Peter Fonagy’nin “A Clinical Guide to Psychodynamic Psychotherapy” İçin Yazdığı Ön Söz

Yazar:

Kategori:

Okuyacağınız metin Profesör Peter Fonagy‘nin Deborah Abrahams ve Poul Rohleder’in yazdığı A Clinical Guide to Psychodynamic Psychotherapy adlı kitabına yazdığı ön sözün çevirisidir. Fonagy’nin Türkçeye çevrilmiş Klinik Uygulamada Zihinselleştirme isimli bir kitabı bulunmaktadır.

Abrahams ve Rohleder’ın mükemmel girişini [yazının başlığındaki kitap] okurken, bu kitapta belirtilen fikirlerin ve uygulamaların hayatta kalmasını sağlayan gizli bir bileşenin ne olduğunu merak ettim. 125 yıllık herhangi bir bilimsel teori veya klinik uygulamanın güncel uygulamalarla ilgisi olmadığı söylenebilir, ancak psikanaliz ve psikodinamik psikoterapinin bu kadar uzun süre hayatta kalmasına ne yardımcı oldu? Bu ön söz’de, psikanalizin benzersiz özellikleriyle ilgili birkaç öneri sunmak istiyorum, hepsi Abrahams ve Rohleder’ın kitabında olağanüstü bir şekilde örneklenmiştir.

İlk olarak, zihnin (mind) ruhsal bozukluklar (mental disorder) üretebileceği fikri, psikolojik nedenselliğin (psychological causation) ilkesi olarak bilinen, devrim yaratan bir düşüncedir. “Dinamik (dynamic)” terimi, 19. yüzyılın sonlarında Leibniz, Herbart, Fechner ve Hughlings-Jackson tarafından “statik” kelimesiyle karşılaştırmak için kullanılmıştır (Gabbard, 2000). Bu nedenle, kelime zihinsel bozukluğun psikolojik ve sabit organik nörolojik bir bozukluk modeli arasındaki farkı vurgulamak için hizmet etmiştir. Bu yaklaşım, zihin-beden ayrımından doğan esneklikten faydalanmaya devam etmektedir. Ancak, “dinamik” terimi, daha yakın zamanlarda, zihinsel süreçlerin (düşünme, hissetme, arzulama, inanma, istek) etkileşimine vurgu yapmak yerine, sınırlı bir şekilde zihinsel bozuklukları kategorize etmeye odaklanan tanımlayıcı fenomenolojik psikiyatri ile karşılaştırılmaya başlanmıştır. Psikodinamik Teori, kitabın ilk bölümlerinde belirtildiği gibi, zihinsel bozuklukları bir bireyin bilinçli veya bilinçdışı inançları, düşünceleri ve duygularının belirli organizasyonları olarak anlamlandırmak üzerine odaklanmıştır. Kitap boyunca sunulan zengin vaka çalışmaları, bu sürecin inceliklerini ve özellikle bir kişinin acısını açıklama göreviyle yükümlü psikodinamik klinisyenin nasıl zarifçe açıklayabileceğini aydınlatmaktadır.

İkinci olarak, psikodinamik psikoterapi, psikolojik nedenlerin zihnin bilinçdışı kısmına (non-conscious part of the mind) nasıl uzandığını tarif edebilmesi açısından benzersizdir. Nagel, Wollheim, Hopkins ve diğer zihin felsefecileri (Hopkins, 1992; Nagel, 1959; Wollheim, 1995) hepsi, bilinçdışı zihinsel işleme varsayımının psikanalitik model içindeki önemli bir keşif olduğunu işaret etmiştir. Dolaylı veya dolaysız olarak, psikodinamik modeller, bilinçli fantezilerle (conscious fantasies) benzerlik gösteren bilinçdışı anlatısal deneyimlerin (non-conscious narrative-like experiences) bir bireyin davranışını, özellikle de duygularını düzenleme kapasitesini ve sosyal çevresiyle uygun şekilde başa çıkma becerisini derinlemesine etkilediği varsayımını yapar. Modern bilişsel bilimciler, zihinsel işlevleri yalnızca bilinçli alana sınırlamazken, psikodinamik yaklaşımlar, ilgi alanlarının merkezine bilinçdışı işlevleri (non-conscious functioning) yerleştirmeleriyle benzersizdir. Bu tür etkileşimler hem bilinçli hem de farkındalık dışında gerçekleşirken, psikodinamik model reddedilmiş arzulara ve fikirlere vurgu yapan, bilinçli deneyimlerden savunmacı bir şekilde dışlanan bir zihin modeli olarak görülmüştür. Kitap, bireyin farkında olması mümkün olmayan zihinsel durumlara başvurmanın gerektiğini ve psikodinamik yaklaşımın bu bilinçdışı endişelerin muhtemel yerini ve bunların nasıl duyarlı bir şekilde keşfedilebileceği konusunda bir yol haritası sağladığını göstermektedir. Abrahams ve Rohleder’in kitabı, üretken terapötik değişim sağlamak için bilinçdışı içeriği keşfetmek isteyen klinisyenlere açıklama sağlamaktadır. Bu stratejiler basit veya açık değildir ve kitabın sonraki bölümleri, özenli ve bağlı bir çalışma ve fırsat/şans talep eder.

Örneğin, ihmal veya suiistimal, çocuğun varlığını sürdürmesi için hayati önem taşıdığı düşünülen bakıcıyla karışık duygularla ilişki kurma yönündeki tartışmasız doğal ancak hafif yatkınlığını ağırlaştırabilir. Zihinsel organizasyonun (mental organisation) belli bir süzeyde dağılmasının (fragmentation) varoluşçu felsefe (Gadamer, 1975; Heidegger, 1962) tarafından her yerde hazır ve nazır olduğu gösterilmiş olsa da, psikodinamik teknikler genellikle bireyin sıkıntısını azaltmak amacıyla kişinin kendisiyle ve başkalarıyla ilgili duygu, inanç ve isteklerde bilinçli veya bilinçsiz olarak algılanan tutarsızlıkları tanımlamayı amaçlar. Çatışmaların yalnızca sıkıntıya neden olduğu düşünülmekle kalmaz, aynı zamanda bireyin uyumsuz fikirleri çözme yeterliliğini azaltan temel psikolojik kapasitelerin, bireyin normal gelişimini potansiyel olarak baltaladığı düşünülür (Freud, 1965). Her ne kadar her yerde hoş olmayan durumlardan kaçınmak istesek de, psikodinamik teoriler, özellikle de bağlanma teorisyenleri ve Joseph Sandler’ın (2003) çalışmaları, sadece hoş olmayan durumlardan kaçınmak istemediğimizi, aksine zihinlerimizin öznel bir güvenlik ve aidiyet hissini en üst düzeye çıkarmak için kollektif ve muhtemelen biyolojik olarak düzenlendiğini açıklar.

Dördüncü olarak, psikodinamik teoriler, anksiyete, rahatsızlık ve memnuniyetsizliği azaltma kapasitesine sahip olan ortak zihinsel işlemler kümesini tanımlamak için kullanılır, ancak doğru gerçeklik ve zihinsel durumların bozulduğu görünmesine rağmen. “Psişik savunmalar (psychic defences)” terimi cisimleştirme (reification) ve insana benzetme (anthropomorphism) riski taşıyabilir (tam olarak kim, kime karşı, ne savunuyor?). Bununla birlikte, zihinsel durumların, dış veya iç gerçekliğe göre kendine hizmet eden (self-serving) çarpıtmaları kavramı genel olarak kabul edilir ve sık sık deneysel olarak gösterilir (Lyons-Ruth, 2003; Shamir-Essakow, Ungerer, Rapee ve Safier, 2004). Ayrıca, belirli stratejilere yatkınlıkta bireysel farklılıklar, belirli kişi gruplarına ve zihinsel bozukluklara kodlanarak incelenip güçlü beklentiler oluşturmak için faydalı olabilir (Bond, 2004; Lenzenweger, Clarkin, Kernberg ve Foelsch, 2001).

Savunma mekanizmalarının tanımlanması, bireylerin bulundukları dünyayı nasıl gördüklerini anlamak için çok değerlidir. Bazı durumlarda tehlikeleri minimize ederlerken bazı durumlarda ise abartırlar. Bu tür kendine hizmet eden çarpıtmaların farkında olunduğunda değiştirilebilen fırsatların alt optimal kullanımına neden olabilir. Psikodinamik yaklaşım, hem dış hem de iç çevresiyle olan bireyin ilişkisini anlamayı hedefleyen insan özneliğinin kapsamlı bir görüşüdür. Freud’un sıkça yanlış yorumlandığı büyük keşfi olan “id neyse, ego orada olacak” (S. Freud, 1933, s.80) ifadesi, bilinçli zihnin kendi işlevleriyle ilgili yönünü radikal bir şekilde değiştirme gücüne işaret eder, hatta kendi varlığını sonlandırma kapasitesine sahiptir. Bu kitapta ortaya çıkan psikodinamik, kendini değiştirme ve kendini düzeltme potansiyeline atıfta bulunur ve görünüşte tamamen insan olmayan türlerin bile ulaşamayacağı bir potansiyele sahiptir.

Psikodinamik teknikler, bireyin rahatsızlığını azaltmak amacıyla, kendine ve diğerlerine yönelik hislerde, inançlarda ve isteklerde algılanan tutarsızlıkları tespit etmeye çalışır. Çatışmaların yalnızca rahatsızlık yaratmadığı, aynı zamanda anahtar psikolojik kapasitelerin normal gelişimini de engelleyebileceği düşünülmektedir. Bu nedenle, psikodinamik teknikler, bireylerin düşünceler arasındaki çelişkileri çözmelerine yardımcı olmaya çalışır.

Psikodinamik teoriler, sadece rahatsızlıklardan kaçınmak istemediğimizi, aklımızın, subjektif bir güvenlik ve ait olma hissini maksimize etmek için kolektif ve biyolojik olarak düzenlendiğini açıklar. Bağlanma teorisyenleri ve Joseph Sandler’ın çalışmaları da bu görüşü destekler.

Beşinci olarak, kitapta belirtildiği gibi, psikodinamik psikoterapiler gelişimsel terimlerle düşünülür. Elbette, kitap ayrıca farklı psikodinamik yaklaşımların normal ve anormal çocuk ve ergen gelişimi konusunda farklı varsayımlar yaptığını açıkça belirtmektedir. Bununla birlikte, psikodinamik terapi yaklaşımı her zaman hastanın ortaya çıkan problemlerinin gelişimsel yönüne odaklanır. Genel olarak, geçmişin bir bireyin şimdiki ve gelecekteki durumunu güçlü bir şekilde belirlediği inancı, tüm psikodinamik fikirlerin temel bir varsayımıdır. Temelde, tüm psikodinamik psikoterapiler normal ve anormal çocuk ve ergen gelişimi konusunda farklı varsayımlarla birlikte gelişimsel terimlerle düşünülür (Fonagy, Target ve Gergely, 2006).

Psikodinamik yaklaşımı destekleyen altıncı güçlü genel varsayım, bu kitabın tamamen içinden geçtiği gibi, ilişki temsillerinin çocukluk deneyimleriyle ilişkilendirilebileceğidir. Psikodinamik klinisyenler, özellikle aileler içinde yaratılan güçlü bağların kişiliğin düzenlenmesinde önemli olduğunu düşünmeleri bakımından, kişilerarası ilişkileri önemseyen tek kişiler değillerdir. Ancak, psikodinamik terapistlerin özel odak noktası, bu yoğun ilişki deneyimlerinin zamanla içselleştirilip birleştirilerek genellikle nöral ağ olarak metaforik olarak temsil edilen bir şematik zihinsel yapı oluşturması varsayımıdır. Çocukluk veya ergenlik deneyimi, bazen tembelce erken deneyim olarak adlandırılsa da, kişilerarası sosyal beklentileri etkilediği düşünülmektedir. Bu, bireyler için yararlı olmayan kişilerarası stratejilerin neden değerlerini yitirdikten yıllar sonra bile devam edebildiğini anlamamıza yardımcı olur. Bu strateji sadece eskimiş değil, aynı zamanda tamamen işe yaramazdır. Kişilerarası sosyal beklentiler, psikodinamik psikoterapide terapistle ilişkiyi (transference yoluyla) etkilerken, belki de gelişimsel sosyal psikoloji (Mayes, Fonagy ve Target, 2007) veya yetişkin ilişkilerinde (Felitti ve Anda, 2009) ve (Bellis vd., 2017) ACE’lerin (olumsuz çocukluk deneyimleri) muayene edildiği diğer yaklaşımların bir parçası olarak ortaya çıkar. Bireyin burada ve şimdi yaşadığı çatışmaları aydınlatmak için diğer insanlarla tarihsel etkileşim biçimini anlamak isteği, psikodinamik psikoterapistlerin davranışındaki bazı özellikleri açıklar. Terapistle ilişki beklentilerinin açıkça ortaya çıkmasına izin vermek için, psikodinamik psikoterapist, kendi kendine spontan hareket etmenin çok fazla gösterilmesine çekinebilir ve acıya karşı o kadar nötr görünebilir ki kötü davrandığı suçlamalarına maruz kalabilir. Bu, belki klasik psikodinamik yaklaşımlara yönelik bir eleştiri olabilir, ancak bu kitaba yöneltilmez. Burada terapist, hatalar yapabilen ve pişmanlık duyabilen, spontan hareket etme kapasitesine sahip bir insan olarak ortaya çıkar. Belki de kitaptaki en önemli kavram, ilişki temsillerine odaklanır. Kendi-Diğer ilişki temsilleri, duyguların örgütleyicileri olarak düşünülür, çünkü duygu durumları belirli Kendi-Diğer ve kişilerarası ilişki modellerini karakterize eder (örneğin, bir kişinin kaybedileceğini beklediği için üzüntü ve hayal kırıklığı yaşaması). Bu fikrin merkezi konumu, psikodinamik teoride yavaş yavaş ortaya çıkan bir kavramdır ve bu da insan kimliğinin, ilişkileri, nasıl göründükleri ve belirli ilişkilerin duygusal deneyimlerinin bir işlevi olmadan anlaşılamayacağını açıklar. Gelişimsel yaklaşımı ve ilişki deneyimlerinin bir Self ve genel Diğerler duygusu oluşturarak birikmesi görüşü, bu kitap için uygun klinik odak noktasıdır. Bu sözde nesne ilişkileri teorisi, psikodinamik psikoterapinin teori ve teknik açısından tarihsel olarak parçalanmış birçok bireysel yaklaşımı için ortak bir dil haline gelmiştir. Psikodinamik yaklaşımın yedinci temel özelliği, belki de diğer psikodinamik metinlerden daha net bir şekilde bu kitapta yer almaktadır ve bu özellik, anlamların karmaşıklığına dair varsayımdır. Psikodinamik yaklaşımlar arasında belirli davranışların belirli anlamlarla bağdaştırılması konusunda klinisyenler arasında farklılıklar olsa da, psikodinamik yaklaşımların genel varsayımı, davranışın, ilgili kişinin farkında olmadığı zihinsel durumlar açısından anlaşılabileceğidir. Zihinsel bozukluk belirtileri klasik olarak, bilinçli farkındalıkla çelişen dileklerin birbirleriyle çatışmasının yoğunlaşmaları olarak kabul edilir ve bu dileklerin bilinçli farkındalığa karşı savunmaları vardır. Farklı psikodinamik yönelimler, aynı semptomatik davranışların “gizli” olarak neleri ifade ettiği konusunda farklı türler veya kategorilerde anlamlar bulurlar. Bazı klinikler ifade edilmemiş saldırganlık veya cinsel dürtüler üzerinde odaklanırken, diğerleri onaylanmama korkusu üzerinde, başkaları ise terk edilme ve yalnızlık kaygıları üzerinde dururlar. Bu kitap bağlamında, terapötik olarak daha önemli olanın kişisel anlamı arama çabası olduğu ve farklı psikodinamik terapötik yaklaşımlar arasında paylaşıldığı (örneğin, Holmes, 1998) görülmektedir. Özellikle bir anlam yapısını açıklığa kavuşturmak, herhangi bir belirli anlam yapısı terimi kullanarak hastaya içgörü kazandırmaktan daha önemlidir ve bu, psikodinamik psikoterapinin özü olarak bu sayfalarda yer almaktadır.

Son olarak, psikodinamik tedavilerin sürecinde geçmiş ilişki temsillerinin yeniden ortaya çıkacağı eşsiz psikodinamik öneri, bu kitabın uygun bir şekilde ele aldığı ve tüm psikodinamik psikoterapistleri meşgul eden bir endişeyi tanımlar. Psikodinamik bir çerçeve içinde, i) ‘transference’ ilişkisi üzerine geniş bir literatür vardır. Burada bilinçsiz ilişki beklentileri, reddedilmiş istekler vb. oynanır ve bu oynanışın yeni bir bağlamda paylaşılan deneyimi yoluyla daha iyi anlaşılabilir, ve ii) ‘gerçek’ ilişki, yukarıda bahsedilen genel faktörü yakalar, yani ilgili, anlayışlı ve saygılı bir kişiyle ilişki kurmanın terapötik etkisi, bazıları için yeni bir deneyim olabilir. Ancak, bu her iki yönde de geçerlidir. Psikodinamik terapistler de, herkes gibi, hoş olmayan durumlardan kaçınmak için düzenlenen zihinlere sahiptir ve meydan okumalardan kaçınmak için savunma stratejileri üretebilirler. Kendi geçmişlerini danışma odasına getirirler ve ilişki temsilleri müşterileriyle ilişki kurma şeklini domine edebilirler. Başka bir deyişle, terapistin bilinçdışı veya savunmalı dinamik olarak bilinçdışı kısmı, hastanın bilinçdışı çatışmadan korunmak için savunma mekanizmaları kullanma kapasitesiyle psikodinamik tedaviye gelir. Bu varsayımdan birkaç şey takip eder. En açık olanı, psikodinamik psikoterapistlerin kendi kişisel terapilerine sahip olmalarının, hastanın görmek için geldiği deneyimi paylaşmak ve empati kurmak için bir kısmını yapmalarının önerilmesidir. Ayrıca, muhtemelen danışmaya getirebilecekleri en problemli yönleri ele almalarına yardımcı olur. İkinci olarak, her seviyede beceri ve uzmanlıkta gözetimin kesin gerekliliğidir. Bu, bilinçdışı farkındalık dışındaki zihinlerimizin müdahalesini engelleyemese de, müşterinin veya hatta terapistin en iyi çıkarlarına uymayan yanıtlama kalıplarının yerleşmesini önleyecektir.

Deneyim üzerine düşünmek, çoğu modern bilinç teorileri tarafından belirlendiği gibi faydalı bir düzelticidir (Fonagy ve Allison, 2016). Ancak, bu tür bilinçdışı tepkilerin en önemli bölümleri, terapistin keşif aracı olarak zihniyle ilgilidir. Şimdi uygun bir şekilde psikodinamik uygulamayı sarmalayan bir fikir, insanlara nasıl tepki verdiğimizin sadece kendimizle ilgili bir şey söylemediği, aynı zamanda yardım etmeye çalıştığımız kişi hakkında da bir şeyler söylediği basit bir düşüncedir. Bir kaygı, sıkıntı veya umutsuzluk duygusal bir tepki olabilir, ancak yalnızca muhtemel mevcut varoluş durumumuzla ilgili bir şey olmayabilir, aynı zamanda yardımcı olmaya çalıştığımız kişide tetiklenen bir şey olduğunu da söyler. Karşı aktarımın sistematik kullanımı, bu kitapta birçok önemli psikodinamik teknikle birlikte iyi açıklanmıştır.

Bir ampirik araştırmacı olarak, bu kitapta bilimsel araştırmaların klinik teori ve tekniklerle bütünleştirilmesine yönelik benzersiz çabalardan gerçekten etkilendim. Psikanalizin epistemik çerçevesi, en azından geçmişte, deneysel araştırmaları dışlamıştır. Psikanaliz ve psikodinamik psikoterapi ile ilgili deneysel çalışmalar sadece randomize kontrollü deneyler değildir ve bu çalışmaların güçlü ve zayıf yönleri Kitap 3’te iyi açıklanmaktadır. Deneysel yöntem, anatomik, nörofizyolojik ve genetik gözlemleri bütünleştirir ve bu gözlemler, zihinsel bozukluklar hakkındaki modern anlayışımızın en önemli noktalarından biridir (örneğin Holmes, 2020).

Psikodinamik teorinin epistemik kapsamı, özellikle gelişim psikolojisi, bilişsel bilim, hesaplamalı psikiyatri, feminist teori, sosyoloji, queer teori, antropoloji, patoloji, evrimsel psikoloji, doğrusal olmayan dinamikler ve siyaset bilimi gibi psikolojinin birçok alanını kapsar; aslında, 21. yüzyıl düşüncesinin pek çok alanıyla kesişmektedir. Devam eden önemi bazıları için bir bulmaca olsa da, bu teoriyi incelemenin önemini vurgular. Bana göre, psikodinamik psikoterapinin temelinde yatan psikanalitik teori, insan zihninin işleyişi hakkında elimizde bulunan en zengin ve sofistike fikirler kümesidir.

Bu bir teoridir ve psikoterapötik uygulama içinde yer almaktadır. Cümlelerde herhangi bir anlam hatası olmamakla birlikte, bazı yazım ve dilbilgisi hataları mevcut. Düzeltmeler şu şekildedir:

“Elbette şimdi yüzlerce, belki binlerce farklı psikoterapi türü var. Neden herhangi birini psikodinamik terapi olarak seçmeliyiz? Teknikler açısından, diğerlerinden daha etkili olması muhtemel değildir. İnsan zihnini anlama yaklaşımı olarak, kendi başına durur. Psikoterapinin insan acısını etkili bir şekilde ele alabileceğine dair yeterli kanıtımız var ve bunun aracılığıyla, belki de daha da önemlisi, birbirimizi anlamak için daha fazla kişisel anlayış yaratan, daha cömert ve verimli bir insan çevresi yaratma çağrısı için daha geniş bir insani çağrıyı size öneririm. Bu nispeten yeni yüzyılda, insanlar arası anlayışa daha önce hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var.”

Yazar: “Profesör Peter Fonagy OBE, University College London (UCL) Çağdaş Psikoanaliz ve Gelişimsel Bilim Profesörü ve Anna Freud Ulusal Çocuklar ve Aileler Merkezi CEO’su’dur. Haziran 2020’de söz konusu metni yazmıştır.”

Referasnlar

Bellis, M. A., Hardcastle, K., Ford, K., Hughes, K., Ashton, K., Quigg, Z., & Butler, N.
(2017). Does continuous trusted adult support in childhood impart life-course resilience against adverse childhood experiences – a retrospective study on adult health-harming behaviours and mental well-being. BMC Psychiatry, 17(1), 110. doi:10.1186/s12888-017-1260-z

Bond, M. (2004). Empirical studies of defense style: relationships with psychopathology and change. Harvard Review of Psychiatry, 12(5), 263–278.

Felitti, V. J., & Anda, R. F. (2009). The relationship of adverse childhood experiences to
adult medical disease, psychiatric disorders, and sexual behavior: Implications for
healthcare. In R. A. Lanius, E. Vemetten & C. Pain (eds), The impact of early life trauma on health and disease: The hidden epidemic. Cambridge, MA: Cambridge University Press.

Fonagy, P., & Allison, E. (2016). Psychic reality and the nature of consciousness. International Journal of Psychoanalysis, 97(1), 5–24. doi:10.1111/1745-8315.12403

Fonagy, P., Target, M., & Gergely, G. (2006). Psychoanalytic perspectives on developmental psychopathology. In D. Cicchetti & D. J. Cohen (eds), Developmental psychopathology (2nd edition, vol 1: Theory and methods, pp. 701–749). Hoboken, NJ: Wiley.

Freud, A. (1965). Normality and pathology in childhood: Assessments of development. Madison, CT: International Universities Press.

Freud, S. (1933). New introductory lectures on psychoanalysis. In J. Strachey (ed.), The
standard edition of the complete psychological works of Sigmund Freud (vol 22, pp. 1–182). London, UK: Hogarth Press, 1964.

Gabbard, G. O. (2000). Psychodynamic psychiatry in clinical practice (3rd edition). Arlington, VA: American Psychiatric Publishing.

Gadamer, H.-G. (1975). Truth and method. New York: Crossroads.

Heidegger, M. (1962). Being and time (J. Macquarrie & E. Robinson, Trans.). New York:
HarperCollins (Original work published 1927).

Holmes, J. (1998). The changing aims of psychoanalytic psychotherapy: An integrative
perspective. International Journal of Psycho-Analysis, 79, 227–240.

Holmes, J. (2020). The brain has a mind of its own: Attachment, neurobiology, and the new science of psychotherapy. London: Confer.

Hopkins, J. (1992). Psychoanalysis, interpretation, and science. In J. Hopkins & A. Saville
(eds), Psychoanalysis, mind and art: Perspectives on Richard Wollheim (pp. 3–34). Oxford: Blackwell.

Lenzenweger, M. F., Clarkin, J. F., Kernberg, O. F., & Foelsch, P. A. (2001). The Inventory
of Personality Organization: Psychometric properties, factorial composition, and criterion relations with affect, aggressive dyscontrol, psychosis proneness, and self-domains in a nonclinical sample. Psychological Assessment, 13(4), 577–591.

Lyons-Ruth, K. (2003). Dissociation and the parent-infant dialogue: A longitudinal perspective from attachment research. Journal of the American Psychoanalytic Association, 51(3), 883–911. doi:10.1177/00030651030510031501

Mayes, L. C., Fonagy, P., & Target, M. (eds) (2007). Developmental science and psychoanalysis. London: Karnac.

Nagel, E. (1959). Methodological issues in psychoanalytic theory. In S. Hook (ed.), Psychoanalysis, scientific method and philosophy (pp. 38–56). New York: New York University Press.

Sandler, J. (2003). On attachment to internal objects. Psychoanalytic Inquiry, 23(1), 12–26. doi:10.1080/07351692309349024


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir