Yazar: Editör

  • Kim Olduğumuz Formülasyonlarımızı Etkiler (5)

    Anahtar kavramlar

    İnsanlar olarak kim olduğumuz, nasıl formüle ettiğimiz de dahil olmak üzere, yürüttüğümüz tedavilerin her yönünü etkiler. Kim olduğumuz, kendimiz hakkında ne hissettiğimizi, topluluklarımızla olan bağlantılarımızı ve genel olarak toplumla olan ilişkimizi kapsar.

    Her hasta-terapist ikilisi benzersizdir ve dolayısıyla her psikodinamik formülasyon birbirinden farklıdır ve birlikte inşa edilmiştir.

    Kendimizi ve bakış açılarımızı ne kadar çok anlarsak, bu bakış açılarının hastalarımıza bakışımızı ve formülasyonlarımızı kavramsallaştırma şeklimizi nasıl şekillendirdiğini o kadar kavrayabiliriz. Bunu yaparken duygularımızı kullanabiliriz.

    Hastalarımızdan farklı olmak formülasyon açısından bazı zorlukları beraberinde getiriyor, tıpkı onlara benzemek gibi. Ötekileştirilmiş gruplardan gelen terapistler, işbirliğine dayalı formülasyon sürecinin bir parçası olarak kimlik veya ırk farklılıkları hakkındaki duyguları hastalarıyla tartışmayı seçebilirler.

    Terapistler olarak hastalarımıza karşı açık ve tarafsız bir duruş sergilemeye çalışırız. Bununla birlikte, formüle etme şeklimiz her zaman terapistler ve insanlar olarak kim olduğumuzun merceğinden süzülür. Ruh sağlığı uzmanları olarak aldığımız eğitim, cinsiyetimiz, ırkımız, cinsel yönelimimiz, cinsel kimliğimiz, yaşımız, cinsiyet ifademiz, dinimiz, yeteneklerimiz ve engelliliklerimiz, kültürümüz, eğitimimiz, sosyoekonomik durumumuz, görünüşümüz, travma öykülerimiz, bireysel psikolojimiz gibi hastalarımız hakkındaki düşüncelerimizi de etkiler. Örneğin, beyaz bir cisgender heteroseksüel [sahip olduğu cinsiyet kimliği doğumda kendisine atanmış cinsiyetle örtüşen heteroseksüel kişi], üst-orta sınıf, erkek terapist, kendisi ile aynı avantajlara sahip olmayan bir hastayı tedavi ederken kendi ayrıcalığı üzerinde düşünme ihtiyacı duyabilir. Her türden ayrıcalıklı deneyimlerimiz, ayrıcalığa sahip olmayan hastalarımızın karşılaşabileceği dezavantajları anlamamızı zorlaştırabilir (Tummala-Narra, 2021).

    Her terapötik çift özgündür

    Bir hasta ve terapist konsültasyon için veya tedaviye başlamak için buluştuğunda, bu iki farklı kişinin buluşması olur. Her insan kendi genetiği ve yaşam öyküsüyle görüşmeye gelir. Hiçbir hasta-terapist eşleşmesi birbirine benzemez. Dolayısıyla her tedavi farklıdır ve işbirliğiyle oluşturulan her psikodinamik formülasyon benzersizdir. Elbette çok farklı yaşam öykülerine sahip iki terapist, bir hastayla ilgili benzer temaları fark edebilir, ancak farklılıklar her zaman bulunacaktır. Örneğin, ikiz olan bir terapistin, aynı zamanda ikiz olan bir hastayı tedavi etmesi, onda hastayla ilgili olarak, ikiz olmayan bir terapistten farklı bir deneyime yol açacaktır -her iki terapistin de, hastanın birinin “biriciği” olma isteğini fark edebilecek olmasına rağmen. Her tedavi yalnızca terapötik çift açısından değil, aynı zamanda terapinin gerçekleştiği tarihsel, sosyal, kültürel ve sistemik bağlamlar açısından da benzersizdir (Bonovitz, 2005). Hastalarımıza dair anlayışımız yaşam deneyimlerimize bağlı olarak zenginleşebilir veya fakirleşebilir. Amaç bireyselliğimizin etkilerini ortadan kaldırmak değildir -ki bu aslında imkansızdır ve yararsızdır. Amaç daha ziyade, bakış açılarımızın mümkün olduğunca farkında olmaktır. Böylece onları, hastalarımızı ve kendimizi anlamak için kullanabiliriz.

    Hastalarımızdan farklı olduğumuzda

    Geçmişleri farklı olan veya bize tanıdık gelmeyen kişilerle terapi yaparken, bilmemekten rahatsızlık duyabilir, farklılıkla ilgili konulardan kaçınabilir ya da hastaların ihtiyacından çok kendi merakımıza hizmet edecek şekilde aşırı meraklı olabiliriz. Bazen hastalarımız hakkında kendi örtük ön yargılarımızı yansıtan bilinçli veya bilinçdışı fikirlerimiz bile olabilir. Ön yargılarımızın ne kadar farkında olursak, hastalarımızın deneyimlerini o kadar anlayabilir ve işbirliği içinde yararlı psikodinamik formülasyonlar yaratabiliriz. Aşağıdakileri göz önünde bulundurun:

    50 yaşında beyaz bir kadın terapist, Amerika Birleşik Devletleri’nde orta sınıf, ağırlıklı olarak beyaz bir toplulukta doğup büyüyen 45 yaşındaki Tayvanlı Amerikalı Christine’i tedavi ediyor. İki yıllık psikoterapileri sürecinde, hasta, ilişkilerine ve kariyerine odaklandı. Terapist hiçbir zaman hastanın ırkını doğrudan sormadı ve hasta da hiçbir zaman bu konuyu kendiliğinden gündeme getirmedi. Terapist, ırkı veya beyazlığı hakkındaki kendi hisleri üzerine düşünmediği için bu konunun yokluğunu pek önemsemedi ve ırkla ilgili konuşmama konusunda Christine’a ayak uydurdu.

    COVID-19 salgını sırasında Asyalı karşıtı nefret ve şiddetin artmasının ardından Christine, Asyalı olmakla ilgili duygularını keşfetmeye başladı. Özellikle aile üyelerinin ve kendisinin güvenliğiyle ilgili endişelerini dile getirdi. Ayrıca Amerikalı olmasına rağmen görünüşü nedeniyle bazıları tarafından sürekli bir yabancı olarak görüleceği için de kızgın ve kafası karışık hissediyordu. Terapist Christine’i dinlerken Christine’in ırkının terapide neden hiç tartışılmadığını merak etti. Terapist, onun bu konudan kaçınmasının beyaz olması gerçeğiyle ilgili olduğunu öne sürdü. Terapist, Christine’in Amerika’da açık ırkçılığın artmasıyla ilgili öfkesini ve kafa karışıklığını anladıktan sonra şöyle dedi: “Irkın deneyiminizin merkezi bir parçası olduğunun farkındayım ve ben Beyaz olduğum için bu konu hakkında benimle konuşmanın nasıl bir his olduğunu merak ediyorum.” Christine daha sonra terapistin onu anlayamamasından korktuğu için bunun zor bir konu olduğunu kabul etti. Daha sonra Christine’in pek çok ilişkisindeki deneyiminin tam olarak anlaşılmadığını hissetmenin ne kadar önemli olduğunu ve farklı hissetmenin hayatına nasıl nüfuz ettiğini konuştular.

    Hastalarımıza benzediğimizde

    Hastalarımızla benzerlik, anlayışımızı kolaylaştırabilir ancak aynı zamanda hikayelerimizin örtüşmediği alanları gözden kaçırmamıza da yol açabilir (Comas-Diaz ve Jacobsen, 1991):

    55 yaşındaki Afro-Amerikalı kadın terapist, benzer geçmişe sahip 50 yaşındaki Afro-Amerikalı Frances’i tedavi ediyor. Sağlık çalışanı Frances yıllardır çalışamıyor. Terapötik ilişki olumlu görünmesine rağmen terapist, Frances’in hayatında ilerlemekte başarısız olduğunu ancak bunu seanslarda ele almadığını fark etti. Bunun yerine, Frances sık sık hayatını nasıl yoluna sokmayı umduğuna dair hikayeler paylaşıyordu, ama kaçınılmaz olarak bir şeyler yoluna girecekti. Terapist, Frances’i güçlü bir hasta olarak gördü ve aksi yöndeki kanıtlara rağmen Frances’ın sonunda başarılı olacağına inanmak istedi. Aynı zamanda, terapistin, Frances’in tedavide ya da hayatta ilerleme kaydedemediği yönündeki endişesi devam ettiği için, bir akran süpervizyon grubunda Frances hakkında konuşmaya karar verdi. Süpervizyon grubu üyelerinin Frances’in sallandığını ve zorluklarını inkar ettiğini hissettikleri hemen belli oldu. Ayrıca kendisinin göründüğünden daha sınırlı/savunmacı olup olmadığını da merak ediyorlardı. Bu farklı bakış açısı üzerine düşünen terapist, ortak ırksal ve mesleki geçmişleri nedeniyle Frances’in yaşadığı zorlukları tam olarak göremediğini fark etti. Aralarındaki benzerlikler, başlangıçta bir ittifakı kolaylaştırmış olabilir ancak zamanla, terapistin Frances’in sorunlarına değinmesine engel olan dostane bir hazırcevap tutumunun korunmasına hizmet etti. Bu farkındalığın ardından terapist, Frances’in kişisel sınırlılıklarını kabul etmedeki zorluğuyla bağlantılı olarak kariyerindeki mücadeleleri yeniden formüle edebildi.

    Hastalarımızla benzerliklerimizin ve farklılıklarımızın formülasyonu nasıl etkilediğinin nasıl farkında olabiliriz?

    Hastalarla çalışırken kimliklerimizi ve hastalarımızla ilgili duygularımızı sürekli olarak öğrenmek, potansiyel ön yargıları azaltmamıza ve çalışmalarımızı derinleştirmemize yardımcı olur.

    Kimliklerimizi ve bunların formülasyonlarımızı nasıl etkilediğini öğrenmek

    Kendi kimliklerimizin ve bunların terapist olarak işimizi nasıl etkilediğinin farkında olmamız, kendimize düzenli olarak aşağıdaki gibi sorular sorarak kolaylaşır:

    Çeşitli kimliklerimi (örneğin cinsiyet, ırk, cinsel yönelim, cinsel kimlik, sınıf, yetenek durumu, yaş, din, sosyoekonomik durum, profesyonel) nasıl anlarım?

    Ayrıcalığım formüle ederken kör noktalara nasıl katkıda bulunabilir?

    Kimliklerime ve eğitimime dayanarak kendim, hastalarım ve tedavim hakkında ne gibi varsayımlarda bulunuyorum?

    Varsayımlarım klinik çalışmamı nasıl anladığımı ve formüle ettiğimi nasıl etkiliyor?

    Hastalarla ilgili duygularımızı ve bunun formülasyonlarımızı nasıl etkilediğini öğrenmek

    Benzer şekilde, hastalarımıza ilişkin duygularımızın ve bunların formülasyonumuzu nasıl etkilediğinin farkında olmamız, kendimize düzenli olarak aşağıdaki gibi sorular sormamızla kolaylaşır:

    Bu hasta bana ne hissettiriyor?

    Tedavide bana böyle hissettirecek neler oluyor?

    Bu duyguların benimle ya da hastayla ve aramızda olup bitenlerle ne alakası var?

    Bu duygular söylenen, yapılan ya da söylenmeyen bir şeyle ilişkili olabilir mi?

    Artık hasta hakkındaki duygularımı tanımlayabildiğime göre, bunları hastada veya tedavide olup bitenler hakkında formüle etmek için nasıl kullanabilirim?

    Formülasyonlarla ilgili bu giriş materyalini inceledikten sonra İkinci Kısma geçelim:
    TANIMLAMA, psikodinamik formülasyonun ilk adımı.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenenler tarafından veya sınıf ortamında gerçekleştirilebilir.

    Hastalar hakkındaki düşüncelerinizi etkileyebilecek iki ön yargıyı listeleyin. Bunlar kendi geçmişiniz ve kimliğiniz ile ilgili olabilir veya teorik bakış açınız veya eğitiminiz ile ilgili olabilir. Bir sınıfta bunu küçük gruplar halinde tartışmayı düşünün.

    Referanslar
    1. Bonovitz, C. (2005). Locating culture in the psychic field: Transference and countertransference as cultural products. Contemporary Psychoanalysis, 41(1), 55–76.
    2. Comas-Diaz, L., & Jacobsen, F. M. (1991). Ethnocultural transference and countertransference in the therapeutic dyad. American Journal of Orthopsychiatry, 61(3), 392–402.
    3. Tummala-Narra, P. (2021). Racial trauma and dissociated worlds within psychotherapy: A discussion of “Racial difference, rupture, and repair: A view from the couch and back. Psychoanalytic Dialogues, 30(6), 732–741.
  • Psikodinamik Formülasyon ve Ön Yargı (4)

    Anahtar kavramlar

    Bir fikri veya şeyi orantısız bir şekilde, genellikle dar görüşlü, peşin hükümlü veya adaletsiz bir şekilde desteklediğimizde ön yargılı (bias) davranmış oluruz. Farkında olmadan işleyen ön yargıya örtük ön yargı (implicit bias) denir.

    Psikodinamik formülasyonlar kaçınılmaz olarak formülasyonu yapan kişinin ön yargılarından etkilenir.

    Formülasyonlar zararlı ön yargılardan etkilendiğinde zarar verici olabilir.

    Terapistler formüle ederken, hastanın daha geniş sosyo-kültürel ortamını dikkate aldıklarında, daha bilinçli bakım sağlayabilirler.

    Tüm insanlar gibi terapistlerin de dünyaya bakışlarını şekillendiren içsel yaşamları (internal live) ve geçmiş deneyimleri vardır. Dahası, tüm insanlar gibi terapistlerin de belirli fikirlere veya kişilere karşı peşin hükümleri vardır. Bunlar onların ön yargıları olarak bilinir. Farkındalığımızın dışında faaliyet gösterdiklerinde örtük ön yargılar (implicit biases) olarak bilinirler (Banaji ve Greenwald, 2016). Bu ön yargılar, hastalarla yaptığımız çalışmalar da dahil olmak üzere yaptığımız her şeyi, dolayısıyla psikodinamik olarak formüle etme şeklimizi de etkiler.

    Tıbbi formülasyonların laboratuar bulguları olmadan, psikodinamik formülasyonlar kaçınılmaz olarak formülasyonu yapan kişinin ön yargılarına maruz kalacaktır. Ön yargılı formülasyonlar hastalara zarar vermiştir ve vermeye devam etmektedir. Psikodinamik formülasyonun tarihsel bağlamı ve kendi teorik ön yargılarımız hakkında farkındalığa sahip olmak, formülasyonlarımızı hastalarımız ve tedavileri için daha yararlı hale getirebilir.

    Tarihsel bağlam

    Psikodinamik formülasyonların tarihi, ampirik veri eksikliği de dahil olmak üzere bilgideki boşlukları, formülü hazırlayanın inanç sistemini yansıtan ön yargılarla doldurma eğilimi ile karakterize edilmiştir. Örneğin, o zamanlar psikosomatik bir hastalık olduğu düşünülen tekrarlayan ülserleri olan bir hastanın 1938’deki aşağıdaki formülasyonunu düşünün:

    Bu hasta, tekrarlayan duodenal ülser [mide oniki parmak bağırsağı ülseri], agorafobi, el yazısı güçlüğü ve sosyal uyumsuzluk hissi nedeniyle analize gelen 41 yaşında bir kadın avukattır. Bu hasta, ülser kişiliklerde sık görülen belirli kişilik eğilimlerini sergiledi. Özellikle, bastırılan ve yaşamda artan aktivite ve hırslı çaba yoluyla aşırı telafiye yol açan yoğun birleştirici eğilimlerinden bahsediyorum. O, agresif, çalışkan, verimli ve başarılı bir avukattır (Wilson, 1938, s. 23–24).

    Psikanalitik literatür ülserlerin varsayılan psikolojik nedenlerini formüle eden vakalarla doludur. Ancak 1982 yılında, daha sonra tıp alanında Nobel Ödülü’nü kazanacak olan iki Avustralyalı gastroenterolog Barry Marshall ve Robin Warren, mide ülserine neden olduğu bulunan Helicobacter pylori bakterisini keşfettiler. Antibiyotikler artık bir zamanlar intrapsişik çatışmaların (intrapsychic conflict) neden olduğu psikosomatik bir hastalık olarak kabul edilen durumu tedavi ediyor.

    Ülserler psikodinamik formülasyonların kötüye kullanımına maruz kalan tek semptom değildi. Onlarca yıldır erkek eşcinselliği, erkeğin annesiyle olan erken ilişkisinden kaynaklanan psikolojik ve davranışsal bir sorun olarak formüle edildi. 1955’teki şu formülasyonu düşünün:

    Vaka, annenin uzun süredir bilinçsizce oğluna karşı baştan çıkarıcı olduğunu ve bu ebeveynin ergenlik çağında hastaya iletilen spesifik müsamahakar dürtüsünün, onun açık eşcinsel davranışına neden olduğunu gösteriyor. Babası iş konusunda takıntılıydı ve karısı ve çocuklarıyla çok az ilgiliydi… Hâlâ hayatta olan annesi, çelişkili bir ilgiyle çocuklarına, özellikle de hastaya hükmediyordu… Hasta onunla güçlü, düşmanca, kadınsı bir özdeşleşme kurdu (Kolb & Johnson, 1955, s. 508).

    Bu tarihe kadar eşcinselliğin -ya da heteroseksüelliğin- “nedenleri (cause)” bilinmiyor ve devam eden bilimsel ilgi konusu olmaya devam ediyor (Bailey ve diğerleri, 2016). Yukarıdaki gibi çok az bilimsel temeli olan formülasyonlar yirminci yüzyılın büyük bölümünde psikodinamik düşünceye hakim olurken, 1973’te Amerikan Psikiyatri Birliği eşcinsellik teşhisini Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı‘ndan (DSM) çıkardı. 1992 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO), tanıyı Uluslararası Hastalık Sınıflandırması’ndan (ICD-10) çıkararak aynı şeyi yaptı (Bayer, 1981; Drescher, 2015). Bununla birlikte, kendi formülasyonlarına derinden bağlı olan psikanalitik uygulayıcıların, eşcinselliğin insan cinselliğinin normal bir ifadesi olduğuna dair giderek artan fikir birliğini kabul etmeleri birkaç on yılı aldı (Drescher, 2008).

    Teorik ön yargı

    Önyargılar aynı zamanda klinisyenin teorik yönelimiyle de ilgili olabilir. Her biri gelişimsel dönüm noktalarına farklı anlamlar ve önemler yükleyen birçok farklı psikanaliz “okulu” vardır (örneğin, ego psikolojisi, kendilik psikolojisi ve nesne ilişkileri teorisi). (Greenberg ve Mitchell, 1983; Stepansky (2009). Dolayısıyla psikodinamik formülasyonlar, formülü hazırlayanın teorik yönelimine bağlı olarak farklılık gösterecektir. Örneğin, bu teorisyenlerin her birinin kavramlarına göre formüle edilen aynı problemin, gelişim yıllarını gelişimin farklı noktalarına yerleştirebileceği düşünülebilir:

    Psikanalitik TeorisyenÖnemli Gelişim Aşaması
    Melanie Klein (Klein, 1935)Yaşamın ilk 1 yılı
    Sigmund Freud (Freud, 1924/1961)Yaşamın ilk 3-4 yılı
    Harry Stack Sullivan (Sullivan, 1956)Ergenlik öncesi (9-12 yaş)
    Erik Erikson (Erikson, 1950/1995)Yaşam döngüsü boyunca hassas dönemler

    Farklı teoriler farklı formülasyonlara yol açacaktır ve bu nedenle her zaman tek bir psikodinamik teori kullanmak formülasyonlarımızda ön yargıya neden olabilir.

    Çevrenin geniş etkisi

    Bölüm 1‘de tartışıldığı gibi, psikodinamik formülasyonlar her zaman doğuştan gelenin ve yetiştirmenin kesiştiği yolu dikkate almıştır. Ancak formülasyonlarımızı yakın çevrenin (birincil bakıcılar) etkisine ilişkin değerlendirmelerle sınırlamak ve genel olarak kültür ve toplumun etkisini dışarıda bırakmak, formülasyonlarımızda ön yargıya yol açabilir. Aşağıdakileri göz önünde bulundurun:

    Robert, ABD’nin kuzeyindeki büyük bir sanayi şehrinin düşük gelirli bir mahallesinde büyüyen 70 yaşında bir Afrikalı-Amerikalı adamdır. Ortakçı bir ailenin çocukları olan ebeveynleri, yirminci yüzyılın başlarındaki “büyük göçün” parçasıydı. Her ikisi de genç yaşta öldü ve Robert, beş çocuğu olan teyzesinin bakımına bırakıldı. Robert liseyi bitirmedi ve hayatı boyunca geçim sıkıntısı çekti. O ve karısı, beyazlara karşı dikkatli olmaları ve beyazların mahallelerinde “arkalarını kollamaları” konusunda eğittikleri üç erkek çocuk yetiştirdiler. Yakın zamanda kanser ameliyatı geçirmiş olduğundan artık depresyondadır ve yerel bir klinikte tedavi görmek istemektedir. Aynı zamanda psikiyatri asistanı olan ve ilaç öneren “beyaz” terapistine karşı temkinli davranıyor. Terapist, Robert’ı süpervizörüyle tartışırken, Robert’ın onunla ilgili “paranoyasının” büyük ölçüde “genç yaşta terk edilmesi” ve ardından bakıcılarına güven geliştirmede yaşadığı zorluk nedeniyle ikincil olduğunu formüle ediyor.

    Robert’ın yakın çevresinin, kendisi ve başkaları hakkındaki bilinçli ve bilinçdışı düşünme biçimlerinin gelişimi üzerinde açıkça etkisi olmuş olabilir. Bununla birlikte, stajyer doktorun formülasyonu, Amerika Birleşik Devletleri’nde “siyah” bir adam olmanın, özellikle de ırkçılıktan önemli ölçüde etkilenen insanların oğlu ve torunu olmasının, onun anlaşılır bir şekilde “beyazlara” güvenmemesine yol açmış olabileceğini dikkate almıyor. Psikodinamik formülasyondaki bu açık ön yargı, kaçınılmaz olarak tedaviyi etkileyecektir.

    Formüle etmenin alçakgönüllülüğü

    Psikodinamik formülasyonlar yararlı klinik araçlardır. Ancak formülü hazırlayanın peşin hükümlerini ve ön yargılarını ve hastanın sosyo-kültürel bağlamını dikkate almayan formülasyonlar genellikle idealden uzak olacaktır. Psikodinamik formülasyona alçakgönüllülükle, açık fikirlilikle ve hastalarınızdan ve birbirinizden öğrenme isteğiyle yaklaşmanızı öneriyoruz. Bir sonraki bölümde, terapist ile hasta arasındaki kültürel farklılıkların ve benzerliklerin formülasyona potansiyel olarak ön yargı katabileceği yolları araştıracağız.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenenler tarafından veya sınıf ortamında gerçekleştirilebilir.

    Hastalar hakkındaki düşüncelerinizi etkileyebilecek iki ön yargıyı listeleyin. Bunlar kendi geçmişiniz ve kimliğiniz ile ilgili olabilir veya teorik bakış açınız veya eğitiminiz ile ilgili olabilir. Bir sınıfta bunu küçük gruplar halinde tartışmayı düşünün.

    Referanslar
    1. Bailey, M.J., Vasey, P.L., Diamond, L.M., Breedlove, S.M., Vilain, E. & Epprecht, M. (2016). Sexual orientation, controversy and science. Psychological Science in the Public Interest, 17(2):45–101.
    2. Banaji, M. R., & Greenwald, A. G. (2016). Blindspot: Hidden biases of good people. Bantam Books.
    3. Bayer, R. (1981). Homosexuality and American psychiatry. Basic Books.
    4. Drescher, J. (2008). A history of homosexuality and organized psychoanalysis. The Journal of the American Academy of Psychoanalysis and Dynamic Psychiatry, 36(3), 443–460. https://doi. org/10.1521/jaap.2008.36.3.443
    5. Drescher, J. (2015). Out of DSM: Depathologizing homosexuality. Behavioral Sciences, 5(4), 565–575. https://doi.org/10.3390/bs5040565
    6. Erikson, E. H. (1995). Childhood and society. Vintage. (Originally published in 1950).
    7. Freud, S. (1961) The Dissolution of the Oedipus Complex. In J. Strachey (Ed). The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, (1923–1925), Volume XIX (pp. 173–182). Hogarth Press. (Originally published in 1924).
    8. Greenberg, J. R., & Mitchell, S. A. (1983). Object relations in psychoanalytic theory. Harvard University Press.
    9. Klein, M. A. (1935). Contribution to the psychogenesis of manic-depressive
      states. International Journal of Psychoanalysis, 16, 145–174.
    10. Kolb, L. C., & Johnson, A. M. (1955). Etiology and therapy of overt homosexuality. The Psychoanalytic Quarterly, 24(4), 506–515. https://doi.org/10.1080/21674086.1955.11926000
    11. Stepansky, P. E. (2009). Psychoanalysis at the margins. Other Press.
    12. Sullivan, H. S. (1956). Clinical studies in psychiatry. Norton.
    13. Wilson, G. W. (1938). The transition from organ neurosis to conversion hysteria. International Journal of Psychoanalysis, 19, 23–40.
  • Psikodinamik Formülasyonları Nasıl Kullanırız? (3)

    Anahtar kavramlar

    Psikodinamik bir formülasyon bir harita gibidir; tedavinin her yönüne rehberlik eder.

    İşleyen bir psikodinamik formülasyona sahip olmak bize şunları sağlar:

    • Tedavi önerilerinde bulunmak ve hedefler belirlemek
    • Hastaların gelişimsel olarak neye ihtiyaç duyduğunu anlamak
    • Terapötik stratejiler geliştirmek ve hastaların tedaviye nasıl tepki vereceğini tahmin etmek
    • Anlamlı müdahaleler oluşturmak
    • Hastalarımızın tutarlı yaşam öyküleri oluşturmalarına yardımcı olmak

    Formülasyon bizim haritamızdır

    Çalışan/işleyen bir psikodinamik formülasyona sahip olmak, hastalarımızın düşünme, hissetme ve davranma biçimlerini etkileyen bilinçli ve bilinçdışı düşünce ve hisler hakkında sürekli gelişen fikirlere sahip olmak anlamına gelir. Peki zihnin farkındalık dışı olan kısımlarını nasıl öğrenebiliriz? Bizi bilinçdışı materyale yönlendirebilecek ipuçları için hastalarımızın söylediklerini dikkatle dinler (listen), hastalarımızın söyledikleri üzerine düşünür (reflect) ve onların zihinleri hakkında daha fazla bilgi edinmelerine yardımcı olacak şekillerde müdahale ederiz (intervene) (Cabaniss ve ark., 2017). Psikodinamik psikoterapide hastanın rehberliğini takip ederiz ancak bu, haritasız çalışacağımız anlamına gelmez. Bu harita bizim psikodinamik formülasyonumuzdur. Hastalarımızın temel sorunları ve örüntüleri, yaşam öyküleri, nasıl ve neden bu şekilde geliştikleri hakkında fikir sahibi olduğumuzda, psikodinamik formülasyonumuzu aklımızda tutarak onları dinleriz.

    Tedavide psikodinamik bir formülasyon kullanılması

    Bunu daha fazla araştırmak için, psikoterapiye başvuran bir hasta olan Leila’nın şöyle dediğini düşünün: “Kocamın beni terk edeceğinden endişeleniyorum.” 15 yıldır evli olan Leila ve kocası birinci nesil Pakistanlı Amerikalılar. Leila, kocasının bir “dahi” olduğunu ve evde kalıp çocuklara bakan biriyle neden evli kalmak istediğini anlayamadığını söylüyor. Şöyle diyor:

    Ben de o sıkıcı ev kadınlarından biri oldum. Bahsedebileceğim tek şey futbol programı (soccer schedule).

    Bir tedavi önermek ve hedefleri belirlemek

    Terapist, Leila hakkında bilgi edindikçe Leila’nın kendisi hakkında iyi bir şey söyleyemediğini fark eder. Terapist ayrıca Leila’nın kendini geri planda tutmasının görünürdeki yetenekleriyle uyumsuz göründüğünün de farkındadır. Terapist, Leila’nın neden kendisiyle ilgili bu görüşe sahip olduğunu merak etmeye başlar. Terapist Leila’nın hayat hikayesini dinlerken, Leila’nın yetenekli bir ressam olduğunu öğrenir; Leila, ebeveynlerinin ve geniş ailesinin “faydalı” bir kariyer olarak adlandırdıkları bir kariyere sahip olması yönündeki baskısını hissederek, evlendiğinde resim yapmayı bırakır. Terapist ayrıca Leila’nın annesinin dünyaca ünlü bir bilim insanı olduğunu ve kızının bilime olan ilgisizliğini eleştirdiğini ve Leila’nın fizikçi olan erkek kardeşini tercih ettiğini öğrenir. Leila ve erkek kardeşi iyi öğrencilerken, anneleri erkek kardeşini bilim alanında kariyer yapmaya teşvik etti. Terapist ayrıca Leila’nın ailesinin göç hikayesini, ailesi ve çocukluk çevresi tarafından kabul edilen cinsiyet rollerini ve ailesinde ve kültüründe özsaygının nasıl desteklenip düşürüldüğünü sorar.

    Terapist, erken bir psikodinamik formülasyon (yani hipotez) olarak, Leila’nın bilinçli ve bilinçdışı kendini algılama ve özsaygısını düzenleme yollarının, annesiyle sorunlu ilişkisi ve annesi tarafından kültürel çevresindeki diğer kadınlarla karşılaştırılmasının bir sonucu olarak gelişmiş olabileceğini düşünmeye başlar.

    Terapist, Leila hakkında öğrenilecek daha çok şey olduğunu bilmesine rağmen, bir tedavi önerisinde bulunmak ve işbirliği içinde erken hedefler belirlemek için ön formülasyonunu Leila ile paylaşır ve ona şunları söyler:

    Kocanızla ilişkiniz konusunda endişelendiğiniz benim için aşikar. Ancak aynı zamanda kendinize karşı aşırı sert davrandığınız ve ilginizi çeken şeyleri yapmanıza izin vermediğiniz de görülüyor. Bu zorluklar, kendiniz hakkında, annenizle olan ilk ilişkinize kadar uzanan, uzun süredir devam eden hislerinizle ve çevrenizde kendinizi nasıl deneyimlediğinizle ilgili olabilir. Bu duyguları psikodinamik bir psikoterapide keşfetmek, mevcut durumunuzda neden bu kadar mutsuz olduğunuzu anlamamıza ve hem ilişkilerinizi hem de kendinizle ilgili duygularınızı geliştirmenize yardımcı olabilir. Bu size makul geliyor mu?

    Terapötik bir strateji oluşturmak

    Bu Leila’ya mantıklı geliyor ve Leila, seans sıklığı haftada iki olacak şekilde, psikodinamik psikoterapiye başlamayı kabul ediyor. Terapist, Leila’nın yeterli/uygun bir benlik duygusu (sense of self) geliştiremediği hipoteziyle başlayarak, Leila’nın benlik algısı (self-perception) ve özsaygı (self-esteem) düzenleme kapasitesini geliştirmeye yönelik gelişimsel bir ihtiyacı (developmental need) olabileceğini göz önünde bulundurarak ilk formülasyonunu genişletir. Bu, terapistin Leila’nın söylediği her şeyi dinleyeceği ve Leila’nın benlik duygusuyla ilgili yaşadığı zorluklarla ilgili olabilecek materyale çok dikkat edeceği şeklindeki terapötik stratejisinin (therapeutic strategy) temelini oluşturur.

    Tedavi yönetimi

    Örneğin, tedavinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra Leila terapistine şunu söylüyor:

    Her gün sorunlarım hakkında konuşmamdan bıkmış olmalısınız. Muhtemelen yardımınıza benden daha çok ihtiyaç duyan başka hastalarınız da vardır.

    Terapist, Leila’nın sorunlu benlik algısını fark etmesine yardımcı olmak için formülasyonunu kullanıyor ve şöyle diyor:

    Sanırım benim de anneniz gibi sizinle ilgili hayal kırıklığına uğrayacağımı ve başkalarıyla daha fazla ilgileneceğimi varsayıyorsunuz.

    Bir yaşam öyküsü oluşturmak

    Zamanla Leila, terapistin aslında kendisiyle gerçekten ilgilendiğine inanmaya başlar. Terapistle yaptığı konuşmalar sırasında, tıpkı annesi gibi terapistin de kendisini sıkıcı ve eksik bulacağına dair çarpık bir beklentiye sahip olduğunu fark eder. Birlikte, bu formülasyonu Leila için bir yaşam öyküsü oluşturmak (create a life narrative) için kullanırlar ve bu onun bu sorunlu bilinçdışı fanteziyi (unconscious fantasy) nasıl geliştirdiğini anlamasına yardımcı olur. Leila’nın sözleriyle:

    Annemin benimle kardeşimle ilgilendiği kadar ilgilenmemesinden ne kadar incindiğimi hiç fark etmemiştim. Ayrıca kendimle ilgili düşüncelerimin, özellikle de bir kadın olarak, bu duruma ne kadar zarar verdiğini de hiç anlamadım. Artık kocamın bana karşı ilgisiz olmadığını görüyorum -herkesin öyle [annem gibi ilgisiz] olduğunu varsayıyormuşum.

    Tedavi ilerledikçe, Leila ve terapisti bu formülasyonu derinleştirir ve terapist, hedefleri belirlemek, terapötik stratejiler geliştirmek, Leila’yı dinlemek, müdahalelerde bulunmak ve Leila’nın kendi hayatına ve ailesi, kültürü ve topluluğu açısından kendisini nasıl gördüğüne ilişkin anlayışını geliştirmek için, geliştiirlen formülasyonu kullanır. Bu formülasyon, başından sonuna kadar, tedavinin her aşamasının anahtarı olmaya devam edecektir.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenenler tarafından veya sınıf ortamında gerçekleştirilebilir.

    Birlikte çalıştığınız bir hastayı düşünün. Aşağıdakiler hakkında birkaç cümle yazın:

    • Sizin ve hastanın terapide ulaşmaya çalıştığınız hedefler
    • Tedavi stratejiniz (yani bu hedeflere nasıl ulaşmayı umduğunuz)

    Tedavi stratejinizi hastaya nasıl tanımlayabilirsiniz? Sınıf ortamında çalışıyorsanız çiftler halinde veya daha büyük gruplar halinde paylaşmayı düşünün.

    Referanslar
    1. Cabaniss, D. L., Cherry, S., Douglas, C. J., & Schwartz, A. (2017). Psychodynamic psychotherapy: A clinical manual. Wiley Blackwell.
  • Psikodinamik Bir Formülasyonu Nasıl Oluştururuz? (2)

    Ana düşünceler

    Psikodinamik formülasyonları oluştururken şunları yapıyoruz:

    • Hastanın (patient) temel sorunlarını ve kalıplarını TANIMLARIZ (DESCRIBE),
    • Hastanın hikayesini İNCELERİZ (REVIEW),
    • Gelişimle ilgili fikirleri organize ederek sorunları (problem) ve örüntüleri (pattern) yaşam öyküsüne BAĞLARIZ (LINK).

    Psikodinamik formülasyonları hastalarımızla birlikte yaratıyoruz.

    Gözlemlediklerimizi açıklamak için hipotezleri nasıl geliştiririz? Gözlemlediğimiz, herhangi bir şey olabilir -kültürel bir trend, iki kişi arasındaki ilişki ya da doğal bir olay. Örneğin, insanların şehirlerinde normalden daha az kar yağışı olduğu hissine kapıldıklarını ve bunun bir trend [iklimle ilgili] olup olmayacağını bilmek istediklerini varsayalım. Öncelikle dikkatli gözlem ve ölçüm kullanarak olguyu tanımlamaları gerekir. Daha sonra bölgedeki kar yağışının geçmişini araştırmaları gerekir. Bunu yaptıktan sonra, meteorolojik teorileri -örneğin, küresel ısınmayla ilgili teoriler- kullanarak gözlemleri ile geçmişi ilişkilendirerek olup bitenler ve gelecekte neler olabileceği hakkında bir hipotez oluşturabilirler. Daha sonra hipotezlerini ikna edici bir şekilde başkalarına açıklayabilirler.

    Psikodinamik bir formülasyon oluşturmanın üç temel adımı

    İnsanların karakteristik düşünme, hissetme ve davranma kalıplarını nasıl ve neden geliştirdiklerini anlamamıza yardımcı olacak psikodinamik formülasyonlar oluşturduğumuzda aynı adımları izleriz. Bu süreç üç temel adımı içerir:

    • Temel sorunları ve kalıpları TANIMLIYORUZ,
    • Yaşam öyküsünü İNCELİYORUZ,
    • Gelişimle ilgili fikirleri organize ederek sorunları ve kalıpları yaşam öyküsüne BAĞLIYORUZ.

    Birlikte ele alındığında bu üç adım, formülasyonu oluşturur. Her adım süreç için çok önemlidir ve bunlar İkinci-Dördüncü Kısımlarda uzun uzadıya tartışılmaktadır; giriş mahiyetinde bunları burada kısaca özetliyoruz.

    Temel örüntüleri ve sorunları TANIMLAYIN

    İnsanların temel sorunlarını ve örüntülerini neden geliştirdiklerini düşünmeden önce, bunların ne olduğunu tanımlayabilmemiz gerekir. Burada sadece ana şikayetten değil, kişinin baskın düşünme, hissetme ve davranma biçimlerinin altında yatan sorunlardan da bahsediyoruz. Bunları altı temel işlev alanına ayırabiliriz:

    • Kendilik (Self)
    • İlişkiler (Relationships)
    • Uyum (Adaptation)
    • Biliş/Kognisyon (Cognition)
    • Değerler (Values)
    • Çalışma/İş ve Eğlence/Oyun (Work and play)

    Bir kişinin işlev görme biçimini (the way a person function) anlamak için bu alanların her birini tanımlamak önemlidir. Bunu yapmak için hastanın bize anlattıklarından (tell) olduğu kadar gösterdiği (show) şeylerden de öğreniriz. Örneğin bir hasta ilk seansta başkalarıyla iyi anlaştığını söylese de terapistle tartışabilir. Başkalarıyla olan ilişkilerini anlatırken her iki bilgi kaynağını da kullanmak zorundayız. Hastalarımızı gerçekten anlamak için bu işlevlerin her birinin yüzeysel bir açıklamasından daha fazlasına sahip olmak da önemlidir. Tüm bu alanları ve bunların nasıl tanımlanacağını İkinci Kısım’da ele alacağız.

    Yaşam öyküsünü İNCELEYİN

    Hastalar bizi görmeye geldiğinde onlara onları yardım aramaya iten olayları soruyoruz. Ancak psikodinamik bir formülasyon yaratmak için bundan çok daha fazlasını yapmamız gerekiyor. Amacımız, hastalarımızın yaşam öyküleri ile temel sorunlarının ve örüntülerinin gelişimi arasında bağlantılar kurmaya başlamak için hastalarımız hakkında öğrenebileceğimiz her şeyi öğrenmektir. Bunu yapmak için nasıl geliştiklerini (develop) öğrenmeliyiz.

    Hastaların gelişimleri [herkes gibi], köken aileleri, doğum öncesi gelişimleri ve genetik donanımlarıyla birlikte, doğumdan önce başlar; bağlanma, bakıcılarla erken ilişkiler ve travma dahil olmak üzere yaşamın ilk yıllarının her yönünü içerir; daha sonra çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik boyunca şu ana kadar devam eder.

    İnsanların tipik örüntülerini (typical patterns) neden geliştirdiklerini bilmediğimiz için her şeyi göz önünde bulundurmalıyız; kalıtım, çevresel faktörler ve ikisi arasındaki ilişkiyle ilgileniyoruz.

    Sorunlu dönemlerin yanı sıra iyi giden gelişim dönemlerini de anlamak istiyoruz.

    Yaşam öyküsü ile hastanın temel sorunlarının ve örüntülerinin gelişimi arasındaki nedensel bağlantılarla ilgli hipotez üretmeye başlamak için elde edebileceğimiz tüm bilgilere ihtiyacımız var.

    Hastanın yaşam boyu gelişiminin gözden geçirilmesi Üçüncü Kısmın konusudur.

    Gelişimle ilgili fikirleri organize ederek sorunları ve örüntüleri yaşam öyküsüne BAĞLAYIN

    Psikodinamik bir formülasyon yaratmanın son adımı, hastaların düşünme, hissetme ve davranma biçimlerini nasıl ve neden geliştirdiğine dair hipotezler sunan boylamsal bir anlatı (longitudinal narrative) oluşturmak için sorunları ve örüntüleri yaşam öyküsüne bağlamaktır. Bunu yaparken, gelişimle ilgili düzenleyici fikirler (organising ideas about development) bize yardımcı olabilir. Bu düzenleyici fikirler, hastalarımızın gelişimsel deneyimlerini kavramsallaştırmanın ve anlamanın farklı yollarını sunar; hastalarımızın yaşam öykülerinin mevcut sorunlarına ve örüntülerine nasıl yol açmış olabileceğini düşünmemize yardımcı olur. Farklı fikirler, farklı sorunları ve örüntüleri anlamada daha yararlı olabilir. Dördüncü Kısım‘da tartıştığımız düzenleyici fikirler, aşağıdakilerin gelişimi nasıl etkilediğini ele alıyor:

    • Travma (Trauma)
    • Erken bilişsel ve duygusal zorluklar (Early cognitive and emotional difficulties)
    • Kültür ve toplumun etkileri (The effects of culture and society)
    • Çatışma ve savunma (Conflict and defense)
    • Başkalarıyla ilişkiler (Relationships with others)
    • Kendiliğin gelişimi (The development of the self)
    • Bağlanma (Attachment)

    Birlikte oluşturulmuş formülasyonlar -iki kişi gerekir

    Klinisyenler olarak hastalarımız hakkında öğrendiğimiz her şeyi, onların bilinçli ve bilinçdışı zihinsel süreçlerinin gelişimi hakkındaki hipotezleri değerlendirmek için kullanırız. Ancak bunu tek başımıza yapmıyoruz; daha ziyade bunu terapötik sürecin bir parçası olarak hastalarımızla işbirliği içinde yapıyoruz. Hastalarımızın duyduğu, yeniden şekillendirdiği ve bize geri gönderdiği fikirlerimizi sorular (question), netleştirmeler (clarification) ve nihayetinde yorumlar (interpretation) halinde paylaşıyoruz. Bu yinelenen süreç tedavi boyunca devam ederek terapistin ve hastanın, hastanın zihinsel yaşamına ilişkin anlayışlarını sürekli olarak derinleştirmesine ve zenginleştirmesine yardımcı olur. Terapistin tatili sırasında hastanın yaşadığı kaygıyı ele alan bir hasta ile bir terapist arasındaki şu iş birliğini düşünün:

    Terapist: Öyle görünüyor ki, bir daha geri dönmeyeceğimden endişeleniyorsunuz -geri döneceğimi bilmenize rağmen. Acaba bu, kardeşinizin doğumundan sonra, annenizin doğum sonrası depresyon nedeniyle hastaneye kaldırıldığında hissettiğiniz korkunun aynısı mı -onun asla eve gelmeyeceğinden endişeleniyordunuz?

    Hasta: Ah, ilginç. Haklısın -elbette geri döneceğini biliyordum. Takvimimde vardı ve sen daha önce hep geri geldin. Ama bu sefer farklı hissettim; gerçekten endişelendim. Sanırım o rüya bununla ilgiliydi. Ama biliyorsunuz o dönemde kendisi için endişelendiğim kişi babamdı. Her gece pencere kenarında oturup bebek bakıcısı telefonda konuşurken onun eve gelmesini bekliyordum. Havanın gittikçe kararmasını izledim ve “belki bir sonraki araba onun olur” diye düşündüm ama sonra olmadı. Sonra arabayı görünce çok rahatladım. Bunların hepsini unutmuştum. Muhtemelen beş yaşındaydım.

    Terapist: Ne kadar güçlü bir hafıza. Bunu anlamamız bizim için çok faydalı.

    Örnekte terapist, hastanın mevcut kaygısının erken bir deneyimle ilgili olduğu yönünde bir hipoteze sahiptir. Terapist bu fikri yorum olarak hastayla paylaşır. Hasta yorumu duyar ve onu alternatif yorumlu bir anıya erişmek için kullanır. Terapist bu iş birliğini aktarım (transference) hakkında daha fazla bilgi edinmek ve hastanın zihnine ilişkin anlayışını derinleştirmek için kullanabilir.

    Bir formülasyon oluşturmaya başladığımızda onu nasıl kullanırız? Bu konu hakkında daha fazla bilgiyi Bölüm 3‘te bulabilirsiniz.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenenler tarafından veya sınıf ortamında gerçekleştirilebilir.

    Yalnız çalışmada, hasta ile terapist arasında, hastanın terapistin terapideki bir duruma ilişkin anlayışını şekillendirmeye yardımcı olduğu kısa bir fikir alışverişi yazın. Bir grup halinde çalışmada, bu alışverişte rol oynayın.


  • Psikodinamik Bir Formülasyon Nedir? (1)

    Ana Düşünceler

    Formülasyon (formulation) bir açıklama (explanation) veya hipotezdir (hypothesis).

    Psikodinamik formülasyon (psychodynamic formulation), kişinin bilinçli (conscious) ve bilinçsiz/bilinçdışı (unconscious) düşünce (thought) ve hislerinin/duygularının (feeling) nasıl şekillendiğine dair bir hipotezdir. Söz konusu düşünce ve duygular:

    • gelişmiş/mütekamil olabilir,
    • kişiyi tedaviye yönlendiren zorluklara neden oluyor veya katkıda bulunuyor olabilir.

    Yaşamımız boyunca biyolojik, psikolojik ve sosyal/kültürel faktörler kendimiz, başkalarıyla ilişkilerimiz ve dünyamız hakkında bilinçli ve bilinçdışı düşünme yollarımızın gelişimini etkiler; dolayısıyla, hepsi psikodinamik bir formülasyona dahil edilmelidir.

    Psikodinamik formülasyonlar kesin açıklamalar sunmaz; onlar daha ziyade, zamanla değişebilecek hipotezlerdir.

    Psikodinamik formülasyonlar yalnızca psikodinamik psikoterapideki hastalarla değil, tüm hastalarla çalışmamıza yardımcı olabilir.

    Bir formülasyon nedir?

    Çok güzel hikaye! Şimdi vakayı formüle edebilir misin?

    Tüm ruh sağlığı (mental health) stajyerleri bunu duymuştur, peki bu ne anlama geliyor? Bir formülasyon nedir? Neden önemlidir?

    Formüle etmek, açıklamak (Eells, 2022) veya daha iyisi hipotez kurmak anlamına gelir. Tüm sağlık profesyonelleri, hastalarının sorunlarını anlamak için sürekli formülasyonlar (formulation) oluştururlar. Ruh sağlığı alanlarında anlamaya çalıştığımız sorun türleri hastalarımızın düşünme, hissetme ve davranma biçimlerini içerir. Formüle ettiğimizde sadece insanların nasıl (how) düşündüğünü, hissettiğini, davrandığını değil aynı zamanda neden (why) yaptıklarını da düşünürüz. Örneğin:

    Neden bu şekilde davranıyor?

    Neden kendisi hakkında böyle düşünüyor?

    Neden bana böyle tepki veriyorlar?

    Neden stresle başa çıkma yöntemi bu?

    Neden çalışmakta ve boş zamanlarının tadını çıkarmakta zorlanıyor?

    Onları yaşamak istedikleri hayatı yaşamaktan alıkoyan şey nedir?

    Farklı etiyolojiler farklı tedaviler önermektedir; dolayısıyla bu sorularla ilgili hipotezlere sahip olmak, tedaviyi önermek ve yürütmek için hayati öneme sahiptir.

    Bir formülasyonu psikodinamik yapan nedir?

    Pek çok farklı türde formülasyon mevcuttur (Campbell ve Rohrbaugh, 2006/2013; Eells, 2010; Wright ve diğerleri, 2017). Sadece birkaçını saymak gerekirse, bilişsel davranışçı terapi formülasyonları, psikofarmakolojik formülasyonlar ve aile sistemleri formülasyonları vardır. Her formülasyon türü, insanları ruh sağlığı tedavisine yönlendiren sorun türlerine neyin sebep olduğu konusunda farklı bir fikre dayanmaktadır.

    Psikodinamik bir referans çerçevesi (psychodynamic frame of reference), bu sorunlara farkındalık dışı düşünce ve duyguların neden olabileceğini veya katkıda bulunabileceğini öne sürer -yani söz konusu sorunlar bilinçdışıdır. Bu bilinçdışı düşünce ve duygular kendimiz, diğer insanlar ve dünyayla ilişkimiz hakkındaki düşüncelerimizi etkiler. Dolayısıyla psikodinamik bir formülasyon, kişinin bilinçli ve bilinçdışı düşünce ve duygularının nasıl şekillendiğine ilişkin bir hipotezdir. Söz konusu düşünce ve duygular:

    • gelişmiş/mütekamil olabilir
    • kişiyi tedaviye getiren zorluklara neden oluyor veya onlara katkıda bulunuyor olabilir.

    İnsanların bilinçdışı düşüncelerinin ve duygularının farkına varmalarına yardımcı olmak önemli bir psikodinamik teknik olduğundan bunu anlamak önemlidir.

    Bilinçdışı ve örtük

    Sosyal bilimcilere göre örtük zihinsel süreçler (implicit mental processes) “bilinçli farkındalığın dışında meydana gelen” süreçlerdir (Devos ve Banaji, 2003). İnsanlar, onların varlıklarının farkında olmayabilirler veya onlar bilinçli kontrolün dışında faaliyet gösterebilirler (Devos ve Banaji, 2003). Örtük süreçler kararlarımızı -örneğin ırk veya cinsiyet temelinde insanlar hakkında- etkilediğinde buna örtük eğilim/ön yargı (implicit bias) deriz (FitzGerald ve Hurst, 2017). Kendimiz, başkaları veya genel olarak toplum hakkında bu ön yargılara sahip olabiliriz. Bu kitapta bilinçdışı ve örtük terimlerini, farkındalığın dışında çalışan ve bir kez oluştuktan sonra otomatik olarak düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı etkileyen zihinsel süreçleri kastetmek için birbirinin yerine kullanıyoruz.

    Yaşam boyu gelişimsel bir süreç

    Psikodinamik yönelimli ruh sağlığı uzmanlarının hastalarının çocukluklarıyla ilgilendikleri iyi bilinmektedir. Ama neden? Bunun bir nedeni, psikodinamik tekniği kullanmanın, insanların bilinçdışı düşüncelerinin ve duygularının farkına varmalarına yardım etmekten daha fazlası olmasıdır -psikodinamik tekniği kullanmak aynı zamanda, bu bilinçdışı düşünce ve duyguların nasıl ve neden geliştiğini anlamaya çalışmakla da ilgilidir.

    Yaşamın erken dönemlerinde büyük miktarda gelişimin gerçekleştiği önemli zamansal pencereler olmasına rağmen, bilinçli ve bilinçdışı düşünce ve duygular yaşam boyunca değişir. Gelişimi yaşam boyunca meydana gelen bir süreç olarak kavramsallaştıran Erikson’un “İnsanın Sekiz Çağı” (Erikson, 1968) başlamak için iyi bir noktadır, ancak bugün bunu daha da ileri götürmeliyiz. Anne babanın gebe kalmadan önce başına gelen travmatik olaylar; hamilelik sırasında annenin stresi; yetişkinlik döneminde ayrımcılık, eşitsizlik ve sistemik baskı; ve ileri yaştaki kayıplar, bireyin buradaki ve şimdiki zihinsel yaşamına katkıda bulunabilir. Böylece kişinin yaşadığı deneyimin tamamını psikodinamik bir formülasyonla ele almayı hedefliyoruz.

    Her şey yolunda ve güzel olsa da, halihazırda gerçekleşmiş olan gelişimsel süreçleri nasıl öğrenebilir ve anlamlandırmaya çalışabiliriz? Videolar ve albümlerle bile erken gelişim sürecini izlemek için zamanda geriye gidemeyiz. Bu bakımdan psikodinamik bir formülasyon yaratmak, bir gizemi çözmeye çalışan bir dedektif olmaya çok benzer. Dedektif gibi biz de geriye dönük çalışırız, önce hastalarımızın sorunlarına (problem) ve örüntülerine (pattern) bakarız, ardından gelişimlerini anlamaya çalışmak için yaşam öyküsü geriye doğru kaydırırız.

    Biyolojik, psikolojik ve sosyal

    Peki karakteristik düşünme, hissetme ve davranma kalıplarımız nasıl gelişir? John Locke, her insanın boş bir sayfa, bir tabula rasa olarak doğduğunu söyledi (Locke, 1689/1975). E. O. Wilson, sosyal davranışın neredeyse tamamen genetik tarafından şekillendiğini savundu (Wilson, 1975/2000). Doğa-çevre: biri ya da diğeri değil, her ikisi de, her birinin göreceli katkısı kişiden kişiye değişir. Freud (1937/1964) doğa kısmını “bünyesel (constitutional)”, yetiştirme kısmını ise “rastlantısal (accidental)” olarak adlandırdı. Ancak düşündüğünüzde, insanlar dünyaya kalıtsal genetik yapılarıyla gelirler ve çevreleriyle etkileşime girdikçe gelişmeye devam ederler. Genler ve çevre arasındaki karşılıklı ilişki hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, genetiğimizin deneyimlerimizi şekillendirdiği ve bunun tersi de o kadar net olur; ikisi arasındaki karmaşık etkileşimler kendimize ilişkin karakteristik görüşlerimizi, diğer insanlarla ilişki biçimimizi ve strese uyum sağlama modellerimizi ortaya çıkarır. Nasıl geliştiğimizi nasıl anlayıp tanımlayacağımızı düşünürken, genetik, intrauterin maruziyetler, mizaç (biyolojik faktörler) ve çevresel faktörleri göz önünde bulundurmalıyız. Hepsi psikodinamik formülasyonun parçasıdır.

    Geleneksel olarak psikanalistler denklemin çevresel kısmını çoğunlukla çocukların yakın çevrelerindeki insanlarla (örneğin birincil bakıcılar ve diğer aile üyeleri) erken dönemdeki etkileşimlerinin etkileriyle ilgili olarak düşünüyorlardı. Bu yakın çevreye bazen kişinin mikrosistemi (microsystem) adı verilir (Bronfenbrenner, 1977). Genellikle bu erken etkileşimleri kişinin gelişimine katkıda bulunan psikolojik faktörler (psychological
    factor) olarak düşünürüz. Ancak kültür ve toplum (culture and society) aynı zamanda kendimiz, diğer insanlar ve dünyamız hakkında bilinçli ve bilinçdışı düşünce yollarımızın gelişimini de etkiler (Fanon, 1952/2019). Bu, hem kişinin topluluklarını (örneğin okullar, dini gruplar, yerel kuruluşlar) -bazen mesosistem (mesosystem) olarak adlandırılır- hem de bazen makrosistem (macrosystem) olarak adlandırılan genel olarak toplumu (örneğin yasalar, kamu politikaları, kültürel değerler) içerir (Bronfenbrenner, 1977). Bu, özellikle ırkçılık, cinsiyetçilik, heteroseksizm, cisgenderizm, engelli ayrımcılığı, sınıf ayrımcılığı, yaş ayrımcılığı ve dini veya etnik ayrımcılık dahil olmak üzere hiyerarşik baskı sistemleri (hierarchical systems of oppression) olarak tanımlanan sistemler nedeniyle dezavantajlı duruma düştüğümüzde belirgindir (Crenshaw, 2017; Hays, 2016). Bu sistemler bizi yaşamımız boyunca etkiler ve bakıcılarla olan ilk deneyimlerimiz genel olarak olumlu olsa bile örtük zihinsel süreçlerimizi güçlü ve olumsuz bir şekilde etkileyebilir. Bu baskıda [kitabın bu baskısında] psikodinamik formülasyonu, kültür ve toplumun yaşam boyunca kişinin kendisi, diğerleri ve dünya hakkındaki bilinçli ve bilinçdışı düşünme yollarının gelişimini etkileme biçimini içerecek şekilde genişletiyoruz (bkz. Bölüm 20).

    Raporlamadan daha fazlası

    Bir haber, ne olup bittiğini aktarır; psikodinamik bir formülasyon, olayların neden olduğuna dair bir hipotez sunar. Aşağıdaki örnekler söz konusu farkı göstermektedir.

    Raporlama

    32 yaşında ve 10 yıldır evli olan Nick, iş gezisine çıkması gerektiği ve eşinden bir geceden fazla uzak kalamayacağı için başvuruyor. Çok az desteğe sahip ve muhtemelen doğum sonrası depresyonu olan bekar, genç bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukken Nick’in ciddi bir ayrılık anksiyetesi vardı ve evde “hasta” olarak uzun süreler geçirdi.

    Formülasyon

    32 yaşında ve 10 yıldır evli olan Nick, iş gezisine çıkması gerektiği ve eşinden bir geceden fazla uzak kalamayacağı için başvuruyor. Çok az desteği olan ve muhtemelen doğum sonrası depresyonu olan bekar, genç bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukken Nick’in ciddi bir ayrılık anksiyetesi vardı ve evde “hasta” olarak uzun süreler geçirdi. Annesinin depresyonunun güvenli bağlanma geliştirme yeteneğini etkilemiş olması muhtemeldir; bu da onun kendisini ayrı/ayrışmış bir kişi olarak düşünmesini zorlaştırmaktadır. Olan bitenler, annesinden başarılı bir şekilde ayrışma kapasitesini engellemiş, şu anda eşinden bir geceden fazla ayrı kalmasını zorlaştırıyor olabilir.

    Her iki vinyet/örnek de bir “hikaye” anlatsa bile, yalnızca ikincisi etiyolojik bir hipotez oluşturmak için geçmiş (history) ile sorun (problem) arasında bağlantı kurmaya çalışıyor. Psikodinamik bir formülasyon bir hikayeden daha fazlasıdır; insanların nasıl ve neden düşündüklerini, hissettiklerini ve bu şekilde davrandıklarını gelişimlerine ve yaşanmış deneyimlerine dayanarak açıklamaya çalışan bir anlatıdır. Yukarıdaki örnekte “…olmuş olabilir.” ve “Bu …yı engellemiş olabilir.” cümleleri Nick’in ayrılık sorunu ile geçmişi arasında nedensel bağlantılar olduğunu öne sürüyor -Nick’in farkında olmadığı ve bu nedenle de bilinçdışı olan bağlantılar. Bu nedensel bağlantılar (causative link), anlatılanı bir hikaye olmaktan ziyade bir formülasyon haline getiriyor.

    Psikodinamik formülasyonun farklı türleri

    Psikodinamik formülasyonlar, kişinin düşünme, hissetme veya davranma biçiminin bir veya daha fazla yönünü açıklayabilir. Bunlar az miktarda bilgiye (örneğin, bir klinisyenin acil serviste tek bir karşılaşma sırasında edindiği öykü) ya da çok büyük miktarda bilgiye (örneğin, bir psikanalistin uzun yıllar süren bir analiz sürecinde bir hasta hakkında öğrendiği her şey) dayanabilir. Formülasyonlar, bir kişinin terapi anında, belirli bir kriz sırasında veya bir ömür boyunca nasıl davrandığını açıklamaya çalışabilir. Kısa veya uzun süreli tedaviler için herhangi bir tedavi ortamında kullanılabilir. Söz konusu formülasyonlar, bilinçli ve bilinçdışı düşünce ve duyguların etkisini ve gelişimini dikkate alıyor, insanların nasıl düşündüğü, hissettiği ve davrandığına ilişkin sorulara yanıt veriyor ise [ancak bu durumda] psikodinamik formülasyonlardır.

    Statik olmayan bir süreç

    Psikodinamik formülasyonun sadece bir hipotez olduğunu hatırlamak önemlidir. Yukarıda olduğu gibi gerçekte ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz ancak hastalarımızı daha iyi anlamak için onların gelişim şekillerini neyin şekillendirdiğine dair bir fikir edinmeye çalışırız. Psikanaliz tarihinin ilk dönemlerinde psikodinamik formülasyonun kişinin gelişiminin kesin bir açıklaması olduğu düşünülüyordu. Artık bunun tedavi yöntemlerimizi ve hastalarımızı daha iyi anlamamızı sağlayacak bir araç olarak kavramsallaştırılmasının daha iyi olduğunu anlıyoruz.

    Hipotezler test edilmek ve revize edilmek üzere oluşturulur. Aynı şey psikodinamik formülasyonlar için de geçerlidir. Psikodinamik formülasyon oluşturma süreci, klinisyen ve hastanın ilk hipotez oluşturmasıyla [tek seferde] bitmez; daha ziyade birlikte çalıştıkları sürece devam eder. Formülasyon, hastaya ve gelişimine ilişkin sürekli değişen, sürekli büyüyen bir anlayışı temsil eder. Buna çalışan/işleyen bir psikodinamik formülasyon (working psychodynamic formulation) diyebiliriz. Zamanla hem hasta hem de terapist yeni örüntüleri/kalıpları (new pattern) ve yeni hikayeyi (new history) öğrenir. Böylelikle gelişime ilişkin yeni düşünme biçimleri yararlı hale gelebilir ve bunlar yeni hipotezlerin üretilmesine yardımcı olabilir. Örüntüleri tanımlama, yaşam öyküsünü gözden geçirme ve ardından gelişimle ilgili düzenleyici fikirleri kullanarak ikisini birbirine bağlama süreci, tedavi süresince sık sık yinelenerek hem terapistin hem de hastanın anlayışını/kavrayışını şekillendirip keskinleştirir.

    Psikodinamik olarak formüle etmek nihayetinde bir düşünme biçimidir

    Psikodinamik olarak formüle etmeyi öğrenmenin en iyi yolunun aslında psikodinamik bir formülasyon yazmak olduğunu düşünüyoruz. Bunu yapmak için zaman ayırmanın yanı sıra fikirlerinizi kağıda (veya ekrana) aktarmak, hasta hakkındaki fikirlerinizi pekiştirmenize ve bu kitapta öğreneceğiniz becerileri uygulamanıza yardımcı olacaktır. Ancak tüm formülasyonlar yazılı değildir. Aslında çoğu değildir. Her zaman psikodinamik olarak formüle ediyoruz -hastaları dinlediğimizde, hastalar hakkında düşündüğümüzde ve hastalara ne söyleyeceğimize karar verdiğimizde. Sonuçta psikodinamik olarak formüle etmek, bir klinisyenin zihninde sürekli olarak gerçekleşen bir düşünme biçimidir. Psikodinamik bir formülasyona sahip olmak, yani hastanın bilinçli ve bilinçdışı zihninin gelişimi ve işleyişi hakkında fikir sahibi olmak, akut bakım, yatan hasta üniteleri, tıbbi ortamlar ve öncelikle farmakolojik tedaviler dahil olmak üzere birçok klinik durumda size yardımcı olabilir. Umudumuz, bu kitapta öğrendiğiniz becerileri, yalnızca psikodinamik psikoterapide olanlarla değil, tüm hastalarınızla her zaman psikodinamik olarak formüle etmek için kullanmanızdır.

    Artık bazı temel kavramları tanıttığımıza göre, iş birliği içinde psikodinamik formülasyonları nasıl oluşturacağımızı düşünmeye başlamak için 2. Bölüm‘e geçelim.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenenler tarafından veya sınıf ortamında gerçekleştirilebilir.

    Herhangi bir klinik ortamda bir hastayla yakın zamanda yaşadığınız bir anı düşünün. Belki hasta geç kalmıştı, sizinle konuşmak istemiyordu ya da söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Sizce hastanın bu şekilde tepki vermesine ne sebep oldu? Yazdıklarınıza bir göz atın. Yazdıklarınız durumu raporluyor mu yoksa formüle mi ediyor? Nedensel bir bağlantı ekleyip eklemediğinize bakın. Bu bağlantıyı tanımlamaya çalışın. Bir sınıfta çalışıyorsanız bunu çift olarak yapabilirsiniz.

    Referanslar
    1. Bronfenbrenner, U. (1977). Toward an experimental ecology of human development.
      American Psychologist, 32(7), 513–531. https://doi.org/10.1037/0003-066x.
      32.7.513
    2. Campbell, W. H., & Rohrbaugh, R. M. (2013). Biopsychosocial formulation manual: A guide for mental health professionals. Routledge.
    3. Crenshaw, K. (2017). On intersectionality essential writings. The New Press.
    4. Devos, T., & Banaji, M. (2003). Implicit self and identity. Annals of the New York Academy of Sciences, 1001(1), 177–211. https://doi.org/10.1196/annals.1279.009
    5. Eells, T. D. (2022). Handbook of psychotherapy case formulation (3rd ed). Guilford.
    6. Erikson, E. H. (1968). Identity: Youth and crisis. Faber & Faber.
    7. Fanon, F. (2019). Black skin, white masks. Grove Press. (Originally published in 1952).
    8. FitzGerald, C., & Hurst, S. (2017). Implicit bias in healthcare professionals: A systematic review. BMC Medical Ethics, 18(1). https://doi.org/10.1186/s12910-017-
      0179-8
    9. Freud, S. (1964). Analysis terminable and interminable. In J. Strachey (Ed.), The standard edition of the complete psychological works of Sigmund Freud, (1937–1939), volume XXIII (pp. 209–254). Hogarth Press.
    10. Hays, P. A. (2016). Addressing cultural complexities in practice: Assessment, diagnosis, and therapy. American Psychological Association.
    11. Locke, J. (1975). In P. Nidditch (Ed.), An essay concerning human understanding (Clarendon Edition of the Works of John Locke). Oxford University Press. (Original work published in 1689).
    12. Wilson, E. O. (2000). Sociobiology: A new synthesis. Harvard University Press. (Originally published in 1975).
    13. Wright, J. H., Brown, G. K., Thase, M. E., & Basco, M. R. (2017). Learning cognitive-behavior therapy: An illustrated guide (2nd ed). American Psychiatric Association Publishing.
  • Jonathan Shedler ile On Soru

    Bu röportaj Britanya Psikanaliz Konseyi’nin (BPC) 2018’deki Psychoanalytic Therapy Now adlı konferansı için gerçekleştirilmiş olup, New Associations ve Uluslararası Psikanaliz Derneği’nin haber bülteni IPA News’de yayınlanmıştır.

    Röportaj, Jessica Yakeley tarafından gerçekleştirilmiştir. (MD, British Psychoanalytic Council)

    1) 2010’da American Psychologist dergisindeki Psikodinamik Psikoterapinin Etkililiği başlıklı makaleniz, uluslararası alanda beğeni topladı ve çokça alıntılanmaya devam ediyor. Bu alana ilginiz nasıl başladı?

    Psikanalitik terapinin artık itibarsızlaştırıldığına ve sözde kanıta dayalı terapinin bilimsel olarak kanıtlandığına dair defalarca duyduğumuz yanlış anlatıdan bıkmıştım. Araştırmayı biliyordum ve halkın, siyasete yön verenlerin ve ruh sağlığı uzmanlarının aldatıldığını da. Ayrıca, “kanıta dayalı (evidence-based)” terapinin -ki bu genellikle kısa, manuelleştirilmiş BDT’nin kod sözcüğüdür- çok sayıda hastayı başarısızlığa uğrattığını bizzat kaynağından öğrenmiştim. Üniversite merkezli bir psikiyatri kliniğinde süpervizörlük yapıyordum ve onları her gün görüyordum. Birinin bu yanlışı düzeltmesi gerekiyordu.

    Ayrıca bunun arkasında kişisel bir hikaye de var. Akademik dünyayla ilgili hayal kırıklığına uğramıştım ve akademik dergi makaleleri yazmayı bırakmıştım. Bunu, nedenlerini uzun uzun anlatabileceğim minnettarlık gerektirmeyen bir iş olarak görüyorum. Psychodynamic Diagnostic Manual’ in (Psikodinamik Tanı Kılavuzu) ilk baskısında birlikte çalıştığım Bob Wallerstein benden, American Psychologist’ in psikanalitik terapiye ilişkin sözde özel bir sayısı için, psikanalitik sonuç araştırmaları üzerine bir makale yazmamı istedi. Ona artık dergi makaleleri yazmadığımı söyleyip teklifini reddettim.

    Bob aylarca her hafta beni aradı. Sonunda pes ettim. Projeyi her şeyden çok mesleğe olan sorumluluk duygusuyla üstlendim ve projeye, Son Akademik Makale anlamına gelen T-LAP (The Last Academic Paper) kısaltmasını verdim. Arkadaşlarım arasında buna hâlâ böyle derim.

    Başka bir ironi ise American Psychologist dergisi hiçbir zaman psikanalitik terapi üzerine özel bir sayı yayınlamayı düşünmedi. Hepsi bir yanlış anlaşılmaydı. Benimkiyle birlikte sunulan diğer makaleler reddedilmişti. Psikanalitik olan her şeye karşı öyle bir önyargı var ki, dergi benim taslağımla ilgilenecek bir editör bile bulamadı. Psikanaliz o kadar marjinalleştirilmiştir ki köklü dergiler bile psikanalitik konularla ilgili makaleler yayınlamamaktadır. T-LAP bu yönden bir efsane gibiydi.

    2) Psikanalitik ve psikodinamik terapideki mevcut araştırma durumunu nasıl tanımlarsınız?

    Mükemmel işler yapan psikanalitik araştırmacılar var. Ancak psikanalizde araştırmayı destekleyen bir kültüre hâlâ sahip değiliz. Psikanalitiğin öneminden bahsedenler bile araştırmaları okumaya zahmet etmiyor. Bazıları araştırmanın önemli olduğunu söylüyor, fakat bunu psikanalitik bilgiye katkıda bulunmanın içsel değerini gördüklerinden dolayı değil, sadece halkla ilişkiler açısından söylüyorlar. Psikanalitik araştırmacılar bazen bu yolda yalnız ilerlerler. Akademik dünyada, psikanalizin artık geçerli kabul edilmediği şeklinde genel bir anlayış hakim olduğu için, psikanalitik araştırmacılar marjinalleştirilir ve psikanalitik toplumun bazı üyeleri tarafından dışlanırlar. Aslında gerçekten ‘bizden biri’ gibi görülmezler.

    3) Birleşik Krallık’ta sağlık hizmetleri, delegeler/yetkili kişiler tarafından sürekli sonuç izleme çalışmaları yapma zorunluluğundadır. Bunu komisyon üyelerini memnun etmek için yapılan bir şeyden ziyade anlamlı bir uygulama haline getirmek zordur. Bildiğiniz üzere, Portman Kliniğinde sizin rehberliğinizle SWAP (Shedler-Westen Değerlendirme Prosedürü) aracını kullanıyoruz ve bunu teşhis ve sonuç ölçüsü olarak son derece bilgilendirici buluyoruz. Uzun vadeli tedavide kişilik yapısındaki değişiklikleri gösterebiliyoruz, bu da psikanalitik psikoterapi hizmetimizin sürekli görevlendirilme (commissioning) sürecini sağlamaya yardımcı oluyor. Psikanalitik ve psikodinamik uygulayıcıları, bu gibi mütevazı araştırmaların içinde daha fazla yer almaya nasıl teşvik edersiniz?”

    Tam nokta atışı yaptınız. Pek çok psikanalitik klinisyen sonuç araştırmalarına temkinli yaklaşırlar ve bunda haklıdırlar. Sorunlardan biri genellikle psikanalitik terapinin amaçları ile araştırmada kullanılan sonuç ölçüleri arasında derin bir uyumsuzluk bulunmasıdır. Sonuç ölçüleri genellikle DSM (Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı) tanı kriterleri gibi akut semptomlar dışında başka bir şeye odaklanmaz.

    Psikanalitik tedavinin başka amaçları da vardır. Bizler, psikanalistlerin tarihsel olarak “yapısal değişim (structural change)” olarak adlandırdıkları, altta yatan psikolojik süreçleri değiştirmeye çalışıyoruz. Psikanalitik tedavi başarılı olduğunda değişen yalnızca semptomlar değildir –kişi (person) de değişir. Kişi kendisinin farklı ve daha iyi bir versiyonu haline gelir; kendi teniyle daha barışık biri, hayatı daha özgür ve daha zengin yaşayabilen birine dönüşür. Psikanalitik terapistler, sonuç araştırmasını ancak ve ancak yaptığımız işle alakalı bir şekilde sonuçları değerlendirdiğimizde anlamlı görmeye başlayacaklardır.

    Portman Kliniğindeki araştırmanız, psikanalitik açıdan önemli bir araştırmanın harika bir örneğidir. Psikoterapistlerin kişilikleri psikanalitik açıdan değerlendirmesi için Drew Westen ve benim geliştirdiğimiz Shedler-Westen Değerlendirme Prosedürü (SWAP) kullanıyorsunuz. SWAP, hastalar tarafından doldurulan bir anket değildir. Klinisyenin, hastayı derinlemesine anlayışına dayalı olarak tamamladığı bir değerlendirme aracıdır. SWAP, bilinçdışı zihinsel yaşamı (unconscious mental life) güvenilir ve geçerli bir şekilde değerlendirir. Örneğin, bu, iç psişik çatışma, savunmalar, hayal dünyası, uzlaşma oluşumları, bilinçdışı motivasyonlar, iç ve dış nesne ilişkileri, aktarım eğilimleri, öz deneyim ve ego güçleri ve eksiklikleri olabilir. (Bilgi için https://swapassessment.org adresini ziyaret edebilirsiniz).

    Psikanalitik terapinin sonuçlarını SWAP ile incelediğimizde, intrapsişik çatışmada (ruhsal iç çatışma) azalma, göreceli olarak katı ve zarar verici savunmalardan daha olgun ve esnek savunmalara geçiş, daha entegre özne ve nesne temsilleri, sağlıklı psikolojik kaynakların ve yeteneklerin gelişimi gibi unsurları gözlemliyoruz. Bu intrapsişik/içruhsal değişiklikler, semptomlardaki iyileşme ile uyumlu bir şekilde birleşmektedir. Bu içruhsal değişiklikler semptomlardaki iyileşme ile uyumlu bir şekilde birbirini tamamlar.

    Sonuç olarak, araştırmanın nihai amacı hastalarımızı daha derinlemesine anlamamıza ve daha etkili bir şekilde çalışmamıza yardımcı olmaktır. Eğer yardımcı olmuyorsa, tüm bunların ne anlamı var?

    4) Bir terapist olarak kendi çalışmalarınıza gelirsek, teorik yöneliminizi nasıl tanımlarsınız? Birleşik Krallık’ta, psikanalitik kuramsal okulların çokluğuna çok fazla vurgu yapılmasına rağmen, tartışmasız olarak Kleinian ve Klein sonrası fikirlerin, İngiliz Çağdaş Freudyen veya Bağımsız gelenekler gibi diğer yaklaşımların pahasına, en fazla etkiyi yaratmaya devam ettiği söylenebilir. Üstelik benim deneyimime göre, Otto Kernberg’in çalışmaları iyi bilinmesine rağmen, buradaki pek çok psikoterapi stajyeri, son yıllardaki ilişkisel ve özneler arası gelişmeleri bırakın, ABD’de öne çıkan ego psikolojisi ve benlik psikolojisi gibi diğer psikanalitik ekollerle bile çok az tanışıklığı var. Bu teorik ayrımlar size küçük farklılıkların narsisizmi gibi geliyor mu yoksa kendi eğitiminiz ve pratiğinizde önemliler miydi?

    Mesleğimize yönelik bu teorik yönelim seçme fikrinden daha yıkıcı bir şey düşünmek zor. Fikirlerin kendi başlarına değerlendirilmediği, bunun yerine grup sadakatinin ölçütleri veya iç grup/dış grup statülerinin belirleyicileri haline geldiği zaman, eleştirel düşünme sona erer. Bu, bilimsellik değil, kabileciliktir.

    Mevcut teorilerin sınırlamalarını ele almak için yeni teoriler ortaya çıkar. Analistler yeni klinik olgularla karşılaştıkça, bunları ele alacak yeni teoriler gelişir. Bu noktada, ”Bu hastaya hangi teorik kavramlar uyuyor ve neden?” sorusunu sormalıyız. Temelde intrapsişik çatışma ile mi uğraşıyoruz? Entegre olmamış veya kötücül benlik ve nesne temsilleri ile mi? Yoksa tutarsız veya olumlu değerli bir benlik duygusu sürdürme zorluğu mu yaşıyoruz? Teorik açıdan ne kadar çok yönlü olursak, daha geniş hasta yelpazesinde de bir o kadar etkili olabiliriz.

    Maalesef, başlangıçta belirli hastaları ve konuları ele almak için geliştirilen teorik kavramlar, kapsamlı ekoller ve akımlara dönüştü. Bu akımlar, var olan otoritelerin karşısında tepki olarak ortaya çıktı, ardından yeni otoriteler haline geldi. Bu kalıp belirgin bir şekilde döngüseldir.

    5) Web sitenizde kendinizi psikanalitik psikoterapist (psychoanalytic psychotherapist) yerine psikodinamik psikoterapist (psychodynamic psychotherapist) olarak tanımlıyorsunuz. Halk için kafa karıştırıcı olabilecek psikanalitik psikoterapi ile psikodinamik psikoterapi arasındaki farkı nasıl açıklarsınız?

    Ben psikodinamik ve psikanalitik terimlerini eş anlamlı bir şekilde kullanıyorum. Çoğu insan psikodinamik teriminin tarihini bilmiyor. Terim, İkinci Dünya Savaşı sonrası tıp eğitimi konferansında yaygınlaştı ve bu konferansta psikanalitik ile eş anlamlı olarak kullanıldı. Söylenenlere göre, bu terimi tanıtanların amacı, psikanalizi kaygıyla karşılayabilecek Amerikalı eğitim direktörlerini fazla endişelendirmeden, psikiyatri içinde psikanalitik eğitime yer sağlamaktı. Kısacası, “psikodinamik” terimi bir tür hileydi.

    Ne yazık ki, psikanalitik terimi geniş kesimlerde olumsuz anlamlar kazanmış durumda. Halkla iletişim kurarken genellikle psikodinamik terimini kullanıyorum. Meslektaşlarımla iletişim kurarken ise daha çok psikanalitik demeyi tercih ediyorum.

    6) Bununla bağlantılı olarak, genellikle üç harfli kısaltmalar veya “marka isimleri” ile tanımlanan birçok farklı terapi yöntemi var. Bu yöntemler genellikle psikodinamik psikoterapinin geniş çatısı altında sınıflandırılabilir. Ancak bu durum, hastaları ve benim gibi birçok psikoterapisti hangi psikodinamik psikoterapinin diğerlerine göre avantajları olduğu konusunda kafa karıştırabilir. Bunun yararlı bir durum olduğunu düşünüyor musunuz?

    Üç ve dört harfli kısaltmalarla bilinen, analitik olmayan terapilerden oluşan bir alfabe çorbamız var. Açıkçası bu utanç verici. Elbette tedaviye yönelik birbirinden tamamen farklı yaklaşımlar yoktur. Öğrenciler temel ilkelere hakim olsalar ve bu temeller üzerine kendilerini geliştirseler kendimi daha iyi hissederdim.

    Psikodinamik ”markalar”a gelince, bunları psikanalitik düşüncenin geniş temaları veya akımları altında gruplandırmak mümkündür. Psikanalitik teorinin ana akımlarında sağlam bir arka plan -dürtü teorisi (drive theory), ego psikolojisi (ego psychology), nesne ilişkileri (object relations, benlik psikolojisi (self-psychology), ilişkisel psikanaliz (relational psychanalysis)- tedavilerin genel resim içinde nasıl yer bulduğunu anlamak için bir çerçeve sunar. Her marka kendi bakış açısını sunar, ancak bunları bir bütünün parçaları olarak bütünleştirici bir şekilde düşünmek daha anlamlıdır. Yarışan seslerden ziyade bir senfoninin unsurları olarak düşünebiliriz.

    Bütünleştirici düşünceyle neyi kastettiğime dair bir örnek vermek isterim. Bölme (splitting) kavramı, Kernberg’in şiddetli kişilik patolojisine (şu anda Aktarım Odaklı Psikoterapi veya AOP olarak adlandırılıyor) yönelik nesne ilişkileri yaklaşımının merkezinde yer alır. Bazı ilişkisel psikanalistler bölme kavramından nefret ederler ancak “ayrışmış benlik durumları (“dissociated self-states)” kavramını benimserler. Bu durumda düşünülmesi gereken bir şey var: Aynı fenomeni mi yoksa temelde farklı bir şeyi mi tanımlıyorlar? Bir geleneğin dilini diğerine karşı benimseyerek ne kazanırız ya da kaybederiz? Farklı insanlar farklı cevaplara ulaşabilirler, ancak bu sorularla boğuşmanın değeri olduğunu düşünüyorum.

    Fakat sorunuzu yanıtlamadım. Sorduğunuz şey, psikodinamik markaların ortaya çıkışının yardımcı olup olmadığıydı. Bu konuda kararsızım. Bunun belirli bir karışıklığa katkıda bulunduğu ortada. Öte yandan, psikanalitik terminolojimizin büyük bir kısmı öyle rahatsız edici ki öğrenciler ve stajyerler duyduklarında hemen soğuyorlar. Dilimiz kullanıcı dostu olmanın tam aksine. Psikanalitik yaklaşımlara ilgi duyabilecek kişileri uzaklaştırıyoruz. Yeni bir nesle ulaşmak için muhtemelen yeni iletişim yolları bulmamız gerekecek. Stajyerlerin BDT’ye yönelmesinin nedenlerinden biri, kavraması basit olmasıdır. Terapiye yeni başlayan terapistler endişelidir ve çoğu zaman bir düzene ihtiyaç duyarlar.

    7) Psikanalitik ve psikodinamik terapistler olarak, BDT’yi yeterince değerlendirmeden ve onun faydaları ve psikodinamik psikoterapi ile giderek daha fazla örtüşen alanlarını kabul etmeden çok fazla eleştirel davranıyor olabilir miyiz?

    Öğrenilecek bir şeyin olduğu her yerde öğrenmeye açık olmalıyız. Bununla birlikte, BDT uygulayıcıları ile BDT araştırmacıları arasında bir ayrım yapacağım. Uygulayıcılar bizimle aynı klinik zorluklarla mücadele eden meslektaşlarımızdır. Aynı terminolojiyi kullanamayız, ancak klinik deneyimde ortak bir temel var ve diyalog kurabiliyoruz. Öte yandan pek çok akademik araştırmacının işlevsel uygulama deneyimi çok azdır. Kısa, herkese uyan, manuelleştirilmiş tedaviler için baskı yapanlar onlardır. Bazıları klinik uzmanlık fikrini açıkça küçümsüyor. Psikoterapinin geleceğine ilişkin vizyonları, tedavinin minimum düzeyde eğitimli teknisyenler tarafından kullanım kılavuzlarına uygun olarak gerçekleştirildiği bir vizyondur.

    10.000 saat kuralını ciddiye alıyorum. Bu kural ustalığı geliştirmek için 10.000 saatlik pratik deneyimin gerektiğini savunur. Bu, müzik performansı, atletik performans, yazma, bilgisayar programlama ve hemen hemen tüm diğer beceri gerektiren faaliyetler için geçerlidir. Bu fikir Malcolm Gladwell’in Outliers adlı kitabında popüler hale geldi. 10.000 saatlik deneyim ustalığı garanti etmez ama ön koşuldur. 10.000 saatlik uygulama tecrübesine sahip gerçek bir klinisyen, muhtemelen benim kendisinden öğrenebileceğim bir şeyler bilen bir meslektaştır. Peki ya işlevsel uygulama deneyimi olmayan bir akademik araştırmacı? Bundan çok emin değilim.

    8) Yaklaşık son 20 yılda ortaya çıkan tartışmalı bir konu da terapistin kendini ifade etmesidir. 2015’te Psychology Today’de yayınlanan, Psikodinamik Terapi ve BDT Karşıtlığında Terapötik İlişki başlıklı makalenizde zarif ve başarılı olan ancak terapistiyle yakın bir ilişki kuramayan bir kadının öyküsünü anlatıyorsunuz. Birkaç kez terapiye gitmeyi denediğini ancak bunun hiçbir zaman işe yaramadığını ve terapistlerin her zaman onun onayını aradığını öğreniyoruz. BDT ve diğer ”kanıta dayalı” terapiler konusunda eğitim almış meslektaşlarınızın bunu genellikle fazla önemsemediklerini ifade ediyorsunuz.

    Bunu şu şekilde açıklıyorsunuz: “Bazıları Caroline’ın görünüşü veya statüsünden korkmayacak güvenli bir terapiste ihtiyaç duyabileceğini düşünüyor. Psikodinamik açıdan bakıldığında, Caroline’ın terapistinin kişisel olarak güvenli ya da güvensiz olmasının bir önemi yoktur. Caroline’ın varlığındaki güvensizlik hissini fark edecek, bunu bir bilgi olarak değerlendirecek ve onu anlamak üzere kullanacak öz farkındalığa ve cesarete sahip bir terapiste ihtiyacı var.

    Böyle bir terapist şöyle diyebilir: “Biliyorsun, buraya benim yardımım için geldin ama yine de birçok etkileşimimizde, seni etkilemek ya da onayını almak isteğime dair belli belirsiz bir duygunun farkındayım ve bu elbette sana hiç yardımcı olmuyor. Bunun ne anlama geldiğini ve ilişkilerinizde daha genel olarak neler olup bittiğine dair bir şeyleri anlamaya yönelik bir pencere olup olamayacağını anlamaya çalışıyorum. Belki de bu tanıdık gelen bir şeydir.”

    Bu hikayede, karşıaktarımınızdan kaynaklanan bir duyguyu doğrudan hastaya açığa vuruyorsunuz. Sanırım pek çok Britanya Psikanaliz Konseyi terapisti karşıaktarım (countertransference) duyguları hakkında açıkça konuşmaktan çekinecek, bunun yerine bu duyguları şu şekilde bir yorum yapmak için kullanacaklardır: “Sizi etkilemek isteyebileceğimden ya da önceki terapistlerinizin yaptığı gibi onayınızı almak isteyebileceğimden endişelenip endişelenmediğinizi merak ediyorum.” Teknikteki bu farklılıklar kulağa çok ince gelebilir ancak bunların önemli olduğunu ve özellikle şu anda eğitim gören terapistler için kafa karışıklığı kaynağı olabileceğini düşünüyorum, bu nedenle düşüncelerinizi merak ediyorum.

    Ne yaptığımı açıklamayacağım ve muhtemelen sizin önerdiğiniz doğrultuda bir şeyler söyleyeceğim bir zaman vardı. Ama düşüncem değişti.

    Spesifik müdahale hakkında yorum yapmadan önce alanımızın değişimle olan sorunlu ilişkisini ele alalım. Tüm disiplinler büyüyor, gelişiyor ve değişiyor. Büyümeyen şey ölüyor. Ancak psikanaliz kültüründe değişimi evrim olarak değil ihanet olarak görenler var.

    Bunu bizzat hissettim. Çok klasik bir analiz yaptım. Hastaları tedavi etmeye başladığımda, kendi analistimin yaptığı gibi çalıştım çünkü bu gerçek psikanalizdi ve ben gerçek bir psikanalist olmak istiyordum. Çok geçmeden bu çalışma şeklinin hastalarıma çoğunlukla yararsız, bazen de zararlı olduğunu keşfettim. Onlara yardım etmek için işleri farklı yapmayı öğrenmem gerekiyordu. Ama bir şekilde, işleri farklı şekilde yapmak, öğrenmek gibi gelmiyordu. Kendi analistime, süpervizörlerime ve öğretmenlerime, yani saygı duyduğum ve hatta sevdiğim insanlara ihanet etmiş gibi hissettim. Ancak şunu kabul etmeliyiz ki “Öğretmenim bunu bu şekilde yaptı” ifadesi klinik kararlar için entelektüel açıdan sağlam bir temel değildir.

    Şimdi “Caroline”a dönelim. Açık olmak gerekirse, ayrım gözetmeksizin kendini ifade etmeyi savunmuyorum. Analitik çalışmanın hizmetinde disiplinli, düşünülmüş bir açıklamayı tartışıyoruz. Herhangi bir şeyi açıklamıyorum. Açıkladığım şey, etkileşimimizin burada ve şimdisinde, odada olup bitenlere verdiğim tepkidir.

    Hasta ve ben bir şeyleri canlandırıyoruz. Bu tamamen intrapsişik değildir, aramızdaki etkileşimdedir ve bu etkileşim için iki tarafa da ihtiyaç vardır. Başka bir deyişle, terapist bilerek ya da bilmeyerek zaten canlandırmaya katılmaktadır. Bazıları bunu tanımlamak için öznelerarası (intersubjective) terimini kullanabilir.

    Farz edin ki “Benim de sizi etkilemek isteyeceğimden ya da onayınızı almak isteyeceğimden endişe edip etmediğinizi merak ediyorum” dedim. Bu, eylemi odak noktasına getirmemiş olurdu. Hasta, “Hayır, senin için bu konuda endişelenmiyordum” ya da belki “Sen ünlü bir doktorsun, beni etkilemene gerek olduğunu düşünmüyorum” diyebilirdi. Hasta aslında benim bu şekilde tepki vereceğimden endişe duymuyor. Bu kişinin benlik yapısıyla uyumludur (ego-syntonic). Bu, onun dünyayı deneyimleme şeklidir. Tıpkı bir balığın suyu nasıl doğal ve görünmez olarak deneyimlemesi gibi.

    “Seni etkilemek, onayını almak gibi bir duygunun varlığının farkındayım” dediğimde dikkate alınması gereken bir gerçeği dile getiriyorum. Bu onun deneyimine ilişkin bir spekülasyon değil. Bu, etkileşimi nasıl deneyimlediğime dair bir gerçektir. Ayrıca, hastanın tedaviye samimi ilişkilerinin önünde bir engel olduğu için geldiğini de göz önünde bulunduruyorum. İşte bu engelin bir örneği, şu anda burada.

    Yorum (comment) bir açıklama (clarification) ve yüzleştirme (clarification) işlevi görüyor. Aksi takdirde gözden kaçacak bir şeyi açıklığa kavuşturur/netleştirir ve üzerinde düşüneceği beklentisiyle hastanın dikkatini ona yönlendirir. Aynı zamanda anlamı üzerinde birlikte düşünmeye davettir. İşin bir işbirliği olduğu ve bu işte birlikte olduğumuza dair bir meta mesaj var. Onun deneyimini ona yorumlamayacağım. Bir yoruma ulaştığımızda, ki ulaşacağız, bu sadece benim anlayışım değil, bizim anlayışımız olacaktır.

    9) İhtiyaç duydukları yardımı diğer profesyonellerden bulamayan insanlara yardım etmekten gurur duyduğunuzu söylüyorsunuz. Bunu nasıl yapabildiğinizi düşünüyorsunuz?

    Bu tesadüfi bir uzmanlık. Hemen hemen tüm hastalarımın daha önce yardımcı olmayan ya da çok az yardımı dokunan tedaviler aldığını fark ettim. Birçoğunun daha önce hem psikoterapi hem de farmakoterapi olmak üzere birden fazla tedavisi vardı.

    Kabul edelim, ortada çok fazla kötü muamele var. Psikodinamik olarak çalışan, güçlü bir vaka formülasyonu geliştiren, hastayı işbirlikçi bir şekilde dahil eden ve tedaviden ne beklediğine odaklanan bir terapistin başarılı olma olasılığı yüksektir.

    10) Son olarak psikanaliz ve psikanalitik terapinin geleceği için ne dilerdiniz ve sizce bu nasıl başarılabilir?

    Yaptığımız şey hakkında kamuoyuyla, siyasete yön verenlerle veya diğer ruh sağlığı profesyonelleri ile iyi iletişim kuramıyoruz. Çok fazla dar görüşlü davrandık ve kafamızı, karşılıklı yıkıcı anlaşmazlıklarla meşgul ettik. Psikanaliz tarihsel olarak içe dönmüştür. Diğer terapilerin savunucuları, psikanalizi bir kılıf veya sapma olarak kullanarak boşluğu (çoğunlukla yanlış olan) kendi anlatımlarıyla doldurdular.

    Kendi kapalı çevrelerimizin dışındaki öğrencilerle ve meslektaşlarımızla nasıl etkileşim kuracağımızı öğrenmeliyiz. Ayrıca mesleki kavramlarla değil, İngilizce [Türkçe] ile iletişim kurmayı da öğrenmeliyiz. Bütün bunlar mesleğimizin kültürünü değiştirmek anlamına geliyor. Bu kolay bir şey değil.

    Jonathan Shedler, PhD | Psychologist, Author

    Çevirmen: Enise ÜREK

    Kaynak

    https://internationalpsychoanalysis.net/ten-questions-an-interview-with-jonathan-shedler/

  • Kişilik Dönüşümleri – Dr. Nancy McWilliams ile Röportaj

    Nancy McWilliams, Rutgers Üniversitesi’nde emekli bir konuk profesör, öğretmen, danışman ve klinik terapiyle ilgili çeşitli çalışmaların saygın yazarıdır. Psikanalitik Tanı (1994) ve Psikanalitik Psikoterapi (2004) gibi eserlerin de yer aldığı yazıları 20 dile çevrildi. McWilliams, 1969’da psikanaliz gördükten sonra hayatını psikanalitik psikoterapiye adamaya karar verdi.

    Bu yıl Schizofrenidagene’nin son gününde Katarsis, McWilliams’la bir araya gelerek kişilik sorunları, psikoterapinin kadınlaştırılması ve psikanalizin katartik güçleri hakkındaki görüşlerini tartıştı.

    – Hoş geldiniz, Nancy McWilliams.

    – Teşekkür ederim, burada olmak benim için bir zevk.

    – Bugün gördüğünüz hastaların, kariyerinizin önceki dönemlerine kıyasla farklı kişilik sorunlarıyla mücadele edip etmediğini sorarak başlamak isterim.

    – İnsanların artık daha önceye kıyasla daha derin narsisistik sorunlarla mücadele ettiğini görüyorum. 1960’lara kadar narsisizm üzerine bir literatürümüz bile yoktu. Daha önce, daha az sayıda hasta, kim olduklarını bilmeme veya kendi önemleri konusunda sürekli güvenceye ihtiyaç duymakla ilgili semptomlar gösteriyordu. Ayrıca sınır düzeyindeki insan sayısının da artması, travma ve ihmalin günümüzde daha büyük sorunlar olduğunu gösteriyor. Günümüzde insanlar tutarlı bir kimlik ve özsaygı duygusu bulmakta gerçekten zorlanıyorlar.

    – Sizce bu değişimi daha fazla narsisizm ve duygusal istikrarsızlığa iten şey neydi?

    – Genel olarak, günümüz insanları için önemli olduklarını hissetmenin ne kadar zor olduğu çıkarımını yapabiliriz. İnsanlar, evrimleştiğimiz geleneksel toplumlardan ziyade bu uçsuz bucaksız ve genişleyen küresel toplulukla kendilerini karşılaştırıyorlar. Bugünlerde gelişmek daha zor. Daha çok dünyayı yok ettiğimize dair bir his var.

    – Bu konu veya zorluklar tedavi odasında nasıl gündeme getiriliyor?

    – Birçok genç bunu oldukça açık bir şekilde ifade edecektir. Hatta dünyanın hayali, saf bir durumuna duyulan nostalji anlamına gelen ‘solastalgia’ diye bir terim bile var. Bence bu, bir zamanlar bu masum, mükemmel yerin var olduğunu anlatan Cennet Bahçesi (The Garden of Eden) fantezisinin bir çeşidi. Çoğu zaman insanlar, bir fark yaratmak için neler yapabilecekleri konusunda gerçekçi olabilmek adına belirli türden sınırlamaları kabul etme sürecinden geçmek zorunda kalırlar. Bir terapist olarak insanların değiştirilemeyecek şeyler için üzülmelerine ve neyin değişebileceğini bulmalarına yardımcı olmak benim işim.

    “İNSANLAR, EVRİMLEŞTİĞİMİZ GELENEKSEL TOPLUMLARDAN ZİYADE BU UÇSUZ BUCAKSIZ VE GENİŞLEYEN KÜRESEL TOPLULUKLA KENDİLERİNİ KARŞILAŞTIRIYORLAR.’’

    Bir Mesleğin Kadınlaştırılması

    – Kariyeriniz boyunca terapistlik mesleğinin tipik kişiliği değişti mi?

    – İlginç bir soru. Psikoterapi kadınlaşıyor. Bir alan kadınlaştığında, onu sırf kendisi için seven, gerçekten insanlara yardım etmek isteyen, o alana derinden meraklı insanları kendine çeker. Bu yüzden kadın mesleği haline geliyor. Bu çok şaşırtıcı olmayabilir çünkü geleneksel olarak kadınlıkla ilişkilendirilen değerler, bu mesleği içsel olarak aydınlatır; ancak bu durum beni aynı zamanda endişelendiriyor.

    – Kadınlaştırma eğilimi sizi neden endişelendiriyor?

    – Çünkü meslekler feminenleştiğinde statülerini kaybetme eğilimindedirler. Hemşirelerimiz bir zamanlar erkekti ve daha iyi muamele görüyorlardı. Sekreterler bir zamanlar erkekti ve onlara daha iyi davranılıyordu. Mesleğimizin çok fazla erkek kaybetmesinden endişeleniyorum. Daha az idealize edilmiş bir meslek olmanın avantajlarından biri, bu alanın, onu kendi kişisel hırsları için kullanan çok fazla narsist insanı çekmemesidir.

    Psikanalizin Etkisi

    Dr. McWilliams’a kendi yazma stilini ve psikanalizin bir yazar olarak McWilliams’ı nasıl etkilediğini sorarak devam ettim.

    – Hem Sigmund Freud’un hem de çok kişisel ve jargonsuz yazan Theodore Reich’ın yazım tarzlarından etkilendim. Bir alan olarak psikanaliz, her türden gereksiz derecede karmaşık bir dil yaratmanın yükünü taşıyor. Freud gibi yazmak amacımın bir parçasıydı. Klinik dili sıradan insan deneyimine benzer hale getirdi. Eğer teorik bir prensibi açıklamaya çalışıyorsanız, bir hikaye anlatmalısınız. Ancak böyle onu hayata geçirebilirsiniz. Farklı kişilik dinamiklerini de bu şekilde öğretmeye ve göstermeye çalışıyorum.

    – Psikanaliz psikolojinin diğer alanlarını nasıl etkiliyor?

    – Diğer klinik yönelimlerin psikanalizin ilgilendiği fenomeni eninde sonunda yeniden keşfetmesi ama buna farklı bir şey demesi bana ilginç geliyor. Yeni metaforlar kullanıyorlar. Bir bakıma aynı insan hayvanına bakıyorsak hepimizin aynı şeyi keşfetmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir yandan bunun eski şarabı yeni şişelere dökmeye benzediğini düşünüyorum.

    Deneyimden Öğrenmek

    – Daha önce 1969 yılında psikanalize girdiğinizi ve bunun sizin için dönüştürücü bir deneyim olduğunu söylemiştiniz.

     – Evet bu doğru.

    «… ANNE OLSAYDIM ÖLÜRDÜM.»

    – Vedalaşmadan önce merak ettim, psikanalize girmek sizin için neden bu kadar önemliydi?

    – 1950’li ve 1960’lı yıllarda çok az kadın annelik ile önemli bir kariyer arasında denge kurmayı başardı. Eskiden çok hırslıydım ve o zamanlar adını bile koyamadığımız cinsiyetçilik konusunda da oldukça bilinçliydim. Hem kariyer sahibi olmanın hem de anne olmanın imkansız olduğunu hissettim, her şeyi rasyonelleştirdim. Ama sonra, bizden öncekilerin yaptığı gibi psikanalize girdim ve rüyalarım üzerinde çalışıp serbest çağrışımlarımı takip ederken, sonunda rasyonelleştirmemin, anne olursam öleceğime dair derin bir bilinçdışı inancı koruduğunu keşfettim.

    – Gerçekten öleceğinize mi inanıyordunuz?

    – Biyolojik annemi dokuz yaşındayken kanserden kaybetmiştim ve sevgili üvey annem de ben üniversitedeyken aynı şekilde kanserden ölmüştü. Yani iki annemi kanserden kaybetmiştim ve ilkel zihnin hâlâ sahip olduğu bilinçdışı mantıkla, eğer anne olursan öleceğine inanıyordum. Sonunda bunun bilincine vardığımda bunun ne kadar mantıksız olduğunu fark ettim ve her iki rolü bir araya getirebileceğim yolları düşünmeye başladım. Eğer tahlilimi yaptırmasaydım belki de hiç çocuğum olmayacaktı. Kızlarım benim hayatımın en büyük zevkiydi, şimdi de torunlarım.

    – Psikanalize, bunu mesleki nedenlerden ve bizden öncekilerin yaptığı bu olduğu için yapacağımı düşünerek girdim, ancak daha sonra bana ve onlara özellikle yardımcı olan şeyin analiz olduğunu fark ettim. Bundan sonra tutumumu değiştirdim ve mümkün olduğu kadar derinlemesine çalışmak istediğim şeyin bu olduğuna karar verdim.

    Çevirmen: Enise ÜREK

    Kaynak

    katarsisuib.no/personality-transformations-an-interview-with-dr-nancy-williams

  • Psikodinamik Terapi 101 (Jonathan Shedler İle Röportaj)

    Daniel Carlat ile röportajım. (Jonathan Shedler)

    Kilit Noktalar

    • Hastanın semptomlarının psikolojik bağlamını anlamadan psikiyatrik tanıdan tedaviye geçmek neredeyse hiç işe yaramaz
    • Hiçbir zaman işe yarayan bir psikoterapi sürecine katılmamış olsalar da, bazı insanlar terapiye gittiklerine inanırlar.
    • Yalnızca müdahale ederek veya ilaç yazarak kendilerini “tedarikçi” olarak gören terapistler gerçek tedaviden uzaklaşıyorlar.

    Carlat Psikiyatri Raporu için Daniel Carlat ile yaptığım bu röportajda psikodinamik terapiden ve bunun standart psikiyatrik bakımdan ne kadar farklı olduğundan bahsediyorum. Kendiniz veya sevdiğiniz biri için hangisini isterdiniz? (Jonathan Shedler)

    Daniel Carlat: Psikiyatristlerin çoğunluğu hastalarını bir DSM (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı) tanısı geliştirerek ve bu tanı doğrultusunda bir tedavi seçerek değerlendirir. Psikoterapötik yaklaşımı farklı kılan nedir?

    Jonathan Shedler: DSM teşhis kategorileri, hastaların çoğu için duygusal acıyı anlamanın zayıf ve inanılmaz derecede kısıtlayıcı bir yoludur (bununla ilgili paylaşımımı okuyabilirsiniz.) Öncelikle hastaların çoğunluğu bize net teşhis kategorileri halinde gelmiyor. İkincisi, DSM’ye göre duygusal sıkıntıyı tıpkı saçkıran, diyabet veya grip gibi bir “hastalık” olarak düşünmek faydalıdır. Duygusal acıyı, acıyı yaşayan kişiden ayrılabilen kapsüllenmiş bir hastalık olarak ele alabileceğiniz kurgusunu besler. Ancak insanları tedaviye yönlendiren sorunların büyük çoğunluğu hayatlarının dokusuna yerleşmiş durumda. Sorun, hastanın neye sahip olduğundan çok, kim olduğu, yani dünyadaki varoluş biçimidir.

    DC: Yani bu, psikiyatrik bozukluklara farklı bir bakış açısı; hastayı tanıyla eşleştirmek yerine hastayı bir kişi olarak anlamaya daha fazla önem vermek.

    Shedler: Evet. Kişinin yaşadığı zorlukların anlamını ve bunların daha geniş psikolojik bağlamını anlamadan, psikiyatrik tanıdan tedavi kararına geçmek (birçok uygulayıcının artık eğitim aldığı gibi) nadiren faydalıdır. Örneğin depresyonu bir hastalıktan ziyade ateşin duygusal eşdeğeri olarak ele almak daha faydalı olacaktır.Ateş, soğuk algınlığından ebolaya kadar çok çeşitli altta yatan koşullara spesifik olmayan bir yanıttır. Bir hastanın ateşinin ölçülmesi teşhisin yalnızca başlangıcıdır. Aynı şekilde depresyon da, altta yatan çeşitli sorunlara verilen genel bir tepkidir. Hastalarımıza yardımcı olmak için “ateşe” neden olan altta yatan sorunları ele almalıyız.

    DC: Bize bu prensibin uygulamalı örneğini verebilir misiniz?

    Shedler: Bir psikiyatri asistanı ve ben, 15 yıldır psikiyatri tedavisi gören otuzlu yaşlarındaki bir hastayı tedavi etmeye çalışsak da başaramadık. Kronik depresyondan muzdaripti ve ilaç değişikliği talebinde bulundu. Hastamızla görüşmemizde mevcut durumunu, kendisini bu noktaya getiren gidişatı ve kendisini daha iyi hissedebileceği şeyler hakkındaki fikirlerini sorduk. “Daha önce psikoterapi gördüm, işe yaramıyor” dedi. Ancak sohbetimiz ilerledikçe onun hiçbir zaman gerçek bir psikoterapi sürecine girmediği ortaya çıktı.

    Birbiri ardına ilaç kullanıyordu ve kısa “kanıta dayalı” psikoterapilerden oluşan bir alfabe çorbasından (“alfabe çorbası” çünkü terapilerin hepsi üç veya dört harfli kısaltmalarla biliniyordu) geçmişti. Ancak bu terapilerin hiçbirinde kendisi veya öğrendikleri hakkında hiçbir şey söyleyemediği gibi herhangi bir terapistle olan ilişkisi hakkında da işe yarar bir şey söyleyemedi.

    Ancak bu hasta yıllardır terapide olduğuna inanıyordu. Peki bir psikiyatrist, bir hastanın terapiyi gerçekten etkili bir şekilde deneyip denemediğini nasıl anlayabilir?

    Shedler: Eğer kişi anlamlı bir tedavi görmüşse, terapi hakkında anlamlı bir şekilde konuşabilecektir. Hastaya şu soru sorulabilir: “Bana önceki terapinizden bahsedin. Terapistinizle aranız nasıldı? Kendiniz hakkında ne öğrendiniz?” Bu özel vakada çarpıcı olan şey, bu zeki hastanın psikoterapinin bir ilişki içerdiğine dair hiçbir fikrinin olmamasıydı.

    Terapistleri yalnızca çeşitli teknikler ve müdahaleler sağlayan “tedarikçiler” olarak görüyordu.

    DC: Sonuç olarak şunu sormalıyız: “Görüyorum ki biraz psikoterapi deneyimin var. Ne tür şeyler hatırlıyorsun?”

    Shedler: Kesinlikle. Ayrıca hastadan bize depresyonunu nasıl anladığı, kendisini bu kadar mutsuz eden ve yaşamdaki yolunu bu kadar acı verici kılan şeyin ne olduğu hakkındaki kendi görüşünü de anlatması istendi. Şaşırtıcı bir şekilde, hiç kimse ona bunu sormamıştı. Depresyonunun, üzüntüsünün ve boşluğunun bir anlamı olabileceği, üzerinde düşünülmesi ve potansiyel olarak anlaşılması gereken bir şey olduğu fikri tamamen yabancıydı.

    Terapide yaklaşık dokuz ay boyunca havadan sudan konuşmalar yaptı ve duygusal açıdan yüklü konulardan kaçındı. Doktorun, hastanın belirli düşünce ve konuşma konularını nasıl kendine sakladığını defalarca belirttiği dokuz aylık terapiden sonra hasta açılmaya başladı. Özel düşüncelerinde neredeyse herkesi fazlasıyla eleştirdiğini itiraf etti. Birisiyle tanışır, bir kusura odaklanır, sonra onu kınar ve hayatından silerdi.

    Kendisini diğerleriyle aynı merceklerden gördüğü gerçeği daha sonra ortaya çıktı. Sürekli kendini kınıyor ve saldırıyordu. Bu noktada, “depresyonunu” yeniden tanımlayarak psikolojik olarak ele alabildik. “Birine kötü davranırsan, azarlarsan, kötü davranırsan, canı yanar. Bu, kötü davrandığınız kişinin kendiniz olması durumunda da geçerlidir. Ortaya çıkan acı, sizin “depresyon” olarak adlandırdığınız şeydir. Tedavisinin dönüm noktası buydu.

    DC: Ama bu tedavi dokuz ay sürdü. Çoğu psikiyatristin haftalık terapiye gitmek için dokuz ayı yoktur.

    Shedler: Buna kim karar verdi? Psikiyatristler ne zaman bunu kabul etmeye bu kadar hazır oldular? Bu, tedaviye “teşhis koy ve reçete yaz” yaklaşımının sorunlarından biridir.
    Hastalarımızın kim olduğunu veya neye ihtiyaçları olduğunu asla öğrenemeyiz. Bu aynı zamanda kısa, manuelleştirilmiş psikoterapiyle ilgili bir sorundur. (bununla ilgili paylaşımımı okuyabilirsiniz.) Birçok hastanın kendilerini bize açması ve hatta bazı şeyleri kendilerine açması için zamana ihtiyacı vardır. Yani terapist ve hasta, gerçek terapi hiç başlamamışken terapiyi tamamladıklarına dair yanılsamaya kapılabilirler. Psikiyatristler, uygulamalarını 15 dakikalık ilaç kontrolleri etrafında şekillendirmek için ekonomik ve başka türlü baskılarla karşılaşabilirler, ancak bu, bunun iyi bir tedavi olduğu anlamına gelmez.

    DC: Anksiyete bozukluklarının tedavisinde kullanılan BDT (Bilişsel Davranışçı Terapi) yöntemleri hakkındaki düşünceleriniz neler? Panik bozukluklarına yönelik psikoterapi genellikle manuel, menü odaklı bir yaklaşımı izler ve bazen sonuçların yalnızca birkaç seanstan sonra görülebileceği iddia edilir.

    Shedler: Bu konuda pek çok araştırma var. İyi ilişki ve bağları olan ve diğer alanlarda iyi kapsüllenmiş bir semptomu oldukça hızlı bir şekilde tedavi edebiliriz. Ancak çoğu hasta bu şekilde teşhis konulmuş olarak gelmez. Klinik ve ampirik olarak hastaların çoğunluğunun çeşitli tanı kriterlerine uyduğunun ve semptomlarının kişiliklerinin veya psikolojik yapılarının bir fonksiyonu olduğunun farkındayız. Kısa, manuelleştirilmiş tedaviler, komplikasyonsuz panik bozukluğu olan yüksek işlevli hastalardan oluşan küçük bir alt grup için etkilidir. Araştırmalar kısa psikodinamik terapinin panik bozukluğunda etkili olduğunu gösteriyor.

    DC: Panik atak veya diğer anksiyete bozukluklarının tedavisine yönelik psikodinamik süreci açıklayabilir misiniz?

    Shedler: Başlangıç noktası paniğin korku olduğunun farkına varmaktır. Kişi bir şeyden korkuyor. Korkutucu olan dışsal ve açık olduğunda buna korku diyoruz. Korkutucu olanın deneyimi psikolojik anlamdan da yoksun değildir. Psikolojik bir boşlukta meydana gelmez. Terapi, neyin korkutucu olduğunu açığa çıkarmak ve onu gün ışığına çıkarmak için hastanın Hasta, gün ışığında bakıldığında aslında o kadar da korkutucu olmayan bir şeyden korkarak hayatını sürdürmek zorunda değildir. Panik bozukluğu olan hastalar başlangıçta bize neyin korkutucu olduğunu söyleyemezler. Bilmiyorlar. Bu yüzden onların iç dünyalarını keşfetmelerine ve korkularını dile getirmelerine yardımcı oluyoruz.

    DC: Bu sürecin BDT’nin “otomatik düşünceleri” ortaya çıkarma yönteminden farkı nedir?

    Shedler: Psikodinamik ve bilişsel yaklaşımlar bu alanda birleşmeye başlıyor. Psikanalist Aaron Beck’in bilişsel terapinin yaratıcısı olarak kabul edildiğini unutmayın. Bilişsel terapistler otomatik düşüncelerden bahsederken, psikodinamik terapistler hastanın çağrışım zincirini takip etmekten bahseder. Her iki durumda da amaç, hastanın zihinsel yaşamının normalde gözden kaçan alanlarına dikkat etmesine yardımcı olmaktır. Aradaki fark, psikodinamik terapide, kişinin içsel deneyiminin belirli yönlerini kelimelere dökebilmesinin çok fazla çaba gerektirebileceğinin kabul edilmesidir. Bir kişiye bir soru sorabilir ve tamamen doğru bir cevap alabilirsiniz. “Aklınıza daha ne geliyor?” diye sorarak soruyu daha da ilerletebilirsiniz ve yine doğru olan ama tamamen farklı bir cevap alabilirsiniz. Böylece her seferinde ek anlam katmanlarını keşfederek bu şekilde devam edebilirsiniz.

    DC: Bize panik atak yaşayan bir hastada kullanılan psikodinamik yaklaşımın bir örneğini verir misiniz?

    Shedler: Panik bozukluğu olan bir hasta, psikiyatri asistanlarımdan biri tarafından 12 haftadan kısa bir süre içinde başarıyla tedavi edildi. Hastanın genel olarak yüksek düzeyde veya kısıtlama olmaksızın açıkça konuşmaya ve onu nereye götürürse götürsün düşüncelerini takip etmeye teşvik ettik. Düşünceleri sürekli olarak kocasıyla ilgili memnuniyetsizliklere doğru gidiyordu .Ayrıca kendisi hakkındaki şikâyetlerine rağmen hiçbir zaman öfke göstermedi. Kendi öfkesinden korktuğunu anladık. Öfkenin yerini panik ataklar aldı. Onun ‘’Affect Phobia’’ denilen bir hastalığa, yani duygulardan ve onların ifadesinden duyulan korkuya sahip olduğunu söyleyebiliriz.

    DC: Peki bu nasıl ele alındı?

    Shedler: Terapi ilerledikçe öfkesini ve onu bastırmak için yaptığı çeşitli şeyleri fark etmeye başladı. Öfkesiyle ilgilenmenin ve onu kelimelere dökmenin sorun olmadığını anlamaya başladı. Sonuçta o kadar da tehlikeli olmadığı ortaya çıktı; ne onu, ne doktorunu, ne de kocasını mahvetmedi. Kendisinin bu kısmıyla daha rahat olmaya başladı. Öfkesini artık dayanılmaz ve yabancı olarak deneyimlemediğinde, duygusal ihtiyaçlarını daha iyi anlamaya ve bunları kocası da dahil olmak üzere başkalarına daha iyi iletmeye başladı. Hem içeride hem de dışarıda işler değişti.İçsel olarak duygusal yaşamın daha önce yabancı olan alanlarına erişim kazandı. Dışarıdan, ihtiyaçlarını tanımasına ve ifade etmesine izin verdiğinde onları daha iyi karşılayabildi. Paniğinin altında yatan psikolojik temalar terapi duygularını bastırdı ve doktoru bunun farkına varmasına yardımcı oldu. Yani kocasıyla olan etkileşim vardı. Aktarım terimiyle kastettiğimiz budur.

    DC: İlginç. Son olarak ne söylemek istersiniz?

    Shedler: Kendimizi, rolü yalnızca müdahale etmek veya ilaç yazmak olan “tedarikçiler” olarak görürsek, bu işi zengin ve ödüllendirici kılan şeylerden -anlamlı ilişkiler kurma, hastalarımızı gerçekten tanıma, onların hayatında fark yaratma fırsatından- uzaklaştırırız. İş artık bir çağrı değil, sadece bir iş. Bunun hem hastanın hem de doktorun ruhu için kötü olduğunu düşünüyorum.

    ***

    Yazar Hakkında: Jonathan Shedler, PhD, San Francisco’daki California Üniversitesi Psikiyatri ve Davranış Bilimleri Bölümünde Klinik Profesördür. Jonathan Shedler, PhD, Facebook, Twitter

    Çevirmen: Enise ÜREK

    Referans

    https://www.psychologytoday.com/intl/blog/psychologically-minded/201311/psychodynamic-therapy-101 (9 Ekim 2023)

  • Ebeveyninizin Psikoterapisi Değil: Bugünün Psikodinamik Terapisi (Nancy McWilliams İle Röportaj)

    Nancy McWilliams ile Tamara McClintock Greenberg‘ın gerçekleştirdiği bir röportaj

    Yıllar boyunca birçok öğrenci bana psikodinamik terapi (psychodynamic therapy) ve psikanalize (psychoanalysis) olan ilgisinden dolayı bir kişiye teşekkür edebileceklerini söyledi. Bu kişi Nancy McWilliams’tır (Ph.D.).

    Dr. McWilliams, Psikanalitik Tanı: Klinik Süreçte Kişilik Yapısını Anlamak (Guilford Press, 1994) kitabının yazarıdır ve bu kitap şu anda 2011 yılında yayınlanmak üzere yenilenmektedir. [Psikanalitik Tanı Türkçe’ye de çevrilmiştir.] Pek çok başka yayının yazarıdır ve Psikodinamik Tanı Kılavuzunun yardımcı editörüdür. Psikodinamik psikoterapi, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet, travma ve kişilik yapısı konularında uluslararası düzeyde ders vermekte ve konuşmaktadır.

    Dr. McWilliams New Jersey’de özel muayenehanesinde çalışmaktadır.

    Psikanalitik Tanı’nın içeriği, ilk okumamın üzerinden yıllar geçmesine rağmen hâlâ bana ilham veriyor. En karmaşık hastaları bile anlamama yardımcı oluyor ve o kadar hassas bir şekilde yazılmış ki; yardım etmeye çalıştığım kişileri aşırı derecede patolojik olarak gördüğümü asla hissetmiyorum.

    Yakın zamanda Dr. McWilliams’la röportaj yapma şansım oldu ve umarım siz de onun görüşlerini benim kadar faydalı bulacaksınız. (Tamara McClintock Greenberg)

    Alana yeni başlayan öğrencilerin eğitiminde en yaygın olarak kullanılan psikanalitik ders kitaplarının ana yazarı olarak, öğrencilerin psikanalitik teori hakkında anlamalarını umduğunuz bir şeyi bana söyleyebilir misiniz?

    Dr. McWilliams: Umarım çağdaş psikanaliz teorilerinin, her ne kadar Freud’la başlamış olsalar da yüz yılı aşkın klinik deneyim, araştırma ve bilgi birikiminden faydalandıklarını anlıyorlardır. Öğrencilere sıklıkla Freud’un erken dönem teorisi öğretilir, ancak çoğu akademisyen psikanalitik fikirlerin evrimine aşina olmadığından, onlara psikanaliz alanının 1923 civarında kemikleştiği ve o zamandan beri deneysel olarak itibarsızlaştığı izlenimi veriliyor ve bunların ikisi de doğru değil.

    Psikanalitik terapi ile psikanaliz arasındaki farkı açıklayabilir misiniz?

    Dr. McWilliams: Psikanalitik terapi (psychoanalytic therapy), kısa veya uzun vadeli, yoğun veya yalnızca haftada bir kez ve çeşitli ruhsal acılar çeken hastalarla psikanalitik fikirlerin her türlü ruh sağlığı tedavisine uygulanma şeklidir. “Psikanaliz” terimi, psikanalitik teoriye, psikanalitik yönelimli topluluğa veya belirli bir tür ruh sağlığı tedavisine atıfta bulunabilir. Kelime tedaviyi belirtmek için kullanıldığında, kişiliğin derinlemesine araştırılmasını ve değişimini amaçlayan özel bir psikanalitik terapi türüne atıfta bulunur. Hasta haftada birkaç kez görülür ve ondan serbest çağrışım (free associate) yapması istenir. Çoğu zaman hasta bir divanda (couch) uzanır ve analist, analistin ne düşündüğü ve hissettiğine ilişkin fantezi de dahil olmak üzere hastanın fanteziye erişimini teşvik etmek için hastanın görüş alanının dışında oturur. Bu düzenleme, hastanın ana psikolojik sorunlarının seansların şimdi ve buradasında ortaya çıktığı ve tatmin edici olmayan yaşam kalıplarını anlama ve değiştirmenin yollarını bulmaya yönelik işbirlikçi bir çabanın konusu haline geldiği yoğun bir ilişkiyi teşvik etme eğilimindedir.

    Psikanaliz ve psikanalitik terapiye yönelik eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz? Eleştirilerin bazıları haklı mı?

    Dr. McWilliams: Psikanalize o kadar çok farklı eleştiriler geldi ki, bu cevaplanması zor bir soru! Freud’un kendisine yönelik eleştiriler bazen alanın tamamına yöneltilmiştir; bu, Darwin bazı şeyleri yanlış anladığı için çağdaş evrim teorisini çöpe atmak gibi bir şeydir. Freud’un insanoğluna yönelik eleştirileri -ki bunların çoğu haklıdır- onun ilk çalışmalarının ilham verdiği geniş alanla mutlaka alakalı değildir. Bence psikanaliz, çoğunlukla üniversite ortamlarının dışında geliştiği için haklı olarak eleştirilebilir, bu da mevcut psikanaliz fikirlerinin diğer alanlardaki bilim adamları tarafından anlaşılmasını ve ayrıca analistlerin diğer disiplinlerden çapraz tozlaşmadan (cross-pollination) faydalanma olasılığını azaltıyor [cross-pollination: farklı unsurların birbirini etkilemesi; çapraz tozlaşma; aynı cinsten olan çiçekleri çiftleştirme]. Buna ek olarak, birçok analistin -özellikle analist olmanın anlık statü kazandırdığı günlerde- kendini beğenmiş hale geldiğini, eleştirmenlerle verimli bir şekilde iletişim kurmak yerine kibirli davrandığını ve bazen fikirlerini bilimsel incelemeye tabi tutacak araştırmalara karşı kayıtsız kaldığını düşünüyorum. Şimdi bu günahların bedelini ödüyorlar. Psikanalitik fikirlere ilişkin ampirik kanıtların bulunmadığını söylemek yanlış olsa da (aslında çok sayıda vardır), olması gerekenden çok daha azı vardır. Psikanalizi kendisini daha çok deneysel araştırmaya tabi tutmadığı için suçlayan eleştirmenlerin bana göre tartışılmaz bir şikâyeti var. Öte yandan araştırmanın yetersizliği, araştırmanın psikanalitik fikirlerin hatalı olduğunu göstermesiyle aynı şey değildir. Psikanalitik fikirlerin deneysel olarak çürütüldüğünü varsayan eleştirmenler yanılıyor.

    İnsanlar psikanalitik tedavinin kendileri için uygun olup olmadığını nasıl biliyorlar?

    Dr. McWilliams: Terapi sonuçlarına ilişkin ampirik literatür, hasta ve terapist arasındaki ilişkinin terapinin “markasından (brand)” çok daha önemli olduğunu, terapistin kişisel niteliklerinin teorik yönelimine kıyasla tedavinin başarısıyla çok daha alakalı olduğunu sürekli olarak göstermektedir. Bununla birlikte, hastalar arasında bir tedavi türüne diğerine göre daha uygun olan mizaç farklılıkları olduğunu düşünüyorum. Analitik terapiler meraklı, bir şeyleri kendi başlarına çözmeyi seven, belirsizliğe toleransı olan, duygular konusunda rahat olan ve bilinçdışı süreçlerin gizemine dair sezgisel bir anlayışa sahip olan kişiler için iyi bir seçim olma eğilimindedir.

    Bilinçdışı kavramı pek çok kişi için kafa karıştırıcı olduğundan bu kavramı nasıl anlayabileceğimizi açıklayabilir misiniz?

    Dr. McWilliams: Her ne kadar her saat başı bilinçdışı düşüncelerin, duyguların ve dürtülerin büyüklüğü ve gücüyle yüzleştikleri için analistlerin bunu yapması yaygın olsa da, “bilinen bir bilinçdışı kavramı (the unconscious)” hakkında konuşmamız gerektiğinden emin değilim. Sanırım çoğu insan, çoğu zaman kendimizi tam olarak anlayamadığımız şekillerde davranırken bulduğumuzu, hayallerimizin ve fantezilerimizin daha rasyonel bilinçli işleyişimize yabancı gelen görüntülerle dolu olduğunu sezgisel olarak anlıyor. Çağdaş sinirbilimciler, keşiflerini bu şekilde yorumlayıp yorumlamasalar da analistlerin zihinsel yaşamın ne kadarının bilinçdışı olduğu konusunda haklı olduklarını gösterdiler. Bilişsel ve davranışsal terapistler de bunu “örtük (implicit)” zihinsel işlevler kavramında kabul ederler.

    Peki ya aktarım (transference)? Bu kavram günümüz tedavilerinde işe yarar mı?

    Dr. McWilliams: Ne tür bir tedavi uygulanırsa uygulansın aktarım kavramının değerli olduğunu düşünüyorum. Geçmişimizdeki deneyimlere dayanarak bugünü anladığımız, erken dönemde sevdiğimiz insanlara dair algılarımızın terapiste aktarıldığı gerçeği muhtemelen Freud’un en önemli gözlemiydi. Bir ebeveyn tarafından istismara uğrayan bir hastayla ilgilenen herhangi bir terapist, güvensizlikle karşılaşmayı ve hastanın çocukken bu koşullar altında mümkün olduğunca güvende kalmak için kullandığı stratejilerin nesnesi olmayı bekleyebilir. Ebeveyni tarafından ihmal edilen bir hastayla karşı karşıya kalan herhangi bir terapist, hastanın, terapistin gerçekten yardım etmeye yatırım yaptığını hayal etmekte zorlanmasını bekleyebilir. Eğer kişi geçmişin şimdiki zaman üzerindeki etkisini anlamıyorsa, insanlar aktarımsal davrandıklarında onların neyi kopyalandığını anlamak ve bunun hakkında konuşmak yerine olayları kişisel algılayabilir- örneğin hastayı “işbirliği yapmadığı” için suçlamak gibi-. Böylece hasta, hayatın çocukluk acılarını tekrarlamasına gerek olmadığı gerçeğini anlayabilir.

    Psikanalize ilginiz nasıl başladı?

    Dr. McWilliams: Üniversitedeki üçüncü yılımda Freud’un Medeniyet ve Hoşnutsuzlukları (Civilization and Its Discontents) adlı kitabını okudum ve çok etkileyici buldum. Sonunda analize kendim girmeye karar verdim ve biraz şaşırarak (çünkü bunu çoğunlukla entelektüel nedenlerden dolayı yaptığımı düşünüyordum), bunun hayatımda radikal bir dönüştürücü etkisi olduğunu keşfettim. Onsuz evliliğimin başarıya ulaşacağını düşünmüyorum ve çocuklarım olamayacağını ya da mesleğimden bu kadar keyif alamayacağımı düşünüyorum. Bana çok yardımcı oldu ve özellikle empatimi hastalarımın çeşitli sorunlarına yayma konusunda bana yardımcı olmaya devam ediyor. Analiz, sizi kendinizin tüm farklı yönleriyle dürüst ve derinlemesine bir etkileşime davet ederek, hastanın deneyimlediği şeyle yankılanan parçayı bulmanızı sağlar.

    Eğer günümüzün psikanaliz tedavisine ilişkin algılarla ilgili bir şeyi değiştirebilseydiniz, bu ne olurdu?

    Dr. McWilliams: Analistlerin soğuk, çekingen ve kibirli olduğu şeklindeki klişeye meydan okuyacağım. Etkili analistler çalışmalarına tevazu ruhuyla yaklaşırlar; her hastadan bir şeyler öğrenmeyi beklerler, şaşırtılmayı beklerler, hata yapmayı ve hasta tarafından düzeltilmeyi beklerler. Psikanalitik terapilerde her iki tarafın da işlediği derin duygular bağlamında analist hastayla derinden ilgilenmeye başlar.

    Dr. McWilliams hakkında daha fazla bilgi için lütfen web sitesine bakın.

    Kaynak

    https://www.psychologytoday.com/intl/blog/21st-century-aging/201006/not-your-parents-psychotherapy-psychodynamic-therapy-today (9 Ekim 2023)

    Çeviren: Enes KÖKSAL

  • Psikodinamik Terapi ve BDT Karşıtlığında Terapötik İlişki

    İyi bir terapötik ilişki (therapy relationship) sıcak duygulardan daha fazlasıdır.

    Çocukluğumuzda kurduğumuz ilişkiler ve bağlanma (attachment) türleri, ilerleyen zamanlarda kuracağımız ilişkilerin ve bağlanma türlerinin bir taslağıdır. Bu sebeple, aslında, hayatımız boyunca aynı ilişki örüntülerini deneyimleriz ve bu örüntüler en başından beri hayatımızda bulunduğu için bize farklı gelmez, sonrasında bir bakıma o örüntüler içinde yaşadığımız için de ayırt etmekte zorlanırız.

    Terapi de bir ilişkidir ve hasta (patient), herhangi biriyle yeni bir sosyal ilişki kurarken yaptığımız gibi, terapi ortamına da kendi ilişki taslaklarını ve örüntülerini getirir. Bu bakımdan terapistler, aslında hastanın problematik ilişki örüntülerinin en ağır bastığı noktayla yüz yüze gelirler. Aynı zamanda, hastalarla bu örüntüleri tekrardan deneyimlerler. Terapist olarak eğer hastanın ilişki örüntülerine katılımımızı ve kaçınılmaz etkimizi kabul edip üstüne gidersek, bu örüntülerin içinde yaşayan ve onları ayırt etmekte zorlanan hastalarımıza yardım edebiliriz.

    Bu, hayatları değiştiren terapidir. Bu, psikodinamik terapinin (psychodynamic therapy) kalbidir.

    Caroline, eğitimli, başarılı, şık ve otuzlarının sonunda olan bir kadındı. Sosyetik insanlarla arası iyiydi ve giyiniş tarzı bir Vogue modeline benziyordu. İlişki bakımından ise, sadece, herkesin hayal ettiği mükemmellikte olan erkeklerle ilgileniyordu; bu sebeple bir erkekle romantik bir ilişkisi yoktu. Bu zamana kadar yakın ve derin bir ilişki sürdürmekte zorlanmış ve aynı zamanda bir süre depresyonla savaşmıştı.

    Caroline, birkaç kere terapiye yöneldi fakat terapinin hiçbir şeyi değiştirmediğini ve her denemesinde terapistlerin onun onayını bekler duruma geldiğini söylüyordu.

    Bilişsel-Davranışçı Terapi (Cognitive-Behavioral Therapy) eğitimi almış terapistler, Caroline’nın, geçmişteki terapistleriyle ilişkisine dair yorumlarına pek önem vermediler. Bazıları da, Caroline’nın, terapist olarak güvenli bağlanma şekline sahip olan ve Caroline’nın görünüşü veya statüsünün etkisinde kalmayacak birine ihtiyacı olduğunu savundular. Fakat, terapistin güvenli veya güvensiz bağlanmaya sahip olması, Caroline’nın terapisinde başarıyla alakasız bir durumdur. Onun ihtiyacı olan, öz farkındalığı ve cesaretiyle Caroline’nın varlığındaki güvensizliği fark edip onu bir bilgi ya da ipucu gibi görüp, onu anlamaya çalışırken kullanan bir terapist olmalı.

    Tasvir ettiğimiz terapist şunu söyleyebilir: Biliyorsun, buraya benden yardım almaya geldin fakat çoğu etkileşim ve sohbetimizde, kendini ispatlama veya onay alma isteğini fark ettim ve bu sana hiçbir şekilde yardımcı olabilecek bir durum değil. Bu davranışlarının ve isteğinin ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyorum. Aynı zamanda bu durum, diğer ilişkilerindeki problemlerin çözümüne açacağımız bir pencere olabilir. Bu, büyük ihtimalle sana tanıdık gelen bir durum olamlı.

    Ve o anda gerçek terapi başlar.

    Caroline, ilişkilerinde neyin yanlış gittiğini tanımlayamıyordu. İnsanları yanına çekmek isterken yaptığı davranışlar aynı zamanda ilişkinin gücünü ve yakınlığını yok ediyordu. Kadın arkadaşları kıskanç veya pohpohlayıcı davranıyordu. Erkekler ise onunla ilişki kurmayı bir başarı veya kapasitelerinin dışında görüyorlardı. Caroline, bunu terapistine anlatamazdı, çünkü kendisi de tanımlayamıyordu onu. Bununla birlikte, hayatındaki bu döngüyü, terapistiyle ilişkisinde başarılı bir şekilde sergileyebildi. Hastanın terapi odasında kurduğu ilişki, hayat boyunca kurduğu ilişkilerin bir özeti gibidir. Bu örüntüler, terapötik ilişkide tanımlanabilir, anlaşılabilir ve üstünde çalışılabilir hale gelmektedir. Diğer terapi yöntemlerinden farklı olarak psikodinamik terapi, uygulamada bu noktayı esas almaktadır.

    Önde gelen bir BDT (CBT) uzmanı, BDT hakkındaki mitleri ve gerçekleri içeren bir makale yazmış. O uzmana göre, çokça bilinen mitlerden biri, bilişsel davranışçı terapinin terapötik ilişkiyi küçümsediği ve önem vermediğidir. Uzmanın bu mite karşı argümanı ise, bilişsel davranışçı terapi yapan terapistlerin danışanla güçlü bir ilişki kurmak için birçok şey yaptığıdır; mesela danışanlarla iş birliği içinde olmaları, geribildirim (feedback) beklemeleri ve samimi, sıcak, empatik, ilgili bir insan gibi davranmaları. Sayılan bu özellikleri kuaförümüzden veya emlakçımızdan beklememiz normaldir fakat bir psikoterapistten bundan daha fazlasını beklemeliyiz. Bu BDT uzmanının, terapötik ilişkinin danışanın genel ilişkilerine nasıl bir pencere açtığının, söz konusu örüntülerin nasıl tanımlanabilir, anlaşılabilir ve üstünde çalışılabilir hale geldiğinin fikrine sahip olmadığı görülebilir.

    Bazı insanlar, iş birliği içinde olduğu terapistin, bir el kitabından çıkan tutumlarla terapi yapmasından tatmin olabilirler. Bununla birlikte, gerçekten kaderini değiştirmek isteyenler, öz farkındalığa, bilgiye ve danışanın gerçek dünyasında ne olup bittiğini görebilecek ve üstüne gidebilecek cesarete sahip terapistlere ihtiyaç duyacaklardır.


    Yazar: Jonathan Shedler, PhD, Colorado Üniversitesi Tıp Fakültesinde Klinik Psikoloji Profesörü.
    Jonathan Shedler, PhD, Denver’da ve online video konferansla psikoloji çalışmaları yapmaktadır. Colorado Üniversitesi Tıp Fakültesinde Klinik Psikoloji Profesörü olan Shedler, verdiği dersler dışında profesyonellere workshop liderliği yapmaktadır. Aynı zamanda, telekonferans yoluyla, dünya çapında süpervizyon ve danışmanlık da vermektedir.

    Kaynak

    Okuduğunuz metin, https://www.psychologytoday.com/us/blog/psychologically-minded/201503/the-therapy-relationship-in-psychodynamic-therapy-versus-cbt linkindeki içeriğin çevirisidir. Metin, 02 Temmuz 2021 tarihinde Defne Özer tarafından çevrildi.