, böylece kendi ihtiyaçlarını rahatlıkla gösterebilen, özgüven sahibi bireyler haline gelebilirler (Keller ve diğerleri, 2005; Trommsdorff ve Cole, 2011; Trommsdorff ve diğerleri, 2012).

    Dürtü kontrolü

    Dürtüler birçok biçimde gelir. Dürtüleri kontrol etmekte güçlük çeken kişiler aşağıdaki sorunlarla karşılaşabilirler:

    • Arzuyu/iştahı yönetmek (ör. maddeler, yiyecek, seks)
    • Kumar
    • Saldırganlığı/şiddeti kontrol etmek
    • Çalmak

    Dürtüsel olmak her zaman kötü değildir. Bazen aşırı kontrollü olmak sorun yaratabilir. Yeni bir çift ayakkabı almaktan, iş sonrası doğaçlama bir toplantıya kadar kendiliğinden hiçbir şey yapamayan kişi, çoğu zaman başkalarıyla ilişkilerinde zorluklar yaşar. Benzer şekilde, dürtü kontrolüyle ters orantılı olan risk alma, kendine zarar veren davranışlara yol açabilir ancak aynı zamanda büyük ölçekli kariyer hamleleri için de gerekli olabilir. Bazıları için bungee jumping, mağaralarda tüplü dalış gibi risk gerektiren aktiviteler zevkliyken bazıları için dehşet vericidir.

    İnsanlar dürtülerini birçok şekilde kontrol ederler. Yavaşlamayı, hazzı ertelemeyi ve 10’a kadar saymayı öğrenirler. Bazıları bunu kendi başlarına yapar, ancak bazıları 12 adımlık programların veya dini inançların desteğine ihtiyaç duyar. Bir kişinin başarılı öz kontrol stratejilerini anlamak ve tanımlamak, dürtü kontrolüyle ilgili mücadelelerini belgelemek kadar önemlidir -yine, hastaların zorlukları kadar güçlü yönlerini de not etmeyi unutmayın.

    Muhakeme

    Genellikle muhakeme [yargı] olarak adlandırılan, davranışın sonuçlarını dikkate alma kapasitesi (Cabaniss ve diğerleri, 2017), bir başka yüksek bilişsel işlevdir. Muhakeme, sadece amaçlanan bir davranışın uygunluğunun ve olası sonuçlarının farkında olmayı değil, aynı zamanda bu farkındalığı yansıtacak (reflect) şekilde davranmayı da içerir. Diğer bilişsel işlevlerde olduğu gibi muhakeme de “var veya yok (on or off)” bir işlev değildir; farklı durumlarda artabilir ve azalabilir. Örneğin, çok fazla içki içen genel olarak sorumluluk sahibi kişiler, okuldaki basketbol maçından sonra çocuğunu kucağına almayı unutabilir veya yeni bir partnerle seks yaparken prezervatif kullanmayabilir. Bu insanlar yapılacak doğru şeyi “bilebilir” ve hatta davranışlarının sonuçlarını hissedebilirler, ancak bazen bunlara göre hareket etmezler. Muhakeme, onların işleyişinin her yönü üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olabilir ve bu nedenle tanımlanması önemlidir. Bölüm 10’da insanların kararlarına yön veren değerler hakkında söylenecek daha çok şey olacak.

    Duyusal düzenleme

    Gürültü, koku ve doku gibi uyaranlar her yerdedir ve bunlara uyum sağlayabilmemiz gerekir. Tartıştığımız diğer uyaran türlerinde olduğu gibi, insanların bu duyumlara tahammül etme ve bunlara uyum sağlama yetenekleri büyük ölçüde farklılık gösterir. Bazı insanlar bir telefon çaldığında kolayca irkilir veya kötü bir koku duyunca mideleri bulanır, bazıları ise bunun farkında değildir. Bazı insanlar yılbaşı gecesi rock konserleri veya Times Meydanı gibi çok teşvik edici ortamlardan hoşlanırlar; diğerleri parkta oynayan çocukların seslerinden rahatsız olur. Duyusal uyaranlara uyum sağlamanın zorluğu, işlevselliğe büyük bir engel olabilir. Örneğin, kokuya karşı çok hassas olan bir kişi hiçbir zaman toplu taşımayı kullanamayabilir veya uçağa binemeyebilir, bu da onun şehir dışındaki önemli konferansları veya aile toplantılarını kaçırmasına yol açabilir.

    Karar verme ve problem çözme

    İnsanlar kararlar verir ve sorunları çok farklı şekillerde çözerler. Şu insanların yeni bir araba seçerken kullandıkları yöntemlerin çeşitliliğini düşünün:

    • Her zaman Buick alırım çünkü bu babamın kullandığı arabaydı.
    • Kimin zamanı var? Bir bayiye gidiyorum ve ilk gördüğüm şeyi satın alıyorum.
    • Her şey renkle ilgili!
    • Arabalarla ilgili 3 yıllık Tüketici Raporları makalelerini okudum, beş modeli test ettim, bir derecelendirme sistemi oluşturdum ve sonunda ölçeğime göre en çok puanı alan arabayı satın aldım.

    Bu insanların hepsinin karar verme kapasitesi var ama bunları farklı şekillerde yapıyorlar. Bazı insanlar çok detay odaklıyken bazıları daha izlenimcidir; bazı insanlar araştırmaya dayalı kararlar alırken, diğerleri “önseziler” tarafından yönlendirilir. Bazı insanlar planlamacıdır, bazıları ise “her şeyi olduğu gibi kabul eder.” Bazıları ise sadece problem çözmede değil, aynı zamanda yeni tarifler icat etmekten bilimsel keşifler yapmaya kadar her konuda onlara yardımcı olan önemli yaratıcı yeteneklere sahiptir. Bir kişi bir partiyi aylar öncesinden bir kontrol listesiyle planlayabilirken, bir başkası son anda bir hevesle hepsini bir araya getirebilir. Sonuçta her iki taraf da büyük başarılara imza atabilirdi ancak onları planlayan düşünce süreci oldukça farklı olurdu. Bizim işimiz hangisinin daha iyi olduğuna karar vermek değil, hastalarımızın problem çözme tarzlarını tanımlamak ve bunların işlevleri nasıl olumlu veya olumsuz etkilediğini düşünmektir.

    ​Problem çözme, düşünmeyi organize etme, ileriyi planlama ve yaratıcı düşünme yeteneğini gerektirir. Genel bilişsel yeteneklerde olduğu gibi, bu kapasitelerin de diğer işlevlerin gelişimi üzerinde büyük etkisi olabilir. Örneğin, eğer organizasyon bir sorunsa, sorumluluk gerektiren pozisyonlarda bulunmak zor olabilir.

    Reflektif (metabilişsel) işlevler

    Reflektif veya üstbilişsel işlevler, kendi düşüncelerimizi ve duygularımızı gözlemlememizi (kendi üzerine düşünme), başkalarının zihinsel durumlarını anlamamızı ve düşünmemizi (zihinselleştirme) ve gerçek olan ile olmayan algılar arasında ayrım yapmamızı (gerçeklik testi) sağlar (Dimaggio ve Lysaker, 2010; Flavell, 1987; Levy, 2010; Semerari ve diğerleri, 2003, 2014).

    Kendi üzerine düşünme

    Reflektif bilişsel işlevin önemli bir yönü, kendi üzerine düşünme olarak bilinen kişinin kendi düşüncelerini ve davranışlarını inceleme kapasitesidir (Cabaniss ve diğerleri, 2017). Bazı insanlar bunu doğal olarak yapar ve kendilerine “Bunu neden söylediğimi/yaptığımı merak ediyorum” gibi sorular sorarken, bazıları ise “Bu böyle” deyip daha ileri gitmezler. Kendi üzerine düşünme, kişinin deneyimini anlamaya çalışmak için bazen biraz geri adım atma yeteneğidir. Kendi üzerine düşünme ile ilgili olan psikolojik zihinlilik (psychological mindedness) (Cabaniss ve diğerleri, 2017), kişinin düşünceleri, duyguları ve davranışları için olası bilinçdışı motivasyonlar hakkında düşünebilme yeteneğidir. Kendi üzerine düşünebilmek, insanların kendileri ve başkalarıyla ilişkileri hakkındaki duygularını öğrenmelerine ve geliştirmelerine yardımcı olur. Şu kişiyi düşünün: Parterine doğum gününde sadece kart alıyor ve partneri hayal kırıklığına uğruyor. Partnerine sonraki sene de sadece kart alıyor ve bu sefer partneri, karta göz yaşlarıyla tepki veriyor. Kişi ise bu durumda şaşkına dönüyor. Kendi üzerine düşünemeyen bu kişi, duruma nasıl katkıda bulunmuş olabileceğini düşünmez.

    Gerçeklik testi ve gerçeklik duygusu

    Reflektif biliş kapasitesi aynı zamanda gerçeklik testi (Bellak ve Meyers, 1975; Cabaniss ve diğerleri, 2017) ve gerçeklik duygusu (sense of reality) (Bellak ve Meyers, 1975) ile de ilgilidir. Gerçeklik testi, gerçek olan ve olmayan algılar arasında ayrım yapma yeteneğini ifade eder (halüsinasyonlar, sanrılar, illüzyonlar veya olayların büyük ölçüde çarpıtılmış algılarına sahip olmanın aksine). Söylemeye gerek yok, ilişkilerden işe kadar işlevin her yönü için gereklidir. Bazı insanlar stresli dönemlerde gerçekliği test etme kapasitesini zaman zaman kaybederler. Bazıları ise gerçekliği test edebilir ancak bazen sonuçlarından şüphe duyabilirler (Lysaker ve diğerleri, 2014). “Özel güçlerim olduğunu öğrendiği ve kendini tehdit altında hissettiği için patronumun beni kovmaya çalıştığından eminim” diyen kişi genellikle gerçeği test edemiyor gibi görünürken “İşimin güvende olduğunu biliyorum ama bazen son teslim tarihinden önce kovulmaktan endişeleniyorum” diyen kişinin gerçeği test etmekle ilgili ara sıra zorluk yaşadığı söylenebilir. Gerçeklikle ilgili her iki zorluk türünün de not edilmesi ve tanımlanması önemlidir.

    İyi bir gerçeklik duygusuna sahip olmak, kişinin kendi bedeninin yanı sıra dış olayların da gerçek ve tanıdık olarak deneyimlenmesi anlamına gelir. Gerçeklikten kopmanın örnekleri arasında şunlar yer alır: depersonalizasyon ve derealizasyon duyguları, deja-vu deneyimleri, rüya benzeri durumlar, beden dışı [kendini dışarıdan algılamayla ilgili] deneyimler, başkalarıyla bütünleşme duyguları [füzyon] ve çarpık bir beden imajına sahip olmak sayılabilir (Bellak ve Meyers, 1975). Panik bozukluğu, yeme bozuklukları ve travma geçmişi olan kişiler, bu deneyimleri yaşarken gerçeklik testini sağlam bir şekilde yapabilirler. Psikopatolojinin olmadığı durumlarda da dini veya manevi deneyimlerin parçası olabilirler (örneğin belirli dini grupların farklı dillerde konuşması) (Keri ve diğerleri, 2020).

    Zihinselleştirme

    Başkalarının zihinleri hakkında düşünmeye zihinleştirme denir (bkz. Bölüm 7 ve 24). Zihinselleştirme, diğer insanların kendisininkinden farklı düşünce ve duygulara sahip olduğunu anlama ve onların ne hissettiği ya da düşündüğü hakkında çıkarımlarda bulunma kapasitesidir (Spezzano, 2012). İki hastanın terapistlerinin tek seferlik gecikmesine verdiği tepkileri düşünün:

    • Bunu bana nasıl yapabildiniz? Biliyorsunuz, direksiyon sınavım yarın ve endişeden deliriyorum! Ne düşünüyordunuz?
    • Ha, bu çok tuhaf, asla geç kalmıyorsunuz. Umarım her şey yolundadır. Acil bir durumunuz var mı diye merak ettim. Bir terapist olmak kolay olmayabilir.

    Birinci kişi terapistin zihninde ve hayatında bir şeyler olabileceğini hayal edemezken, ikinci kişi bunu hayal edebilir. Bu yeteneği tanımlayabilmek bilişsel işlevi anlamak için önemlidir.

    Zihinselleştirme -başka bir kişinin zihninde neler olup bittiğini gerçekten düşünmeye çalışmak- kültürel stereotiplere ve sosyal gruplarla ilgili örtülü ön yargılara dayalı çıkarımlarda bulunmaktan farklıdır. (Kang ve Falk, 2020; Mattan ve diğerleri, 2018; Reihl ve diğerleri, 2015; Stoute, 2019; West ve Eaton, 2019). Örneğin bir kişi şöyle diyebilir: “O adamın ne düşündüğünü biliyorum. Onlar [belirli bir grubun tüm üyeleri] hükümetten nefret ediyor.” Kişinin, başka bir kişinin aklından geçenleri düşündüğüne inanmasına rağmen, bu aslında örtülü ön yargının ve stereotipleştirmenin kanıtıdır.

    Kognisyonları öğrenmek: açılış soruları, ardından hikayeler

    Temel bilişsel işlevleri öğrenmek

    Temel bilişsel işlevlerle ilgili bilgiler, insanlarla doğrudan deneyiminizden gelecektir. Aşağıdaki gibi şeyleri fark edebilirsiniz:

    • Anlattıkları hikayeleri tutarlı bir şekilde organize edebiliyorlar mı?
    • Randevularını hatırlayıp yenilerini planlayabiliyorlar mı?
    • Randevulara gelip faturaları zamanında ödüyorlar mı?
    • Makul bir bilgi birikimine sahipler mi?

    Ayrıca aşağıdaki gibi doğrudan sorular da sorabilirsiniz:

    • Randevularına genellikle zamanında giden biri misiniz yoksa sıklıkla geç mi kalıyorsunuz?
    • İşinizde/okulunuzda genel olarak konsantre olup işinizi halledebiliyor musunuz?
    • Genel olarak iyi organize olur musunuz yoksa dağınık mısınız?

    Üst düzey (yürütücü) bilişsel işlevler hakkında bilgi edinmek

    Duyguları yönetmek

    Özellikle duyguları merak ettiğinizde, en çok hikaye sorarak öğreneceksiniz:

    • Öfkelendiğinizde veya endişelendiğinizde ne olur? Bu duyguyla “kalabiliyor musunuz” yoksa bir şeyler yapmaya zorlandığınızı mı hissediyorsunuz? Bana çok üzüldüğünüz bir zamanı anlatır mısınız?
    • İnsanlar sizi sakin ve soğukkanlı biri olarak mı tanımlıyor yoksa duyguları hızla değişen biri olarak mı?
    • Hiç başkalarına fiziksel şiddet uyguladınız mı? Bunun gerçekleştiği bir zamanı bana anlatabilir misiniz?

    Dürtü kontrolü

    Pek çok klinisyen madde kullanımı ve yeme bozuklukları hakkında sorular soruyor ancak dürtü kontrolü ve muhakeme hakkında bilgi edinmek bundan çok daha fazlasını içeriyor. İnsanların dürtülerle ilgili ne tür sorunlar yaşadığını tanımlayabilmek istiyoruz ancak aynı zamanda dürtülerini dizginlemeye çalıştıkları bireysel yolları da tanımlamak istiyoruz. Şunlar gibi sorular faydalı olabilir:

    • Arkadaşlarınız sizi risk alan biri olarak tanımlar mı?
    • Aldığınız riskin öyküsünü anlatır mısınız?
    • Hiç çok dürtüsel olduğunuzu hissettiniz mi? Bana öyle hissettiğiniz bir zamanı anlatın.
    • Birisi sizi çabuk öfkelenen biri olarak tanımlayabilir mi?
    • Geri durma eğiliminde misiniz yoksa sadece olaylara atlıyor musunuz?
    • Muhtemelen yapmamanız gerektiğini düşündüğünüz şeyleri yapmaktan kaçınmakta zorlanıyor musunuz? Bu yakın zamanda mı oldu? Bana onu anlatır mısınız?
    • Hiç aşırı içki içtiğiniz/yediğiniz oldu mu? Eğer öyleyse, ne kadar? Bunun gerçekleştiği bir zamanı bana anlatabilir misiniz?
    • Kendinizi dürtüsellikten uzak tutmak için ne tür şeyler yapıyorsunuz?

    Muhakeme

    Muhakemeyi değerlendirmek için aşağıdaki gibi sorular sormayı düşünün:

    • Kurallara uyma eğiliminde olan bir kişi misiniz?
    • Kuralları çiğnediğiniz zamanlar oldu mu? Bunu yapmaya nasıl karar verdin?
    • Sizi tanıyan insanlar sizi sağduyulu biri olarak tanımlar mı?

    Burada yine hikaye dinlemek yardımcı olabilir. Yetersiz yatırımlar, kuralların esnetilmesi, prezervatif ve diğer doğum kontrol yöntemlerinin kullanılmaması ve sarhoşken araba kullanılması hakkındaki hikayeler, bir kişinin muhakemesi hakkında size çok şey söyleyebilir. Bir hikayenin açıkça zayıf muhakeme yeteneği gösterdiğini düşünüyorsanız, kişinin akıllıca davrandığını düşünüp düşünmediğini öğrenin. Bu, muhakemeyi dürtü kontrolünden ayırmanıza yardımcı olabilir. Örneğin şu değişimi düşünün:

    Hasta 1: Bu adamla barda tanıştım ve onun evine dönüp seks yaptık.
    Terapist: Prezervatif kullandınız mı?
    Hasta 1: Hayır.
    Terapist: Yapmak istediğiniz bu muydu?
    Hasta 1: Evet, sorun değil. Henüz kötü bir şey yaşamadım.

    Bu hasta açıkça güvenilmez/şüpheli muhakemeyi kullandı. Öte yandan başka bir hastanın aynı soruya verdiği yanıtı düşünün:

    Hasta 2: Hayır, şaka mı yapıyorsunuz? Bu çok tehlikeli. Ama şu anda güvende olduğumdan emin olmak için duramıyorum; sadece harekete geçiyorum.

    Bu, hastanın güvenli bir şekilde nasıl hareket edeceğini bildiğini ancak dürtü kontrolünün zayıf olduğunu gösteriyor. Muhakeme yeteneği hala bozuk ama aradaki fark tedavi açısından önemli.

    Duyusal düzenleme

    • Yüksek ses veya koku gibi şeylere karşı özellikle hassas olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Sizi en çok ne rahatsız eder?
    • Çevreyi hiç başkalarının yapmadığını düşündüğünüz şekillerde deneyimlediniz mi?

    Karar verme ve problem çözme

    Bunu genellikle ana şikayetten veya kişinin buluşmak için zaman bulma şeklinden veya tedaviye başlama konusundaki kararından öğreneceksiniz. Doğrudan sorular ve ardından hikaye talepleri, insanların karar vermesiyle ilgili en fazla bilgiyi edinmenize yardımcı olacaktır:

    • Karar vermeyi kolay/zor buluyor musunuz?
    • Bana yakın zamanda aldığınız bir karardan bahseder misiniz. O kararı nasıl aldınız?
    • Genellikle seçenekleri mi araştırırsınız yoksa “içgüdülerinize güvenme” eğiliminde misiniz?
    • Yapacak çok işiniz olduğunda bir liste yapar mısınız?

    Gerçeklik testi ve gerçeklik duygusu hakkında bilgi edinmek

    Şu sorulardan herhangi birine “evet” cevabı almanız, sizi “Bana bunun gerçekleştiği bir zamanı anlatın” şeklinde bir hikaye sormaya sevk edebilir.

    Gerçeklik testi

    • Bir şeyin gerçekten olup olmadığına veya bunun bir rüya olup olmadığına karar vermekte hiç zorluk çekiyor musunuz?
    • Bir şeyin yalnızca zihninizde mi gerçekleştiğini hiç merak ettiniz mi?
    • Hiç size, insanlar tarafından, söylediklerinizin anlamsız olduğu söylendi mi?
    • Fikirleriniz çok mu uzak? Bunun gerçekleştiği bir zamanı bana anlatabilir misiniz?
    • Hiç kulaklarınızda tuhaf sesler duydunuz mu veya nedenini açıklayamadığınız bir ses duyduğunuzu düşündünüz mü? Hiç gözünüzün ucuyla bir şey gördüğünüzü, sonra etrafınıza baktığınızda orada olmadığını düşündüğünüz oldu mu? O anlarda duyduğunuz (ya da gördüğünüz) şeyin, o an gerçek gibi görünse de gerçek olamayacağını biliyor muydunuz?
    • Halüsinasyon görüp görmediğinizi hiç merak ettiniz mi? Bana o zamanı anlatın.
    • Sık sık insanların bir şekilde size karşı olduklarını mı hissediyorsunuz? Sizi takip mi ediyorlar? Sizi izliyorlar mı?

    Gerçeklik duygusu

    • Çoğu insan bazen bir deja vu deneyimi gibi, daha önce olmuş olan şeylerin olduğu deneyimini yaşar. Bu hiç sizin başınıza geldi mi? Bunun gerçekten olup olmadığını yoksa sadece hayal ürünü mü olduğunu merak ettiniz mi?
    • Hiç trans halinde dolaşıyormuş gibi hissettiniz mi? Çevrenizdeki insanların veya nesnelerin gerçek dışı veya iki boyutlu olduğunu mu hissettiniz? Sanki hayatınızı bir filmde yaşıyormuşsunuz gibi mi?
    • Hiç kendinizin veya vücudunuzun gerçek olmadığını hissettiniz mi? Hiç vücudunuzun bazı kısımlarının normalden çok daha büyük veya daha küçük olduğunu hissettiniz mi? Sanki vücudunuzun bir kısmı değişiyormuş gibi?
    • Kendinizi diğer insanlardan ayrı ve bağımsız bir kişi olarak hissetmekte hiç zorluk yaşadınız mı? Sık sık başka insanlarla bir şekilde kaynaştığınız hissine kapılıyor musunuz?

    Reflektif (metabilişsel) bilişsel işlevi öğrenmek

    Kendi üzerine düşünme

    Kendi üzerine düşünmeyi değerlendirmenin iyi bir yolu, bir düşüncenin, duygunun veya davranışın altında yatan olası bir anlamın olduğunu nazikçe öne sürmektir; buna bazen deneme yorumu (trial interpretation) denir. Bir hasta ile terapist arasındaki şu konuşmayı düşünün:

    Hasta: Kız kardeşimin doğum öncesi partisinde (baby shower) uyuduğuma inanamıyorum! Çok yorulmuştum. Sanırım alarm saatim arızalanmış olmalı.

    Terapist: Geçen sefer partnerinizle ilişkiniz yeni sona erdiğinde kız kardeşinizin bebek sahibi olmasının sizin için ne kadar zor olduğundan bahsetmiştiniz. Partiye gitmek istememiş olabilir misiniz?

    Hasta: Vay be, bilerek mi uyuyakaldığımı söylüyorsunuz? Bu biraz bana benziyor. Gerçekten gitmek istemedim. Bana nasıl olduğumu bile sormuyor.

    Psikolojik farkındalık her şeyi hemen anlamak anlamına gelmez. Bu kişi ambivalansı hemen fark etmiyor ancak terapist olası bilinçdışı motivasyonları sorduğunda kabul edici ve düşünceli davranıyor. Psikolojik açıdan daha az düşünen bir kişi, terapistin yorumlarına şöyle cevap verebilirdi:

    Mümkün değil! Tabii ki onun adına mutluyum. Terapistler her zaman her şeyin çifte anlamı olduğunu düşünürler.

    Zihinselleştirme

    Zihinselleştirmeyi değerlendirmenin iyi bir yolu, şu örnekte olduğu gibi, hastadan başka bir kişinin nasıl düşündüğünü veya hissettiğini düşünmesini istemektir:

    Hasta: Arkadaşıma o kadar kızgınım ki, son telefon aramama cevap vermedi ve eminim ki bana kızgın olduğundandır.
    Terapist: Onu ne zaman aradınız?
    Hasta: Yaklaşık 20 dakika önce.
    Terapist: Sizce henüz geri aramamasının başka bir nedeni olabilir mi?
    Hasta: Hayır, insanlar sizi beğenirse hemen size geri dönerler.

    Bu hastanın bir arkadaşının davranışının başka bir nedenini düşünmekte zorlanması, zihinselleştirmede sorunlara işaret ediyor. İnsanlara şöyle sorular sormak zihinselleştirme yeteneklerini ölçmenize yardımcı olabilir:

    • Bu kişi olaylara nasıl farklı bakıyor olabilir?
    • Nasıl hissettiğimi düşünüyorsunuz?

    Bilişle ilgili kalıpları tanımlama

    Artık bilişle ilgili kalıpları TANIMLAMAYA çalışabiliriz. Monica’yı düşünün:

    Monica bu ülkeye üniversite için geldi ve 15 yıl önce mezun olduğundan beri burada yaşıyor. Yeşil kartı var ve üniversitede kütüphaneci olarak çalışıyor. Beş yıldır birlikte olduğu erkek arkadaşı tarafından terk edildikten sonra destek talebiyle terapiye başvuruyor. Şu ana kadar dört seansa da zamanında geldi ve değerlendirme ücretlerini ödedi. Her ne kadar İngilizce onun ana dili olmasa da terapist, Monica’nın sadece hafif bir aksanla kusursuz İngilizce konuştuğunu belirtiyor. Monica uyumakta zorluk çektiğini ancak çalışmayı başardığını ve yeni bir daireye taşındığını söylüyor. “Gerçi son dakikaya kadar iki yer arasında karar veriyordum.” Çocukluğunu “mutlu” olarak tanımlıyor, ardından annesinin çok depresyonda olduğunu ve alkol kullandığını söylüyor. Terapist bu çelişkiyi fark ettiğinde şöyle diyor: “Çok ilginç, bu konuda bu kadar düşünmemiştim.” Ayrılığın koşulları sorulduğunda Monica şöyle diyor: “Gerçekten bilmiyorum. İlişkimi sonlandırdığımdan beri her şeyin gerçekten iyi gittiğini düşündüm.

    Monica’nın bilişle ilgili kalıplarını şu şekilde tanımlayabiliriz:

    Monica’nın iyi bir temel bilişsel işlevi (basic cognitive function) var gibi görünüyor. Değerlendirme oturumlarına zamanında geldi, mali durumunu yönetebiliyor ve mükemmel dil becerisine sahip. Seçim yapmada yaşadığı son dakika zorluklarına rağmen, son zamanlarda kendi dairesini seçip satın alma becerisinin de gösterdiği gibi, karar verme (making decisions), problem çözme (problem-solving) ve muhakeme (judgment) yeteneğine sahiptir. Terapistin yorumlarını dikkate alma yeteneği, kendi üzerine düşünme (self-reflection) kapasitesine sahip olduğunu gösteriyor; ancak son ilişkisinin partnerini etkilemiş olabileceğini hayal edememesi, zihinselleştirmede (mentalization) zorluk yaşayabileceğini gösteriyor.

    Önerilen etkinlik

    Şu hastaların bilişsel işlevlerini nasıl tanımlarsınız?

    Peyzaj mimarı olarak çalışan Simone, başkalarını yönetmek üzere terfi ettirilene kadar iş yerinde çok iyi durumdaydı. Artık dönüşümlü olarak kızgın ve endişeli ve ekip üyelerinin ne yaptığını takip edemiyor. İşi devretmekte zorluk çekiyor ve yaptıklarının çoğunu yeniden yapmak zorunda kalıyor. Patronuna rapor vermek zorunda kaldığı haftalık toplantıdan korkuyor -bu korku ilk kez yere dağılmış 10 listeyle içeri girdiğinde ortaya çıktı.

    Gerry, karısının işte çok fazla vakit geçirmesinden bıktığını söylüyor. Gerry’nin hoşlandığı lüks yaşam tarzlarının karşılığını ödeyen bir bankada yüksek profilli bir işi var. “Evlilik sorunlarımızın tümü onun bir işkolik olmasından kaynaklanıyor” diyor ve şöyle devam ediyor: “İşlerin düzelmesinin tek yolu, patronu ona bir daha geç saatlere kadar kalmasını söylediğinde HAYIR demesi!”

    Yorum

    Simone’un yaratıcı yeteneği (creative talent) var gibi görünüyor; ancak organizasyon becerilerinden (organizational ability) yoksundur. Ayrıca, özellikle ekibini yönetmeyle ilgili karar vermede (making decision) de zorluk çekiyor.

    Gerry zihinselleştirme (mentalization) yapamıyor ve kendi üzerine düşünme (elf-reflection) kapasitesinden yoksun.

    Referanslar
    1. Bellak, L., & Meyers, B. (1975). Ego function assessment and analysability. International Review of Psychoanalysis, 2, 413–427. http://www.mindmeister.com/generic_files/get_file/9559058?filetype=attachment_file
    2. Cabaniss, D. L., Cherry, S., Douglas, C. J., & Schwartz, A. (2017). Psychodynamic psychotherapy: A clinical manual (2nd ed.). Wiley Blackwell.
    3. Cournos, F., Lowenthal, D. A., & Cabaniss, D. S. (2008). Clinical evaluation and treatment: A multimodal approach. In A. Tasman, J. Kay, J. A. Lieberman, M. First, & M. Mario (Eds.), Psychiatry (3rd ed., pp. 525–545). Wiley Blackwell. https://doi.org/10.1002/9780470515167
    4. Descartes, R. (1998). Discourse on method and meditations on first philosophy. (D. Cress, Trans.). Hackett Publishing Company. (Original work published in 1637).
    5. Dimaggio, G., & Lysaker, P. H. (Eds.) (2010). Metacognition and severe adult mental disorders: From basic research to treatment. Routledge.
    6. Flavell, J. H. (1987). Speculations about the nature and development of metacognition. In F. E. Weinert & R. H. Kluwe (Eds.), Metacognition, motivation, and understanding (pp. 21–29). Lawrence Erlbaum Associates.
    7. Friedman, C., & Owen, A. L. (2017). Defining disability: Understandings of and attitudes towards ableism and disability. Disability Studies Quarterly, 37(1), 2–30. http://dsq-sds. org/article/view/5061/4545
    8. Gabbard, G. O., Litowitz, B. E., & Williams, P. (Eds.) (2012). Textbook of psychoanalysis (2nd ed.). American Psychiatric Publishing, Inc.
    9. Galatzer-Levy, R. M., & Cohler, B. J. (1993). The essential other: A developmental psychology of the self. Basic Books.
    10. Hehir, T. (2002). Eliminating ableism in education. Harvard Educational Review, 72(1), 1–32. https://doi.org/10.17763/haer.72.1.03866528702g2105
    11. Kang, Y., & Falk, E. B. (2020). Neural mechanisms of attitude change toward stigmatized individuals: Temporoparietal junction activity predicts bias reduction. Mindfulness, 11, 1378–1389. https://doi.org/10.1007/s12671-020-
      01357-y
    12. Keller, H., Voelker, S., & Yovsi, R. D. (2005). Conceptions of parenting in different cultural communities: The case of West African Nso and Northern German women. Social Development, 14(1), 158–180. https://doi.org/10.1111/j.1467-9507.2005.00295.x
    13. Keri, S., Kallai, I., & Csigo, K. (2020). Attribution of mental states in glossolalia: A direct comparison with schizophrenia. Frontiers in Psychology, 11, 638. Published online 2020 Apr 15.https://www.frontiersin.org/articles/10.3389/fpsyg.2020.00638
    14. Levy, A. (2010). Tools of critical thinking: Metathoughts for psychology. Waveland Press, Inc.
    15. Lysaker, P. H., DiMaggio, G., & Brüne, M. (2014). Social cognition and metacognition in Schizophrenia: Psychopathology and treatment approaches (1st ed.). Elsevier Inc. Academic Press.
    16. Mattan, B. D., Wei, K. Y., Cloutier, J., & Kubota, J. T. (2018). The social neuroscience of race-based and status-based
      prejudice. Current Opinion in Psychology, 24, 27–34. https://doi.org/10.1016/j.copsyc.2018.04.010
    17. Reihl, K. M., Hurley, R. A., & Taber, K. H. (2015). Neurobiology of implicit and explicit bias: Implications for clinicians. The Journal of Neuropsychiatry and Clinical Neurosciences, 27(4), 248–253. https://doi.org/10.1176/appi.neuropsych.15080212
    18. Semerari, A., Carcione, A., Dimaggio, G., Maurizio, F., Nicolo, G., Procacci, M., & Alleva, G. (2003). How to evaluate metacognitive function in psychotherapy? The metacognition assessment scale and its applications. Clinical Psychology & Psychotherapy, 10, 238–261. https://doi.org/10.1002/cpp
    19. Semerari, A., Colle, L., Pellecchia, G., Buccioni, I., Carcione, A., Dimaggio, G., Nicolo, G., Procacci, M., & Pedone, R. (2014). Metacognitive dysfunctions in personality disorders: Correlations with disorder severity and personality styles. Journal of Personality Disorders, 28(6), 1–16. https://doi.org/10.1521/pedi_2014_28_137
    20. Spezzano, C. (2012). Intersubjectivity. In G. O. Gabbard, B. E. Litowitz, & P. Williams (Eds.), Textbook of psychoanalysis (2nd ed.). American Psychiatric Publishing, Inc.
    21. Stoute, B. J. (2019). Racial socialization and thwarted mentalization: Psychoanalytic reflections from the lived experience of James Baldwin’s America. Journal of the American Academy of Child and Adolescent Psychiatry, 57(10), S117. https://doi.org/10.1016/J.JAAC.2018.09.015
    22. Trommsdorff, G., & Cole, P. M. (2011). Emotion, self-regulation,
      and social behavior in cultural contexts. In X. Chen & K. H. Rubin (Eds.), Socioemotional development in cultural context (pp. 131–163). Guilford Press.
    23. Trommsdorff, G., Cole, P., & Heikamp, T. (2012). Cultural variations in mothers’ intuitive theories: A preliminary report on interviewing mothers from five nations about their socialization of children’s emotions. Global Studies of Childhood, 2, 158–169. https://dx.doi.org/10.2304/gsch.2012.2.2.158
    24. Tummula-Narra, P. (2016). Psychoanalytic theory and cultural competence in psychotherapy (pp. 125–132). American Psychological Association.
    25. West, K., & Eaton, A. A. (2019). Prejudiced and unaware of it: Evidence for the dunning-Kruger model in the domains of racism and sexism. Personality and Individual Differences, 146, 111–119. https://doi.org/10.1016/j.paid.2019.03.04
  • Psikodinamik Formülasyon’u okuyoruz

    Psikodinamik Formülasyon‘u okumaya devam ettik. Bugünkü oturumumuzun konusu “Ne İle Doğduk?” oldu.

    Bu bölüm doğum öncesi, doğum ve doğum sonrası dönemlerin yetişkin gelişimine katkı sağladığı bazı yolları gözden geçirip, psikodinamik formülasyonumuzda bu döneme ilişkin fikirleri değerlendirmeyi sağlıyor. Bu değerlendirme sonucu edinilen bilgilerle terapistin “ne yapacağı” ve terapiste “ne sağladığı” ile ilgili tartıştık.

    Bugünkü oturumda yer alan üyelerimiz şunlar oldu:

    1. Yusuf BAYALAN
    2. Nilüfer TÜTÜNCÜ
    3. Enes KÖKSAL
    4. Mustafa Burak ARABACI
    5. Başak YAVUZARSLAN
    6. Çiğdem ÖZKAN
    7. Büşra DERE
    8. Duygu AYDİL
    9. Rıdvan KAPLAN
    10. Hande BAHTİYAR
    11. Beyzanur TOPALOĞLU
    12. Reyhan TÜRKYILMAZ
    13. Mustafa AYDOĞAN
    14. Rümeysa KUZU
    15. Adil Emin ÖZAY
    16. Abdullah KORKMAZ 
    17. Dilara BEDRİYE

    Geçen hafta kararlaştırılan her hafta bir konunun okunması/ele alınması ve okuyucunun daha aktif bir rol alması yönündeki değişim kararıyla birlikte bugünün okumasını ve moderatörlüğünü Duygu AYDİL üstlendi.

    22 Ocak 2024

    Psikodinamik Formülasyon‘u okumaya devam ediyoruz. Bugünkü oturumumuzun konusu İş ve Eğlence oldu. İş ve Eğlence, danışanların sorunlarını ve bir kişi olarak kendilerini tanımlamaya çalışırken bakmamız gereken alanlardan biridir.

    Bugünkü oturumda yer alan üyelerimiz şunlar oldu:

    1. Yusuf BAYALAN
    2. Nilüfer TÜTÜNCÜ
    3. Enes KÖKSAL
    4. Mustafa Burak ARABACI
    5. Başak YAVUZARSLAN
    6. Harun ASAN
    7. Rıdvan KAPLAN
    8. Hande BAHTİYAR
    9. Beyzanur TOPALOĞLU
    10. Reyhan TÜRKYILMAZ
    11. Mustafa AYDOĞAN
    12. Rümeysa KUZU
    13. Adil Emin ÖZAY
    14. Duygu AYDİL

    Konu bağlamında, bir vaka üzerinde durduk.

    Oturumun sonunda, grubun temposu ele alındı. Okumalar halihazırda olduğu şekliyle mi devam etsin yoksa başka bir format mı deneyelim, sorusu üzerinde düşündük. Genel kanaat, şu anda olduğu gibi, her hafta bir konunun okunması/ele alınması ancak o haftaki okuyucunun daha aktif bir rol almasının daha iyi olabileceği şeklinde oldu.

    4 Aralık 2023

    Psikodinamik Psikoterapi Topluluğu’nun (PPT) kuruluş tarihini 10 Ekim 2023 olarak alabiliriz. İlk toplantımızı 27 Ekim 2023’te gerçekleştirdik. İlk toplantıda aramızda olanlardan bazıları şu anda aramızda değil, aynı şekilde, ilk toplantıda aramızda olmayan ama şu anda aramızda olanlar da var.

    Bugünkü oturumda bulunanlar:

    1. Yusuf BAYALAN
    2. Rıdvan KAPLAN
    3. Abdullah KORKMAZ
    4. Nilüfer TÜTÜNCÜ
    5. Adil Emin ÖZAY
    6. Harun ASAN
    7. Çiğdem ÖZKAN
    8. Enes KÖKSAL
    9. Rümeysa KUZU
    10. Mustafa Burak ARABACI
    11. Büşra DERE

    PPT’nin temel hedefi psikodinamik psikoterapiyi çalışmak. Bunun için, şu anda, haftada bir pazartesi günleri saat 11.00’de bir araya geliyoruz. Buluşmalarımız Google Meet üzerinden çevrim içi gerçekleşiyor ve 3 saat sürüyor.

    Topluluk olarak çalışmamıza “psikodinamik formülasyon” ile başlamaya karar verdik. Bunun için Psychodynamic Formulation: An Expanded Approach-2nd Edition‘ı okuyoruz -her hafta bir bölüm olacak şekilde.

    Bu hafta (5 Aralık 2023) kitabın sekizinci bölümünü -savunma mekanizmaları- okuduk. Burada biraz beklemeye karar verdik. Önümüzdeki birkaç hafta savunma mekanizmaları ile eğleşeceğiz. Önce, Psikodinamik Tanı Kılavuzu‘nu merkeze alarak, kişilik örgütlenmeleri açısından -normal-nevrotik-borderline-psikotik- sonra da kişilik stilleri açısından savunma mekanizmalarını ele alacağız.

    Bundan sonra, çalışmalarımıza dair bilgileri bu sayfa üzerinden ara ara paylaşacağız.

  • Uyum sağlamak (8)

    Anahtar kavramlar

    Her gün, strese adapte olmalıyız/uyum sağlamalıyız. Stres içsel (ör. suçluluk) veya dışsal (ör. reddedilme) olabilir.

    Strese uyum sağlamak için kullandığımız bilinçdışı süreçlere bazen savunma mekanizmaları (defense mechanisms) da denir çünkü bunlar bizi iç ve dış stresten korumaya yardımcı olur.

    Tüm savunma mekanizmaları yaşamın bir noktasında adaptif nitelikteydi.

    Savunma mekanizmalarının karakteristik örüntüleri aşağıdakilere göre değişir:

    • Mevcut fayda ve maliyet (Current benefit and cost)
    • Duygusallık [duyarlılık] (Emotionality)
    • Esneklik ve çeşitlilik (Flexibility and range)

    Travma, ayrımcılık ve dezavantaj savunma mekanizmalarının gelişimini etkiler.

    İlkel (primitive), olgunlaşmamış (immature) ve uyumsuz/uyum bozucu (maladaptive) gibi terimler, insanoğlunun strese uyum sağlamak için ihtiyaç duyduğu birçok yolu dikkate almayabilir.

    Hayat durağan değildir. Her gün, hem dışarıdan hem de içimizden olağan işleyişimizi tehdit eden farklı miktarlarda uyarılarla karşı karşıya kalırız. Başarının, aşkın ya da neşenin heyecanı gibi bu uyarılmaların bir kısmı memnuniyetle karşılanır; kötü haber, kayıp veya kaygı gibi bazıları ise hoş karşılanmaz. Bunaltıcı uyaranlara bazen stres (stress) denir çünkü hayatlarımızı yaşama şeklimizi zorlar (Koolhass ve diğerleri, 2011). Bu nedenle hepimizin hem içsel (internal) hem de dışsal uyaranlara (external stimulation) uyum sağlama veya onları yönetme yollarına ihtiyacı vardır (Bellak, 1989; Bellak & Goldsmith, 1984; Bellak & Meyers, 1975; Vaillant, 1977, 1992).

    Alanı tanımlamak: uyum sağlamak

    Adapte etmek (adapting), ayarlamak/düzeltmek/uydurmak demektir. Günlük olarak uyum sağlamamız gereken birçok iç ve dış uyarım (stimulation) türü mevcuttur.

    İçsel uyarım (internal stimulation) şunları içerir:

    • Düşünceler ve fanteziler
    • Duygular ve anksiyete
    • Ağrı ve diğer fiziksel duyumlar

    Dışsal uyarım (external stimulation) şunları içerir:

    • Başkalarıyla ilişkiler
    • Ekonomik ve işle ilgili baskılar
    • Travma ve diğer çevresel olaylar
    • Ayrımcılık, dezavantaj ve sistemik baskı

    Herkesin uyarıma tahammül etme eşiği vardır. Bazı insanlar yüksek düzeyde duygulanım, anksiyete ve çevresel stresi tolere edebilirken, diğerleri çok daha düşük seviyelerde zorluk yaşayabilirler. Tüm insanların kendi parmak izleri olduğu gibi, çoğu yetişkinin de iç ve dış stres faktörlerine uyum sağlamanın kendine özgü, karakteristik yolları vardır (Freud, 1894/1962; Pine, 1990; Perry ve diğerleri, 2009).

    Strese tepki verdiğimizde (respond), ona uyum sağladığımızda (adapt) veya onu yönettiğimizde (manage) aşırı uyarım miktarını, işlevimizi sürdürmemizi sağlayacak bir seviyede tutmaya çalışırız. Bunu, duyguları engellemek, uyaranları filtrelemek, bir şeyleri unutmak veya dikkatimizi başka bir yere odaklamak gibi çeşitli yollarla yaparız. Bazen, bunları amaçlı, bilerek yaparız; örneğin kendi kendimize “Şu anda bununla uğraşamam. Bunu daha sonra düşüneceğim.” dediğimizde. Ancak genellikle, bunu yaptığımızı bilmeden stresle uğraşırız. Strese karşı bilinçsizce uyum sağlama yollarını savunma mekanizmaları (defense mechanisms) olarak adlandırıyoruz (Gabbard, 2005; Kernberg, 1976; Vaillant, 1977). Savunmalar, kendimizi bir teknenin güvertesinde dik tuttuğumuzda denge duygumuzun işleyişi gibi çalışır; farkında olmadan otomatik ve sürekli olarak küçük ayarlamalar yapar. Tıpkı denge sistemimizin teknenin küçük hareketlerini otomatik olarak algılayıp bizi dik tutmak için kasları harekete geçirmesi gibi, zihnimiz de endişe ve duygusal tonumuzdaki küçük değişiklikleri algılar ve dengede kalmamızı sağlamak için savunmaları harekete geçirir.

    Uyum ve erken yaşam stresi

    Tüm savunma mekanizmaları yaşamın bir noktasında adaptif (adaptive) nitelikteydi. Bununla birlikte, yüksek stresli ortamlara yanıt vermek için yaşamın erken dönemlerinde ortaya çıkan savunmalar, o dönemde uyum sağlayıcı olabilir ve yaşamın ilerleyen dönemlerinde sorunlara neden olabilir. Bu ikilemin nörobiyolojisini anlamaya başlıyoruz. Fare modellerini kullanarak, erken yaşam stresinin (ELS), nöronların çoğalmasında azalma, dendritik dönüşümde artış, sinaptik yoğunlukta azalma ve beyin hacminde azalma dahil olmak üzere çeşitli nörogelişimsel etkilere sahip olduğu gösterilmiştir (Bath ve diğerleri, 2016). Bu etkilerin birçoğu beyin (yani nöronal) olgunlaşmasını hızlandırmaya hizmet eder. Bir hipoteze göre, hızlandırılmış beyin olgunlaşması, stres dolu bir ortamda adaptif olabilir çünkü organizmanın şunları yapmasına olanak tanır:

    • daha genç bir yaşta bağımsız olarak fornksiyon görebilmek/çalışabilmek
    • hayatta kalmak için gereken yüksek uyarılma durumunu sürdürmek

    Ancak bu olgunlaşma, önemli beyin bölgelerinin gelişmesi pahasına gerçekleşebilir. Bu fikre “stres hızlanma hipotezi (stress acceleration hypothesis)” adı verilmiştir (Callaghan ve Tottenham, 2016, s. 76). Bu bulgular, ELS’ye maruz kalmanın savunma mekanizmalarının kapsamını ve esnekliğini etkileyebileceğini ve yetişkinlikte sorunlu olduğu tespit edilen başa çıkma stratejilerinin, yaşamın erken dönemlerinde hayatta kalmak için önemli olabileceğini düşündürmektedir.

    Uyum kalıplarını açıklamaya yönelik değişkenler

    Savunma mekanizmalarını aşağıdaki değişkenleri kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Mevcut fayda ve maliyetler
    • Duygusallık
    • Esneklik ve çeşitlilik

    Mevcut fayda ve maliyet

    Savunmaları tanımlamanın bir yolu, bir yandan işlevleri korurken, diğer yandan insanların stresle başa çıkmalarına yardımcı olma yönündeki mevcut yeteneklerini dikkate almaktır. Bunu savunmanın şu anki faydası olarak düşünebiliriz. Daha fazla cari/güncel faydaya ve daha az cari/güncel maliyete sahip savunmalar işlevi korur veya geliştirirken, daha az cari faydaya ve daha fazla cari maliyete sahip savunmalar işlevi engeller. (Bkz. Tablo 8.1) (Caligor ve diğerleri, 2007; Kernberg ve diğerleri, 1989; Perry ve Bond, 2005). Örneğin, eğer birisi bir arkadaşına kızgınsa, arkadaşının davranışını rasyonelleştirmek (rationalizing) ilişkinin sürdürülmesine yardımcı olurken, arkadaşın değerini düşürmek (devaluing) ilişkiyi tehdit eder. Faydası daha az olan savunmalar acı veren duygunun farkındalığını azaltır ancak maliyeti o kadar yüksek olur ki işlevi bozar. Potansiyel olarak yüksek maliyetli savunmaların diğer örnekleri, anlamlı ilişkiler kurabilme pahasına güçlü karşıt duyguları ele almak için bölmenin (splitting) kullanılması veya gerçeklikle bağlantı kurabilme pahasına ezici derecede kötü duygulardan kaçmak için çözülmenin (dissociating) kullanılmasıdır (Herman, 1992).

    Belirli bir durumda faydası yüksek maliyeti düşük olan bir savunmanın başka bir durumda aynı şekilde iş görmeyeceğini unutmayın. Örneğin, savaş zamanında, hayatta kalmak için paniği savuşturmaya hizmet edecek inkarı (denial) kullanmak faydalı olabilir, ancak tıbbi bir durumun reddedilmesi anlamına gelen inkar ise hayat kurtarıcı müdahaleye ulaşmayı engelleyebilir. Ayrıca şunu unutmayın: İnsan belirli bir durumda strese elinden geldiğince uyum sağlar ve daha da az faydalı savunmalar, kişinin hayatının bir noktasında ihtiyaç duyulduğu için gelişir. Yetişkinlikte problemli görünen savunmalar muhtemelen yaşamın erken dönemlerinde hayatta kalma mekanizmaları olarak gelişmiştir.

    Fayda, maliyet ve dezavantaj sistemleri

    Psikiyatrist William Grier ve Price Cobbs, Black Rage adlı kitaplarında “Siyah [eksik] bir adam için (For a [B]lack man)” diye yazmışlardı:

    . . Amerika’da hayatta kalmak büyük ölçüde ‘sağlıklı’ bir kültürel paranoyanın gelişmesine bağlıdır. Her Beyaz ([W]hite) adamın güdülerine karşı yüksek derecede şüphe duymalı ve aynı zamanda bu şüphenin onun gerçeklik kavrayışını zedelemesine asla izin vermemelidir (Grier & Cobbs, 1968/1992, s. 161).

    Grier ve Cobbs, toplumun hiyerarşileri nedeniyle dezavantajlı durumda olanlarımız için, bir miktar paranoyak olmamanın paranoyak olmaktan daha yüksek bir maliyeti olduğunu öne sürüyor. Bu nedenle, insanların kullandığı savunmaları tanımlarken, bunların her koşulda tüm insanlar için aynı maliyete sahip olduğunu varsaymamalıyız. İlkel (primitive), olgunlaşmamış (immature) veya uyumsuz (maladaptive) gibi terimler, insanların travmadan, dezavantajlardan, ayrımcılıktan ve sistemik baskıdan kurtulmak için tepki vermesi gereken sayısız yolu dikkate almazlarsa yargılayıcı olabilir.

    Duygusallık

    İnsanlar yaşadıkları ve gösterdikleri duygu miktarına göre farklılık gösterir. Bu farklılıklar, duygusallık, ailesel özellikler ve bireysel mizaçtaki kültürel farklılıklarla ilgili olabilir. Aslında mizaç genel olarak “duygusal tepkisellikte erken ortaya çıkan/görünen varyasyon” olarak tanımlanmaktadır (Rettew ve McKee, 2005). Bu farklılıklar, insanların strese uyum sağlama biçimlerinin değişken duyarlılığında yansımıştır -yani savunmalarında.

    Bazı savunmalar stresli duyguları (feeling) bazıları ise stresli düşünceleri (thought) farkındalıktan uzak tutarak çalışır. Örneğin, bir kişi boşanmanın duygusal acısını farkındalıktan uzak tutarak “Boşanmak için iyi bir zaman; emlak değerleri yüksektir” (rasyonalizasyon (rationalization)) derken bir başkası boşanma duygusunu baş ağrısı ve mide ağrısı (somatizasyon (somatization)) olarak deneyimleyebilir.

    Duyguları farkındalık dışı bırakan savunmaları kullanma eğiliminde olan kişilerin bazen takıntılı (obsessive) savunma tarzına sahip oldukları söylenirken düşünceleri farkındalık dışı tutan savunmaları kullanma eğiliminde olan kişilerin bazen histerik (hysterical) savunma tarzına sahip oldukları söylenir (Shapiro, 1973).

    Esneklik ve çeşitlilik

    Bir stresle başa çıkma stratejisi ne kadar iyi olursa olsun her durumda işe yaramaz. Sonuç olarak, insanların çeşitli stratejileri kullanabilecek kadar esnek (flexible) olmaları gerekir. Savunma esnekliği olmayan insanlar genellikle kontrolcü, zor veya kırılgan görünürler. Her zaman bir tartışmayı kazanmak zorunda olan her zaman şaka yaparak stresi yöneten kişiyi düşünün -veya şakanın yeri olmasa bile. Ayrıca belirli bir savunma, yaşamın belirli bir döneminde işe yarayabilirken, aynı strateji daha sonra engel teşkil edebilir.

    Tablo 8.1 Savunma mekanizmaları

    SavunmaTanım
    Eyleme-koyma
    (Acting out)
    Kabul edilemez düşünce veya duyguları (özellikle terapide ortaya çıkanları) eylemlerde ifade etmek
    (Zor bir terapi seansından sonra bir galon dondurma yemek)
    Alturizm/Diğerkamlık(Özgecilik
    (Altruism)
    Acı veren duyguları başkaları için bir şeyler yapmaya dönüştürmek
    (Ebeveynin ölümünden sonra kanser hastalarına ve ailelerine destek sağlamak amacıyla bir vakıf kurmanın rahatlığı)
    İnkar
    (Denial)
    Kabul edilemez duygu ve düşünceleri reddetmek.
    (Cildinde gözle görülür bir büyüme olmasına rağmen sağlığının mükemmel olduğunu iddia etmek)
    Yer-değiştirme
    (Displacement)
    Duyguları veya dürtüleri diğer insanlara veya faaliyetlere yönlendirmek
    (Bir kişiye gerçekten kızdığında diğerine öfkeyle patlamak)
    Dissosiyasyon
    (Dissosiation)
    Kabul edilemez düşünce ve duyguların mevcut gerçeklikle bağlantısını kesmek
    (İş yerinde patron tarafından bağırıldığına dair hiçbir anım yok)
    Aşırı duygusallık
    (Excessive emotionality)
    İlgili duygunun farkında olurken bir düşünceyi unutmak.
    (Düğününü planlarken, evlenip evlenmeme konusundaki kararsızlık nedeniyle sinirli olmak)
    Dışsallaştırma
    (Externalization)
    İç çatışmaların veya deneyimlerin dış koşullardan kaynaklandığını algılamak.
    (Kişinin özgüven sorunu nedeniyle iş arkadaşını suçlaması)
    Mizah/Şaka
    (Humor)
    Rahatsız edici düşünce veya duyguları şaka olarak ifade etmek
    (Kovulduktan sonra “Bu bana çizgi roman okumak için daha fazla zaman verecek” derken gülüyor)
    İdealleştirme ve değersizleştirme
    (Idealization and
    devaluation)
    Başkalarına aşırı derecede olumlu veya olumsuz duygular atfetmek.
    (İlk seansta terapiste şunu söylüyorum: “Sen kesinlikle şehirdeki en iyi terapistsin. Aptal olan son terapistimden çok daha iyisin.”)
    Özdeşleşme
    (Identification)
    Kıskançlık ya da rekabetçi duygularla başa çıkabilmek için başka bir insan gibi olmaya çalışmak.
    (Yavaş yavaş daha popüler bir oda arkadaşı gibi giyinmeye başlıyorum.)
    Düşünselleştirme (Intellectualization)Acı verici veya rahatsız edici duyguları aşırı düşünmeyle değiştirmek.
    (Hastalıkla ilgili kapsamlı araştırma verilerine odaklanarak kanser tanısıyla ilgilenmek.)
    Duygulanım yalıtımı
    (Isolation of affect)
    İlgili düşüncenin bilincinde kalırken bir duyguyu unutmak.
    (Bir partner tarafından terk edildikten sonra hiçbir duygu hissetmemek.)
    Yansıtma/Projeksiyon
    (Projection)
    Kabul edilemez niteliklerin veya duyguların kendinin dışından kaynaklandığını algılamak.
    (Aslında çok kızdığı bir arkadaşından gelen düşmanlık duygusu.)
    Yansıtmalı özdeşleşme
    (Projective identification)
    Bir düşünceyi veya duyguyu başka bir kişiye yansıtmak, ardından o kişiyle etkileşime girerek onun yansıtılan duyguyu deneyimlemesini sağlamak.
    (Kişinin keyfinin kaçtığı biriyle randevusuna geç gelmesi.)
    Rasyonalizasyon
    (Rationalization)
    Kabul edilemez davranış veya duyguları mantıklı bir şekilde açıklamak.
    (“Bu işi hiç sevmediğim için” kovulduğumdan dolayı rahatladığımı ifade ediyorum.)
    Karşıt-tepki oluşturma
    (Reaction formation)
    Kabul edilemez bir duyguyu tam tersi olarak deneyimleyerek tersine çevirmek.
    (Yatıştırılması zor olan yeni yürümeye başlayan bir çocuğa aşırı korumacı davranmak.)
    Regresyon
    (Regression)
    Stresli olaylar veya duygularla başa çıkmak için daha önceki gelişim dönemlerine ait başa çıkma stratejilerini kullanmak.
    (Sınav haftasında iyi yemek yememek veya çamaşır yıkamamak.)
    Bastırma
    (Repression)
    Rahatsız edici düşünceleri, duyguları ve fantezileri bilinçli farkındalıktan uzak tutmak.
    (Hoş olmayan bir seanstan sonra terapi randevusunu unutmak.)
    Cinselleştirme
    (Sexualization)
    Rahatsız edici düşünce veya duyguları çapkınlık veya aşırı cinsel davranışlar olarak ifade etmek.
    (Bir iş görüşmesine giderken aşırı açık kıyafetler giymek.)
    Bedenselleştirme
    (Somatization)
    Rahatsız edici duygu veya düşüncelerin fiziksel belirtiler olarak yaşanması.
    (İş yerinde kötü bir eleştiri aldıktan sonra baş ağrısı yaşamak ve izin almak.)
    Bölme
    (Splitting)
    İyiyi korumak için iyi ve kötü duyguları ayrı tutmak.
    (Kişinin annesinin tamamen iyi, kız kardeşinin ise tamamen kötü olduğunu deneyimlemesi.)
    Yüceltme
    (Sublimation)
    Kabul edilemez dürtüleri daha yararlı biçimlere dönüştürmek.
    (Üzgün olduğunda güzel ama kederli sahneler resmediyor.)
    Baskılama
    (Supression)
    Zor düşüncelere veya duygulara odaklanmamaya bilinçli olarak karar vermek.
    (Kiranın nasıl ödeneceğini bulmak için tatil sonrasına kadar beklemeye karar vermek.)
    Kendiliğe-kaşı döndürme
    (Turning against the self)
    Başka birine karşı kabul edilemez duygular yaşamak yerine kendini suçlamak.
    (Duygusal istismara uğradıktan sonra kendimi kötü biri gibi hissetmek.)
    Yapıp-bozma
    (Undoing)
    Kabul edilemez düşünce, duygu veya davranışları karşıt davranışlarla “düzeltmek”.
    (Vergide hile yaptıktan sonra hayır kurumuna para vermek.)
    Not. Gabbard’dan (2005) uyarlanmıştır.


    Uyum Sağlama (adapte olma) Biçimlerini Öğrenmek: açılış soruları, ardından hikayeler

    Hastalarımızın uyum sağlama tarzları hakkında bilgi edinmemize yardımcı olabilecek bazı sorular:

    Kaygı ve güçlü duygulara genel olarak nasıl tepki verirsiniz? Aileniz, arkadaşlarınız veya hayatınızdaki diğer insanlar da aynı fikirde mi? Bana bunun yakın zamanda gerçekleştiği bir zamanı anlatın.

    Strese hayatınızdaki diğer insanlarla benzer şekilde tepki verdiğinizi mi düşünüyorsunuz? Özellikle ailenizde/sosyal çevrenizde/toplumunuzdakiler?

    Her zaman aynı şekilde tepki verdiğinizi mi düşünüyorsunuz, yoksa koşullara göre farklı stratejiler kullandığınızı düşünüyor musunuz?

    Strese tepki verme şeklinizden memnun musunuz? Sizce ne işe yarıyor? Sizce ne daha yararlı olabilir?

    Hastanızın uyum sağlama tarzını bağlamsallaştırmanıza yardımcı olmak için kendinize sorabileceğiniz bazı sorular şunlardır:

    Bu kişinin travmatik erken yaşam deneyimleri var mıydı? Bu kişinin daha sonraki yaşamında strese uyum sağlama şeklini etkileyen bir travma oldu mu?

    Bu kişi bir veya daha fazla dezavantajlı gruba mı ait? Yaşam deneyimlerinin bu yönü strese uyum sağlama şekillerini nasıl etkiledi?

    Bu kişinin savunma mekanizması kişilerarası ilişkilerine engel oluyor mu?

    Eğer olaylara alternatif bakış açıları sunarsanız, kişi esnek mi yoksa bakış açısını değiştiremiyor mu?

    Karşınızdaki kişi sizinle konuşurken duygu dolu kelimeler kullanıyor mu?

    Kişi acı veren ya da heyecan veren bir şeyden bahsederken bile söyledikleri kuru ya da duygusuz görünüyor mu?

    Acı veren bir şeyden bahsederken kişi duygularını gösteriyor mu? Duygulara bir açıklama/mazeret sunuyorlar mı?

    Hastanın dramatik hikâye anlatımına kendinizi kaptırdığınızı mı hissediyorsunuz? Yoksa kendinizi sıkılmış ve karşınızdakinin söylediklerinden kopuk mu hissediyorsunuz?

    Uyum Sağlamayı Tanımlamak

    Uyum sağlama patternlerini nasıl TANIMLAYACAĞIMIZI düşünürken Mira’yı ele alalım:

    Mira çocukluğundan beri şiddetli düzeyde romatoid artrit hastasıydı. Çocukluğu boyunca baston kullanma ihtiyacı duyması sebebiyle alay edilen kadın, şimdi engelli çocuklar için her yıl milyonlarca dolar toplayan ve ona büyük memnuniyet veren bir vakfı yönetiyor. Yakın zamanda vakıfta yapılan bir yönetim kurulu toplantısında çok üzüldükten sonra terapiye başvurdu ve şunu söyledi: “Çok önemli bir işim var ve 57 yaşındayım; stresli bir durumla karşılaştığımda ağlamayı ve üzülmeyi bırakmalıyım.” İlk seansına geldiğinde bastonunu şemsiye standına koyuyor ve (göz kırparak) ekliyor: “Her tür baston kabul edilebilir mi?”

    Mira’nın uyum sağlama şeklini şu şekilde TANIMLAYABİLİRİZ:

    Mira’nın stresle başa çıkma yeteneği büyük bir güçtür. Çocukluğundan beri kronik olarak romatoid artrit hastası olan kadının savunması genel olarak ona yüksek fayda ve düşük maliyet (high benefit and low cost) sağlıyor gibi görünüyor. Örneğin, engelli çocuklara yönelik bir vakıf yürütmek yüceltmeyi (sublimation) temsil ediyor gibi görünüyor ve terapiste yaptığı şakacı yorum, mizahı (humor) acıyı saptırmak için kullandığını düşündürüyor. Yüksek düzeyde stresli durumlarda ise, duygularını belirginleştirme (emphasize emotions) eğiliminde olan savunmalarını kullanarak ağlayabiliyor ve dramatikleşebiliyor. Başa çıkma stratejileri yelpazesi oldukça esnek (flexible) görünüyor. Örneğin, yabancılara karşı mizah kullansa da, fiziksel engeli nedeniyle dezavantajlı duruma düşmesinden duyduğu öfkeyi savunuculukla da ele alıyor.

    UYUM SAĞLAMAYI Tanımlayan Değişkenler

    Savunma mekanizmaları aşağıdakileri içerir:

    • Mevcut fayda ve maliyet

    • Duygusallık

    • Esneklik ve kapsam

    Önerilen etkinlik

    Jim’in uyum sağlama kalıplarını nasıl tanımlarsınız?

    İki yıl sonra 65 yaşında emekli olması planlanan satış yöneticisi Jim’e prostat kanseri olduğu söylendi. Baş ağrısı ve diş ağrılarından şikayet etmeye başlıyor, ayrıca sürekli olarak doktorlara ve dişçilere gidip geliyor. Sinirli ve tanıdığı herkese ne kadar korktuğunu anlatıyor. Aralıksız telefon görüşmeleri arkadaşlarının ondan uzak durmaya başlamasına neden olmaya başlamış. Kocası, yaklaşmakta olan tedavisini aklından uzaklaştırmak için, uzun yıllardır yapmak istediği yemek masasının tamirini ona yaptırmaya çalışmış, ancak o yeniden odaklanamamış. Kocası, yıllar önce oğulları uyuşturucu sorunu yaşadığında kendisinin de tam olarak böyle davrandığını söyleyerek ona giderek daha fazla sinirleniyor.

    Yorum

    Jim’in birincil savunması somatizasyondur (somatization). Onu tıbbi ve diş bakımını aşırı kullanmaya yönlendiren ve ilişkilerini tehdit eden bu savunma stratejisinin maliyeti yüksek, faydası ise düşük görünüyor. Mevcut kriz sırasında başa çıkma stratejilerini değiştirememesi ve mevcut mekanizmaları ile yıllar önce kullandığı mekanizmalar arasındaki benzerlik, stresle başa çıkma kalıplarının oldukça esnek olmadığını (inflexible) ve sınırlı bir etki alanına (limited range) sahip olduğunu gösteriyor.

  • İlişkiler (7)

    Anahtar kavramlar

    İlişkilere (relation) sahip olma kapasitesi, insanların gelişme ve işlev görme şeklinin merkezinde yer alır.

    Bir kişinin ilişki örüntülerini (pattern of relationship) aşağıdaki değişkenlere göre tanımlayabiliriz:

    • Güven (Trust)
    • Kendilik/benlik ve öteki duygusu (Sense of self and other)
    • Güvenlik (Security)
    • Yakınlık (Intimacy)
    • Karşılıklılık/mütekabiliyet (Mutuality)

    Çoğumuz için ailemizle, arkadaşlarımızla, önemli kişilerle ve meslektaşlarımızla olan ilişkiler bize hayatımızın en ödüllendirici deneyimlerinden bazılarını sağlar. Ancak ilişkiler aynı zamanda hayal kırıklığı, acı ve kafa karışıklığının da kaynağı olabilir. Örneğin, bir ilişki isteyen ancak her zaman müsait olmayan insanlardan hoşlanan birini veya yöneticileri kendinden soğutarak terfi şansını sürekli olarak tehlikeye atan birini düşünün. Yetişkin olduğumuzda, bizi az ya da çok tatmin edecek belirli örüntülere (pattern) göre ilişkiler kurma eğiliminde oluruz. Bu örüntüleri tanımlayabilmek, insanların nasıl işlev gördüğünü anlamanın merkezinde yer alır (Fairbairn, 1952; Mitchell, 1988).

    Alanın tanımlanması: ilişkiler

    İlişkiler hayatımızdaki insanlarla gerçekleştirdiğimiz etkileşimlerdir. Erken çocukluktaki ebeveyn-çocuk ilişkileri, daha sonraki çocukluktaki akran arkadaşlıkları ve ergenlik ve yetişkinlikteki romantik ve cinsel ilişkiler dahil olmak üzere çeşitli türde ilişkiler mevcuttur. İlişkiler geçici veya uzun vadeli, derin veya yüzeysel olabilir. Bazı insanların çok sayıda ilişkisi vardır, bazılarının ise yalnızca birkaç tane. Çoğu insan birçok farklı ilişki türüne sahip olma yeteneğine sahiptir.

    İlişkilerle ilgili örüntüleri tanımlamaya yönelik değişkenler

    Daha önce de belirtildiği gibi, bir kişinin başkalarıyla olan ilişki örüntülerini aşağıdaki değişkenleri kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Güven
    • Kendilik/benlik ve öteki duygusu
    • Güvenlik
    • Yakınlık
    • Karşılıklılık/mütekabiliyet

    Güven

    Pek çok farklı güven türü mevcuttur (Smith, 2010). Kişinin yakın çevresinde, aile üyeleri gibi kişiler arasında güven vardır; kişinin yakın çevresindeki kişilerin (arkadaşlar ve kendini özdeşleştirdiği grup üyeleri gibi) güveni; ve toplumun diğer üyelerinin yaygın/genelleştirilmiş güveni (generalized trust) (Yamigishi, 2001) gibi. Bir kişi yakın çevresindekilere çok güvenebilir ama genel olarak insanlara güvenmeyebilir. Baskın olmayan gruplarda yer alan ve toplumun genelinde ayrımcılığa ve adil olmayan muameleye maruz kalanlarımız için bu durumun dikkate alınması özellikle önemlidir. Şu örneği düşünün:

    Kendini eşcinsel olarak tanımlayan beyaz bir trans kadın, kendisini heteroseksüel olarak tanımlayan beyaz cisgender [toplumsal ve biyolojik cinsiyeti aynı olan] bir erkek olan bir terapistle görüşmek üzere yönlendirilir. İlk birkaç seansta, terapiste, hastası olarak trans bir kadın bulunup bulunmadığını sorar ve yüksek sesle heteroseksüel bir cisgender erkeğin onu anlayıp anlayamayacağını merak eder. Bir seansı kaçırır ve ardından kliniğin şefini arayarak eşcinsel bir terapiste yönlendirilip yönlendirilmediğini sorar. Süpervizyonda terapist, hastanın kendisine güvenmiyor gibi göründüğünü fark eder ve bu güven eksikliğinin, birincil bakıcısıyla olan erken ilişkisinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını düşünmeye başlar. Terapistin süpervizörü, terapistin erkek, cisgender ve heteroseksüel olması nedeniyle üç baskın gruba üyeliği temsil ettiğini düşünmesine yardımcı olur. Sonuç olarak, hastanın görünürdeki güvensizliği, erken dönem ilişkilerinden ziyade terapistin bu nitelikleriyle ilgili olabilir.

    Bu örnekte,

    Terapistin, hastanın kendisine karşı ihtiyatlı tavrına ilişkin deneyimi, hastanın güven konusunda genel zorluklar yaşadığını düşünmesine neden oldu. Formülasyondaki bu güvensizliği işbirlikçi bir şekilde anlamak için terapistin, hastanın yakın ve toplumsal çevresindeki güven deneyimini keşfetmesi ve toplumdaki insanlarla olan deneyimini genel olarak dikkate alması gerekecektir.

    Başkalarına güven yaşam boyunca gelişir. İlk yıllarda, hem mizacın hem de bakıcılarla erken ilişkilerin birleşimi (Benedek, 1959; Erikson, 1993; Winnicott, 1958) güvenin gelişimi için önemlidir (bkz. Bölüm 10). Yaşam boyunca kişinin kendisine ve sevdiği kişiye başkaları ve genel olarak toplum tarafından nasıl davranıldığına ilişkin deneyimi, genel güvenin gelişimini etkileyecektir (Smith, 2010).

    Başkalarına güvenme yeteneği, bir aile üyesiyle, sevgiliyle, eşle ya da meslektaşla anlamlı, karşılıklı olarak tatmin edici ilişkiler kurmak için gereklidir. Güven, insanların birbirlerine güvenmelerini, kendileriyle ilgilenileceğine inanmalarını ve ötekilerin ilişkilerinin tutarlılığına güvenmelerini sağlar. Güven eksikliği, sürekli başkalarından beklenen saldırganlık korkusuna, ihmal edilmişlik duygusu ve daimi yalnızlık hissine yol açar. Yaygın/genelleştirilmiş güvenin yokluğu/eksikliği veya insanlara karşı genel bir temkinlilik, şiddet mağdurları ve toplum tarafından adaletsiz muameleye maruz kalanlar için uyum sağlayıcı olabilir. Ayrıca çok fazla güvenmenin (örneğin, herkese güvenmek ya da tehlikeli ya da istismarcı kişilere güvenmek) zorluklara yol açabileceğini unutmamak da önemlidir.

    Kendilik/benlik ve öteki duygusu

    Kendini ve başkalarını üç boyutlu bir şekilde düşünebilmek, karşılıklı olarak tatmin edici ilişkilere sahip olmak için kritik öneme sahiptir. (Greenberg ve Mitchell, 1983; Klein, 1946). Üç boyutlu dediğimizde, insanların kendilerinin ve başkalarının aşağıdaki özelliklere sahip olduğunu düşünebilmelerini kastediyoruz:

    • hem kötü hem de iyi nitelikler
    • ayrı ve benzersiz duygular, inançlar, ihtiyaçlar veya motivasyonlar
    • geçmişten günümüze kendisi ve başkaları/ötekiler hakkında genel olarak tutarlı duygular

    İş yerinde yöneticilerinden umdukları ikramiyeyi alamayan iki kişiyi düşünün. Biri yöneticiyi şöyle suçluyor: “Başlangıçta bu adamı seviyordum ama şimdi onun sadece kendi terfisini düşünen bir pislik olduğunu görüyorum.” Yönetici, departmandaki herkesin ikramiye kesintisi yapmak zorunda olduğunu açıkladığında bile, bu kişi yöneticiye kötü davranıyor, onu “zayıf” olarak nitelendiriyor ve işi bırakmayı düşünüyor. Bunun aksine, ikinci kişi yöneticiyle ikramiye hakkında konuşmak için randevu alır. Yönetici durumu açıkladığında bu kişi hayal kırıklığına uğrar ancak yöneticinin üst yönetimin baskısı altında olduğunu anlar. Her iki çalışan da yöneticileri karşısında hayal kırıklığına uğradı. Ancak biri hikayenin yalnızca bir tarafını ve yöneticinin yalnızca bir yönünü görebiliyordu, diğeri ise durumun karmaşıklığını takdir edebiliyordu. Birinci kişinin başkalarını kavramsallaştırma biçiminin bölme (splitting) (Auchincloss ve Samberg, 2012) yani insanları tamamen iyi ya da tamamen kötü olarak görmesi olduğu düşünülebilir. Bölme normalde küçük çocuklarda görülürken, eğer devam ederse, insanların başkaları hakkında üç boyutlu düşünmesini ve devam eden anlamlı ilişkiler kurmasını engelleyebilir. Önceki örnekte, birinci kişi aynı zamanda zihinselleştirme (mentalization), yani yöneticinin aklında neler olup bittiğini düşünme konusunda da zorluk yaşıyor. Zihinselleştirme kapasitesinin bozulması, kişinin kendine ve başkalarına ilişkin algısını ve dolayısıyla tatmin edici ilişkiler kurma yeteneğini sınırlayabilir (Fonagy, 1991, 2001).

    Güvenlik

    Güvenlik, güvende olma durumunu ifade eder; ilişkide güvenlik, başka bir kişiyle birlikte güvende hissetmeyi ifade eder (Bowlby, 1958; Mahler, 1972). Bu, aşağıdaki durumlarda bile ilişkinin devam edeceğine inanmak anlamına gelir:

    • fiziksel ayrılıklar
    • anlaşmazlıklar
    • olumsuz duygular

    Gelişimde [gelişim psikolojisinde] buna genellikle güvenli bir bağlanmaya sahip olmak (secure attachment) denir (bkz. Bölüm 13 ve 24) (Slade, 2000). Daha güvenli ilişkilere sahip kişiler genellikle şunları yapabilir:

    • başkalarına ilişkin bir dizi ikircikli (ambivalent) duyguyu tolere etmek,
    • uzun süreli ilişkilerin bir varyetesine/çeşitliliğine sahip olmak, ve
    • başkalarını tanımak için zaman ayırarak ilişkileri daha yavaş kurmak (Slade, 2008)

    Örneğin, partnerleriyle birlikte bir partiye giden iki kişiyi düşünün. Her iki durumda da, partner partinin çoğunu çok çekici bir kişiyle hararetli bir şekilde konuşarak geçiriyor. Partiden sonra birinci kişi, partnerini partide tanıştığı kişiyle ilişki yaşamak istemekle suçlarken, ikinci kişi kendini biraz dışlanmış hissediyor ancak bunun ilişkilerinin güvenliğini etkilemediğini fark ediyor. Birinci kişinin ilişkilerinde ikinciye göre daha az güvende olduğunu söyleyebiliriz. Bağlanmaların güvenliği kavramı farklı kültürler için farklı anlamlar taşıyabilmektedir; Bunu Bölüm 24’te daha derinlemesine ele alacağız.

    Yakınlık

    Yakınlık (intimacy), samimiyet ve aşinalık/alışkanlık anlamına gelir. İnsanlar kendileriyle ilgili duygular, kırılganlıklar, deneyimler, dilekler ve hayal kırıklıkları gibi şeyleri paylaşırlarsa birbirleriyle yakınlaşırlar. İnsanların genellikle başkalarıyla paylaştığı yakınlığın derecesi, onların ilişki kalıplarının/örüntülerinin önemli bir yönüdür (Stern, 1985). İlişki türüne bağlı olarak yakınlık farklı şekillerde ortaya çıkar. Aşıklar arasında cinsellik yakınlaşmanın önemli bir yolu olabilir; arkadaşlar arasında hikayelerin, umutların ve korkuların paylaşılması yakınlığı güçlendirebilir. En azından biraz yakınlık olmadan ilişkiler yüzeyseldir. Ancak yakınlık, özel düşünce ve duyguların paylaşılmasını içerdiğinden, birçok insanın endişeli ve savunmasız hissetmesine neden olur.

    Bazı insanlar ya çok fazla ya da çok az paylaşımda bulunarak aşırı uçlara yönelirken, diğerleri yakınlık derecelerini daha iyi ayarlayabilirler. Örneğin, bir kişi otobüste yanında oturan kişiye hayat hikayesini anlatabilirken, bir başkası uzun süreli bir arkadaşına aile üyelerinden birinin zihinsel sağlık sorunu olduğundan bahsetmeyebilir.

    Hastalar seks yapmaktan bahsederken sıklıkla yakınlık kelimesini kullanırlar; örneğin, “Dün gece kız arkadaşımla yakınlaştım.” Ancak iki kişinin seks yapıyor olması samimi oldukları anlamına gelmez. Örneğin, seksin onlar için, en iyi şekilde, gündelik veya eğlence amaçlı bir deneyim olarak tanımlanabileceği insanlar var. İlişkilerin yakın olduğunu söyleyebilmemiz için, kişilerin cinsel partnerleriyle duygularını ve özel düşüncelerini paylaşıp paylaşmadıklarını belirlemek önemlidir.

    Karşılıklılık

    Şu durumları düşünün: Taraflardan birinin sürekli kendinden bahsettiği, diğerinin ise dinlediği bir arkadaşlık; her ikisi de tam zamanlı çalışan ancak tüm ev işlerini taraflardan birinin yaptığı bir çift; ve isteksiz çocuklarını her yıl küçükler liginde oynamaya zorlayan, beyzbolu seven bir ebeveyn. Bu durumların her biri adaletsiz hissettiriyor çünkü sanki biri tamamen alırken öteki tamamen veriyor gibi görünüyor. Alıcıların empati kapasitesi sınırlıdır (bkz. Bölüm 6) ve bu nedenle başkalarının ihtiyaçlarını dikkate almazlar. Bu olmadan ilişkiler dengesiz ve karşılıklılıktan yoksun olur. Vericiler daha empatik olabilir ama aynı zamanda ilişkiyi dengeli kılan şeyin ne olduğu konusunda da bir şeyleri gözden kaçırıyorlar. Her iki taraf da alıp verebildiğinde ilişkiler karşılıklıdır (Beebe ve Lachman, 1988; Winnicott, 1989). Bu iki yönlü bir yoldur.

    İlişki kalıplarındaki değişkenlik

    “İdeal” bir ilişkinin iyi bir tanımı mevcut değildir. Klinik uygulamada, ideal olduğunu düşündüğümüz şeye uymasalar da işe yarayan çeşitli ilişkilerle karşılaşırız. Tüm işlev alanlarının olduğu gibi, insanların da güçlü oldukları ve zorluk yaşadıkları alanlar olabilir. Örneğin, bir kişi arkadaşlarıyla duygusal yakınlık kurabiliyorken, romantik partnerleriyle bunu yapamıyor olabilir. Başka bir kişinin partneriyle çok güvenli bir ilişkisi olabilir ancak cinsel yakınlığı olmayabilir. Son olarak, insanlar ilişkilerinin bazı yönlerinde güçlü yanlara sahipken diğer yönlerde zorluk yaşayabilirler. Örneğin, birlikte yaşayan ve birbirini önemseyen iki kişi güvenlik ve karşılıklılığa sahip olabilir, ancak birbirlerine özel hiçbir şey söylemedikleri için yakınlıktan yoksun olabilirler. İlişki kalıplarındaki bu değişkenliği yargılamadan açıklığa kavuşturmak [netleştirmek], bu kritik işlev alanının anlaşılmasına yardımcı olur.

    İlişkilerle ilgili bilgi edinme: açılış soruları, ardından hikayeler

    Hastalardan bize hayatlarındaki insanlar hakkında bilgi vermelerini istemek, bu önemli işlev alanı hakkında en fazla şeyi öğrenmemize yardımcı olacaktır. Bu kişilerin adlarını sorarak ve onlara bu adlarla hitap ederek, onlara hayat verebiliriz. Bu kişilerle ilgili hikayeler istemek, onlar ve hastalarımızın onlarla ilişkileri hakkında en fazla bilgiyi ortaya çıkaracaktır. İşte bunu nasıl kolaylaştırabileceğinize dair birkaç örnek:

    Bana büyükanneniz hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz? Bana onunla olan ilişkinizde gerçekten hatırladığınız bir anı anlatın.

    Yani Ted dünyada en çok güvendiğiniz kişidir. Bana gerçekten yardımınıza koştuğu bir zamanı anlatabilir misiniz?

    Tedavi derinleştikçe hastalarımızın bizimle -terapist- ilişkilerini sormak onların bu alandaki örüntülerini de aydınlatacaktır.

    Güven hakkında bilgi edinme

    Kişilerarası güven

    Kişilerarası güven hakkında bilgi edinmek için şunları sorarak başlayabilirsiniz:

    Hayatınızda en çok kime güvenirsiniz? Bana bu kişiden ve onunla olan ilişkinizden bahsedin.

    Acil bir durumda bu kişinin size yardım edeceğini düşünüyor musunuz?

    Bu kişinin sizi gerçekten önemsediğini mi düşünüyorsunuz?

    Size yardım edebileceğimi düşünüyor musunuz?

    Yaygın güven

    Yaygın güven hakkında bilgi edinmek için şunları sorarak başlayabilirsiniz:

    Genel olarak insanların sizi kollayacağını mı düşünüyorsunuz?

    Genel olarak insanların güvenilir olduğunu düşünüyor musunuz?

    Başkalarının size adil davranacağını mı düşünüyorsunuz?

    Kişinin kendilik ve ötekiler algısıyla ilgili bilgi edinme

    Birinin kendilik ve ötekilerle ilgili algısını öğrenmek için şu soruyu sorarak başlayabilirsiniz:

    Bana sizin için önemli olan birinden bahsedin. Nasıllar?

    Eğer bu çok iki boyutlu (yüzeysel) bir cevaba yol açıyorsa, şunu sorarak devam edin:

    Hep mi böyleler? Kulağa harika/korkunç geliyor ama herhangi bir kusuru/iyi özelliği var mı?

    İnsanların kendilerini nasıl gördüklerini sormak yanıltıcı olabilir; “Bilmiyorum” ile yetinmeyin. Şunun gibi sorular faydalı olabilir:

    Başkalarının sizi nasıl gördüğünü düşünüyorsunuz?

    Başkalarının sizi temelde aynı kişi olarak mı yoksa zaman içinde çok değişken bir kişi olarak mı gördüğünü düşünüyorsunuz?

    Ayrıca aşağıdaki gibi sorular sorarak bir kişinin zihinselleştirme kapasitesi hakkında fikir sahibi olmak isteyeceksiniz:

    Bana bir yakınınızın sizinle aynı fikirde olmadığı bir zamanı anlatın. Sizce neden böyle hissettiler?

    Güvenlikle ilgili bilgi edinme

    Aşağıdaki sorular hastanızın ilişkilerdeki güvenlik kalıplarını tanımlamanıza yardımcı olacaktır:

    Yalnız kaldığınızda nasıl hissediyorsunuz? Bu sizi gergin veya panik hissettiriyor mu?

    Sevdikleriniz yanınızda olmadığında bile ilişkileriniz konusunda kendinize güvenebiliyor musunuz?

    Sık sık yalnız kalacağınızdan endişeleniyor musunuz?

    Yakın arkadaşlarınız var mı? Kaç yakın arkadaşınız var ve ne kadar süredir hayatınızdalar?

    Eski arkadaşlarınızla iletişim halinde kalma eğiliminde misiniz?

    Flört eder misiniz? Eğer öyleyse, ilişkileriniz genel olarak ne kadar sürüyor?

    İlişkilere yavaş mı yoksa hızlı mı başlama eğilimindesiniz?

    Yakın hissettiğiniz insanların sizi terk edeceğinden endişeleniyor musunuz?

    Üzgün olduğunuzda başkaları sizi sakinleştirebilir mi?

    Yakınlıkla ilgili bilgi edinme

    Duygusal yakınlık hakkında bilgi edinmek için şunları sorarak başlayabilirsiniz:

    Arkadaşlarınızın/partnerlerinizin onlarla birlikteliğinizi nasıl tanımlayacağını düşünüyorsunuz?

    Kendinizi duygusal açıdan nispeten açık biri olarak tanımlar mısınız?

    Bana, pek de gurur duymadığınız bir yönünüzü biriyle paylaştığınız bir zamanı anlatabilir misiniz?

    Neredeyse her şeyi anlatabileceğinizi düşündüğünüz biri var mı?

    İnsanlar yakınlaşmaya çalıştıklarında onları uzaklaştırma eğiliminde misiniz?

    Genellikle bir ilişkinin erken dönemlerinde seksle daha mı çok ilgilenirsiniz? İlişki sonra mı gelir?

    Seks sırasında partnerinize ne kadar yakın hissediyorsunuz?

    Partnerinizle seks yapmak sizi ona daha yakın mı yoksa daha uzak mı hissettiriyor?

    İlişkilerde karşılıklılıkla ilgili bilgi edinme

    Karşılıklılık vermeyi ve almayı içerdiğinden, aşağıdaki gibi sorular sorabilirsiniz:

    Eşinizin/arkadaşınızın/ebeveyninizin size ihtiyacınız olanı verdiğini düşünüyor musunuz?Değilse, eksik olan ne?

    Partnerinizin/arkadaşınızın/ebeveyninizin sizden istediklerini [ihtiyaçları olanı] aldığını düşünüyor musunuz?

    İlişkileri tanımlama

    Şimdi ilişki kalıplarını nasıl tanımladığımıza bakalım:

    30 yaşında bir erkek olan Jorge, “kadınlar konusunda” yardım istediğini söyleyerek anlatıyor. Birkaç randevuyu kaçırdığı için tedaviye başlamakta zorluk çekiyor ve ardından terapist ona kaçırılan seanslar için ücret aldığını hatırlatınca üzülüyor. Seanslar başladığında, ordudan ayrıldığından beri hem arkadaşlarıyla hem de sevgilileriyle çok az ilişkisi olduğunu bildirdi. “Çıktığım kadınlar ilk başta harika görünüyorlar; birlikte epeyce zaman geçiriyoruz ve sonra çok muhtaç hale geliyorlar.” Terapistten uzaklaşarak şöyle diyor: “Size şunu söylemeliyim ki, lisede kız arkadaşlarım vardı ama bir fahişeyle seks yapana kadar bakirdim.” Ailesi sorulduğunda şöyle diyor: “Annem ve babam harikalar -birbirlerinden nefret ediyorlar ve uzun zaman önce boşandılar- ama her hafta ikisiyle de konuşuyorum.” Yakın arkadaşları olmadığı için hafta sonlarının çoğunu yalnız başına, gitar çalarak ve kitap okuyarak geçiriyor.

    Jorge’nin ilişkilerini şu şekilde TANIMLAYABİLİRİZ:

    Jorge başkalarıyla olan ilişkilerinde önemli zorluklar yaşıyor gibi görünüyor. Özellikle hem arkadaşlarıyla hem de romantik partnerleriyle yakınlaşma konusunda zorluk yaşıyor. Yoğun aşık olma ve kız arkadaşlarının “muhtaçlıklarından” hızla rahatsız olma modeli, onun yüzeysel bir benlik/kendilik ve öteki duygusuna sahip olduğunu ve karşılıklılık kapasitesinden yoksun olduğunu gösteriyor. Terapistin ücretleri ve kaçırılan seanslar için ücret alma politikası hakkındaki erken şüphesi, güven konusunda zorluk yaşayabileceğini gösteriyor.

    İlişkileri AÇIKLAMAK için değişkenler

    • Güven
    • Kendilik/benlik ve öteki duygusu
    • Güvenlik
    • Yakınlık
    • Karşılıklılık/mütekabiliyet

    Önerilen etkinlik

    AJ’in ilişki kalıplarını nasıl tanımlarsınız?

    AJ, 40 yıllık partneri yakın zamanda ölen 68 yaşında bir trans erkektir. Onu “hayatımın aşkı” olarak tanımlıyor ve her bakımdan birbirlerine sahip çıktıklarını söylüyor ve ekliyor: “Neredeyse aynı kişiymişiz gibi.” Çocukları yoktu ve çok az arkadaşları vardı. Artık çok yalnızdır. Nasıl arkadaş edineceğini bilmediğini ve bazen günlerce kimseyi görmediğini söylüyor.

    Yorum

    Güçlü Yönler: AJ’nin ilişkisinin uzunluğu ve 40 yıllık partnerine hissettiği yakınlık (closeness), bu ilişkiye olan derin güvenini (trustve emniyetini (trustgösteriyor. Ayrıca ilişkiyi oldukça karşılıklı olarak tanımlıyor.

    Zorluklar: AJ’in partneriyle ilişkisinin yoğunluğu olumlu olsa da kendisi için sorun yaratabilir. Kendilik ve öteki algısı, partneriyle o kadar bütünleşmişti ki, onsuz kendini kaybolmuş hissediyordu. AJ’in arkadaş edinmekte zorlanması yakınlaşma konusunda zorluk yaşayabileceğini gösteriyor.

    Referanslar
    1. Auchincloss, E. L., & Samberg, E. (2012). Psychoanalytic terms and concepts. Yale University Press.
    2. Beebe, B., & Lachman, F. M. (1988). The contribution of mother-infant mutual influence to the origins of self and object representation. Psychoanalytic Psychology, 5, 305–337.
    3. Benedek, T. (1959). Parenthood as a developmental phase—A contribution to the libido theory. Journal of the American Psychoanalytic Association, 7, 389–417.
    4. Bowlby, J. (1958). The nature of the child’s tie to his mother. International Journal of
      Psychoanalysis, 39, 350–373.
    5. Erikson, E. (1993). Childhood and society. Basic Books.
    6. Fairbairn, W. R. D. (1952). Psychoanalytic studies of the personality. Tavistock Publications Limited.
    7. Fonagy, P. (1991). Thinking about thinking: Some clinical and theoretical considerations. International Journal of Psychoanalysis, 72, 639–656.
    8. Fonagy, P. (2001). Attachment theory and psychoanalysis. Other Press.
    9. Greenberg, J. R., & Mitchell, S. A. (1983). Object relations in psychoanalytic theory. Harvard University Press.
    10. Klein, M. (1946). Notes on some schizoid mechanisms. International Journal of Psychoanalysis, 27, 99–110.
    11. Mahler, M. S. (1972). On the first three subphases of the separation-individuation
      process. International Journal of Psychoanalysis, 53, 333–338.
    12. Mitchell, S. A. (1988). Relational concepts in psychoanalysis. Harvard University Press.
    13. Slade, A. (2000). The development and organization of attachment: Implications for
      psychoanalysis. Journal of the American Psychoanalytic Association, 48, 1147–1174. https://doi.org/10.1177/00030651000480042301
    14. Slade, A. (2008). Attachment theory and research: Implications for the theory and practice of individual psychotherapy with adults. In J. Cassidy & P. R. Shaver (Eds.), Handbook of attachment: Theory, research and clinical applications (pp. 762–782). Guilford Press.
    15. Smith, S. S. (2010). Race and trust. Annual Review of Sociology, 36, 453–475.
    16. Stern, D. N. (1985). The interpersonal world of the infant. Basic Books.
    17. Winnicott, D. W. (1958). The capacity to be alone. International Journal of Psychoanalysis, 39, 411–420.
    18. Winnicott, W. (1989). The mother-infant experience of mutuality. In D. W. Winnicott, C. Winnicott, R. Shepherd, et al. (Eds.), Psychoanalytic explorations (pp. 251–261). Harvard University Press.
    19. Yamigishi, T. (2001). Trust as a form of social intelligence. In K. S. Cook (Ed.), Trust in society (pp. 121–147). Russell Sage Foundation.
  • Kendilik (6)

    Anahtar kavramlar

    Yetişkinliğimize kadar, kendimizi deneyimlemenin karakteristik kalıplarını geliştirmiş oluruz. Bu kalıpları aşağıdaki değişkenleri kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Kendilik algısı (Self-perception)
      • Kimlik (Identity)
      • Kendilikle ilgili fanteziler (Fantasies about the self)
    • Aşağıdakileri içeren kendilik değeri/öz-değer (Self-esteem) düzenlemesi:
      • Kendilik değeri tehditlerine karşı savunmasızlık (Vulnerability to self-esteem threats)
      • Kendilik değerini düzenlemeye yardımcı olmak için başkalarını kullanmak (Use of others to help regulate self-esteem)
      • Kendilik değeri tehditlerine karşı içsel yanıt (Internal response to self-esteem threats)
      • Kendilik değeri üzerindeki dışsal etkiler (External effects on self-esteem)

    Başarısız sınavlar, ayrılıklar, iş kaybı, ayrımcılık, zorbalık, tıbbi hastalıklar -hayat, kim olduğumuza dair algımızı ve kendimiz hakkında iyi hissetme yeteneğimizi tehdit eden deneyimlerle doludur. Neden bazı insanlar bu durumlarla kendilik değerlerini (self-esteem) kaybetmeden başa çıkarken bazıları perişan oluyor? Bununla ilgili hipotezler oluşturabilmek için insanların kendilik duyumu (sense of self) deneyimlemelerinin karakteristik yollarını tanımlayabilmemiz gerekir (Kohut, 1977).

    Alanı tanımlama: Kendilik

    Psikolojik veya tıbbi geçmişi olan kişiler hakkında “tanımlayıcı bilgiler” yazdığımızda, genellikle yaşları, cinsiyetleri, cinsel kimlikleri, ilişki durumları, ırksal/kültürel grupları ve istihdamları gibi onlar hakkındaki belirli şeyleri özetleyen bir cümleyle başlarız. Ancak insanların kendilik deneyimlerini (self-experience) psikodinamik bir formülasyonla düşündüğümüzde, yalnızca demografik özelliklerini değil aynı zamanda kendileri hakkındaki bilinçli ve bilinçsiz düşüncelerini ve duygularını da dikkate almalıyız.

    Kendilikle ilgili kalıpları açıklamaya yönelik değişkenler

    Bir kişinin kendilik deneyimini iki ana değişkeni kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Kendilik algısı
    • Kendilik değeri/öz-değer regülasyonu

    Kendilik algısı

    Başkalarıyla ilişkiler kurmaktan iş ve oyun için ne yapacağımızı seçmeye kadar hayatta yaptığımız her şey kendimiz hakkında nasıl düşündüğümüzle ilgilidir; bu bizim kendilik algımızdır. Ne yapabileceğimiz ve ne yapmaktan hoşlandığımız konusunda gerçekçi bir fikre sahip olmak, bize tatmin ve zevk veren ilişkileri ve etkinlikleri seçmemize ve zorluklarla karşılaştığımızda bile kendimizle ilgili iyi hisleri korumamıza yardımcı olur. Bu nedenle kendilik deneyimimiz, işleyiş şeklimizin (function) merkezinde yer alır.

    Kendilik algısını açıklamaya yönelik değişkenler

    Kendilik algısını iki değişken kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Kimlik
    • Kendilikle ilgili fanteziler

    Kimlik

    Kimlik, özellikle kişinin kendisini çevreleyen kültürle ilişkisini içeren kendilik algısının bir parçasıdır (Auchincloss ve Samberg, 2012). Bireysel kimliklerimiz (yani, benzersiz olduğumuza dair algımız), grup kimliklerimiz (başkalarıyla ilişkili olarak kendimize dair algımız) ve evrensel kimliklerimiz (yani insan ırkının bir parçası olarak kendimize dair algımız) var (Sue et al. diğerleri, 2019). Grup kimlikleri ırk ve etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik, din, yaş, yetenekler ve engellilikler ve meslek gibi değişkenlere dayanmaktadır. Gruplara ait olma duygumuz, paylaşılan değerlere, görülme/fark edilme yollarımıza ve/veya ortak deneyimlere dayanabilir. Grup kimlikleri zaman içinde dalgalanabilir ve gelişebilir, yaşamlarımız boyunca farklı düzeylerde öneme sahip olabilir ve başkaları tarafından görülebilecek farklılıkları içerdiğinde zihnimizde daha ön sıralarda yer alır. Yetişkinlerin zaman içinde ve farklı durumlarda kendilerinin farklı kısımlarına kolaylıkla erişme yetenekleri farklılık gösterir (Bromberg, 1998). Örneğin, çocukları olduğunda ev dışındaki işlerini bırakan iki kişiyi düşünün. Biri, “Müzik öğretmeni olarak işimi özlesem de kızıma müzikten keyif almayı öğreteceğim için heyecanlıyım.” diyor, diğeri ise “Çalışmayı bıraktığımdan beri kendimi kaybolmuş hissediyorum ve kim olduğumu bilmiyorum…” Birinci kişi hem ebeveyn kimliğinin tadını çıkarırken hem de profesyonel kimliğini koruyabilir, ancak ikincisi bunu yapamaz. Aynı anda birden fazla kimliğe erişme yeteneği, insanların zaman içinde hayatları değiştikçe kendilerini bütün ve tatmin olmuş hissetmelerine yardımcı olabilir.

    Kendilikle ilgili fanteziler

    Yaşamın her aşamasında, kendilik hakkındaki fanteziler nasıl yaşadığımızı yapılandıran anlatılardır; örneğin, bir öğrenci iyi yaptığı bir ödev için öğretmeni tarafından övüldüğünü hayal eder, bir genç hoşlandığı biriyle randevuya çıkacağını hayal eder, bilim adamı Nobel Ödülü kazandığını hayal eder, emekli bir kişi ise sevilen bir büyükanne veya büyükbaba olmayı hayal eder. Bu fanteziler bize rahatlık, hedefler ve kaçışlar sağlayabilir (Blos, 1972; Freud, 1914/1966) ve aynı zamanda ilerlememize, çabalamamıza ve başarmamıza da yardımcı olabilir. Kendimiz hakkında, yeteneklerimize ve sınırlılıklarımıza tam olarak uyum sağlayan fantezilere sahip olanlarımızın, yeteneklerimizle uyumlu olmayan kişisel hedeflere bağlı kalanlarımızdan daha iyi hissetme olasılıkları daha yüksektir (Kohut ve Wolff, 1978).

    Kendimizle ilgili hem bilinçli hem de bilinçsiz fantezilerimiz (fantasy) vardır. Hastalar bize bilinçli fantezilerini anlatabilse de, biz onların bilinçdışı fantezilerini başka yollardan da öğrenmeliyiz -örneğin rüyaları dinleyerek ve davranışları fark ederek. Örneğin, bir gelinin evli olmayan kız kardeşinin şöyle dediğini düşünün: “Düğünden sonra neden üzüldüğümü bilmiyorum. Asla evlenmek istemedim ve en iyi kadehi ben kaldırdım [gave the best toast]. Kendini bilinçli olarak daimi nedime olarak deneyimlese de, kız kardeşinin düğününden sonraki duyguları ve “gösteriyi çalma (stolen the show) [ilgiyi üzerine çekme]” arzusu gibi görünen duyguları, kendisinin de bir gelin olarak merkezde yer alma konusunda bilinçdışı fantezileri olabileceğini gösteriyor.

    Kendilik değeri regülasyonu

    Değer (esteem) saygı (respect) ya da hayranlıktır (admiration), dolayısıyla kendilik değeri kendimize duyduğumuz saygı ya da hayranlıktır. Kendimiz veya başkaları tarafından değerli olduğumuzu hissederek veya hayran olduğumuz kişilere bağlı hissederek kendilik değerimizi geliştiririz. Çoğumuz hayata yeteneklerimizin heyecanıyla başlarız; bebeklerin ilk kelimelerini söylediklerinde veya ilk adımlarını attıklarında yüzlerinde oluşan sevinci düşünün. Ancak yaşam boyunca başımıza gelen her şeye rağmen kendilik değerimizi korumak bazen sonu olmayan bir engelli parkur gibi gelebilir. Hayal kırıklıkları ya da küçümsemelerden sonra kendini toparlama becerisine kendilik değeri düzenlemesi (self-esteem regulation) denir ve insanların dünyadaki işleyişinin önemli bir parçasıdır (Reich, 1960; Sandler ve diğerleri, 1963).

    Kendilik değeri regülasyonu açıklayan değişkenler

    Kişinin kendisiyle ilgili iyi duygularını tehlikeye atan her şey, kendilik değeri tehdididir (bazen narsisistik yaralanma (narcissistic injury) olarak da adlandırılır) (Kohut, 1972). İnsanların kendilik değeri tehditlerini algılama ve bunlara tepki verme biçimleri farklılık gösterdiğinden, kendilik değeri düzenlemesinin bireysel kalıplarını tanımlamak için aşağıdaki değişkenleri kullanabiliriz:

    • Kendilik değeri tehditlerine karşı savunmasızlık
    • Kendilik değeri tehditlerine karşı içsel tepki/karşılık
    • Kendilik değerini düzenlemeye yardımcı olmak için başkalarını kullanmak
    • Kendilik değeri üzerindeki dışsal etkilere verilen tepki/karşılık

    Kendilik değeri tehditlerine karşı savunmasızlık

    Bazı insanlar, ciddi tıbbi hastalıklar veya iş kaybı gibi büyük duygusal yaralanmalar karşısında olumlu benlik saygılarını (positive self-regard) koruyabilirken, bazıları da birisi onlara yanlış açıdan baktığında yıkılır. Bir bireyin kendilik değeri tehditlerine karşı savunmasızlığı duruma göre değişebilir. Örneğin, bir kişi iş yerindeki insanlardan gelen eleştirileri kaldırabilir ancak partnerinden gelen eleştirilere karşı çok duyarlı olabilir.

    Kendilik değeri kırılganlığı, genellikle birinin başkalarıyla karşılaştırılmaya verdiği tepkide açıkça görülür. Bazılarımız, başkalarında olan bir şeyin eksikliğini hissettiğimizde kendimizle ilgili iyi hisleri sürdürmekte zorluk çekmezken, bazılarımız bunu katlanılmaz bulur. İnsanlar bu duruma tahammül edemeyip başkalarının sahip olduklarını yok etme ihtiyacı duyduklarında hasetli (envious) olduklarını söyleriz; eğer sadece başkalarıyla eşit olmak istiyorlarsa kıskanç (jealous) olduklarını söyleriz (Neubauer, 1982). Bir partide tanıdıklarının kıyafetine hayran olan iki kişiyi düşünün; biri toplanmış bir gruba “cafcaflı” diyerek alay ederken diğeri, elbiseyi, daha sonra satın almak üzere aklının bir köşesine not ediyor. Haset (envy) yok etme isteğine, kıskançlık (jealousy) ise taklit etme isteğine yol açar.

    Kendilik değeri tehditlerine karşı içsel tepki/karşılık

    İnsanlar benlik duygularına (sense of self) yönelik bir tehditle karşılaştıklarında, kendilerine olan güveni artırmaya yardımcı olacak şekilde tepki verirler. Tüm bu süreç bilinçsizce gerçekleşebilir. Kendileriyle ilgili iyi duyguları sürdürmek için kullandıkları mekanizmalar çocuklukta gelişmeye başlar ve yetişkinliğe gelindiğinde oldukça istikrarlı kalıplar/örüntüler halinde birleşir.

    Kendilik değeri tehditlerine verilen tepkiler, kişinin benlik duygusunu şişirmeyi veya söndürmeyi içerebilir. Büyüklenmecilik/görkemlilik/kendini beğenmişlik (grandiosity), insanları kısıtlılıklarıyla yüzleşmenin acısından koruyan devasa ve yersiz bir aşırı güvendir. Büyüklenmeciliğe güvenen insanlar genellikle narsisistik (narcissistic) olarak tanımlanır (Kernberg, 1970). Başarısızlıklarını dışsallaştırma, öfkelenme, talepkar olma ve başkalarını küçümseme eğilimindedirler. Bunun kendilerine olan saygıyı korumalarını sağlasa da, çoğu zaman başkalarıyla olan ilişkilerine zarar verdiğinin farkında değiller. Örneğin senaryo yazma konusunda hiçbir deneyimi olmayan birinin şöyle dediğini düşünün: “Günümüzde yazarların çoğu bilgisayar korsanı. Ayrıca sektörden önemli birinin ismi elimde -sadece bir telefon görüşmesiyle içeriden gerekli bilgileri alabilirim.” Birinin kendilik değerini şişirmesi, güvensizliğini dengelemeye yardımcı olabilir, ancak bu, başkalarının onunla ilgili iyi düşünmeleri pahasına gerçekleşebilir.

    Buna karşılık, kişinin kendilik değerini düşürmesi (deflation) -özsaygı tehditlerine verilen başka bir tepki- kendini küçümsemeye (self-deprecation) ve mazoşizme (masochism) yol açar (Cooper, 1988). Kendileriyle ilgili iyi özellikleri düşünemeyecek şekilde tepki veren insanlar, çoğunlukla kendilerini sabote eder ve kendi ihtiyaçlarını inkar ederler. Örneğin yetenekli bir yazar, bir yazma ödevinden “A” aldığında şöyle düşünebilir: “Profesör bana acıyor. Asla başaramayacağım.” Başarısızlık karşısında, hem büyüklenmeci hem de mazoşist stratejiler sıklıkla depresyona ve hatta intihar riskine yol açar.

    Kendilik değerini yeniden kazanmanın diğer yolları arasında daha fazla veya daha az rekabetçi olmak (becoming more or less competitive) yer alır. Bu tepkiler, kişinin genel fonksiyon yeteneğini etkileyebilir ve zorluklara ve sıkıntıya neden olabilir. Bir üniversite takımının oyuncusu, tenis kortunda o kadar rekabetçi hale gelebilir ki diğerleri onunla oynamaktan kaçınabilirken, kaygı, küçük işletme sahibinin son teslim tarihlerini unutmasına ve potansiyel sözleşmeleri kaybetmesine neden olabilir. Bir kişi güvensizlikle daha rekabetçi hale gelerek başa çıkarken, diğeri benzer duygularla kenarda kalarak baş eder. Kendilik değeri tehditlerine karşı en yararlı yanıtlar esnek olma (flexible) eğilimindedir. Mizah, yüceltme ve fedakarlık, insanların diğer işlevlerden veya ilişkilerden ödün vermeden kendilerine ilişkin iyi duyguları yeniden kazanmalarına yardımcı olur. Örneğin, ölmekte olan bir ebeveyne bakmak için yüksek öğrenim hayalinden vazgeçmek zorunda kalan ve şimdi kardeşinin üniversiteyi bitirmesine yardım edebildiği için gurur duyan bir kişiyi ele alalım. Bu durumda fedakarlık, hayal kırıklığıyla başa çıkmanın yararlı bir yoludur.

    Kendilik değerini düzenlemeye yardımcı olmak için başkalarını kullanma

    Hepimiz sevdiğimiz insanların hayranlığını isteriz. Hiçbir şey, iyi yapılmış bir iş için “harika iş!” sözünü duymak kadar güzel olamaz. Uygun miktarlarda verildiğinde hayranlık, kendilik değerinin gelişmesinde merkezi bir öneme sahiptir (bkz. Bölüm 17). Ancak bazı insanlar kendilik değerini yönetmek için başkalarının sürekli ilgisine, övgüsüne ve onayına ihtiyaç duyarlar. İltifat peşinde koşarlar, tekrar tekrar onay isterler ve kendilerini ilgi odağı haline getirirler; çoğu zaman ailelerini ve arkadaşlarını sürekli talepleriyle tüketecek derecededirler. Bu insanlar kendilik değerini düzenlemek için başkalarının katkılarına ihtiyaç duyarlar. Hatta diğer insanlar yalnızca kendilerine olan saygılarını artırmak için varlarmış gibi davranabilirler, bu da empati (emphaty) eksikliğinin göstergesidir (bkz. Bölüm 5) (MacKinnon ve diğerleri, 2006).

    Diğerlerinin, bununla birlikte, tavsiye almalarına, bunu metabolize etmelerine ve kendi kararlarını vermelerine olanak tanıyan kendilik değeri düzenleme stratejileri vardır. Başarılarından keyif alır ve gurur duyarlar; ayrıca kendilerini daha iyi hissetmeleri için başkalarına etkili bir şekilde güvenebilirler.

    Kendilik değeri üzerindeki dışsal etkilere verilen tepki/karşılık

    Beyaz, heteronormatif ve cinsiyete uygun normları destekleyen bir toplumda yaşamak, bu değerlerle aynı çizgide değilsek, o toplumdaki yerimizi ve değerimizi sorgulamamıza neden olabilir. Irkçılığın, ön yargının veya günlük adaletsizliklerin hedefi olmak, farklılıklarımızı daha az değerli gören toplumsal mesajları özümsememize neden olabilir ve bu, kendimize bir saldırı olarak deneyimlenebilir. (Irkın benlik üzerindeki etkisi 16. ve 20. Bölümlerde daha ayrıntılı tartışılmaktadır.) Ötekileştirilmiş grupların bazı üyeleri, ayrımcılığa veya baskıya maruz kalmaya, kendilerine veya diğer dezavantajlı gruplara karşı nefret besleyerek karşılık verebilirler -bu bazen yanal/lateral şiddet (lateral violence) olarak da adlandırılır (Maracle, 1996).

    Diğer bir tepki ise taklittir (mimicry) (Eng & Han, 2000; Fanon, 1952/1967). Bu, üstü kapalı olarak, kendilerine atanan ırksal rolleri benimseyen veya kendi değerleri yerine Beyaz değerleriyle uyum sağlamaya [onlara uymaya] çalışan BIPOC’larda görülür [bipoc (black, indigenous, and people of color (Beyaz ırk dışındaki ırklar)]. Nihai sonuç, sahte bir kendiliğe (false self) benzetilen bir sahtekarlık duygusu olabilir. (Eng ve Han, 2000; Winnicott, 1965). Sahte kendilik, diğer insanlarla ve dünyayla uyum veya pasiflik yoluyla ilişki kurmanın bir yoludur. Bu, kişinin daha özgün, gizli bir deneyimini açığa vurma zorunluluğuna karşı koruma sağlar [sözde gerçek kendilik (the so-called true self)]. 16 ve 20. bölümlerde anlatıldığı gibi, bu tepkiler mutlaka patolojik olmayabilir ve ırk, cinsiyet, din, cinsel yönelim, cinsiyet ifadesi veya engellilik nedeniyle dezavantajlı duruma düştüğümüzde kendimizi korumaya yönelik olabilir.

    Pek çok yazar (DuBois, 1897; Erikson, 1968; Harris, 2012; Hong, 2020; Yi, 2014), BİPOC olanlarımızın, sistemik baskıya gurur ve aidiyet duygularıyla nasıl karşılık verebileceğimizi anlattı. Ek olarak, dışlanmış gruplardan olanlarımız kendimizden ziyade baskı sistemlerini sorgulayabilir ve dirençle, haklı/meşru kızgınlıkla ve öfkeyle karşılık verebiliriz.

    Kendilikle ilgili kalıpları öğrenmek: açılış soruları, ardından hikayeler

    Kendimiz hakkında konuşmak bizim için genellikle zordur, özellikle de hayatımızın bizi zayıf hissettiren yönlerini tartışırken. Hastalarımıza kendilik algısı ve kendilik değeri hakkında soru sorduğumuzda bunu aklımızda tutabiliriz. Aşağıdaki önerilen sorular, aktif olarak dinlememize ve bu önemli işlev alanı hakkında hassas bir şekilde soru sormamıza yardımcı olabilir. Açılış sorularıyla başlamak ve hikaye talepleriyle devam etmek, insanların bilinçli ve bilinçsiz olarak kendileri hakkında ne düşündükleri hakkında en fazla bilgiyi edinmemize yardımcı olur.

    Kimlik de dahil olmak üzere kendilik algısıyla ilgili bilgi edinmek

    Bazen kimlik ve fantezilerle ilgili doğrudan sorular yardımcı olabilir. Örneğin:

    • Güçlü yönlerinize ve zorluklarınıza ilişkin algınızın ne kadar doğru olduğunu düşünüyorsunuz? Başkaları bu konuda ne diyor? Yapabileceğinizi düşündüğünüzden daha fazlasını yapabileceğinizi mi düşünüyorlar?
    • Gerçekte yapabildiğiniz şeyleri yapamayacağınızı mı düşünüyorsunuz, yoksa tam tersi mi?
    • İnsanlar sizi, kendilerinin kim olduğunu bilen biri olarak mı tanımlar?
    • Hangi gruplarla özdeşleştiğinizi hissediyorsunuz? Bu hayatınız boyunca tutarlı mıydı?

    Kendilik değeri regülasyonuyla ilgili bilgi edinmek

    Kendilik değeri kırılganlığıyla ilgili bilgi edinmek

    Haset, kıskançlık ve kendilik değerinin kırılganlığı hakkında doğrudan sorular sormak, insanları kaygılı ve savunmacı hale getirebilir. Bunun yerine, bu alan hakkında bilgi edinmek için yaygın durumlarla ilgili sorular sormayı deneyin:

    • Sizden daha zengin/daha başarılı/daha eğitimli görünen bir grup insanın içinde olduğunuzda nasıl hissedersiniz?
    • Bana gerçekten istediğiniz bir şeyi elde edemediğiniz bir zamanı anlatın. Bu size nasıl hissettirdi?
    • Bir arkadaşınız sizin yapamadığınız bir şeyi başardığında nasıl hissedersiniz?
    • Tüm insanların kendilerini pek de iyi hissetmemelerine neden olan şeyler vardır. Ne tür şeyler size böyle hissettiriyor?

    Kendilik değeri tehditlerine karşı içsel tepkilerle ilgili bilgi edinmek

    Hayal kırıklıklarına veya başarısızlıklara gönderme yapan hikayeleri dinleyin ve kişinin tepkisini öğrenmenize yardımcı olacak sorular sorun. Örneğin:

    • Etrafınızdaki diğer kişilerin beceriksiz olduğunu hissetme eğiliminde misiniz?
    • Genel olarak kendinizi ortamdaki/odadaki en zeki/en az zeki kişi gibi mi hissedersiniz?
    • İnsanların sizi rekabetçi biri olarak tanımlama eğiliminde olduğunu düşünüyor musunuz?
    • İstediğiniz bir şeyi elde etme konusunda genel olarak nasıl davranırsınız?

    Kendilik değeri üzerindeki dış etkilerle ilgili bilgi edinmek

    Toplumun kişinin benlik duygusu üzerindeki etkileriyle ilgili hikayeler sorun:

    • Bana gerçekten ait olduğunuzu hissettiğiniz bir yerden bahseder misiniz? Gerçekten ait olmadığınızı düşündüğünüz yerler var mı? Her birinde nasıl hissediyorsunuz?
    • Sizinle ilgili, kontrolünüz dışında görünen şeyler yüzünden, başkalarının sizi kötü hissettirdiği bir zamanı bana anlatabilir misiniz? Nasıl yanıt verdiniz?
    • Ayrımcılığa veya ön yargıya maruz kaldığınızı hissediyor musunuz? Eğer öyleyse, ne şekilde oluyor?

    Kendilik değeri regülasyonu için başkalarının kullanımıyla bilgi edinmek

    Kendilik değerini düzenlemek için başkalarını kullanmayla ilgili hikayeler isteyin:

    • İyi bir iş yaptığınızı nasıl anlarsınız? Bunu başkalarından duymadan hissedebiliyor musunuz?
    • Başkalarının katkısı olmadan karar alabiliyor musunuz?

    Kendilik deneyimini tanımlama

    Şimdi Sam’i ve bu bölümde özetlenen değişkenleri onun kendilikle ilgili örüntülerini tanımlamak için nasıl kullanabileceğimizi ele alalım:

    Sam, 45 yaşında, evli, iki çocuk babası ve orta sınıf (burjuva) ailesini reklamcılıkta çalışarak geçindiren bir adamdır. Çocuklarını ve baba olmayı sevdiğini söylüyor. Durumu şöyle açıklıyor: “Görünüşe göre o terfiyi alamadığımdan beri daha daha sinirli olduğum” için eşim beni terapiye “gönderdi”. Şöyle söylüyor: “Yıllık değerlendirmelerim yeteneklerimin hakkını vermiyor. Benim seviyemdeki çoğu insandan daha iyiyim.” Eleştiriye tahammül etme yeteneği sorulduğunda şöyle diyor: “Ben sakin bir adamım. Dün olduğu gibi -bir adam kasıtlı olarak otoyolda yolumu kesti. Umurumda değil. Sadece o patron… ama yakında o terfiyi alacağım.” Başkalarıyla “harika” ilişkileri olduğunu söylüyor: “Ofisteki çocukların hepsi benim müthiş olduğumu düşünüyor, bana hayranlık duyuyorlar. . . ve yemekli toplantıda harikayım.”

    Kendilikle ilgili örüntülerini şu şekilde TANIMLAYABİLİRİZ:

    Benlik duygusuna ilişkin örüntülerinde Sam’in belirgin zorlukları ve bazı güçlü yönleri vardır. Tekrarlanan olumsuz yıllık incelemelere rağmen terfi edeceğine dair öngörüsünün de gösterdiği gibi, kendilik algısı (self-perception) konusunda problemi/kusuru var. Bu, onun gerçek yetenekleriyle uyumlu olmayan, büyüklenmeci kendilik fantezilerine (fantasy of the self) sahip olabileceğini düşündürmektedir. İlgili bir baba olmaktan gurur duyduğu için ailesiyle ilgili oldukça sağlam bir kimliğe (identity) sahip. Kendilik değeri (self-esteem) konusunda ciddi zorluklar yaşıyor. Sam, otoyolda başka bir sürücü tarafından yolunun kesilmesi gibi küçük kendilik değeri tehditlerine (minor self-esteem threat) tahammül edebilse de, iş yerinde patronu tarafından eleştirilmek gibi daha ciddi tehditlere karşı son derece savunmasızdır. Bu tehditler onun asabi olmasına ve aile üyeleri de dahil olmak üzere başkalarına karşı hoşgörüsüz olmasına yol açar (kendilik değeri tehditlerine karşı içsel yanıt (internal response to self-esteem threat)). O, sıklıkla kendilik değeri regülasyonu için başkalarını kullanıyor (uses others for self-esteem regulation); örneğin akşam yemeğinde sıklıkla yalnızca kendisi ve başarıları hakkında konuşacaktır. Ayrıca kendisinden daha genç ve ona saygı duyan arkadaşları da var ve ara sıra ofiste kendisini çok çekici bulduğuna inandığı genç erkeklerle flört edecek.

    Bu örnekten de görebileceğimiz gibi, kendilik deneyiminin (self-experience), 7. Bölüm’ün konusu olan ilişkiler (relationships) üzerinde de önemli bir etkisi vardır.

    Kendiliği tanımlayan değişkenler

    • Kendilik algısı
      • Kimlik
      • Kendilikle ilgili fanteziler
    • Aşağıdakileri içeren kendilik değeri/öz-değer düzenlemesi
      • Kendilik değeri tehditlerine karşı savunmasızlık
      • Kendilik değerini düzenlemeye yardımcı olmak için başkalarını kullanmak
      • Kendilik değeri tehditlerine karşı içsel yanıt
      • Kendilik değeri üzerindeki dışsal etkiler

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenciler tarafından veya sınıf ortamında yapılabilir.

    Dave’in kendilikle ilgili kalıplarını nasıl tanımlarsınız?

    Orta yaşlı bir adam olan Dave, yıllar boyunca pek çok farklı işte çalışmış, gerçek bir yön duygusu (sense of direction) olmadan işten işe sürüklenmiştir. Bir noktada sanatçı olmak istediğine karar verdi ve maaşlı işini bıraktı, yakındaki bir garajı kiraladı ve resim yapmaya başladı -hiçbir sanat eğitimi almamış olmasına rağmen. Çoğu zaman onların yaşam tarzlarını kıskanmasına rağmen, “popüler/anaakım” kariyerlere “konan” insanları küçümsüyor. “Çok çalışıyorlar ama hayattaki her güzel şeyi elde ediyorlar” diyerek yakınıyor. Karısı ve çocukları onun dolambaçlı yollarında onu takip ettiler -hayal kırıklığına uğradıklarında, onu takdir etmediklerini söylüyor.

    Yorum

    Dave’in, kendilik algısı (self-perception) ve kendilik değeri regülasyonu (self-esteem regulation) konusunda zorluk yaşıyor. Düzensiz kariyer gidişatının da gösterdiği gibi, kimlik duygusu (sense of identity) belirsiz görünüyor. Herhangi bir eğitim almadan veya herhangi bir yetenek belirtisi göstermeden ressam olma girişimi, kendiliğiyle ilgili fantezilerinin (fantasies about himself) gerçekçi yetenekleri ve sınırlamalarıyla tutarlı olmadığını gösteriyor. Başkalarına büyüklük taslayarak ve onları küçümseyerek kendilik değerini regüle ediyor (regulates self-esteem) ve kendilik değeri tehditlerine (self-esteem threats) karşı son derece savunmasızdır. Aile üyelerine yaşattığı zorluklar konusundaki empati eksikliği, kendilik değeri regülasyonuna yardımcı olmak için başkalarını kullandığını (uses others to help regulate his self-esteem) gösteriyor.

    Referanslar
    1. Auchincloss, E.L. & Samberg, E (2012) Psychoanalytic terms and concepts, Yale University Press.
    2. Blos, P. (1972). The function of the ego ideal in adolescence. The Psychoanalytic Study of the Child, 27(1), 93–97. https://doi.org/10.1080/00797308.1972.11822711
    3. Bromberg, P. (1998). Standing in the spaces: Essays on clinical process, trauma, and dissociation. Routledge.
    4. Cooper, A. (1988). The narcissistic-masochistic character. In R. A. Glick & D. I. Meyers
      (Eds.), Masochism: Current psychoanalytic perspectives (pp. 117–138). Analytic Press. Inc.
    5. DuBois, W. E. B. (1897). Strivings of the negro people. The Atlantic Monthly. https://www. theatlantic.com/magazine/archive/1897/08/strivings-of-the-
      negro-people/305446
    6. Eng, D. L., & Han, S. (2000). A dialogue on racial melancholia. Psychoanalytic Dialogues, 10(4), 667–700. https://doi.org/10.1080/10481881009348576
    7. Erikson, E. H. (1968). Identity: youth, and crisis. Norton.
    8. Fanon, F. (1967). Black skin, white masks. Grove Press. (Original work published in 1952).
    9. Freud, S. (1966). On narcissism. In J. Strachey (Ed.), The standard edition of the complete psychological works of Sigmund Freud, volume XIV (1914–1916): On the history of the psycho-analytic movement, papers on metapsychology and other works (pp. 67–102). Hogarth Press. (Original work published in 1914).
    10. Harris, A. (2012). The house of difference, or white silence. Studies in Gender and Sexuality, 13(3), 197–216. https://doi.org/10.1080/15240657.2012.707575
    11. Hong, C. (2020). Minor feelings: An Asian American reckoning. One World.
    12. Kernberg, O. F. (1970). Factors in the psychoanalytic treatment of narcissistic personalities. Journal of the American Psychoanalytic Association, 18(1), 51–85. https://doi.org/10.1177/000306517001800103
    13. Kohut, H. (1972). Thoughts on narcissism and narcissistic rage. The Psychoanalytic Study of the Child, 27(1), 360–400. ttps://doi.org/10.1080/00797308.1972.11822721
    14. Kohut, H. (1977). The restoration of the self. International Universities Press, Inc.
    15. Kohut, H., & Wolff, E. S. (1978). The disorders of the self and their treatment, an outline. International Journal of Psychoanalysis, 59, 413–414.
    16. MacKinnon, R. A., Michels, R., & Buckley, P. (2006). The psychiatric interview in clinical practice. American Psychiatric Association Publishing.
    17. Maracle, L. (1996). I am woman: A native perspective on sociology and feminism. Press Gang Publishers.
    18. Neubauer, P. B. (1982). Rivalry, envy, and jealousy. The Psychoanalytic Study of the Child, 37(1), 121–142. https://doi.org/10.1080/00797308.1982.11823360
    19. Reich, A. (1960). Pathologic forms of self-esteem regulation. The Psychoanalytic Study of the Child, 15(1), 215–232. ttps://doi.org/10.1080/00797308.1960.11822576
    20. Sandler, J., Holder, A., & Meers, D. (1963). The ego ideal and the ideal self. The Psychoanalytic Study of the Child, 18(1), 139–158. https://doi.org/10.1080/00797308.1963.11822927
    21. Sue, D. W., Sue, D., Neville, H. A., & Smith, L. (2019). Counseling the culturally diverse: Theory and practice. John Wiley & Sons, Inc.
    22. Winnicott, D. W. (1965). The maturational processes and the facilitating environment: Studies in the theory of emotional development. International Universities Press.
    23. Yi, K. (2014). Toward formulation of ethnic identity beyond the binary of white oppressor and racial other. Psychoanalytic Psychology, 31(3), 426–434. https://doi.org/10.1037/a0036649