Yazar: Editör

  • Psikodinamik Formülasyon’u okuyoruz

    Psikodinamik Formülasyon‘u okumaya devam ettik. Bugünkü oturumumuzun konusu “Ne İle Doğduk?” oldu.

    Bu bölüm doğum öncesi, doğum ve doğum sonrası dönemlerin yetişkin gelişimine katkı sağladığı bazı yolları gözden geçirip, psikodinamik formülasyonumuzda bu döneme ilişkin fikirleri değerlendirmeyi sağlıyor. Bu değerlendirme sonucu edinilen bilgilerle terapistin “ne yapacağı” ve terapiste “ne sağladığı” ile ilgili tartıştık.

    Bugünkü oturumda yer alan üyelerimiz şunlar oldu:

    1. Yusuf BAYALAN
    2. Nilüfer TÜTÜNCÜ
    3. Enes KÖKSAL
    4. Mustafa Burak ARABACI
    5. Başak YAVUZARSLAN
    6. Çiğdem ÖZKAN
    7. Büşra DERE
    8. Duygu AYDİL
    9. Rıdvan KAPLAN
    10. Hande BAHTİYAR
    11. Beyzanur TOPALOĞLU
    12. Reyhan TÜRKYILMAZ
    13. Mustafa AYDOĞAN
    14. Rümeysa KUZU
    15. Adil Emin ÖZAY
    16. Abdullah KORKMAZ 
    17. Dilara BEDRİYE

    Geçen hafta kararlaştırılan her hafta bir konunun okunması/ele alınması ve okuyucunun daha aktif bir rol alması yönündeki değişim kararıyla birlikte bugünün okumasını ve moderatörlüğünü Duygu AYDİL üstlendi.

    22 Ocak 2024

    Psikodinamik Formülasyon‘u okumaya devam ediyoruz. Bugünkü oturumumuzun konusu İş ve Eğlence oldu. İş ve Eğlence, danışanların sorunlarını ve bir kişi olarak kendilerini tanımlamaya çalışırken bakmamız gereken alanlardan biridir.

    Bugünkü oturumda yer alan üyelerimiz şunlar oldu:

    1. Yusuf BAYALAN
    2. Nilüfer TÜTÜNCÜ
    3. Enes KÖKSAL
    4. Mustafa Burak ARABACI
    5. Başak YAVUZARSLAN
    6. Harun ASAN
    7. Rıdvan KAPLAN
    8. Hande BAHTİYAR
    9. Beyzanur TOPALOĞLU
    10. Reyhan TÜRKYILMAZ
    11. Mustafa AYDOĞAN
    12. Rümeysa KUZU
    13. Adil Emin ÖZAY
    14. Duygu AYDİL

    Konu bağlamında, bir vaka üzerinde durduk.

    Oturumun sonunda, grubun temposu ele alındı. Okumalar halihazırda olduğu şekliyle mi devam etsin yoksa başka bir format mı deneyelim, sorusu üzerinde düşündük. Genel kanaat, şu anda olduğu gibi, her hafta bir konunun okunması/ele alınması ancak o haftaki okuyucunun daha aktif bir rol almasının daha iyi olabileceği şeklinde oldu.

    4 Aralık 2023

    Psikodinamik Psikoterapi Topluluğu’nun (PPT) kuruluş tarihini 10 Ekim 2023 olarak alabiliriz. İlk toplantımızı 27 Ekim 2023’te gerçekleştirdik. İlk toplantıda aramızda olanlardan bazıları şu anda aramızda değil, aynı şekilde, ilk toplantıda aramızda olmayan ama şu anda aramızda olanlar da var.

    Bugünkü oturumda bulunanlar:

    1. Yusuf BAYALAN
    2. Rıdvan KAPLAN
    3. Abdullah KORKMAZ
    4. Nilüfer TÜTÜNCÜ
    5. Adil Emin ÖZAY
    6. Harun ASAN
    7. Çiğdem ÖZKAN
    8. Enes KÖKSAL
    9. Rümeysa KUZU
    10. Mustafa Burak ARABACI
    11. Büşra DERE

    PPT’nin temel hedefi psikodinamik psikoterapiyi çalışmak. Bunun için, şu anda, haftada bir pazartesi günleri saat 11.00’de bir araya geliyoruz. Buluşmalarımız Google Meet üzerinden çevrim içi gerçekleşiyor ve 3 saat sürüyor.

    Topluluk olarak çalışmamıza “psikodinamik formülasyon” ile başlamaya karar verdik. Bunun için Psychodynamic Formulation: An Expanded Approach-2nd Edition‘ı okuyoruz -her hafta bir bölüm olacak şekilde.

    Bu hafta (5 Aralık 2023) kitabın sekizinci bölümünü -savunma mekanizmaları- okuduk. Burada biraz beklemeye karar verdik. Önümüzdeki birkaç hafta savunma mekanizmaları ile eğleşeceğiz. Önce, Psikodinamik Tanı Kılavuzu‘nu merkeze alarak, kişilik örgütlenmeleri açısından -normal-nevrotik-borderline-psikotik- sonra da kişilik stilleri açısından savunma mekanizmalarını ele alacağız.

    Bundan sonra, çalışmalarımıza dair bilgileri bu sayfa üzerinden ara ara paylaşacağız.

  • Uyum sağlamak (8)

    Anahtar kavramlar

    Her gün, strese adapte olmalıyız/uyum sağlamalıyız. Stres içsel (ör. suçluluk) veya dışsal (ör. reddedilme) olabilir.

    Strese uyum sağlamak için kullandığımız bilinçdışı süreçlere bazen savunma mekanizmaları (defense mechanisms) da denir çünkü bunlar bizi iç ve dış stresten korumaya yardımcı olur.

    Tüm savunma mekanizmaları yaşamın bir noktasında adaptif nitelikteydi.

    Savunma mekanizmalarının karakteristik örüntüleri aşağıdakilere göre değişir:

    • Mevcut fayda ve maliyet (Current benefit and cost)
    • Duygusallık [duyarlılık] (Emotionality)
    • Esneklik ve çeşitlilik (Flexibility and range)

    Travma, ayrımcılık ve dezavantaj savunma mekanizmalarının gelişimini etkiler.

    İlkel (primitive), olgunlaşmamış (immature) ve uyumsuz/uyum bozucu (maladaptive) gibi terimler, insanoğlunun strese uyum sağlamak için ihtiyaç duyduğu birçok yolu dikkate almayabilir.

    Hayat durağan değildir. Her gün, hem dışarıdan hem de içimizden olağan işleyişimizi tehdit eden farklı miktarlarda uyarılarla karşı karşıya kalırız. Başarının, aşkın ya da neşenin heyecanı gibi bu uyarılmaların bir kısmı memnuniyetle karşılanır; kötü haber, kayıp veya kaygı gibi bazıları ise hoş karşılanmaz. Bunaltıcı uyaranlara bazen stres (stress) denir çünkü hayatlarımızı yaşama şeklimizi zorlar (Koolhass ve diğerleri, 2011). Bu nedenle hepimizin hem içsel (internal) hem de dışsal uyaranlara (external stimulation) uyum sağlama veya onları yönetme yollarına ihtiyacı vardır (Bellak, 1989; Bellak & Goldsmith, 1984; Bellak & Meyers, 1975; Vaillant, 1977, 1992).

    Alanı tanımlamak: uyum sağlamak

    Adapte etmek (adapting), ayarlamak/düzeltmek/uydurmak demektir. Günlük olarak uyum sağlamamız gereken birçok iç ve dış uyarım (stimulation) türü mevcuttur.

    İçsel uyarım (internal stimulation) şunları içerir:

    • Düşünceler ve fanteziler
    • Duygular ve anksiyete
    • Ağrı ve diğer fiziksel duyumlar

    Dışsal uyarım (external stimulation) şunları içerir:

    • Başkalarıyla ilişkiler
    • Ekonomik ve işle ilgili baskılar
    • Travma ve diğer çevresel olaylar
    • Ayrımcılık, dezavantaj ve sistemik baskı

    Herkesin uyarıma tahammül etme eşiği vardır. Bazı insanlar yüksek düzeyde duygulanım, anksiyete ve çevresel stresi tolere edebilirken, diğerleri çok daha düşük seviyelerde zorluk yaşayabilirler. Tüm insanların kendi parmak izleri olduğu gibi, çoğu yetişkinin de iç ve dış stres faktörlerine uyum sağlamanın kendine özgü, karakteristik yolları vardır (Freud, 1894/1962; Pine, 1990; Perry ve diğerleri, 2009).

    Strese tepki verdiğimizde (respond), ona uyum sağladığımızda (adapt) veya onu yönettiğimizde (manage) aşırı uyarım miktarını, işlevimizi sürdürmemizi sağlayacak bir seviyede tutmaya çalışırız. Bunu, duyguları engellemek, uyaranları filtrelemek, bir şeyleri unutmak veya dikkatimizi başka bir yere odaklamak gibi çeşitli yollarla yaparız. Bazen, bunları amaçlı, bilerek yaparız; örneğin kendi kendimize “Şu anda bununla uğraşamam. Bunu daha sonra düşüneceğim.” dediğimizde. Ancak genellikle, bunu yaptığımızı bilmeden stresle uğraşırız. Strese karşı bilinçsizce uyum sağlama yollarını savunma mekanizmaları (defense mechanisms) olarak adlandırıyoruz (Gabbard, 2005; Kernberg, 1976; Vaillant, 1977). Savunmalar, kendimizi bir teknenin güvertesinde dik tuttuğumuzda denge duygumuzun işleyişi gibi çalışır; farkında olmadan otomatik ve sürekli olarak küçük ayarlamalar yapar. Tıpkı denge sistemimizin teknenin küçük hareketlerini otomatik olarak algılayıp bizi dik tutmak için kasları harekete geçirmesi gibi, zihnimiz de endişe ve duygusal tonumuzdaki küçük değişiklikleri algılar ve dengede kalmamızı sağlamak için savunmaları harekete geçirir.

    Uyum ve erken yaşam stresi

    Tüm savunma mekanizmaları yaşamın bir noktasında adaptif (adaptive) nitelikteydi. Bununla birlikte, yüksek stresli ortamlara yanıt vermek için yaşamın erken dönemlerinde ortaya çıkan savunmalar, o dönemde uyum sağlayıcı olabilir ve yaşamın ilerleyen dönemlerinde sorunlara neden olabilir. Bu ikilemin nörobiyolojisini anlamaya başlıyoruz. Fare modellerini kullanarak, erken yaşam stresinin (ELS), nöronların çoğalmasında azalma, dendritik dönüşümde artış, sinaptik yoğunlukta azalma ve beyin hacminde azalma dahil olmak üzere çeşitli nörogelişimsel etkilere sahip olduğu gösterilmiştir (Bath ve diğerleri, 2016). Bu etkilerin birçoğu beyin (yani nöronal) olgunlaşmasını hızlandırmaya hizmet eder. Bir hipoteze göre, hızlandırılmış beyin olgunlaşması, stres dolu bir ortamda adaptif olabilir çünkü organizmanın şunları yapmasına olanak tanır:

    • daha genç bir yaşta bağımsız olarak fornksiyon görebilmek/çalışabilmek
    • hayatta kalmak için gereken yüksek uyarılma durumunu sürdürmek

    Ancak bu olgunlaşma, önemli beyin bölgelerinin gelişmesi pahasına gerçekleşebilir. Bu fikre “stres hızlanma hipotezi (stress acceleration hypothesis)” adı verilmiştir (Callaghan ve Tottenham, 2016, s. 76). Bu bulgular, ELS’ye maruz kalmanın savunma mekanizmalarının kapsamını ve esnekliğini etkileyebileceğini ve yetişkinlikte sorunlu olduğu tespit edilen başa çıkma stratejilerinin, yaşamın erken dönemlerinde hayatta kalmak için önemli olabileceğini düşündürmektedir.

    Uyum kalıplarını açıklamaya yönelik değişkenler

    Savunma mekanizmalarını aşağıdaki değişkenleri kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Mevcut fayda ve maliyetler
    • Duygusallık
    • Esneklik ve çeşitlilik

    Mevcut fayda ve maliyet

    Savunmaları tanımlamanın bir yolu, bir yandan işlevleri korurken, diğer yandan insanların stresle başa çıkmalarına yardımcı olma yönündeki mevcut yeteneklerini dikkate almaktır. Bunu savunmanın şu anki faydası olarak düşünebiliriz. Daha fazla cari/güncel faydaya ve daha az cari/güncel maliyete sahip savunmalar işlevi korur veya geliştirirken, daha az cari faydaya ve daha fazla cari maliyete sahip savunmalar işlevi engeller. (Bkz. Tablo 8.1) (Caligor ve diğerleri, 2007; Kernberg ve diğerleri, 1989; Perry ve Bond, 2005). Örneğin, eğer birisi bir arkadaşına kızgınsa, arkadaşının davranışını rasyonelleştirmek (rationalizing) ilişkinin sürdürülmesine yardımcı olurken, arkadaşın değerini düşürmek (devaluing) ilişkiyi tehdit eder. Faydası daha az olan savunmalar acı veren duygunun farkındalığını azaltır ancak maliyeti o kadar yüksek olur ki işlevi bozar. Potansiyel olarak yüksek maliyetli savunmaların diğer örnekleri, anlamlı ilişkiler kurabilme pahasına güçlü karşıt duyguları ele almak için bölmenin (splitting) kullanılması veya gerçeklikle bağlantı kurabilme pahasına ezici derecede kötü duygulardan kaçmak için çözülmenin (dissociating) kullanılmasıdır (Herman, 1992).

    Belirli bir durumda faydası yüksek maliyeti düşük olan bir savunmanın başka bir durumda aynı şekilde iş görmeyeceğini unutmayın. Örneğin, savaş zamanında, hayatta kalmak için paniği savuşturmaya hizmet edecek inkarı (denial) kullanmak faydalı olabilir, ancak tıbbi bir durumun reddedilmesi anlamına gelen inkar ise hayat kurtarıcı müdahaleye ulaşmayı engelleyebilir. Ayrıca şunu unutmayın: İnsan belirli bir durumda strese elinden geldiğince uyum sağlar ve daha da az faydalı savunmalar, kişinin hayatının bir noktasında ihtiyaç duyulduğu için gelişir. Yetişkinlikte problemli görünen savunmalar muhtemelen yaşamın erken dönemlerinde hayatta kalma mekanizmaları olarak gelişmiştir.

    Fayda, maliyet ve dezavantaj sistemleri

    Psikiyatrist William Grier ve Price Cobbs, Black Rage adlı kitaplarında “Siyah [eksik] bir adam için (For a [B]lack man)” diye yazmışlardı:

    . . Amerika’da hayatta kalmak büyük ölçüde ‘sağlıklı’ bir kültürel paranoyanın gelişmesine bağlıdır. Her Beyaz ([W]hite) adamın güdülerine karşı yüksek derecede şüphe duymalı ve aynı zamanda bu şüphenin onun gerçeklik kavrayışını zedelemesine asla izin vermemelidir (Grier & Cobbs, 1968/1992, s. 161).

    Grier ve Cobbs, toplumun hiyerarşileri nedeniyle dezavantajlı durumda olanlarımız için, bir miktar paranoyak olmamanın paranoyak olmaktan daha yüksek bir maliyeti olduğunu öne sürüyor. Bu nedenle, insanların kullandığı savunmaları tanımlarken, bunların her koşulda tüm insanlar için aynı maliyete sahip olduğunu varsaymamalıyız. İlkel (primitive), olgunlaşmamış (immature) veya uyumsuz (maladaptive) gibi terimler, insanların travmadan, dezavantajlardan, ayrımcılıktan ve sistemik baskıdan kurtulmak için tepki vermesi gereken sayısız yolu dikkate almazlarsa yargılayıcı olabilir.

    Duygusallık

    İnsanlar yaşadıkları ve gösterdikleri duygu miktarına göre farklılık gösterir. Bu farklılıklar, duygusallık, ailesel özellikler ve bireysel mizaçtaki kültürel farklılıklarla ilgili olabilir. Aslında mizaç genel olarak “duygusal tepkisellikte erken ortaya çıkan/görünen varyasyon” olarak tanımlanmaktadır (Rettew ve McKee, 2005). Bu farklılıklar, insanların strese uyum sağlama biçimlerinin değişken duyarlılığında yansımıştır -yani savunmalarında.

    Bazı savunmalar stresli duyguları (feeling) bazıları ise stresli düşünceleri (thought) farkındalıktan uzak tutarak çalışır. Örneğin, bir kişi boşanmanın duygusal acısını farkındalıktan uzak tutarak “Boşanmak için iyi bir zaman; emlak değerleri yüksektir” (rasyonalizasyon (rationalization)) derken bir başkası boşanma duygusunu baş ağrısı ve mide ağrısı (somatizasyon (somatization)) olarak deneyimleyebilir.

    Duyguları farkındalık dışı bırakan savunmaları kullanma eğiliminde olan kişilerin bazen takıntılı (obsessive) savunma tarzına sahip oldukları söylenirken düşünceleri farkındalık dışı tutan savunmaları kullanma eğiliminde olan kişilerin bazen histerik (hysterical) savunma tarzına sahip oldukları söylenir (Shapiro, 1973).

    Esneklik ve çeşitlilik

    Bir stresle başa çıkma stratejisi ne kadar iyi olursa olsun her durumda işe yaramaz. Sonuç olarak, insanların çeşitli stratejileri kullanabilecek kadar esnek (flexible) olmaları gerekir. Savunma esnekliği olmayan insanlar genellikle kontrolcü, zor veya kırılgan görünürler. Her zaman bir tartışmayı kazanmak zorunda olan her zaman şaka yaparak stresi yöneten kişiyi düşünün -veya şakanın yeri olmasa bile. Ayrıca belirli bir savunma, yaşamın belirli bir döneminde işe yarayabilirken, aynı strateji daha sonra engel teşkil edebilir.

    Tablo 8.1 Savunma mekanizmaları

    SavunmaTanım
    Eyleme-koyma
    (Acting out)
    Kabul edilemez düşünce veya duyguları (özellikle terapide ortaya çıkanları) eylemlerde ifade etmek
    (Zor bir terapi seansından sonra bir galon dondurma yemek)
    Alturizm/Diğerkamlık(Özgecilik
    (Altruism)
    Acı veren duyguları başkaları için bir şeyler yapmaya dönüştürmek
    (Ebeveynin ölümünden sonra kanser hastalarına ve ailelerine destek sağlamak amacıyla bir vakıf kurmanın rahatlığı)
    İnkar
    (Denial)
    Kabul edilemez duygu ve düşünceleri reddetmek.
    (Cildinde gözle görülür bir büyüme olmasına rağmen sağlığının mükemmel olduğunu iddia etmek)
    Yer-değiştirme
    (Displacement)
    Duyguları veya dürtüleri diğer insanlara veya faaliyetlere yönlendirmek
    (Bir kişiye gerçekten kızdığında diğerine öfkeyle patlamak)
    Dissosiyasyon
    (Dissosiation)
    Kabul edilemez düşünce ve duyguların mevcut gerçeklikle bağlantısını kesmek
    (İş yerinde patron tarafından bağırıldığına dair hiçbir anım yok)
    Aşırı duygusallık
    (Excessive emotionality)
    İlgili duygunun farkında olurken bir düşünceyi unutmak.
    (Düğününü planlarken, evlenip evlenmeme konusundaki kararsızlık nedeniyle sinirli olmak)
    Dışsallaştırma
    (Externalization)
    İç çatışmaların veya deneyimlerin dış koşullardan kaynaklandığını algılamak.
    (Kişinin özgüven sorunu nedeniyle iş arkadaşını suçlaması)
    Mizah/Şaka
    (Humor)
    Rahatsız edici düşünce veya duyguları şaka olarak ifade etmek
    (Kovulduktan sonra “Bu bana çizgi roman okumak için daha fazla zaman verecek” derken gülüyor)
    İdealleştirme ve değersizleştirme
    (Idealization and
    devaluation)
    Başkalarına aşırı derecede olumlu veya olumsuz duygular atfetmek.
    (İlk seansta terapiste şunu söylüyorum: “Sen kesinlikle şehirdeki en iyi terapistsin. Aptal olan son terapistimden çok daha iyisin.”)
    Özdeşleşme
    (Identification)
    Kıskançlık ya da rekabetçi duygularla başa çıkabilmek için başka bir insan gibi olmaya çalışmak.
    (Yavaş yavaş daha popüler bir oda arkadaşı gibi giyinmeye başlıyorum.)
    Düşünselleştirme (Intellectualization)Acı verici veya rahatsız edici duyguları aşırı düşünmeyle değiştirmek.
    (Hastalıkla ilgili kapsamlı araştırma verilerine odaklanarak kanser tanısıyla ilgilenmek.)
    Duygulanım yalıtımı
    (Isolation of affect)
    İlgili düşüncenin bilincinde kalırken bir duyguyu unutmak.
    (Bir partner tarafından terk edildikten sonra hiçbir duygu hissetmemek.)
    Yansıtma/Projeksiyon
    (Projection)
    Kabul edilemez niteliklerin veya duyguların kendinin dışından kaynaklandığını algılamak.
    (Aslında çok kızdığı bir arkadaşından gelen düşmanlık duygusu.)
    Yansıtmalı özdeşleşme
    (Projective identification)
    Bir düşünceyi veya duyguyu başka bir kişiye yansıtmak, ardından o kişiyle etkileşime girerek onun yansıtılan duyguyu deneyimlemesini sağlamak.
    (Kişinin keyfinin kaçtığı biriyle randevusuna geç gelmesi.)
    Rasyonalizasyon
    (Rationalization)
    Kabul edilemez davranış veya duyguları mantıklı bir şekilde açıklamak.
    (“Bu işi hiç sevmediğim için” kovulduğumdan dolayı rahatladığımı ifade ediyorum.)
    Karşıt-tepki oluşturma
    (Reaction formation)
    Kabul edilemez bir duyguyu tam tersi olarak deneyimleyerek tersine çevirmek.
    (Yatıştırılması zor olan yeni yürümeye başlayan bir çocuğa aşırı korumacı davranmak.)
    Regresyon
    (Regression)
    Stresli olaylar veya duygularla başa çıkmak için daha önceki gelişim dönemlerine ait başa çıkma stratejilerini kullanmak.
    (Sınav haftasında iyi yemek yememek veya çamaşır yıkamamak.)
    Bastırma
    (Repression)
    Rahatsız edici düşünceleri, duyguları ve fantezileri bilinçli farkındalıktan uzak tutmak.
    (Hoş olmayan bir seanstan sonra terapi randevusunu unutmak.)
    Cinselleştirme
    (Sexualization)
    Rahatsız edici düşünce veya duyguları çapkınlık veya aşırı cinsel davranışlar olarak ifade etmek.
    (Bir iş görüşmesine giderken aşırı açık kıyafetler giymek.)
    Bedenselleştirme
    (Somatization)
    Rahatsız edici duygu veya düşüncelerin fiziksel belirtiler olarak yaşanması.
    (İş yerinde kötü bir eleştiri aldıktan sonra baş ağrısı yaşamak ve izin almak.)
    Bölme
    (Splitting)
    İyiyi korumak için iyi ve kötü duyguları ayrı tutmak.
    (Kişinin annesinin tamamen iyi, kız kardeşinin ise tamamen kötü olduğunu deneyimlemesi.)
    Yüceltme
    (Sublimation)
    Kabul edilemez dürtüleri daha yararlı biçimlere dönüştürmek.
    (Üzgün olduğunda güzel ama kederli sahneler resmediyor.)
    Baskılama
    (Supression)
    Zor düşüncelere veya duygulara odaklanmamaya bilinçli olarak karar vermek.
    (Kiranın nasıl ödeneceğini bulmak için tatil sonrasına kadar beklemeye karar vermek.)
    Kendiliğe-kaşı döndürme
    (Turning against the self)
    Başka birine karşı kabul edilemez duygular yaşamak yerine kendini suçlamak.
    (Duygusal istismara uğradıktan sonra kendimi kötü biri gibi hissetmek.)
    Yapıp-bozma
    (Undoing)
    Kabul edilemez düşünce, duygu veya davranışları karşıt davranışlarla “düzeltmek”.
    (Vergide hile yaptıktan sonra hayır kurumuna para vermek.)
    Not. Gabbard’dan (2005) uyarlanmıştır.


    Uyum Sağlama (adapte olma) Biçimlerini Öğrenmek: açılış soruları, ardından hikayeler

    Hastalarımızın uyum sağlama tarzları hakkında bilgi edinmemize yardımcı olabilecek bazı sorular:

    Kaygı ve güçlü duygulara genel olarak nasıl tepki verirsiniz? Aileniz, arkadaşlarınız veya hayatınızdaki diğer insanlar da aynı fikirde mi? Bana bunun yakın zamanda gerçekleştiği bir zamanı anlatın.

    Strese hayatınızdaki diğer insanlarla benzer şekilde tepki verdiğinizi mi düşünüyorsunuz? Özellikle ailenizde/sosyal çevrenizde/toplumunuzdakiler?

    Her zaman aynı şekilde tepki verdiğinizi mi düşünüyorsunuz, yoksa koşullara göre farklı stratejiler kullandığınızı düşünüyor musunuz?

    Strese tepki verme şeklinizden memnun musunuz? Sizce ne işe yarıyor? Sizce ne daha yararlı olabilir?

    Hastanızın uyum sağlama tarzını bağlamsallaştırmanıza yardımcı olmak için kendinize sorabileceğiniz bazı sorular şunlardır:

    Bu kişinin travmatik erken yaşam deneyimleri var mıydı? Bu kişinin daha sonraki yaşamında strese uyum sağlama şeklini etkileyen bir travma oldu mu?

    Bu kişi bir veya daha fazla dezavantajlı gruba mı ait? Yaşam deneyimlerinin bu yönü strese uyum sağlama şekillerini nasıl etkiledi?

    Bu kişinin savunma mekanizması kişilerarası ilişkilerine engel oluyor mu?

    Eğer olaylara alternatif bakış açıları sunarsanız, kişi esnek mi yoksa bakış açısını değiştiremiyor mu?

    Karşınızdaki kişi sizinle konuşurken duygu dolu kelimeler kullanıyor mu?

    Kişi acı veren ya da heyecan veren bir şeyden bahsederken bile söyledikleri kuru ya da duygusuz görünüyor mu?

    Acı veren bir şeyden bahsederken kişi duygularını gösteriyor mu? Duygulara bir açıklama/mazeret sunuyorlar mı?

    Hastanın dramatik hikâye anlatımına kendinizi kaptırdığınızı mı hissediyorsunuz? Yoksa kendinizi sıkılmış ve karşınızdakinin söylediklerinden kopuk mu hissediyorsunuz?

    Uyum Sağlamayı Tanımlamak

    Uyum sağlama patternlerini nasıl TANIMLAYACAĞIMIZI düşünürken Mira’yı ele alalım:

    Mira çocukluğundan beri şiddetli düzeyde romatoid artrit hastasıydı. Çocukluğu boyunca baston kullanma ihtiyacı duyması sebebiyle alay edilen kadın, şimdi engelli çocuklar için her yıl milyonlarca dolar toplayan ve ona büyük memnuniyet veren bir vakfı yönetiyor. Yakın zamanda vakıfta yapılan bir yönetim kurulu toplantısında çok üzüldükten sonra terapiye başvurdu ve şunu söyledi: “Çok önemli bir işim var ve 57 yaşındayım; stresli bir durumla karşılaştığımda ağlamayı ve üzülmeyi bırakmalıyım.” İlk seansına geldiğinde bastonunu şemsiye standına koyuyor ve (göz kırparak) ekliyor: “Her tür baston kabul edilebilir mi?”

    Mira’nın uyum sağlama şeklini şu şekilde TANIMLAYABİLİRİZ:

    Mira’nın stresle başa çıkma yeteneği büyük bir güçtür. Çocukluğundan beri kronik olarak romatoid artrit hastası olan kadının savunması genel olarak ona yüksek fayda ve düşük maliyet (high benefit and low cost) sağlıyor gibi görünüyor. Örneğin, engelli çocuklara yönelik bir vakıf yürütmek yüceltmeyi (sublimation) temsil ediyor gibi görünüyor ve terapiste yaptığı şakacı yorum, mizahı (humor) acıyı saptırmak için kullandığını düşündürüyor. Yüksek düzeyde stresli durumlarda ise, duygularını belirginleştirme (emphasize emotions) eğiliminde olan savunmalarını kullanarak ağlayabiliyor ve dramatikleşebiliyor. Başa çıkma stratejileri yelpazesi oldukça esnek (flexible) görünüyor. Örneğin, yabancılara karşı mizah kullansa da, fiziksel engeli nedeniyle dezavantajlı duruma düşmesinden duyduğu öfkeyi savunuculukla da ele alıyor.

    UYUM SAĞLAMAYI Tanımlayan Değişkenler

    Savunma mekanizmaları aşağıdakileri içerir:

    • Mevcut fayda ve maliyet

    • Duygusallık

    • Esneklik ve kapsam

    Önerilen etkinlik

    Jim’in uyum sağlama kalıplarını nasıl tanımlarsınız?

    İki yıl sonra 65 yaşında emekli olması planlanan satış yöneticisi Jim’e prostat kanseri olduğu söylendi. Baş ağrısı ve diş ağrılarından şikayet etmeye başlıyor, ayrıca sürekli olarak doktorlara ve dişçilere gidip geliyor. Sinirli ve tanıdığı herkese ne kadar korktuğunu anlatıyor. Aralıksız telefon görüşmeleri arkadaşlarının ondan uzak durmaya başlamasına neden olmaya başlamış. Kocası, yaklaşmakta olan tedavisini aklından uzaklaştırmak için, uzun yıllardır yapmak istediği yemek masasının tamirini ona yaptırmaya çalışmış, ancak o yeniden odaklanamamış. Kocası, yıllar önce oğulları uyuşturucu sorunu yaşadığında kendisinin de tam olarak böyle davrandığını söyleyerek ona giderek daha fazla sinirleniyor.

    Yorum

    Jim’in birincil savunması somatizasyondur (somatization). Onu tıbbi ve diş bakımını aşırı kullanmaya yönlendiren ve ilişkilerini tehdit eden bu savunma stratejisinin maliyeti yüksek, faydası ise düşük görünüyor. Mevcut kriz sırasında başa çıkma stratejilerini değiştirememesi ve mevcut mekanizmaları ile yıllar önce kullandığı mekanizmalar arasındaki benzerlik, stresle başa çıkma kalıplarının oldukça esnek olmadığını (inflexible) ve sınırlı bir etki alanına (limited range) sahip olduğunu gösteriyor.

  • İlişkiler (7)

    Anahtar kavramlar

    İlişkilere (relation) sahip olma kapasitesi, insanların gelişme ve işlev görme şeklinin merkezinde yer alır.

    Bir kişinin ilişki örüntülerini (pattern of relationship) aşağıdaki değişkenlere göre tanımlayabiliriz:

    • Güven (Trust)
    • Kendilik/benlik ve öteki duygusu (Sense of self and other)
    • Güvenlik (Security)
    • Yakınlık (Intimacy)
    • Karşılıklılık/mütekabiliyet (Mutuality)

    Çoğumuz için ailemizle, arkadaşlarımızla, önemli kişilerle ve meslektaşlarımızla olan ilişkiler bize hayatımızın en ödüllendirici deneyimlerinden bazılarını sağlar. Ancak ilişkiler aynı zamanda hayal kırıklığı, acı ve kafa karışıklığının da kaynağı olabilir. Örneğin, bir ilişki isteyen ancak her zaman müsait olmayan insanlardan hoşlanan birini veya yöneticileri kendinden soğutarak terfi şansını sürekli olarak tehlikeye atan birini düşünün. Yetişkin olduğumuzda, bizi az ya da çok tatmin edecek belirli örüntülere (pattern) göre ilişkiler kurma eğiliminde oluruz. Bu örüntüleri tanımlayabilmek, insanların nasıl işlev gördüğünü anlamanın merkezinde yer alır (Fairbairn, 1952; Mitchell, 1988).

    Alanın tanımlanması: ilişkiler

    İlişkiler hayatımızdaki insanlarla gerçekleştirdiğimiz etkileşimlerdir. Erken çocukluktaki ebeveyn-çocuk ilişkileri, daha sonraki çocukluktaki akran arkadaşlıkları ve ergenlik ve yetişkinlikteki romantik ve cinsel ilişkiler dahil olmak üzere çeşitli türde ilişkiler mevcuttur. İlişkiler geçici veya uzun vadeli, derin veya yüzeysel olabilir. Bazı insanların çok sayıda ilişkisi vardır, bazılarının ise yalnızca birkaç tane. Çoğu insan birçok farklı ilişki türüne sahip olma yeteneğine sahiptir.

    İlişkilerle ilgili örüntüleri tanımlamaya yönelik değişkenler

    Daha önce de belirtildiği gibi, bir kişinin başkalarıyla olan ilişki örüntülerini aşağıdaki değişkenleri kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Güven
    • Kendilik/benlik ve öteki duygusu
    • Güvenlik
    • Yakınlık
    • Karşılıklılık/mütekabiliyet

    Güven

    Pek çok farklı güven türü mevcuttur (Smith, 2010). Kişinin yakın çevresinde, aile üyeleri gibi kişiler arasında güven vardır; kişinin yakın çevresindeki kişilerin (arkadaşlar ve kendini özdeşleştirdiği grup üyeleri gibi) güveni; ve toplumun diğer üyelerinin yaygın/genelleştirilmiş güveni (generalized trust) (Yamigishi, 2001) gibi. Bir kişi yakın çevresindekilere çok güvenebilir ama genel olarak insanlara güvenmeyebilir. Baskın olmayan gruplarda yer alan ve toplumun genelinde ayrımcılığa ve adil olmayan muameleye maruz kalanlarımız için bu durumun dikkate alınması özellikle önemlidir. Şu örneği düşünün:

    Kendini eşcinsel olarak tanımlayan beyaz bir trans kadın, kendisini heteroseksüel olarak tanımlayan beyaz cisgender [toplumsal ve biyolojik cinsiyeti aynı olan] bir erkek olan bir terapistle görüşmek üzere yönlendirilir. İlk birkaç seansta, terapiste, hastası olarak trans bir kadın bulunup bulunmadığını sorar ve yüksek sesle heteroseksüel bir cisgender erkeğin onu anlayıp anlayamayacağını merak eder. Bir seansı kaçırır ve ardından kliniğin şefini arayarak eşcinsel bir terapiste yönlendirilip yönlendirilmediğini sorar. Süpervizyonda terapist, hastanın kendisine güvenmiyor gibi göründüğünü fark eder ve bu güven eksikliğinin, birincil bakıcısıyla olan erken ilişkisinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını düşünmeye başlar. Terapistin süpervizörü, terapistin erkek, cisgender ve heteroseksüel olması nedeniyle üç baskın gruba üyeliği temsil ettiğini düşünmesine yardımcı olur. Sonuç olarak, hastanın görünürdeki güvensizliği, erken dönem ilişkilerinden ziyade terapistin bu nitelikleriyle ilgili olabilir.

    Bu örnekte,

    Terapistin, hastanın kendisine karşı ihtiyatlı tavrına ilişkin deneyimi, hastanın güven konusunda genel zorluklar yaşadığını düşünmesine neden oldu. Formülasyondaki bu güvensizliği işbirlikçi bir şekilde anlamak için terapistin, hastanın yakın ve toplumsal çevresindeki güven deneyimini keşfetmesi ve toplumdaki insanlarla olan deneyimini genel olarak dikkate alması gerekecektir.

    Başkalarına güven yaşam boyunca gelişir. İlk yıllarda, hem mizacın hem de bakıcılarla erken ilişkilerin birleşimi (Benedek, 1959; Erikson, 1993; Winnicott, 1958) güvenin gelişimi için önemlidir (bkz. Bölüm 10). Yaşam boyunca kişinin kendisine ve sevdiği kişiye başkaları ve genel olarak toplum tarafından nasıl davranıldığına ilişkin deneyimi, genel güvenin gelişimini etkileyecektir (Smith, 2010).

    Başkalarına güvenme yeteneği, bir aile üyesiyle, sevgiliyle, eşle ya da meslektaşla anlamlı, karşılıklı olarak tatmin edici ilişkiler kurmak için gereklidir. Güven, insanların birbirlerine güvenmelerini, kendileriyle ilgilenileceğine inanmalarını ve ötekilerin ilişkilerinin tutarlılığına güvenmelerini sağlar. Güven eksikliği, sürekli başkalarından beklenen saldırganlık korkusuna, ihmal edilmişlik duygusu ve daimi yalnızlık hissine yol açar. Yaygın/genelleştirilmiş güvenin yokluğu/eksikliği veya insanlara karşı genel bir temkinlilik, şiddet mağdurları ve toplum tarafından adaletsiz muameleye maruz kalanlar için uyum sağlayıcı olabilir. Ayrıca çok fazla güvenmenin (örneğin, herkese güvenmek ya da tehlikeli ya da istismarcı kişilere güvenmek) zorluklara yol açabileceğini unutmamak da önemlidir.

    Kendilik/benlik ve öteki duygusu

    Kendini ve başkalarını üç boyutlu bir şekilde düşünebilmek, karşılıklı olarak tatmin edici ilişkilere sahip olmak için kritik öneme sahiptir. (Greenberg ve Mitchell, 1983; Klein, 1946). Üç boyutlu dediğimizde, insanların kendilerinin ve başkalarının aşağıdaki özelliklere sahip olduğunu düşünebilmelerini kastediyoruz:

    • hem kötü hem de iyi nitelikler
    • ayrı ve benzersiz duygular, inançlar, ihtiyaçlar veya motivasyonlar
    • geçmişten günümüze kendisi ve başkaları/ötekiler hakkında genel olarak tutarlı duygular

    İş yerinde yöneticilerinden umdukları ikramiyeyi alamayan iki kişiyi düşünün. Biri yöneticiyi şöyle suçluyor: “Başlangıçta bu adamı seviyordum ama şimdi onun sadece kendi terfisini düşünen bir pislik olduğunu görüyorum.” Yönetici, departmandaki herkesin ikramiye kesintisi yapmak zorunda olduğunu açıkladığında bile, bu kişi yöneticiye kötü davranıyor, onu “zayıf” olarak nitelendiriyor ve işi bırakmayı düşünüyor. Bunun aksine, ikinci kişi yöneticiyle ikramiye hakkında konuşmak için randevu alır. Yönetici durumu açıkladığında bu kişi hayal kırıklığına uğrar ancak yöneticinin üst yönetimin baskısı altında olduğunu anlar. Her iki çalışan da yöneticileri karşısında hayal kırıklığına uğradı. Ancak biri hikayenin yalnızca bir tarafını ve yöneticinin yalnızca bir yönünü görebiliyordu, diğeri ise durumun karmaşıklığını takdir edebiliyordu. Birinci kişinin başkalarını kavramsallaştırma biçiminin bölme (splitting) (Auchincloss ve Samberg, 2012) yani insanları tamamen iyi ya da tamamen kötü olarak görmesi olduğu düşünülebilir. Bölme normalde küçük çocuklarda görülürken, eğer devam ederse, insanların başkaları hakkında üç boyutlu düşünmesini ve devam eden anlamlı ilişkiler kurmasını engelleyebilir. Önceki örnekte, birinci kişi aynı zamanda zihinselleştirme (mentalization), yani yöneticinin aklında neler olup bittiğini düşünme konusunda da zorluk yaşıyor. Zihinselleştirme kapasitesinin bozulması, kişinin kendine ve başkalarına ilişkin algısını ve dolayısıyla tatmin edici ilişkiler kurma yeteneğini sınırlayabilir (Fonagy, 1991, 2001).

    Güvenlik

    Güvenlik, güvende olma durumunu ifade eder; ilişkide güvenlik, başka bir kişiyle birlikte güvende hissetmeyi ifade eder (Bowlby, 1958; Mahler, 1972). Bu, aşağıdaki durumlarda bile ilişkinin devam edeceğine inanmak anlamına gelir:

    • fiziksel ayrılıklar
    • anlaşmazlıklar
    • olumsuz duygular

    Gelişimde [gelişim psikolojisinde] buna genellikle güvenli bir bağlanmaya sahip olmak (secure attachment) denir (bkz. Bölüm 13 ve 24) (Slade, 2000). Daha güvenli ilişkilere sahip kişiler genellikle şunları yapabilir:

    • başkalarına ilişkin bir dizi ikircikli (ambivalent) duyguyu tolere etmek,
    • uzun süreli ilişkilerin bir varyetesine/çeşitliliğine sahip olmak, ve
    • başkalarını tanımak için zaman ayırarak ilişkileri daha yavaş kurmak (Slade, 2008)

    Örneğin, partnerleriyle birlikte bir partiye giden iki kişiyi düşünün. Her iki durumda da, partner partinin çoğunu çok çekici bir kişiyle hararetli bir şekilde konuşarak geçiriyor. Partiden sonra birinci kişi, partnerini partide tanıştığı kişiyle ilişki yaşamak istemekle suçlarken, ikinci kişi kendini biraz dışlanmış hissediyor ancak bunun ilişkilerinin güvenliğini etkilemediğini fark ediyor. Birinci kişinin ilişkilerinde ikinciye göre daha az güvende olduğunu söyleyebiliriz. Bağlanmaların güvenliği kavramı farklı kültürler için farklı anlamlar taşıyabilmektedir; Bunu Bölüm 24’te daha derinlemesine ele alacağız.

    Yakınlık

    Yakınlık (intimacy), samimiyet ve aşinalık/alışkanlık anlamına gelir. İnsanlar kendileriyle ilgili duygular, kırılganlıklar, deneyimler, dilekler ve hayal kırıklıkları gibi şeyleri paylaşırlarsa birbirleriyle yakınlaşırlar. İnsanların genellikle başkalarıyla paylaştığı yakınlığın derecesi, onların ilişki kalıplarının/örüntülerinin önemli bir yönüdür (Stern, 1985). İlişki türüne bağlı olarak yakınlık farklı şekillerde ortaya çıkar. Aşıklar arasında cinsellik yakınlaşmanın önemli bir yolu olabilir; arkadaşlar arasında hikayelerin, umutların ve korkuların paylaşılması yakınlığı güçlendirebilir. En azından biraz yakınlık olmadan ilişkiler yüzeyseldir. Ancak yakınlık, özel düşünce ve duyguların paylaşılmasını içerdiğinden, birçok insanın endişeli ve savunmasız hissetmesine neden olur.

    Bazı insanlar ya çok fazla ya da çok az paylaşımda bulunarak aşırı uçlara yönelirken, diğerleri yakınlık derecelerini daha iyi ayarlayabilirler. Örneğin, bir kişi otobüste yanında oturan kişiye hayat hikayesini anlatabilirken, bir başkası uzun süreli bir arkadaşına aile üyelerinden birinin zihinsel sağlık sorunu olduğundan bahsetmeyebilir.

    Hastalar seks yapmaktan bahsederken sıklıkla yakınlık kelimesini kullanırlar; örneğin, “Dün gece kız arkadaşımla yakınlaştım.” Ancak iki kişinin seks yapıyor olması samimi oldukları anlamına gelmez. Örneğin, seksin onlar için, en iyi şekilde, gündelik veya eğlence amaçlı bir deneyim olarak tanımlanabileceği insanlar var. İlişkilerin yakın olduğunu söyleyebilmemiz için, kişilerin cinsel partnerleriyle duygularını ve özel düşüncelerini paylaşıp paylaşmadıklarını belirlemek önemlidir.

    Karşılıklılık

    Şu durumları düşünün: Taraflardan birinin sürekli kendinden bahsettiği, diğerinin ise dinlediği bir arkadaşlık; her ikisi de tam zamanlı çalışan ancak tüm ev işlerini taraflardan birinin yaptığı bir çift; ve isteksiz çocuklarını her yıl küçükler liginde oynamaya zorlayan, beyzbolu seven bir ebeveyn. Bu durumların her biri adaletsiz hissettiriyor çünkü sanki biri tamamen alırken öteki tamamen veriyor gibi görünüyor. Alıcıların empati kapasitesi sınırlıdır (bkz. Bölüm 6) ve bu nedenle başkalarının ihtiyaçlarını dikkate almazlar. Bu olmadan ilişkiler dengesiz ve karşılıklılıktan yoksun olur. Vericiler daha empatik olabilir ama aynı zamanda ilişkiyi dengeli kılan şeyin ne olduğu konusunda da bir şeyleri gözden kaçırıyorlar. Her iki taraf da alıp verebildiğinde ilişkiler karşılıklıdır (Beebe ve Lachman, 1988; Winnicott, 1989). Bu iki yönlü bir yoldur.

    İlişki kalıplarındaki değişkenlik

    “İdeal” bir ilişkinin iyi bir tanımı mevcut değildir. Klinik uygulamada, ideal olduğunu düşündüğümüz şeye uymasalar da işe yarayan çeşitli ilişkilerle karşılaşırız. Tüm işlev alanlarının olduğu gibi, insanların da güçlü oldukları ve zorluk yaşadıkları alanlar olabilir. Örneğin, bir kişi arkadaşlarıyla duygusal yakınlık kurabiliyorken, romantik partnerleriyle bunu yapamıyor olabilir. Başka bir kişinin partneriyle çok güvenli bir ilişkisi olabilir ancak cinsel yakınlığı olmayabilir. Son olarak, insanlar ilişkilerinin bazı yönlerinde güçlü yanlara sahipken diğer yönlerde zorluk yaşayabilirler. Örneğin, birlikte yaşayan ve birbirini önemseyen iki kişi güvenlik ve karşılıklılığa sahip olabilir, ancak birbirlerine özel hiçbir şey söylemedikleri için yakınlıktan yoksun olabilirler. İlişki kalıplarındaki bu değişkenliği yargılamadan açıklığa kavuşturmak [netleştirmek], bu kritik işlev alanının anlaşılmasına yardımcı olur.

    İlişkilerle ilgili bilgi edinme: açılış soruları, ardından hikayeler

    Hastalardan bize hayatlarındaki insanlar hakkında bilgi vermelerini istemek, bu önemli işlev alanı hakkında en fazla şeyi öğrenmemize yardımcı olacaktır. Bu kişilerin adlarını sorarak ve onlara bu adlarla hitap ederek, onlara hayat verebiliriz. Bu kişilerle ilgili hikayeler istemek, onlar ve hastalarımızın onlarla ilişkileri hakkında en fazla bilgiyi ortaya çıkaracaktır. İşte bunu nasıl kolaylaştırabileceğinize dair birkaç örnek:

    Bana büyükanneniz hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz? Bana onunla olan ilişkinizde gerçekten hatırladığınız bir anı anlatın.

    Yani Ted dünyada en çok güvendiğiniz kişidir. Bana gerçekten yardımınıza koştuğu bir zamanı anlatabilir misiniz?

    Tedavi derinleştikçe hastalarımızın bizimle -terapist- ilişkilerini sormak onların bu alandaki örüntülerini de aydınlatacaktır.

    Güven hakkında bilgi edinme

    Kişilerarası güven

    Kişilerarası güven hakkında bilgi edinmek için şunları sorarak başlayabilirsiniz:

    Hayatınızda en çok kime güvenirsiniz? Bana bu kişiden ve onunla olan ilişkinizden bahsedin.

    Acil bir durumda bu kişinin size yardım edeceğini düşünüyor musunuz?

    Bu kişinin sizi gerçekten önemsediğini mi düşünüyorsunuz?

    Size yardım edebileceğimi düşünüyor musunuz?

    Yaygın güven

    Yaygın güven hakkında bilgi edinmek için şunları sorarak başlayabilirsiniz:

    Genel olarak insanların sizi kollayacağını mı düşünüyorsunuz?

    Genel olarak insanların güvenilir olduğunu düşünüyor musunuz?

    Başkalarının size adil davranacağını mı düşünüyorsunuz?

    Kişinin kendilik ve ötekiler algısıyla ilgili bilgi edinme

    Birinin kendilik ve ötekilerle ilgili algısını öğrenmek için şu soruyu sorarak başlayabilirsiniz:

    Bana sizin için önemli olan birinden bahsedin. Nasıllar?

    Eğer bu çok iki boyutlu (yüzeysel) bir cevaba yol açıyorsa, şunu sorarak devam edin:

    Hep mi böyleler? Kulağa harika/korkunç geliyor ama herhangi bir kusuru/iyi özelliği var mı?

    İnsanların kendilerini nasıl gördüklerini sormak yanıltıcı olabilir; “Bilmiyorum” ile yetinmeyin. Şunun gibi sorular faydalı olabilir:

    Başkalarının sizi nasıl gördüğünü düşünüyorsunuz?

    Başkalarının sizi temelde aynı kişi olarak mı yoksa zaman içinde çok değişken bir kişi olarak mı gördüğünü düşünüyorsunuz?

    Ayrıca aşağıdaki gibi sorular sorarak bir kişinin zihinselleştirme kapasitesi hakkında fikir sahibi olmak isteyeceksiniz:

    Bana bir yakınınızın sizinle aynı fikirde olmadığı bir zamanı anlatın. Sizce neden böyle hissettiler?

    Güvenlikle ilgili bilgi edinme

    Aşağıdaki sorular hastanızın ilişkilerdeki güvenlik kalıplarını tanımlamanıza yardımcı olacaktır:

    Yalnız kaldığınızda nasıl hissediyorsunuz? Bu sizi gergin veya panik hissettiriyor mu?

    Sevdikleriniz yanınızda olmadığında bile ilişkileriniz konusunda kendinize güvenebiliyor musunuz?

    Sık sık yalnız kalacağınızdan endişeleniyor musunuz?

    Yakın arkadaşlarınız var mı? Kaç yakın arkadaşınız var ve ne kadar süredir hayatınızdalar?

    Eski arkadaşlarınızla iletişim halinde kalma eğiliminde misiniz?

    Flört eder misiniz? Eğer öyleyse, ilişkileriniz genel olarak ne kadar sürüyor?

    İlişkilere yavaş mı yoksa hızlı mı başlama eğilimindesiniz?

    Yakın hissettiğiniz insanların sizi terk edeceğinden endişeleniyor musunuz?

    Üzgün olduğunuzda başkaları sizi sakinleştirebilir mi?

    Yakınlıkla ilgili bilgi edinme

    Duygusal yakınlık hakkında bilgi edinmek için şunları sorarak başlayabilirsiniz:

    Arkadaşlarınızın/partnerlerinizin onlarla birlikteliğinizi nasıl tanımlayacağını düşünüyorsunuz?

    Kendinizi duygusal açıdan nispeten açık biri olarak tanımlar mısınız?

    Bana, pek de gurur duymadığınız bir yönünüzü biriyle paylaştığınız bir zamanı anlatabilir misiniz?

    Neredeyse her şeyi anlatabileceğinizi düşündüğünüz biri var mı?

    İnsanlar yakınlaşmaya çalıştıklarında onları uzaklaştırma eğiliminde misiniz?

    Genellikle bir ilişkinin erken dönemlerinde seksle daha mı çok ilgilenirsiniz? İlişki sonra mı gelir?

    Seks sırasında partnerinize ne kadar yakın hissediyorsunuz?

    Partnerinizle seks yapmak sizi ona daha yakın mı yoksa daha uzak mı hissettiriyor?

    İlişkilerde karşılıklılıkla ilgili bilgi edinme

    Karşılıklılık vermeyi ve almayı içerdiğinden, aşağıdaki gibi sorular sorabilirsiniz:

    Eşinizin/arkadaşınızın/ebeveyninizin size ihtiyacınız olanı verdiğini düşünüyor musunuz?Değilse, eksik olan ne?

    Partnerinizin/arkadaşınızın/ebeveyninizin sizden istediklerini [ihtiyaçları olanı] aldığını düşünüyor musunuz?

    İlişkileri tanımlama

    Şimdi ilişki kalıplarını nasıl tanımladığımıza bakalım:

    30 yaşında bir erkek olan Jorge, “kadınlar konusunda” yardım istediğini söyleyerek anlatıyor. Birkaç randevuyu kaçırdığı için tedaviye başlamakta zorluk çekiyor ve ardından terapist ona kaçırılan seanslar için ücret aldığını hatırlatınca üzülüyor. Seanslar başladığında, ordudan ayrıldığından beri hem arkadaşlarıyla hem de sevgilileriyle çok az ilişkisi olduğunu bildirdi. “Çıktığım kadınlar ilk başta harika görünüyorlar; birlikte epeyce zaman geçiriyoruz ve sonra çok muhtaç hale geliyorlar.” Terapistten uzaklaşarak şöyle diyor: “Size şunu söylemeliyim ki, lisede kız arkadaşlarım vardı ama bir fahişeyle seks yapana kadar bakirdim.” Ailesi sorulduğunda şöyle diyor: “Annem ve babam harikalar -birbirlerinden nefret ediyorlar ve uzun zaman önce boşandılar- ama her hafta ikisiyle de konuşuyorum.” Yakın arkadaşları olmadığı için hafta sonlarının çoğunu yalnız başına, gitar çalarak ve kitap okuyarak geçiriyor.

    Jorge’nin ilişkilerini şu şekilde TANIMLAYABİLİRİZ:

    Jorge başkalarıyla olan ilişkilerinde önemli zorluklar yaşıyor gibi görünüyor. Özellikle hem arkadaşlarıyla hem de romantik partnerleriyle yakınlaşma konusunda zorluk yaşıyor. Yoğun aşık olma ve kız arkadaşlarının “muhtaçlıklarından” hızla rahatsız olma modeli, onun yüzeysel bir benlik/kendilik ve öteki duygusuna sahip olduğunu ve karşılıklılık kapasitesinden yoksun olduğunu gösteriyor. Terapistin ücretleri ve kaçırılan seanslar için ücret alma politikası hakkındaki erken şüphesi, güven konusunda zorluk yaşayabileceğini gösteriyor.

    İlişkileri AÇIKLAMAK için değişkenler

    • Güven
    • Kendilik/benlik ve öteki duygusu
    • Güvenlik
    • Yakınlık
    • Karşılıklılık/mütekabiliyet

    Önerilen etkinlik

    AJ’in ilişki kalıplarını nasıl tanımlarsınız?

    AJ, 40 yıllık partneri yakın zamanda ölen 68 yaşında bir trans erkektir. Onu “hayatımın aşkı” olarak tanımlıyor ve her bakımdan birbirlerine sahip çıktıklarını söylüyor ve ekliyor: “Neredeyse aynı kişiymişiz gibi.” Çocukları yoktu ve çok az arkadaşları vardı. Artık çok yalnızdır. Nasıl arkadaş edineceğini bilmediğini ve bazen günlerce kimseyi görmediğini söylüyor.

    Yorum

    Güçlü Yönler: AJ’nin ilişkisinin uzunluğu ve 40 yıllık partnerine hissettiği yakınlık (closeness), bu ilişkiye olan derin güvenini (trustve emniyetini (trustgösteriyor. Ayrıca ilişkiyi oldukça karşılıklı olarak tanımlıyor.

    Zorluklar: AJ’in partneriyle ilişkisinin yoğunluğu olumlu olsa da kendisi için sorun yaratabilir. Kendilik ve öteki algısı, partneriyle o kadar bütünleşmişti ki, onsuz kendini kaybolmuş hissediyordu. AJ’in arkadaş edinmekte zorlanması yakınlaşma konusunda zorluk yaşayabileceğini gösteriyor.

    Referanslar
    1. Auchincloss, E. L., & Samberg, E. (2012). Psychoanalytic terms and concepts. Yale University Press.
    2. Beebe, B., & Lachman, F. M. (1988). The contribution of mother-infant mutual influence to the origins of self and object representation. Psychoanalytic Psychology, 5, 305–337.
    3. Benedek, T. (1959). Parenthood as a developmental phase—A contribution to the libido theory. Journal of the American Psychoanalytic Association, 7, 389–417.
    4. Bowlby, J. (1958). The nature of the child’s tie to his mother. International Journal of
      Psychoanalysis, 39, 350–373.
    5. Erikson, E. (1993). Childhood and society. Basic Books.
    6. Fairbairn, W. R. D. (1952). Psychoanalytic studies of the personality. Tavistock Publications Limited.
    7. Fonagy, P. (1991). Thinking about thinking: Some clinical and theoretical considerations. International Journal of Psychoanalysis, 72, 639–656.
    8. Fonagy, P. (2001). Attachment theory and psychoanalysis. Other Press.
    9. Greenberg, J. R., & Mitchell, S. A. (1983). Object relations in psychoanalytic theory. Harvard University Press.
    10. Klein, M. (1946). Notes on some schizoid mechanisms. International Journal of Psychoanalysis, 27, 99–110.
    11. Mahler, M. S. (1972). On the first three subphases of the separation-individuation
      process. International Journal of Psychoanalysis, 53, 333–338.
    12. Mitchell, S. A. (1988). Relational concepts in psychoanalysis. Harvard University Press.
    13. Slade, A. (2000). The development and organization of attachment: Implications for
      psychoanalysis. Journal of the American Psychoanalytic Association, 48, 1147–1174. https://doi.org/10.1177/00030651000480042301
    14. Slade, A. (2008). Attachment theory and research: Implications for the theory and practice of individual psychotherapy with adults. In J. Cassidy & P. R. Shaver (Eds.), Handbook of attachment: Theory, research and clinical applications (pp. 762–782). Guilford Press.
    15. Smith, S. S. (2010). Race and trust. Annual Review of Sociology, 36, 453–475.
    16. Stern, D. N. (1985). The interpersonal world of the infant. Basic Books.
    17. Winnicott, D. W. (1958). The capacity to be alone. International Journal of Psychoanalysis, 39, 411–420.
    18. Winnicott, W. (1989). The mother-infant experience of mutuality. In D. W. Winnicott, C. Winnicott, R. Shepherd, et al. (Eds.), Psychoanalytic explorations (pp. 251–261). Harvard University Press.
    19. Yamigishi, T. (2001). Trust as a form of social intelligence. In K. S. Cook (Ed.), Trust in society (pp. 121–147). Russell Sage Foundation.
  • Kendilik (6)

    Anahtar kavramlar

    Yetişkinliğimize kadar, kendimizi deneyimlemenin karakteristik kalıplarını geliştirmiş oluruz. Bu kalıpları aşağıdaki değişkenleri kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Kendilik algısı (Self-perception)
      • Kimlik (Identity)
      • Kendilikle ilgili fanteziler (Fantasies about the self)
    • Aşağıdakileri içeren kendilik değeri/öz-değer (Self-esteem) düzenlemesi:
      • Kendilik değeri tehditlerine karşı savunmasızlık (Vulnerability to self-esteem threats)
      • Kendilik değerini düzenlemeye yardımcı olmak için başkalarını kullanmak (Use of others to help regulate self-esteem)
      • Kendilik değeri tehditlerine karşı içsel yanıt (Internal response to self-esteem threats)
      • Kendilik değeri üzerindeki dışsal etkiler (External effects on self-esteem)

    Başarısız sınavlar, ayrılıklar, iş kaybı, ayrımcılık, zorbalık, tıbbi hastalıklar -hayat, kim olduğumuza dair algımızı ve kendimiz hakkında iyi hissetme yeteneğimizi tehdit eden deneyimlerle doludur. Neden bazı insanlar bu durumlarla kendilik değerlerini (self-esteem) kaybetmeden başa çıkarken bazıları perişan oluyor? Bununla ilgili hipotezler oluşturabilmek için insanların kendilik duyumu (sense of self) deneyimlemelerinin karakteristik yollarını tanımlayabilmemiz gerekir (Kohut, 1977).

    Alanı tanımlama: Kendilik

    Psikolojik veya tıbbi geçmişi olan kişiler hakkında “tanımlayıcı bilgiler” yazdığımızda, genellikle yaşları, cinsiyetleri, cinsel kimlikleri, ilişki durumları, ırksal/kültürel grupları ve istihdamları gibi onlar hakkındaki belirli şeyleri özetleyen bir cümleyle başlarız. Ancak insanların kendilik deneyimlerini (self-experience) psikodinamik bir formülasyonla düşündüğümüzde, yalnızca demografik özelliklerini değil aynı zamanda kendileri hakkındaki bilinçli ve bilinçsiz düşüncelerini ve duygularını da dikkate almalıyız.

    Kendilikle ilgili kalıpları açıklamaya yönelik değişkenler

    Bir kişinin kendilik deneyimini iki ana değişkeni kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Kendilik algısı
    • Kendilik değeri/öz-değer regülasyonu

    Kendilik algısı

    Başkalarıyla ilişkiler kurmaktan iş ve oyun için ne yapacağımızı seçmeye kadar hayatta yaptığımız her şey kendimiz hakkında nasıl düşündüğümüzle ilgilidir; bu bizim kendilik algımızdır. Ne yapabileceğimiz ve ne yapmaktan hoşlandığımız konusunda gerçekçi bir fikre sahip olmak, bize tatmin ve zevk veren ilişkileri ve etkinlikleri seçmemize ve zorluklarla karşılaştığımızda bile kendimizle ilgili iyi hisleri korumamıza yardımcı olur. Bu nedenle kendilik deneyimimiz, işleyiş şeklimizin (function) merkezinde yer alır.

    Kendilik algısını açıklamaya yönelik değişkenler

    Kendilik algısını iki değişken kullanarak tanımlayabiliriz:

    • Kimlik
    • Kendilikle ilgili fanteziler

    Kimlik

    Kimlik, özellikle kişinin kendisini çevreleyen kültürle ilişkisini içeren kendilik algısının bir parçasıdır (Auchincloss ve Samberg, 2012). Bireysel kimliklerimiz (yani, benzersiz olduğumuza dair algımız), grup kimliklerimiz (başkalarıyla ilişkili olarak kendimize dair algımız) ve evrensel kimliklerimiz (yani insan ırkının bir parçası olarak kendimize dair algımız) var (Sue et al. diğerleri, 2019). Grup kimlikleri ırk ve etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik, din, yaş, yetenekler ve engellilikler ve meslek gibi değişkenlere dayanmaktadır. Gruplara ait olma duygumuz, paylaşılan değerlere, görülme/fark edilme yollarımıza ve/veya ortak deneyimlere dayanabilir. Grup kimlikleri zaman içinde dalgalanabilir ve gelişebilir, yaşamlarımız boyunca farklı düzeylerde öneme sahip olabilir ve başkaları tarafından görülebilecek farklılıkları içerdiğinde zihnimizde daha ön sıralarda yer alır. Yetişkinlerin zaman içinde ve farklı durumlarda kendilerinin farklı kısımlarına kolaylıkla erişme yetenekleri farklılık gösterir (Bromberg, 1998). Örneğin, çocukları olduğunda ev dışındaki işlerini bırakan iki kişiyi düşünün. Biri, “Müzik öğretmeni olarak işimi özlesem de kızıma müzikten keyif almayı öğreteceğim için heyecanlıyım.” diyor, diğeri ise “Çalışmayı bıraktığımdan beri kendimi kaybolmuş hissediyorum ve kim olduğumu bilmiyorum…” Birinci kişi hem ebeveyn kimliğinin tadını çıkarırken hem de profesyonel kimliğini koruyabilir, ancak ikincisi bunu yapamaz. Aynı anda birden fazla kimliğe erişme yeteneği, insanların zaman içinde hayatları değiştikçe kendilerini bütün ve tatmin olmuş hissetmelerine yardımcı olabilir.

    Kendilikle ilgili fanteziler

    Yaşamın her aşamasında, kendilik hakkındaki fanteziler nasıl yaşadığımızı yapılandıran anlatılardır; örneğin, bir öğrenci iyi yaptığı bir ödev için öğretmeni tarafından övüldüğünü hayal eder, bir genç hoşlandığı biriyle randevuya çıkacağını hayal eder, bilim adamı Nobel Ödülü kazandığını hayal eder, emekli bir kişi ise sevilen bir büyükanne veya büyükbaba olmayı hayal eder. Bu fanteziler bize rahatlık, hedefler ve kaçışlar sağlayabilir (Blos, 1972; Freud, 1914/1966) ve aynı zamanda ilerlememize, çabalamamıza ve başarmamıza da yardımcı olabilir. Kendimiz hakkında, yeteneklerimize ve sınırlılıklarımıza tam olarak uyum sağlayan fantezilere sahip olanlarımızın, yeteneklerimizle uyumlu olmayan kişisel hedeflere bağlı kalanlarımızdan daha iyi hissetme olasılıkları daha yüksektir (Kohut ve Wolff, 1978).

    Kendimizle ilgili hem bilinçli hem de bilinçsiz fantezilerimiz (fantasy) vardır. Hastalar bize bilinçli fantezilerini anlatabilse de, biz onların bilinçdışı fantezilerini başka yollardan da öğrenmeliyiz -örneğin rüyaları dinleyerek ve davranışları fark ederek. Örneğin, bir gelinin evli olmayan kız kardeşinin şöyle dediğini düşünün: “Düğünden sonra neden üzüldüğümü bilmiyorum. Asla evlenmek istemedim ve en iyi kadehi ben kaldırdım [gave the best toast]. Kendini bilinçli olarak daimi nedime olarak deneyimlese de, kız kardeşinin düğününden sonraki duyguları ve “gösteriyi çalma (stolen the show) [ilgiyi üzerine çekme]” arzusu gibi görünen duyguları, kendisinin de bir gelin olarak merkezde yer alma konusunda bilinçdışı fantezileri olabileceğini gösteriyor.

    Kendilik değeri regülasyonu

    Değer (esteem) saygı (respect) ya da hayranlıktır (admiration), dolayısıyla kendilik değeri kendimize duyduğumuz saygı ya da hayranlıktır. Kendimiz veya başkaları tarafından değerli olduğumuzu hissederek veya hayran olduğumuz kişilere bağlı hissederek kendilik değerimizi geliştiririz. Çoğumuz hayata yeteneklerimizin heyecanıyla başlarız; bebeklerin ilk kelimelerini söylediklerinde veya ilk adımlarını attıklarında yüzlerinde oluşan sevinci düşünün. Ancak yaşam boyunca başımıza gelen her şeye rağmen kendilik değerimizi korumak bazen sonu olmayan bir engelli parkur gibi gelebilir. Hayal kırıklıkları ya da küçümsemelerden sonra kendini toparlama becerisine kendilik değeri düzenlemesi (self-esteem regulation) denir ve insanların dünyadaki işleyişinin önemli bir parçasıdır (Reich, 1960; Sandler ve diğerleri, 1963).

    Kendilik değeri regülasyonu açıklayan değişkenler

    Kişinin kendisiyle ilgili iyi duygularını tehlikeye atan her şey, kendilik değeri tehdididir (bazen narsisistik yaralanma (narcissistic injury) olarak da adlandırılır) (Kohut, 1972). İnsanların kendilik değeri tehditlerini algılama ve bunlara tepki verme biçimleri farklılık gösterdiğinden, kendilik değeri düzenlemesinin bireysel kalıplarını tanımlamak için aşağıdaki değişkenleri kullanabiliriz:

    • Kendilik değeri tehditlerine karşı savunmasızlık
    • Kendilik değeri tehditlerine karşı içsel tepki/karşılık
    • Kendilik değerini düzenlemeye yardımcı olmak için başkalarını kullanmak
    • Kendilik değeri üzerindeki dışsal etkilere verilen tepki/karşılık

    Kendilik değeri tehditlerine karşı savunmasızlık

    Bazı insanlar, ciddi tıbbi hastalıklar veya iş kaybı gibi büyük duygusal yaralanmalar karşısında olumlu benlik saygılarını (positive self-regard) koruyabilirken, bazıları da birisi onlara yanlış açıdan baktığında yıkılır. Bir bireyin kendilik değeri tehditlerine karşı savunmasızlığı duruma göre değişebilir. Örneğin, bir kişi iş yerindeki insanlardan gelen eleştirileri kaldırabilir ancak partnerinden gelen eleştirilere karşı çok duyarlı olabilir.

    Kendilik değeri kırılganlığı, genellikle birinin başkalarıyla karşılaştırılmaya verdiği tepkide açıkça görülür. Bazılarımız, başkalarında olan bir şeyin eksikliğini hissettiğimizde kendimizle ilgili iyi hisleri sürdürmekte zorluk çekmezken, bazılarımız bunu katlanılmaz bulur. İnsanlar bu duruma tahammül edemeyip başkalarının sahip olduklarını yok etme ihtiyacı duyduklarında hasetli (envious) olduklarını söyleriz; eğer sadece başkalarıyla eşit olmak istiyorlarsa kıskanç (jealous) olduklarını söyleriz (Neubauer, 1982). Bir partide tanıdıklarının kıyafetine hayran olan iki kişiyi düşünün; biri toplanmış bir gruba “cafcaflı” diyerek alay ederken diğeri, elbiseyi, daha sonra satın almak üzere aklının bir köşesine not ediyor. Haset (envy) yok etme isteğine, kıskançlık (jealousy) ise taklit etme isteğine yol açar.

    Kendilik değeri tehditlerine karşı içsel tepki/karşılık

    İnsanlar benlik duygularına (sense of self) yönelik bir tehditle karşılaştıklarında, kendilerine olan güveni artırmaya yardımcı olacak şekilde tepki verirler. Tüm bu süreç bilinçsizce gerçekleşebilir. Kendileriyle ilgili iyi duyguları sürdürmek için kullandıkları mekanizmalar çocuklukta gelişmeye başlar ve yetişkinliğe gelindiğinde oldukça istikrarlı kalıplar/örüntüler halinde birleşir.

    Kendilik değeri tehditlerine verilen tepkiler, kişinin benlik duygusunu şişirmeyi veya söndürmeyi içerebilir. Büyüklenmecilik/görkemlilik/kendini beğenmişlik (grandiosity), insanları kısıtlılıklarıyla yüzleşmenin acısından koruyan devasa ve yersiz bir aşırı güvendir. Büyüklenmeciliğe güvenen insanlar genellikle narsisistik (narcissistic) olarak tanımlanır (Kernberg, 1970). Başarısızlıklarını dışsallaştırma, öfkelenme, talepkar olma ve başkalarını küçümseme eğilimindedirler. Bunun kendilerine olan saygıyı korumalarını sağlasa da, çoğu zaman başkalarıyla olan ilişkilerine zarar verdiğinin farkında değiller. Örneğin senaryo yazma konusunda hiçbir deneyimi olmayan birinin şöyle dediğini düşünün: “Günümüzde yazarların çoğu bilgisayar korsanı. Ayrıca sektörden önemli birinin ismi elimde -sadece bir telefon görüşmesiyle içeriden gerekli bilgileri alabilirim.” Birinin kendilik değerini şişirmesi, güvensizliğini dengelemeye yardımcı olabilir, ancak bu, başkalarının onunla ilgili iyi düşünmeleri pahasına gerçekleşebilir.

    Buna karşılık, kişinin kendilik değerini düşürmesi (deflation) -özsaygı tehditlerine verilen başka bir tepki- kendini küçümsemeye (self-deprecation) ve mazoşizme (masochism) yol açar (Cooper, 1988). Kendileriyle ilgili iyi özellikleri düşünemeyecek şekilde tepki veren insanlar, çoğunlukla kendilerini sabote eder ve kendi ihtiyaçlarını inkar ederler. Örneğin yetenekli bir yazar, bir yazma ödevinden “A” aldığında şöyle düşünebilir: “Profesör bana acıyor. Asla başaramayacağım.” Başarısızlık karşısında, hem büyüklenmeci hem de mazoşist stratejiler sıklıkla depresyona ve hatta intihar riskine yol açar.

    Kendilik değerini yeniden kazanmanın diğer yolları arasında daha fazla veya daha az rekabetçi olmak (becoming more or less competitive) yer alır. Bu tepkiler, kişinin genel fonksiyon yeteneğini etkileyebilir ve zorluklara ve sıkıntıya neden olabilir. Bir üniversite takımının oyuncusu, tenis kortunda o kadar rekabetçi hale gelebilir ki diğerleri onunla oynamaktan kaçınabilirken, kaygı, küçük işletme sahibinin son teslim tarihlerini unutmasına ve potansiyel sözleşmeleri kaybetmesine neden olabilir. Bir kişi güvensizlikle daha rekabetçi hale gelerek başa çıkarken, diğeri benzer duygularla kenarda kalarak baş eder. Kendilik değeri tehditlerine karşı en yararlı yanıtlar esnek olma (flexible) eğilimindedir. Mizah, yüceltme ve fedakarlık, insanların diğer işlevlerden veya ilişkilerden ödün vermeden kendilerine ilişkin iyi duyguları yeniden kazanmalarına yardımcı olur. Örneğin, ölmekte olan bir ebeveyne bakmak için yüksek öğrenim hayalinden vazgeçmek zorunda kalan ve şimdi kardeşinin üniversiteyi bitirmesine yardım edebildiği için gurur duyan bir kişiyi ele alalım. Bu durumda fedakarlık, hayal kırıklığıyla başa çıkmanın yararlı bir yoludur.

    Kendilik değerini düzenlemeye yardımcı olmak için başkalarını kullanma

    Hepimiz sevdiğimiz insanların hayranlığını isteriz. Hiçbir şey, iyi yapılmış bir iş için “harika iş!” sözünü duymak kadar güzel olamaz. Uygun miktarlarda verildiğinde hayranlık, kendilik değerinin gelişmesinde merkezi bir öneme sahiptir (bkz. Bölüm 17). Ancak bazı insanlar kendilik değerini yönetmek için başkalarının sürekli ilgisine, övgüsüne ve onayına ihtiyaç duyarlar. İltifat peşinde koşarlar, tekrar tekrar onay isterler ve kendilerini ilgi odağı haline getirirler; çoğu zaman ailelerini ve arkadaşlarını sürekli talepleriyle tüketecek derecededirler. Bu insanlar kendilik değerini düzenlemek için başkalarının katkılarına ihtiyaç duyarlar. Hatta diğer insanlar yalnızca kendilerine olan saygılarını artırmak için varlarmış gibi davranabilirler, bu da empati (emphaty) eksikliğinin göstergesidir (bkz. Bölüm 5) (MacKinnon ve diğerleri, 2006).

    Diğerlerinin, bununla birlikte, tavsiye almalarına, bunu metabolize etmelerine ve kendi kararlarını vermelerine olanak tanıyan kendilik değeri düzenleme stratejileri vardır. Başarılarından keyif alır ve gurur duyarlar; ayrıca kendilerini daha iyi hissetmeleri için başkalarına etkili bir şekilde güvenebilirler.

    Kendilik değeri üzerindeki dışsal etkilere verilen tepki/karşılık

    Beyaz, heteronormatif ve cinsiyete uygun normları destekleyen bir toplumda yaşamak, bu değerlerle aynı çizgide değilsek, o toplumdaki yerimizi ve değerimizi sorgulamamıza neden olabilir. Irkçılığın, ön yargının veya günlük adaletsizliklerin hedefi olmak, farklılıklarımızı daha az değerli gören toplumsal mesajları özümsememize neden olabilir ve bu, kendimize bir saldırı olarak deneyimlenebilir. (Irkın benlik üzerindeki etkisi 16. ve 20. Bölümlerde daha ayrıntılı tartışılmaktadır.) Ötekileştirilmiş grupların bazı üyeleri, ayrımcılığa veya baskıya maruz kalmaya, kendilerine veya diğer dezavantajlı gruplara karşı nefret besleyerek karşılık verebilirler -bu bazen yanal/lateral şiddet (lateral violence) olarak da adlandırılır (Maracle, 1996).

    Diğer bir tepki ise taklittir (mimicry) (Eng & Han, 2000; Fanon, 1952/1967). Bu, üstü kapalı olarak, kendilerine atanan ırksal rolleri benimseyen veya kendi değerleri yerine Beyaz değerleriyle uyum sağlamaya [onlara uymaya] çalışan BIPOC’larda görülür [bipoc (black, indigenous, and people of color (Beyaz ırk dışındaki ırklar)]. Nihai sonuç, sahte bir kendiliğe (false self) benzetilen bir sahtekarlık duygusu olabilir. (Eng ve Han, 2000; Winnicott, 1965). Sahte kendilik, diğer insanlarla ve dünyayla uyum veya pasiflik yoluyla ilişki kurmanın bir yoludur. Bu, kişinin daha özgün, gizli bir deneyimini açığa vurma zorunluluğuna karşı koruma sağlar [sözde gerçek kendilik (the so-called true self)]. 16 ve 20. bölümlerde anlatıldığı gibi, bu tepkiler mutlaka patolojik olmayabilir ve ırk, cinsiyet, din, cinsel yönelim, cinsiyet ifadesi veya engellilik nedeniyle dezavantajlı duruma düştüğümüzde kendimizi korumaya yönelik olabilir.

    Pek çok yazar (DuBois, 1897; Erikson, 1968; Harris, 2012; Hong, 2020; Yi, 2014), BİPOC olanlarımızın, sistemik baskıya gurur ve aidiyet duygularıyla nasıl karşılık verebileceğimizi anlattı. Ek olarak, dışlanmış gruplardan olanlarımız kendimizden ziyade baskı sistemlerini sorgulayabilir ve dirençle, haklı/meşru kızgınlıkla ve öfkeyle karşılık verebiliriz.

    Kendilikle ilgili kalıpları öğrenmek: açılış soruları, ardından hikayeler

    Kendimiz hakkında konuşmak bizim için genellikle zordur, özellikle de hayatımızın bizi zayıf hissettiren yönlerini tartışırken. Hastalarımıza kendilik algısı ve kendilik değeri hakkında soru sorduğumuzda bunu aklımızda tutabiliriz. Aşağıdaki önerilen sorular, aktif olarak dinlememize ve bu önemli işlev alanı hakkında hassas bir şekilde soru sormamıza yardımcı olabilir. Açılış sorularıyla başlamak ve hikaye talepleriyle devam etmek, insanların bilinçli ve bilinçsiz olarak kendileri hakkında ne düşündükleri hakkında en fazla bilgiyi edinmemize yardımcı olur.

    Kimlik de dahil olmak üzere kendilik algısıyla ilgili bilgi edinmek

    Bazen kimlik ve fantezilerle ilgili doğrudan sorular yardımcı olabilir. Örneğin:

    • Güçlü yönlerinize ve zorluklarınıza ilişkin algınızın ne kadar doğru olduğunu düşünüyorsunuz? Başkaları bu konuda ne diyor? Yapabileceğinizi düşündüğünüzden daha fazlasını yapabileceğinizi mi düşünüyorlar?
    • Gerçekte yapabildiğiniz şeyleri yapamayacağınızı mı düşünüyorsunuz, yoksa tam tersi mi?
    • İnsanlar sizi, kendilerinin kim olduğunu bilen biri olarak mı tanımlar?
    • Hangi gruplarla özdeşleştiğinizi hissediyorsunuz? Bu hayatınız boyunca tutarlı mıydı?

    Kendilik değeri regülasyonuyla ilgili bilgi edinmek

    Kendilik değeri kırılganlığıyla ilgili bilgi edinmek

    Haset, kıskançlık ve kendilik değerinin kırılganlığı hakkında doğrudan sorular sormak, insanları kaygılı ve savunmacı hale getirebilir. Bunun yerine, bu alan hakkında bilgi edinmek için yaygın durumlarla ilgili sorular sormayı deneyin:

    • Sizden daha zengin/daha başarılı/daha eğitimli görünen bir grup insanın içinde olduğunuzda nasıl hissedersiniz?
    • Bana gerçekten istediğiniz bir şeyi elde edemediğiniz bir zamanı anlatın. Bu size nasıl hissettirdi?
    • Bir arkadaşınız sizin yapamadığınız bir şeyi başardığında nasıl hissedersiniz?
    • Tüm insanların kendilerini pek de iyi hissetmemelerine neden olan şeyler vardır. Ne tür şeyler size böyle hissettiriyor?

    Kendilik değeri tehditlerine karşı içsel tepkilerle ilgili bilgi edinmek

    Hayal kırıklıklarına veya başarısızlıklara gönderme yapan hikayeleri dinleyin ve kişinin tepkisini öğrenmenize yardımcı olacak sorular sorun. Örneğin:

    • Etrafınızdaki diğer kişilerin beceriksiz olduğunu hissetme eğiliminde misiniz?
    • Genel olarak kendinizi ortamdaki/odadaki en zeki/en az zeki kişi gibi mi hissedersiniz?
    • İnsanların sizi rekabetçi biri olarak tanımlama eğiliminde olduğunu düşünüyor musunuz?
    • İstediğiniz bir şeyi elde etme konusunda genel olarak nasıl davranırsınız?

    Kendilik değeri üzerindeki dış etkilerle ilgili bilgi edinmek

    Toplumun kişinin benlik duygusu üzerindeki etkileriyle ilgili hikayeler sorun:

    • Bana gerçekten ait olduğunuzu hissettiğiniz bir yerden bahseder misiniz? Gerçekten ait olmadığınızı düşündüğünüz yerler var mı? Her birinde nasıl hissediyorsunuz?
    • Sizinle ilgili, kontrolünüz dışında görünen şeyler yüzünden, başkalarının sizi kötü hissettirdiği bir zamanı bana anlatabilir misiniz? Nasıl yanıt verdiniz?
    • Ayrımcılığa veya ön yargıya maruz kaldığınızı hissediyor musunuz? Eğer öyleyse, ne şekilde oluyor?

    Kendilik değeri regülasyonu için başkalarının kullanımıyla bilgi edinmek

    Kendilik değerini düzenlemek için başkalarını kullanmayla ilgili hikayeler isteyin:

    • İyi bir iş yaptığınızı nasıl anlarsınız? Bunu başkalarından duymadan hissedebiliyor musunuz?
    • Başkalarının katkısı olmadan karar alabiliyor musunuz?

    Kendilik deneyimini tanımlama

    Şimdi Sam’i ve bu bölümde özetlenen değişkenleri onun kendilikle ilgili örüntülerini tanımlamak için nasıl kullanabileceğimizi ele alalım:

    Sam, 45 yaşında, evli, iki çocuk babası ve orta sınıf (burjuva) ailesini reklamcılıkta çalışarak geçindiren bir adamdır. Çocuklarını ve baba olmayı sevdiğini söylüyor. Durumu şöyle açıklıyor: “Görünüşe göre o terfiyi alamadığımdan beri daha daha sinirli olduğum” için eşim beni terapiye “gönderdi”. Şöyle söylüyor: “Yıllık değerlendirmelerim yeteneklerimin hakkını vermiyor. Benim seviyemdeki çoğu insandan daha iyiyim.” Eleştiriye tahammül etme yeteneği sorulduğunda şöyle diyor: “Ben sakin bir adamım. Dün olduğu gibi -bir adam kasıtlı olarak otoyolda yolumu kesti. Umurumda değil. Sadece o patron… ama yakında o terfiyi alacağım.” Başkalarıyla “harika” ilişkileri olduğunu söylüyor: “Ofisteki çocukların hepsi benim müthiş olduğumu düşünüyor, bana hayranlık duyuyorlar. . . ve yemekli toplantıda harikayım.”

    Kendilikle ilgili örüntülerini şu şekilde TANIMLAYABİLİRİZ:

    Benlik duygusuna ilişkin örüntülerinde Sam’in belirgin zorlukları ve bazı güçlü yönleri vardır. Tekrarlanan olumsuz yıllık incelemelere rağmen terfi edeceğine dair öngörüsünün de gösterdiği gibi, kendilik algısı (self-perception) konusunda problemi/kusuru var. Bu, onun gerçek yetenekleriyle uyumlu olmayan, büyüklenmeci kendilik fantezilerine (fantasy of the self) sahip olabileceğini düşündürmektedir. İlgili bir baba olmaktan gurur duyduğu için ailesiyle ilgili oldukça sağlam bir kimliğe (identity) sahip. Kendilik değeri (self-esteem) konusunda ciddi zorluklar yaşıyor. Sam, otoyolda başka bir sürücü tarafından yolunun kesilmesi gibi küçük kendilik değeri tehditlerine (minor self-esteem threat) tahammül edebilse de, iş yerinde patronu tarafından eleştirilmek gibi daha ciddi tehditlere karşı son derece savunmasızdır. Bu tehditler onun asabi olmasına ve aile üyeleri de dahil olmak üzere başkalarına karşı hoşgörüsüz olmasına yol açar (kendilik değeri tehditlerine karşı içsel yanıt (internal response to self-esteem threat)). O, sıklıkla kendilik değeri regülasyonu için başkalarını kullanıyor (uses others for self-esteem regulation); örneğin akşam yemeğinde sıklıkla yalnızca kendisi ve başarıları hakkında konuşacaktır. Ayrıca kendisinden daha genç ve ona saygı duyan arkadaşları da var ve ara sıra ofiste kendisini çok çekici bulduğuna inandığı genç erkeklerle flört edecek.

    Bu örnekten de görebileceğimiz gibi, kendilik deneyiminin (self-experience), 7. Bölüm’ün konusu olan ilişkiler (relationships) üzerinde de önemli bir etkisi vardır.

    Kendiliği tanımlayan değişkenler

    • Kendilik algısı
      • Kimlik
      • Kendilikle ilgili fanteziler
    • Aşağıdakileri içeren kendilik değeri/öz-değer düzenlemesi
      • Kendilik değeri tehditlerine karşı savunmasızlık
      • Kendilik değerini düzenlemeye yardımcı olmak için başkalarını kullanmak
      • Kendilik değeri tehditlerine karşı içsel yanıt
      • Kendilik değeri üzerindeki dışsal etkiler

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenciler tarafından veya sınıf ortamında yapılabilir.

    Dave’in kendilikle ilgili kalıplarını nasıl tanımlarsınız?

    Orta yaşlı bir adam olan Dave, yıllar boyunca pek çok farklı işte çalışmış, gerçek bir yön duygusu (sense of direction) olmadan işten işe sürüklenmiştir. Bir noktada sanatçı olmak istediğine karar verdi ve maaşlı işini bıraktı, yakındaki bir garajı kiraladı ve resim yapmaya başladı -hiçbir sanat eğitimi almamış olmasına rağmen. Çoğu zaman onların yaşam tarzlarını kıskanmasına rağmen, “popüler/anaakım” kariyerlere “konan” insanları küçümsüyor. “Çok çalışıyorlar ama hayattaki her güzel şeyi elde ediyorlar” diyerek yakınıyor. Karısı ve çocukları onun dolambaçlı yollarında onu takip ettiler -hayal kırıklığına uğradıklarında, onu takdir etmediklerini söylüyor.

    Yorum

    Dave’in, kendilik algısı (self-perception) ve kendilik değeri regülasyonu (self-esteem regulation) konusunda zorluk yaşıyor. Düzensiz kariyer gidişatının da gösterdiği gibi, kimlik duygusu (sense of identity) belirsiz görünüyor. Herhangi bir eğitim almadan veya herhangi bir yetenek belirtisi göstermeden ressam olma girişimi, kendiliğiyle ilgili fantezilerinin (fantasies about himself) gerçekçi yetenekleri ve sınırlamalarıyla tutarlı olmadığını gösteriyor. Başkalarına büyüklük taslayarak ve onları küçümseyerek kendilik değerini regüle ediyor (regulates self-esteem) ve kendilik değeri tehditlerine (self-esteem threats) karşı son derece savunmasızdır. Aile üyelerine yaşattığı zorluklar konusundaki empati eksikliği, kendilik değeri regülasyonuna yardımcı olmak için başkalarını kullandığını (uses others to help regulate his self-esteem) gösteriyor.

    Referanslar
    1. Auchincloss, E.L. & Samberg, E (2012) Psychoanalytic terms and concepts, Yale University Press.
    2. Blos, P. (1972). The function of the ego ideal in adolescence. The Psychoanalytic Study of the Child, 27(1), 93–97. https://doi.org/10.1080/00797308.1972.11822711
    3. Bromberg, P. (1998). Standing in the spaces: Essays on clinical process, trauma, and dissociation. Routledge.
    4. Cooper, A. (1988). The narcissistic-masochistic character. In R. A. Glick & D. I. Meyers
      (Eds.), Masochism: Current psychoanalytic perspectives (pp. 117–138). Analytic Press. Inc.
    5. DuBois, W. E. B. (1897). Strivings of the negro people. The Atlantic Monthly. https://www. theatlantic.com/magazine/archive/1897/08/strivings-of-the-
      negro-people/305446
    6. Eng, D. L., & Han, S. (2000). A dialogue on racial melancholia. Psychoanalytic Dialogues, 10(4), 667–700. https://doi.org/10.1080/10481881009348576
    7. Erikson, E. H. (1968). Identity: youth, and crisis. Norton.
    8. Fanon, F. (1967). Black skin, white masks. Grove Press. (Original work published in 1952).
    9. Freud, S. (1966). On narcissism. In J. Strachey (Ed.), The standard edition of the complete psychological works of Sigmund Freud, volume XIV (1914–1916): On the history of the psycho-analytic movement, papers on metapsychology and other works (pp. 67–102). Hogarth Press. (Original work published in 1914).
    10. Harris, A. (2012). The house of difference, or white silence. Studies in Gender and Sexuality, 13(3), 197–216. https://doi.org/10.1080/15240657.2012.707575
    11. Hong, C. (2020). Minor feelings: An Asian American reckoning. One World.
    12. Kernberg, O. F. (1970). Factors in the psychoanalytic treatment of narcissistic personalities. Journal of the American Psychoanalytic Association, 18(1), 51–85. https://doi.org/10.1177/000306517001800103
    13. Kohut, H. (1972). Thoughts on narcissism and narcissistic rage. The Psychoanalytic Study of the Child, 27(1), 360–400. ttps://doi.org/10.1080/00797308.1972.11822721
    14. Kohut, H. (1977). The restoration of the self. International Universities Press, Inc.
    15. Kohut, H., & Wolff, E. S. (1978). The disorders of the self and their treatment, an outline. International Journal of Psychoanalysis, 59, 413–414.
    16. MacKinnon, R. A., Michels, R., & Buckley, P. (2006). The psychiatric interview in clinical practice. American Psychiatric Association Publishing.
    17. Maracle, L. (1996). I am woman: A native perspective on sociology and feminism. Press Gang Publishers.
    18. Neubauer, P. B. (1982). Rivalry, envy, and jealousy. The Psychoanalytic Study of the Child, 37(1), 121–142. https://doi.org/10.1080/00797308.1982.11823360
    19. Reich, A. (1960). Pathologic forms of self-esteem regulation. The Psychoanalytic Study of the Child, 15(1), 215–232. ttps://doi.org/10.1080/00797308.1960.11822576
    20. Sandler, J., Holder, A., & Meers, D. (1963). The ego ideal and the ideal self. The Psychoanalytic Study of the Child, 18(1), 139–158. https://doi.org/10.1080/00797308.1963.11822927
    21. Sue, D. W., Sue, D., Neville, H. A., & Smith, L. (2019). Counseling the culturally diverse: Theory and practice. John Wiley & Sons, Inc.
    22. Winnicott, D. W. (1965). The maturational processes and the facilitating environment: Studies in the theory of emotional development. International Universities Press.
    23. Yi, K. (2014). Toward formulation of ethnic identity beyond the binary of white oppressor and racial other. Psychoanalytic Psychology, 31(3), 426–434. https://doi.org/10.1037/a0036649
  • Kim Olduğumuz Formülasyonlarımızı Etkiler (5)

    Anahtar kavramlar

    İnsanlar olarak kim olduğumuz, nasıl formüle ettiğimiz de dahil olmak üzere, yürüttüğümüz tedavilerin her yönünü etkiler. Kim olduğumuz, kendimiz hakkında ne hissettiğimizi, topluluklarımızla olan bağlantılarımızı ve genel olarak toplumla olan ilişkimizi kapsar.

    Her hasta-terapist ikilisi benzersizdir ve dolayısıyla her psikodinamik formülasyon birbirinden farklıdır ve birlikte inşa edilmiştir.

    Kendimizi ve bakış açılarımızı ne kadar çok anlarsak, bu bakış açılarının hastalarımıza bakışımızı ve formülasyonlarımızı kavramsallaştırma şeklimizi nasıl şekillendirdiğini o kadar kavrayabiliriz. Bunu yaparken duygularımızı kullanabiliriz.

    Hastalarımızdan farklı olmak formülasyon açısından bazı zorlukları beraberinde getiriyor, tıpkı onlara benzemek gibi. Ötekileştirilmiş gruplardan gelen terapistler, işbirliğine dayalı formülasyon sürecinin bir parçası olarak kimlik veya ırk farklılıkları hakkındaki duyguları hastalarıyla tartışmayı seçebilirler.

    Terapistler olarak hastalarımıza karşı açık ve tarafsız bir duruş sergilemeye çalışırız. Bununla birlikte, formüle etme şeklimiz her zaman terapistler ve insanlar olarak kim olduğumuzun merceğinden süzülür. Ruh sağlığı uzmanları olarak aldığımız eğitim, cinsiyetimiz, ırkımız, cinsel yönelimimiz, cinsel kimliğimiz, yaşımız, cinsiyet ifademiz, dinimiz, yeteneklerimiz ve engelliliklerimiz, kültürümüz, eğitimimiz, sosyoekonomik durumumuz, görünüşümüz, travma öykülerimiz, bireysel psikolojimiz gibi hastalarımız hakkındaki düşüncelerimizi de etkiler. Örneğin, beyaz bir cisgender heteroseksüel [sahip olduğu cinsiyet kimliği doğumda kendisine atanmış cinsiyetle örtüşen heteroseksüel kişi], üst-orta sınıf, erkek terapist, kendisi ile aynı avantajlara sahip olmayan bir hastayı tedavi ederken kendi ayrıcalığı üzerinde düşünme ihtiyacı duyabilir. Her türden ayrıcalıklı deneyimlerimiz, ayrıcalığa sahip olmayan hastalarımızın karşılaşabileceği dezavantajları anlamamızı zorlaştırabilir (Tummala-Narra, 2021).

    Her terapötik çift özgündür

    Bir hasta ve terapist konsültasyon için veya tedaviye başlamak için buluştuğunda, bu iki farklı kişinin buluşması olur. Her insan kendi genetiği ve yaşam öyküsüyle görüşmeye gelir. Hiçbir hasta-terapist eşleşmesi birbirine benzemez. Dolayısıyla her tedavi farklıdır ve işbirliğiyle oluşturulan her psikodinamik formülasyon benzersizdir. Elbette çok farklı yaşam öykülerine sahip iki terapist, bir hastayla ilgili benzer temaları fark edebilir, ancak farklılıklar her zaman bulunacaktır. Örneğin, ikiz olan bir terapistin, aynı zamanda ikiz olan bir hastayı tedavi etmesi, onda hastayla ilgili olarak, ikiz olmayan bir terapistten farklı bir deneyime yol açacaktır -her iki terapistin de, hastanın birinin “biriciği” olma isteğini fark edebilecek olmasına rağmen. Her tedavi yalnızca terapötik çift açısından değil, aynı zamanda terapinin gerçekleştiği tarihsel, sosyal, kültürel ve sistemik bağlamlar açısından da benzersizdir (Bonovitz, 2005). Hastalarımıza dair anlayışımız yaşam deneyimlerimize bağlı olarak zenginleşebilir veya fakirleşebilir. Amaç bireyselliğimizin etkilerini ortadan kaldırmak değildir -ki bu aslında imkansızdır ve yararsızdır. Amaç daha ziyade, bakış açılarımızın mümkün olduğunca farkında olmaktır. Böylece onları, hastalarımızı ve kendimizi anlamak için kullanabiliriz.

    Hastalarımızdan farklı olduğumuzda

    Geçmişleri farklı olan veya bize tanıdık gelmeyen kişilerle terapi yaparken, bilmemekten rahatsızlık duyabilir, farklılıkla ilgili konulardan kaçınabilir ya da hastaların ihtiyacından çok kendi merakımıza hizmet edecek şekilde aşırı meraklı olabiliriz. Bazen hastalarımız hakkında kendi örtük ön yargılarımızı yansıtan bilinçli veya bilinçdışı fikirlerimiz bile olabilir. Ön yargılarımızın ne kadar farkında olursak, hastalarımızın deneyimlerini o kadar anlayabilir ve işbirliği içinde yararlı psikodinamik formülasyonlar yaratabiliriz. Aşağıdakileri göz önünde bulundurun:

    50 yaşında beyaz bir kadın terapist, Amerika Birleşik Devletleri’nde orta sınıf, ağırlıklı olarak beyaz bir toplulukta doğup büyüyen 45 yaşındaki Tayvanlı Amerikalı Christine’i tedavi ediyor. İki yıllık psikoterapileri sürecinde, hasta, ilişkilerine ve kariyerine odaklandı. Terapist hiçbir zaman hastanın ırkını doğrudan sormadı ve hasta da hiçbir zaman bu konuyu kendiliğinden gündeme getirmedi. Terapist, ırkı veya beyazlığı hakkındaki kendi hisleri üzerine düşünmediği için bu konunun yokluğunu pek önemsemedi ve ırkla ilgili konuşmama konusunda Christine’a ayak uydurdu.

    COVID-19 salgını sırasında Asyalı karşıtı nefret ve şiddetin artmasının ardından Christine, Asyalı olmakla ilgili duygularını keşfetmeye başladı. Özellikle aile üyelerinin ve kendisinin güvenliğiyle ilgili endişelerini dile getirdi. Ayrıca Amerikalı olmasına rağmen görünüşü nedeniyle bazıları tarafından sürekli bir yabancı olarak görüleceği için de kızgın ve kafası karışık hissediyordu. Terapist Christine’i dinlerken Christine’in ırkının terapide neden hiç tartışılmadığını merak etti. Terapist, onun bu konudan kaçınmasının beyaz olması gerçeğiyle ilgili olduğunu öne sürdü. Terapist, Christine’in Amerika’da açık ırkçılığın artmasıyla ilgili öfkesini ve kafa karışıklığını anladıktan sonra şöyle dedi: “Irkın deneyiminizin merkezi bir parçası olduğunun farkındayım ve ben Beyaz olduğum için bu konu hakkında benimle konuşmanın nasıl bir his olduğunu merak ediyorum.” Christine daha sonra terapistin onu anlayamamasından korktuğu için bunun zor bir konu olduğunu kabul etti. Daha sonra Christine’in pek çok ilişkisindeki deneyiminin tam olarak anlaşılmadığını hissetmenin ne kadar önemli olduğunu ve farklı hissetmenin hayatına nasıl nüfuz ettiğini konuştular.

    Hastalarımıza benzediğimizde

    Hastalarımızla benzerlik, anlayışımızı kolaylaştırabilir ancak aynı zamanda hikayelerimizin örtüşmediği alanları gözden kaçırmamıza da yol açabilir (Comas-Diaz ve Jacobsen, 1991):

    55 yaşındaki Afro-Amerikalı kadın terapist, benzer geçmişe sahip 50 yaşındaki Afro-Amerikalı Frances’i tedavi ediyor. Sağlık çalışanı Frances yıllardır çalışamıyor. Terapötik ilişki olumlu görünmesine rağmen terapist, Frances’in hayatında ilerlemekte başarısız olduğunu ancak bunu seanslarda ele almadığını fark etti. Bunun yerine, Frances sık sık hayatını nasıl yoluna sokmayı umduğuna dair hikayeler paylaşıyordu, ama kaçınılmaz olarak bir şeyler yoluna girecekti. Terapist, Frances’i güçlü bir hasta olarak gördü ve aksi yöndeki kanıtlara rağmen Frances’ın sonunda başarılı olacağına inanmak istedi. Aynı zamanda, terapistin, Frances’in tedavide ya da hayatta ilerleme kaydedemediği yönündeki endişesi devam ettiği için, bir akran süpervizyon grubunda Frances hakkında konuşmaya karar verdi. Süpervizyon grubu üyelerinin Frances’in sallandığını ve zorluklarını inkar ettiğini hissettikleri hemen belli oldu. Ayrıca kendisinin göründüğünden daha sınırlı/savunmacı olup olmadığını da merak ediyorlardı. Bu farklı bakış açısı üzerine düşünen terapist, ortak ırksal ve mesleki geçmişleri nedeniyle Frances’in yaşadığı zorlukları tam olarak göremediğini fark etti. Aralarındaki benzerlikler, başlangıçta bir ittifakı kolaylaştırmış olabilir ancak zamanla, terapistin Frances’in sorunlarına değinmesine engel olan dostane bir hazırcevap tutumunun korunmasına hizmet etti. Bu farkındalığın ardından terapist, Frances’in kişisel sınırlılıklarını kabul etmedeki zorluğuyla bağlantılı olarak kariyerindeki mücadeleleri yeniden formüle edebildi.

    Hastalarımızla benzerliklerimizin ve farklılıklarımızın formülasyonu nasıl etkilediğinin nasıl farkında olabiliriz?

    Hastalarla çalışırken kimliklerimizi ve hastalarımızla ilgili duygularımızı sürekli olarak öğrenmek, potansiyel ön yargıları azaltmamıza ve çalışmalarımızı derinleştirmemize yardımcı olur.

    Kimliklerimizi ve bunların formülasyonlarımızı nasıl etkilediğini öğrenmek

    Kendi kimliklerimizin ve bunların terapist olarak işimizi nasıl etkilediğinin farkında olmamız, kendimize düzenli olarak aşağıdaki gibi sorular sorarak kolaylaşır:

    Çeşitli kimliklerimi (örneğin cinsiyet, ırk, cinsel yönelim, cinsel kimlik, sınıf, yetenek durumu, yaş, din, sosyoekonomik durum, profesyonel) nasıl anlarım?

    Ayrıcalığım formüle ederken kör noktalara nasıl katkıda bulunabilir?

    Kimliklerime ve eğitimime dayanarak kendim, hastalarım ve tedavim hakkında ne gibi varsayımlarda bulunuyorum?

    Varsayımlarım klinik çalışmamı nasıl anladığımı ve formüle ettiğimi nasıl etkiliyor?

    Hastalarla ilgili duygularımızı ve bunun formülasyonlarımızı nasıl etkilediğini öğrenmek

    Benzer şekilde, hastalarımıza ilişkin duygularımızın ve bunların formülasyonumuzu nasıl etkilediğinin farkında olmamız, kendimize düzenli olarak aşağıdaki gibi sorular sormamızla kolaylaşır:

    Bu hasta bana ne hissettiriyor?

    Tedavide bana böyle hissettirecek neler oluyor?

    Bu duyguların benimle ya da hastayla ve aramızda olup bitenlerle ne alakası var?

    Bu duygular söylenen, yapılan ya da söylenmeyen bir şeyle ilişkili olabilir mi?

    Artık hasta hakkındaki duygularımı tanımlayabildiğime göre, bunları hastada veya tedavide olup bitenler hakkında formüle etmek için nasıl kullanabilirim?

    Formülasyonlarla ilgili bu giriş materyalini inceledikten sonra İkinci Kısma geçelim:
    TANIMLAMA, psikodinamik formülasyonun ilk adımı.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenenler tarafından veya sınıf ortamında gerçekleştirilebilir.

    Hastalar hakkındaki düşüncelerinizi etkileyebilecek iki ön yargıyı listeleyin. Bunlar kendi geçmişiniz ve kimliğiniz ile ilgili olabilir veya teorik bakış açınız veya eğitiminiz ile ilgili olabilir. Bir sınıfta bunu küçük gruplar halinde tartışmayı düşünün.

    Referanslar
    1. Bonovitz, C. (2005). Locating culture in the psychic field: Transference and countertransference as cultural products. Contemporary Psychoanalysis, 41(1), 55–76.
    2. Comas-Diaz, L., & Jacobsen, F. M. (1991). Ethnocultural transference and countertransference in the therapeutic dyad. American Journal of Orthopsychiatry, 61(3), 392–402.
    3. Tummala-Narra, P. (2021). Racial trauma and dissociated worlds within psychotherapy: A discussion of “Racial difference, rupture, and repair: A view from the couch and back. Psychoanalytic Dialogues, 30(6), 732–741.
  • Psikodinamik Formülasyon ve Ön Yargı (4)

    Anahtar kavramlar

    Bir fikri veya şeyi orantısız bir şekilde, genellikle dar görüşlü, peşin hükümlü veya adaletsiz bir şekilde desteklediğimizde ön yargılı (bias) davranmış oluruz. Farkında olmadan işleyen ön yargıya örtük ön yargı (implicit bias) denir.

    Psikodinamik formülasyonlar kaçınılmaz olarak formülasyonu yapan kişinin ön yargılarından etkilenir.

    Formülasyonlar zararlı ön yargılardan etkilendiğinde zarar verici olabilir.

    Terapistler formüle ederken, hastanın daha geniş sosyo-kültürel ortamını dikkate aldıklarında, daha bilinçli bakım sağlayabilirler.

    Tüm insanlar gibi terapistlerin de dünyaya bakışlarını şekillendiren içsel yaşamları (internal live) ve geçmiş deneyimleri vardır. Dahası, tüm insanlar gibi terapistlerin de belirli fikirlere veya kişilere karşı peşin hükümleri vardır. Bunlar onların ön yargıları olarak bilinir. Farkındalığımızın dışında faaliyet gösterdiklerinde örtük ön yargılar (implicit biases) olarak bilinirler (Banaji ve Greenwald, 2016). Bu ön yargılar, hastalarla yaptığımız çalışmalar da dahil olmak üzere yaptığımız her şeyi, dolayısıyla psikodinamik olarak formüle etme şeklimizi de etkiler.

    Tıbbi formülasyonların laboratuar bulguları olmadan, psikodinamik formülasyonlar kaçınılmaz olarak formülasyonu yapan kişinin ön yargılarına maruz kalacaktır. Ön yargılı formülasyonlar hastalara zarar vermiştir ve vermeye devam etmektedir. Psikodinamik formülasyonun tarihsel bağlamı ve kendi teorik ön yargılarımız hakkında farkındalığa sahip olmak, formülasyonlarımızı hastalarımız ve tedavileri için daha yararlı hale getirebilir.

    Tarihsel bağlam

    Psikodinamik formülasyonların tarihi, ampirik veri eksikliği de dahil olmak üzere bilgideki boşlukları, formülü hazırlayanın inanç sistemini yansıtan ön yargılarla doldurma eğilimi ile karakterize edilmiştir. Örneğin, o zamanlar psikosomatik bir hastalık olduğu düşünülen tekrarlayan ülserleri olan bir hastanın 1938’deki aşağıdaki formülasyonunu düşünün:

    Bu hasta, tekrarlayan duodenal ülser [mide oniki parmak bağırsağı ülseri], agorafobi, el yazısı güçlüğü ve sosyal uyumsuzluk hissi nedeniyle analize gelen 41 yaşında bir kadın avukattır. Bu hasta, ülser kişiliklerde sık görülen belirli kişilik eğilimlerini sergiledi. Özellikle, bastırılan ve yaşamda artan aktivite ve hırslı çaba yoluyla aşırı telafiye yol açan yoğun birleştirici eğilimlerinden bahsediyorum. O, agresif, çalışkan, verimli ve başarılı bir avukattır (Wilson, 1938, s. 23–24).

    Psikanalitik literatür ülserlerin varsayılan psikolojik nedenlerini formüle eden vakalarla doludur. Ancak 1982 yılında, daha sonra tıp alanında Nobel Ödülü’nü kazanacak olan iki Avustralyalı gastroenterolog Barry Marshall ve Robin Warren, mide ülserine neden olduğu bulunan Helicobacter pylori bakterisini keşfettiler. Antibiyotikler artık bir zamanlar intrapsişik çatışmaların (intrapsychic conflict) neden olduğu psikosomatik bir hastalık olarak kabul edilen durumu tedavi ediyor.

    Ülserler psikodinamik formülasyonların kötüye kullanımına maruz kalan tek semptom değildi. Onlarca yıldır erkek eşcinselliği, erkeğin annesiyle olan erken ilişkisinden kaynaklanan psikolojik ve davranışsal bir sorun olarak formüle edildi. 1955’teki şu formülasyonu düşünün:

    Vaka, annenin uzun süredir bilinçsizce oğluna karşı baştan çıkarıcı olduğunu ve bu ebeveynin ergenlik çağında hastaya iletilen spesifik müsamahakar dürtüsünün, onun açık eşcinsel davranışına neden olduğunu gösteriyor. Babası iş konusunda takıntılıydı ve karısı ve çocuklarıyla çok az ilgiliydi… Hâlâ hayatta olan annesi, çelişkili bir ilgiyle çocuklarına, özellikle de hastaya hükmediyordu… Hasta onunla güçlü, düşmanca, kadınsı bir özdeşleşme kurdu (Kolb & Johnson, 1955, s. 508).

    Bu tarihe kadar eşcinselliğin -ya da heteroseksüelliğin- “nedenleri (cause)” bilinmiyor ve devam eden bilimsel ilgi konusu olmaya devam ediyor (Bailey ve diğerleri, 2016). Yukarıdaki gibi çok az bilimsel temeli olan formülasyonlar yirminci yüzyılın büyük bölümünde psikodinamik düşünceye hakim olurken, 1973’te Amerikan Psikiyatri Birliği eşcinsellik teşhisini Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı‘ndan (DSM) çıkardı. 1992 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO), tanıyı Uluslararası Hastalık Sınıflandırması’ndan (ICD-10) çıkararak aynı şeyi yaptı (Bayer, 1981; Drescher, 2015). Bununla birlikte, kendi formülasyonlarına derinden bağlı olan psikanalitik uygulayıcıların, eşcinselliğin insan cinselliğinin normal bir ifadesi olduğuna dair giderek artan fikir birliğini kabul etmeleri birkaç on yılı aldı (Drescher, 2008).

    Teorik ön yargı

    Önyargılar aynı zamanda klinisyenin teorik yönelimiyle de ilgili olabilir. Her biri gelişimsel dönüm noktalarına farklı anlamlar ve önemler yükleyen birçok farklı psikanaliz “okulu” vardır (örneğin, ego psikolojisi, kendilik psikolojisi ve nesne ilişkileri teorisi). (Greenberg ve Mitchell, 1983; Stepansky (2009). Dolayısıyla psikodinamik formülasyonlar, formülü hazırlayanın teorik yönelimine bağlı olarak farklılık gösterecektir. Örneğin, bu teorisyenlerin her birinin kavramlarına göre formüle edilen aynı problemin, gelişim yıllarını gelişimin farklı noktalarına yerleştirebileceği düşünülebilir:

    Psikanalitik TeorisyenÖnemli Gelişim Aşaması
    Melanie Klein (Klein, 1935)Yaşamın ilk 1 yılı
    Sigmund Freud (Freud, 1924/1961)Yaşamın ilk 3-4 yılı
    Harry Stack Sullivan (Sullivan, 1956)Ergenlik öncesi (9-12 yaş)
    Erik Erikson (Erikson, 1950/1995)Yaşam döngüsü boyunca hassas dönemler

    Farklı teoriler farklı formülasyonlara yol açacaktır ve bu nedenle her zaman tek bir psikodinamik teori kullanmak formülasyonlarımızda ön yargıya neden olabilir.

    Çevrenin geniş etkisi

    Bölüm 1‘de tartışıldığı gibi, psikodinamik formülasyonlar her zaman doğuştan gelenin ve yetiştirmenin kesiştiği yolu dikkate almıştır. Ancak formülasyonlarımızı yakın çevrenin (birincil bakıcılar) etkisine ilişkin değerlendirmelerle sınırlamak ve genel olarak kültür ve toplumun etkisini dışarıda bırakmak, formülasyonlarımızda ön yargıya yol açabilir. Aşağıdakileri göz önünde bulundurun:

    Robert, ABD’nin kuzeyindeki büyük bir sanayi şehrinin düşük gelirli bir mahallesinde büyüyen 70 yaşında bir Afrikalı-Amerikalı adamdır. Ortakçı bir ailenin çocukları olan ebeveynleri, yirminci yüzyılın başlarındaki “büyük göçün” parçasıydı. Her ikisi de genç yaşta öldü ve Robert, beş çocuğu olan teyzesinin bakımına bırakıldı. Robert liseyi bitirmedi ve hayatı boyunca geçim sıkıntısı çekti. O ve karısı, beyazlara karşı dikkatli olmaları ve beyazların mahallelerinde “arkalarını kollamaları” konusunda eğittikleri üç erkek çocuk yetiştirdiler. Yakın zamanda kanser ameliyatı geçirmiş olduğundan artık depresyondadır ve yerel bir klinikte tedavi görmek istemektedir. Aynı zamanda psikiyatri asistanı olan ve ilaç öneren “beyaz” terapistine karşı temkinli davranıyor. Terapist, Robert’ı süpervizörüyle tartışırken, Robert’ın onunla ilgili “paranoyasının” büyük ölçüde “genç yaşta terk edilmesi” ve ardından bakıcılarına güven geliştirmede yaşadığı zorluk nedeniyle ikincil olduğunu formüle ediyor.

    Robert’ın yakın çevresinin, kendisi ve başkaları hakkındaki bilinçli ve bilinçdışı düşünme biçimlerinin gelişimi üzerinde açıkça etkisi olmuş olabilir. Bununla birlikte, stajyer doktorun formülasyonu, Amerika Birleşik Devletleri’nde “siyah” bir adam olmanın, özellikle de ırkçılıktan önemli ölçüde etkilenen insanların oğlu ve torunu olmasının, onun anlaşılır bir şekilde “beyazlara” güvenmemesine yol açmış olabileceğini dikkate almıyor. Psikodinamik formülasyondaki bu açık ön yargı, kaçınılmaz olarak tedaviyi etkileyecektir.

    Formüle etmenin alçakgönüllülüğü

    Psikodinamik formülasyonlar yararlı klinik araçlardır. Ancak formülü hazırlayanın peşin hükümlerini ve ön yargılarını ve hastanın sosyo-kültürel bağlamını dikkate almayan formülasyonlar genellikle idealden uzak olacaktır. Psikodinamik formülasyona alçakgönüllülükle, açık fikirlilikle ve hastalarınızdan ve birbirinizden öğrenme isteğiyle yaklaşmanızı öneriyoruz. Bir sonraki bölümde, terapist ile hasta arasındaki kültürel farklılıkların ve benzerliklerin formülasyona potansiyel olarak ön yargı katabileceği yolları araştıracağız.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenenler tarafından veya sınıf ortamında gerçekleştirilebilir.

    Hastalar hakkındaki düşüncelerinizi etkileyebilecek iki ön yargıyı listeleyin. Bunlar kendi geçmişiniz ve kimliğiniz ile ilgili olabilir veya teorik bakış açınız veya eğitiminiz ile ilgili olabilir. Bir sınıfta bunu küçük gruplar halinde tartışmayı düşünün.

    Referanslar
    1. Bailey, M.J., Vasey, P.L., Diamond, L.M., Breedlove, S.M., Vilain, E. & Epprecht, M. (2016). Sexual orientation, controversy and science. Psychological Science in the Public Interest, 17(2):45–101.
    2. Banaji, M. R., & Greenwald, A. G. (2016). Blindspot: Hidden biases of good people. Bantam Books.
    3. Bayer, R. (1981). Homosexuality and American psychiatry. Basic Books.
    4. Drescher, J. (2008). A history of homosexuality and organized psychoanalysis. The Journal of the American Academy of Psychoanalysis and Dynamic Psychiatry, 36(3), 443–460. https://doi. org/10.1521/jaap.2008.36.3.443
    5. Drescher, J. (2015). Out of DSM: Depathologizing homosexuality. Behavioral Sciences, 5(4), 565–575. https://doi.org/10.3390/bs5040565
    6. Erikson, E. H. (1995). Childhood and society. Vintage. (Originally published in 1950).
    7. Freud, S. (1961) The Dissolution of the Oedipus Complex. In J. Strachey (Ed). The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, (1923–1925), Volume XIX (pp. 173–182). Hogarth Press. (Originally published in 1924).
    8. Greenberg, J. R., & Mitchell, S. A. (1983). Object relations in psychoanalytic theory. Harvard University Press.
    9. Klein, M. A. (1935). Contribution to the psychogenesis of manic-depressive
      states. International Journal of Psychoanalysis, 16, 145–174.
    10. Kolb, L. C., & Johnson, A. M. (1955). Etiology and therapy of overt homosexuality. The Psychoanalytic Quarterly, 24(4), 506–515. https://doi.org/10.1080/21674086.1955.11926000
    11. Stepansky, P. E. (2009). Psychoanalysis at the margins. Other Press.
    12. Sullivan, H. S. (1956). Clinical studies in psychiatry. Norton.
    13. Wilson, G. W. (1938). The transition from organ neurosis to conversion hysteria. International Journal of Psychoanalysis, 19, 23–40.
  • Psikodinamik Formülasyonları Nasıl Kullanırız? (3)

    Anahtar kavramlar

    Psikodinamik bir formülasyon bir harita gibidir; tedavinin her yönüne rehberlik eder.

    İşleyen bir psikodinamik formülasyona sahip olmak bize şunları sağlar:

    • Tedavi önerilerinde bulunmak ve hedefler belirlemek
    • Hastaların gelişimsel olarak neye ihtiyaç duyduğunu anlamak
    • Terapötik stratejiler geliştirmek ve hastaların tedaviye nasıl tepki vereceğini tahmin etmek
    • Anlamlı müdahaleler oluşturmak
    • Hastalarımızın tutarlı yaşam öyküleri oluşturmalarına yardımcı olmak

    Formülasyon bizim haritamızdır

    Çalışan/işleyen bir psikodinamik formülasyona sahip olmak, hastalarımızın düşünme, hissetme ve davranma biçimlerini etkileyen bilinçli ve bilinçdışı düşünce ve hisler hakkında sürekli gelişen fikirlere sahip olmak anlamına gelir. Peki zihnin farkındalık dışı olan kısımlarını nasıl öğrenebiliriz? Bizi bilinçdışı materyale yönlendirebilecek ipuçları için hastalarımızın söylediklerini dikkatle dinler (listen), hastalarımızın söyledikleri üzerine düşünür (reflect) ve onların zihinleri hakkında daha fazla bilgi edinmelerine yardımcı olacak şekillerde müdahale ederiz (intervene) (Cabaniss ve ark., 2017). Psikodinamik psikoterapide hastanın rehberliğini takip ederiz ancak bu, haritasız çalışacağımız anlamına gelmez. Bu harita bizim psikodinamik formülasyonumuzdur. Hastalarımızın temel sorunları ve örüntüleri, yaşam öyküleri, nasıl ve neden bu şekilde geliştikleri hakkında fikir sahibi olduğumuzda, psikodinamik formülasyonumuzu aklımızda tutarak onları dinleriz.

    Tedavide psikodinamik bir formülasyon kullanılması

    Bunu daha fazla araştırmak için, psikoterapiye başvuran bir hasta olan Leila’nın şöyle dediğini düşünün: “Kocamın beni terk edeceğinden endişeleniyorum.” 15 yıldır evli olan Leila ve kocası birinci nesil Pakistanlı Amerikalılar. Leila, kocasının bir “dahi” olduğunu ve evde kalıp çocuklara bakan biriyle neden evli kalmak istediğini anlayamadığını söylüyor. Şöyle diyor:

    Ben de o sıkıcı ev kadınlarından biri oldum. Bahsedebileceğim tek şey futbol programı (soccer schedule).

    Bir tedavi önermek ve hedefleri belirlemek

    Terapist, Leila hakkında bilgi edindikçe Leila’nın kendisi hakkında iyi bir şey söyleyemediğini fark eder. Terapist ayrıca Leila’nın kendini geri planda tutmasının görünürdeki yetenekleriyle uyumsuz göründüğünün de farkındadır. Terapist, Leila’nın neden kendisiyle ilgili bu görüşe sahip olduğunu merak etmeye başlar. Terapist Leila’nın hayat hikayesini dinlerken, Leila’nın yetenekli bir ressam olduğunu öğrenir; Leila, ebeveynlerinin ve geniş ailesinin “faydalı” bir kariyer olarak adlandırdıkları bir kariyere sahip olması yönündeki baskısını hissederek, evlendiğinde resim yapmayı bırakır. Terapist ayrıca Leila’nın annesinin dünyaca ünlü bir bilim insanı olduğunu ve kızının bilime olan ilgisizliğini eleştirdiğini ve Leila’nın fizikçi olan erkek kardeşini tercih ettiğini öğrenir. Leila ve erkek kardeşi iyi öğrencilerken, anneleri erkek kardeşini bilim alanında kariyer yapmaya teşvik etti. Terapist ayrıca Leila’nın ailesinin göç hikayesini, ailesi ve çocukluk çevresi tarafından kabul edilen cinsiyet rollerini ve ailesinde ve kültüründe özsaygının nasıl desteklenip düşürüldüğünü sorar.

    Terapist, erken bir psikodinamik formülasyon (yani hipotez) olarak, Leila’nın bilinçli ve bilinçdışı kendini algılama ve özsaygısını düzenleme yollarının, annesiyle sorunlu ilişkisi ve annesi tarafından kültürel çevresindeki diğer kadınlarla karşılaştırılmasının bir sonucu olarak gelişmiş olabileceğini düşünmeye başlar.

    Terapist, Leila hakkında öğrenilecek daha çok şey olduğunu bilmesine rağmen, bir tedavi önerisinde bulunmak ve işbirliği içinde erken hedefler belirlemek için ön formülasyonunu Leila ile paylaşır ve ona şunları söyler:

    Kocanızla ilişkiniz konusunda endişelendiğiniz benim için aşikar. Ancak aynı zamanda kendinize karşı aşırı sert davrandığınız ve ilginizi çeken şeyleri yapmanıza izin vermediğiniz de görülüyor. Bu zorluklar, kendiniz hakkında, annenizle olan ilk ilişkinize kadar uzanan, uzun süredir devam eden hislerinizle ve çevrenizde kendinizi nasıl deneyimlediğinizle ilgili olabilir. Bu duyguları psikodinamik bir psikoterapide keşfetmek, mevcut durumunuzda neden bu kadar mutsuz olduğunuzu anlamamıza ve hem ilişkilerinizi hem de kendinizle ilgili duygularınızı geliştirmenize yardımcı olabilir. Bu size makul geliyor mu?

    Terapötik bir strateji oluşturmak

    Bu Leila’ya mantıklı geliyor ve Leila, seans sıklığı haftada iki olacak şekilde, psikodinamik psikoterapiye başlamayı kabul ediyor. Terapist, Leila’nın yeterli/uygun bir benlik duygusu (sense of self) geliştiremediği hipoteziyle başlayarak, Leila’nın benlik algısı (self-perception) ve özsaygı (self-esteem) düzenleme kapasitesini geliştirmeye yönelik gelişimsel bir ihtiyacı (developmental need) olabileceğini göz önünde bulundurarak ilk formülasyonunu genişletir. Bu, terapistin Leila’nın söylediği her şeyi dinleyeceği ve Leila’nın benlik duygusuyla ilgili yaşadığı zorluklarla ilgili olabilecek materyale çok dikkat edeceği şeklindeki terapötik stratejisinin (therapeutic strategy) temelini oluşturur.

    Tedavi yönetimi

    Örneğin, tedavinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra Leila terapistine şunu söylüyor:

    Her gün sorunlarım hakkında konuşmamdan bıkmış olmalısınız. Muhtemelen yardımınıza benden daha çok ihtiyaç duyan başka hastalarınız da vardır.

    Terapist, Leila’nın sorunlu benlik algısını fark etmesine yardımcı olmak için formülasyonunu kullanıyor ve şöyle diyor:

    Sanırım benim de anneniz gibi sizinle ilgili hayal kırıklığına uğrayacağımı ve başkalarıyla daha fazla ilgileneceğimi varsayıyorsunuz.

    Bir yaşam öyküsü oluşturmak

    Zamanla Leila, terapistin aslında kendisiyle gerçekten ilgilendiğine inanmaya başlar. Terapistle yaptığı konuşmalar sırasında, tıpkı annesi gibi terapistin de kendisini sıkıcı ve eksik bulacağına dair çarpık bir beklentiye sahip olduğunu fark eder. Birlikte, bu formülasyonu Leila için bir yaşam öyküsü oluşturmak (create a life narrative) için kullanırlar ve bu onun bu sorunlu bilinçdışı fanteziyi (unconscious fantasy) nasıl geliştirdiğini anlamasına yardımcı olur. Leila’nın sözleriyle:

    Annemin benimle kardeşimle ilgilendiği kadar ilgilenmemesinden ne kadar incindiğimi hiç fark etmemiştim. Ayrıca kendimle ilgili düşüncelerimin, özellikle de bir kadın olarak, bu duruma ne kadar zarar verdiğini de hiç anlamadım. Artık kocamın bana karşı ilgisiz olmadığını görüyorum -herkesin öyle [annem gibi ilgisiz] olduğunu varsayıyormuşum.

    Tedavi ilerledikçe, Leila ve terapisti bu formülasyonu derinleştirir ve terapist, hedefleri belirlemek, terapötik stratejiler geliştirmek, Leila’yı dinlemek, müdahalelerde bulunmak ve Leila’nın kendi hayatına ve ailesi, kültürü ve topluluğu açısından kendisini nasıl gördüğüne ilişkin anlayışını geliştirmek için, geliştiirlen formülasyonu kullanır. Bu formülasyon, başından sonuna kadar, tedavinin her aşamasının anahtarı olmaya devam edecektir.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenenler tarafından veya sınıf ortamında gerçekleştirilebilir.

    Birlikte çalıştığınız bir hastayı düşünün. Aşağıdakiler hakkında birkaç cümle yazın:

    • Sizin ve hastanın terapide ulaşmaya çalıştığınız hedefler
    • Tedavi stratejiniz (yani bu hedeflere nasıl ulaşmayı umduğunuz)

    Tedavi stratejinizi hastaya nasıl tanımlayabilirsiniz? Sınıf ortamında çalışıyorsanız çiftler halinde veya daha büyük gruplar halinde paylaşmayı düşünün.

    Referanslar
    1. Cabaniss, D. L., Cherry, S., Douglas, C. J., & Schwartz, A. (2017). Psychodynamic psychotherapy: A clinical manual. Wiley Blackwell.
  • Psikodinamik Bir Formülasyonu Nasıl Oluştururuz? (2)

    Ana düşünceler

    Psikodinamik formülasyonları oluştururken şunları yapıyoruz:

    • Hastanın (patient) temel sorunlarını ve kalıplarını TANIMLARIZ (DESCRIBE),
    • Hastanın hikayesini İNCELERİZ (REVIEW),
    • Gelişimle ilgili fikirleri organize ederek sorunları (problem) ve örüntüleri (pattern) yaşam öyküsüne BAĞLARIZ (LINK).

    Psikodinamik formülasyonları hastalarımızla birlikte yaratıyoruz.

    Gözlemlediklerimizi açıklamak için hipotezleri nasıl geliştiririz? Gözlemlediğimiz, herhangi bir şey olabilir -kültürel bir trend, iki kişi arasındaki ilişki ya da doğal bir olay. Örneğin, insanların şehirlerinde normalden daha az kar yağışı olduğu hissine kapıldıklarını ve bunun bir trend [iklimle ilgili] olup olmayacağını bilmek istediklerini varsayalım. Öncelikle dikkatli gözlem ve ölçüm kullanarak olguyu tanımlamaları gerekir. Daha sonra bölgedeki kar yağışının geçmişini araştırmaları gerekir. Bunu yaptıktan sonra, meteorolojik teorileri -örneğin, küresel ısınmayla ilgili teoriler- kullanarak gözlemleri ile geçmişi ilişkilendirerek olup bitenler ve gelecekte neler olabileceği hakkında bir hipotez oluşturabilirler. Daha sonra hipotezlerini ikna edici bir şekilde başkalarına açıklayabilirler.

    Psikodinamik bir formülasyon oluşturmanın üç temel adımı

    İnsanların karakteristik düşünme, hissetme ve davranma kalıplarını nasıl ve neden geliştirdiklerini anlamamıza yardımcı olacak psikodinamik formülasyonlar oluşturduğumuzda aynı adımları izleriz. Bu süreç üç temel adımı içerir:

    • Temel sorunları ve kalıpları TANIMLIYORUZ,
    • Yaşam öyküsünü İNCELİYORUZ,
    • Gelişimle ilgili fikirleri organize ederek sorunları ve kalıpları yaşam öyküsüne BAĞLIYORUZ.

    Birlikte ele alındığında bu üç adım, formülasyonu oluşturur. Her adım süreç için çok önemlidir ve bunlar İkinci-Dördüncü Kısımlarda uzun uzadıya tartışılmaktadır; giriş mahiyetinde bunları burada kısaca özetliyoruz.

    Temel örüntüleri ve sorunları TANIMLAYIN

    İnsanların temel sorunlarını ve örüntülerini neden geliştirdiklerini düşünmeden önce, bunların ne olduğunu tanımlayabilmemiz gerekir. Burada sadece ana şikayetten değil, kişinin baskın düşünme, hissetme ve davranma biçimlerinin altında yatan sorunlardan da bahsediyoruz. Bunları altı temel işlev alanına ayırabiliriz:

    • Kendilik (Self)
    • İlişkiler (Relationships)
    • Uyum (Adaptation)
    • Biliş/Kognisyon (Cognition)
    • Değerler (Values)
    • Çalışma/İş ve Eğlence/Oyun (Work and play)

    Bir kişinin işlev görme biçimini (the way a person function) anlamak için bu alanların her birini tanımlamak önemlidir. Bunu yapmak için hastanın bize anlattıklarından (tell) olduğu kadar gösterdiği (show) şeylerden de öğreniriz. Örneğin bir hasta ilk seansta başkalarıyla iyi anlaştığını söylese de terapistle tartışabilir. Başkalarıyla olan ilişkilerini anlatırken her iki bilgi kaynağını da kullanmak zorundayız. Hastalarımızı gerçekten anlamak için bu işlevlerin her birinin yüzeysel bir açıklamasından daha fazlasına sahip olmak da önemlidir. Tüm bu alanları ve bunların nasıl tanımlanacağını İkinci Kısım’da ele alacağız.

    Yaşam öyküsünü İNCELEYİN

    Hastalar bizi görmeye geldiğinde onlara onları yardım aramaya iten olayları soruyoruz. Ancak psikodinamik bir formülasyon yaratmak için bundan çok daha fazlasını yapmamız gerekiyor. Amacımız, hastalarımızın yaşam öyküleri ile temel sorunlarının ve örüntülerinin gelişimi arasında bağlantılar kurmaya başlamak için hastalarımız hakkında öğrenebileceğimiz her şeyi öğrenmektir. Bunu yapmak için nasıl geliştiklerini (develop) öğrenmeliyiz.

    Hastaların gelişimleri [herkes gibi], köken aileleri, doğum öncesi gelişimleri ve genetik donanımlarıyla birlikte, doğumdan önce başlar; bağlanma, bakıcılarla erken ilişkiler ve travma dahil olmak üzere yaşamın ilk yıllarının her yönünü içerir; daha sonra çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik boyunca şu ana kadar devam eder.

    İnsanların tipik örüntülerini (typical patterns) neden geliştirdiklerini bilmediğimiz için her şeyi göz önünde bulundurmalıyız; kalıtım, çevresel faktörler ve ikisi arasındaki ilişkiyle ilgileniyoruz.

    Sorunlu dönemlerin yanı sıra iyi giden gelişim dönemlerini de anlamak istiyoruz.

    Yaşam öyküsü ile hastanın temel sorunlarının ve örüntülerinin gelişimi arasındaki nedensel bağlantılarla ilgli hipotez üretmeye başlamak için elde edebileceğimiz tüm bilgilere ihtiyacımız var.

    Hastanın yaşam boyu gelişiminin gözden geçirilmesi Üçüncü Kısmın konusudur.

    Gelişimle ilgili fikirleri organize ederek sorunları ve örüntüleri yaşam öyküsüne BAĞLAYIN

    Psikodinamik bir formülasyon yaratmanın son adımı, hastaların düşünme, hissetme ve davranma biçimlerini nasıl ve neden geliştirdiğine dair hipotezler sunan boylamsal bir anlatı (longitudinal narrative) oluşturmak için sorunları ve örüntüleri yaşam öyküsüne bağlamaktır. Bunu yaparken, gelişimle ilgili düzenleyici fikirler (organising ideas about development) bize yardımcı olabilir. Bu düzenleyici fikirler, hastalarımızın gelişimsel deneyimlerini kavramsallaştırmanın ve anlamanın farklı yollarını sunar; hastalarımızın yaşam öykülerinin mevcut sorunlarına ve örüntülerine nasıl yol açmış olabileceğini düşünmemize yardımcı olur. Farklı fikirler, farklı sorunları ve örüntüleri anlamada daha yararlı olabilir. Dördüncü Kısım‘da tartıştığımız düzenleyici fikirler, aşağıdakilerin gelişimi nasıl etkilediğini ele alıyor:

    • Travma (Trauma)
    • Erken bilişsel ve duygusal zorluklar (Early cognitive and emotional difficulties)
    • Kültür ve toplumun etkileri (The effects of culture and society)
    • Çatışma ve savunma (Conflict and defense)
    • Başkalarıyla ilişkiler (Relationships with others)
    • Kendiliğin gelişimi (The development of the self)
    • Bağlanma (Attachment)

    Birlikte oluşturulmuş formülasyonlar -iki kişi gerekir

    Klinisyenler olarak hastalarımız hakkında öğrendiğimiz her şeyi, onların bilinçli ve bilinçdışı zihinsel süreçlerinin gelişimi hakkındaki hipotezleri değerlendirmek için kullanırız. Ancak bunu tek başımıza yapmıyoruz; daha ziyade bunu terapötik sürecin bir parçası olarak hastalarımızla işbirliği içinde yapıyoruz. Hastalarımızın duyduğu, yeniden şekillendirdiği ve bize geri gönderdiği fikirlerimizi sorular (question), netleştirmeler (clarification) ve nihayetinde yorumlar (interpretation) halinde paylaşıyoruz. Bu yinelenen süreç tedavi boyunca devam ederek terapistin ve hastanın, hastanın zihinsel yaşamına ilişkin anlayışlarını sürekli olarak derinleştirmesine ve zenginleştirmesine yardımcı olur. Terapistin tatili sırasında hastanın yaşadığı kaygıyı ele alan bir hasta ile bir terapist arasındaki şu iş birliğini düşünün:

    Terapist: Öyle görünüyor ki, bir daha geri dönmeyeceğimden endişeleniyorsunuz -geri döneceğimi bilmenize rağmen. Acaba bu, kardeşinizin doğumundan sonra, annenizin doğum sonrası depresyon nedeniyle hastaneye kaldırıldığında hissettiğiniz korkunun aynısı mı -onun asla eve gelmeyeceğinden endişeleniyordunuz?

    Hasta: Ah, ilginç. Haklısın -elbette geri döneceğini biliyordum. Takvimimde vardı ve sen daha önce hep geri geldin. Ama bu sefer farklı hissettim; gerçekten endişelendim. Sanırım o rüya bununla ilgiliydi. Ama biliyorsunuz o dönemde kendisi için endişelendiğim kişi babamdı. Her gece pencere kenarında oturup bebek bakıcısı telefonda konuşurken onun eve gelmesini bekliyordum. Havanın gittikçe kararmasını izledim ve “belki bir sonraki araba onun olur” diye düşündüm ama sonra olmadı. Sonra arabayı görünce çok rahatladım. Bunların hepsini unutmuştum. Muhtemelen beş yaşındaydım.

    Terapist: Ne kadar güçlü bir hafıza. Bunu anlamamız bizim için çok faydalı.

    Örnekte terapist, hastanın mevcut kaygısının erken bir deneyimle ilgili olduğu yönünde bir hipoteze sahiptir. Terapist bu fikri yorum olarak hastayla paylaşır. Hasta yorumu duyar ve onu alternatif yorumlu bir anıya erişmek için kullanır. Terapist bu iş birliğini aktarım (transference) hakkında daha fazla bilgi edinmek ve hastanın zihnine ilişkin anlayışını derinleştirmek için kullanabilir.

    Bir formülasyon oluşturmaya başladığımızda onu nasıl kullanırız? Bu konu hakkında daha fazla bilgiyi Bölüm 3‘te bulabilirsiniz.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenenler tarafından veya sınıf ortamında gerçekleştirilebilir.

    Yalnız çalışmada, hasta ile terapist arasında, hastanın terapistin terapideki bir duruma ilişkin anlayışını şekillendirmeye yardımcı olduğu kısa bir fikir alışverişi yazın. Bir grup halinde çalışmada, bu alışverişte rol oynayın.


  • Psikodinamik Bir Formülasyon Nedir? (1)

    Ana Düşünceler

    Formülasyon (formulation) bir açıklama (explanation) veya hipotezdir (hypothesis).

    Psikodinamik formülasyon (psychodynamic formulation), kişinin bilinçli (conscious) ve bilinçsiz/bilinçdışı (unconscious) düşünce (thought) ve hislerinin/duygularının (feeling) nasıl şekillendiğine dair bir hipotezdir. Söz konusu düşünce ve duygular:

    • gelişmiş/mütekamil olabilir,
    • kişiyi tedaviye yönlendiren zorluklara neden oluyor veya katkıda bulunuyor olabilir.

    Yaşamımız boyunca biyolojik, psikolojik ve sosyal/kültürel faktörler kendimiz, başkalarıyla ilişkilerimiz ve dünyamız hakkında bilinçli ve bilinçdışı düşünme yollarımızın gelişimini etkiler; dolayısıyla, hepsi psikodinamik bir formülasyona dahil edilmelidir.

    Psikodinamik formülasyonlar kesin açıklamalar sunmaz; onlar daha ziyade, zamanla değişebilecek hipotezlerdir.

    Psikodinamik formülasyonlar yalnızca psikodinamik psikoterapideki hastalarla değil, tüm hastalarla çalışmamıza yardımcı olabilir.

    Bir formülasyon nedir?

    Çok güzel hikaye! Şimdi vakayı formüle edebilir misin?

    Tüm ruh sağlığı (mental health) stajyerleri bunu duymuştur, peki bu ne anlama geliyor? Bir formülasyon nedir? Neden önemlidir?

    Formüle etmek, açıklamak (Eells, 2022) veya daha iyisi hipotez kurmak anlamına gelir. Tüm sağlık profesyonelleri, hastalarının sorunlarını anlamak için sürekli formülasyonlar (formulation) oluştururlar. Ruh sağlığı alanlarında anlamaya çalıştığımız sorun türleri hastalarımızın düşünme, hissetme ve davranma biçimlerini içerir. Formüle ettiğimizde sadece insanların nasıl (how) düşündüğünü, hissettiğini, davrandığını değil aynı zamanda neden (why) yaptıklarını da düşünürüz. Örneğin:

    Neden bu şekilde davranıyor?

    Neden kendisi hakkında böyle düşünüyor?

    Neden bana böyle tepki veriyorlar?

    Neden stresle başa çıkma yöntemi bu?

    Neden çalışmakta ve boş zamanlarının tadını çıkarmakta zorlanıyor?

    Onları yaşamak istedikleri hayatı yaşamaktan alıkoyan şey nedir?

    Farklı etiyolojiler farklı tedaviler önermektedir; dolayısıyla bu sorularla ilgili hipotezlere sahip olmak, tedaviyi önermek ve yürütmek için hayati öneme sahiptir.

    Bir formülasyonu psikodinamik yapan nedir?

    Pek çok farklı türde formülasyon mevcuttur (Campbell ve Rohrbaugh, 2006/2013; Eells, 2010; Wright ve diğerleri, 2017). Sadece birkaçını saymak gerekirse, bilişsel davranışçı terapi formülasyonları, psikofarmakolojik formülasyonlar ve aile sistemleri formülasyonları vardır. Her formülasyon türü, insanları ruh sağlığı tedavisine yönlendiren sorun türlerine neyin sebep olduğu konusunda farklı bir fikre dayanmaktadır.

    Psikodinamik bir referans çerçevesi (psychodynamic frame of reference), bu sorunlara farkındalık dışı düşünce ve duyguların neden olabileceğini veya katkıda bulunabileceğini öne sürer -yani söz konusu sorunlar bilinçdışıdır. Bu bilinçdışı düşünce ve duygular kendimiz, diğer insanlar ve dünyayla ilişkimiz hakkındaki düşüncelerimizi etkiler. Dolayısıyla psikodinamik bir formülasyon, kişinin bilinçli ve bilinçdışı düşünce ve duygularının nasıl şekillendiğine ilişkin bir hipotezdir. Söz konusu düşünce ve duygular:

    • gelişmiş/mütekamil olabilir
    • kişiyi tedaviye getiren zorluklara neden oluyor veya onlara katkıda bulunuyor olabilir.

    İnsanların bilinçdışı düşüncelerinin ve duygularının farkına varmalarına yardımcı olmak önemli bir psikodinamik teknik olduğundan bunu anlamak önemlidir.

    Bilinçdışı ve örtük

    Sosyal bilimcilere göre örtük zihinsel süreçler (implicit mental processes) “bilinçli farkındalığın dışında meydana gelen” süreçlerdir (Devos ve Banaji, 2003). İnsanlar, onların varlıklarının farkında olmayabilirler veya onlar bilinçli kontrolün dışında faaliyet gösterebilirler (Devos ve Banaji, 2003). Örtük süreçler kararlarımızı -örneğin ırk veya cinsiyet temelinde insanlar hakkında- etkilediğinde buna örtük eğilim/ön yargı (implicit bias) deriz (FitzGerald ve Hurst, 2017). Kendimiz, başkaları veya genel olarak toplum hakkında bu ön yargılara sahip olabiliriz. Bu kitapta bilinçdışı ve örtük terimlerini, farkındalığın dışında çalışan ve bir kez oluştuktan sonra otomatik olarak düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı etkileyen zihinsel süreçleri kastetmek için birbirinin yerine kullanıyoruz.

    Yaşam boyu gelişimsel bir süreç

    Psikodinamik yönelimli ruh sağlığı uzmanlarının hastalarının çocukluklarıyla ilgilendikleri iyi bilinmektedir. Ama neden? Bunun bir nedeni, psikodinamik tekniği kullanmanın, insanların bilinçdışı düşüncelerinin ve duygularının farkına varmalarına yardım etmekten daha fazlası olmasıdır -psikodinamik tekniği kullanmak aynı zamanda, bu bilinçdışı düşünce ve duyguların nasıl ve neden geliştiğini anlamaya çalışmakla da ilgilidir.

    Yaşamın erken dönemlerinde büyük miktarda gelişimin gerçekleştiği önemli zamansal pencereler olmasına rağmen, bilinçli ve bilinçdışı düşünce ve duygular yaşam boyunca değişir. Gelişimi yaşam boyunca meydana gelen bir süreç olarak kavramsallaştıran Erikson’un “İnsanın Sekiz Çağı” (Erikson, 1968) başlamak için iyi bir noktadır, ancak bugün bunu daha da ileri götürmeliyiz. Anne babanın gebe kalmadan önce başına gelen travmatik olaylar; hamilelik sırasında annenin stresi; yetişkinlik döneminde ayrımcılık, eşitsizlik ve sistemik baskı; ve ileri yaştaki kayıplar, bireyin buradaki ve şimdiki zihinsel yaşamına katkıda bulunabilir. Böylece kişinin yaşadığı deneyimin tamamını psikodinamik bir formülasyonla ele almayı hedefliyoruz.

    Her şey yolunda ve güzel olsa da, halihazırda gerçekleşmiş olan gelişimsel süreçleri nasıl öğrenebilir ve anlamlandırmaya çalışabiliriz? Videolar ve albümlerle bile erken gelişim sürecini izlemek için zamanda geriye gidemeyiz. Bu bakımdan psikodinamik bir formülasyon yaratmak, bir gizemi çözmeye çalışan bir dedektif olmaya çok benzer. Dedektif gibi biz de geriye dönük çalışırız, önce hastalarımızın sorunlarına (problem) ve örüntülerine (pattern) bakarız, ardından gelişimlerini anlamaya çalışmak için yaşam öyküsü geriye doğru kaydırırız.

    Biyolojik, psikolojik ve sosyal

    Peki karakteristik düşünme, hissetme ve davranma kalıplarımız nasıl gelişir? John Locke, her insanın boş bir sayfa, bir tabula rasa olarak doğduğunu söyledi (Locke, 1689/1975). E. O. Wilson, sosyal davranışın neredeyse tamamen genetik tarafından şekillendiğini savundu (Wilson, 1975/2000). Doğa-çevre: biri ya da diğeri değil, her ikisi de, her birinin göreceli katkısı kişiden kişiye değişir. Freud (1937/1964) doğa kısmını “bünyesel (constitutional)”, yetiştirme kısmını ise “rastlantısal (accidental)” olarak adlandırdı. Ancak düşündüğünüzde, insanlar dünyaya kalıtsal genetik yapılarıyla gelirler ve çevreleriyle etkileşime girdikçe gelişmeye devam ederler. Genler ve çevre arasındaki karşılıklı ilişki hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, genetiğimizin deneyimlerimizi şekillendirdiği ve bunun tersi de o kadar net olur; ikisi arasındaki karmaşık etkileşimler kendimize ilişkin karakteristik görüşlerimizi, diğer insanlarla ilişki biçimimizi ve strese uyum sağlama modellerimizi ortaya çıkarır. Nasıl geliştiğimizi nasıl anlayıp tanımlayacağımızı düşünürken, genetik, intrauterin maruziyetler, mizaç (biyolojik faktörler) ve çevresel faktörleri göz önünde bulundurmalıyız. Hepsi psikodinamik formülasyonun parçasıdır.

    Geleneksel olarak psikanalistler denklemin çevresel kısmını çoğunlukla çocukların yakın çevrelerindeki insanlarla (örneğin birincil bakıcılar ve diğer aile üyeleri) erken dönemdeki etkileşimlerinin etkileriyle ilgili olarak düşünüyorlardı. Bu yakın çevreye bazen kişinin mikrosistemi (microsystem) adı verilir (Bronfenbrenner, 1977). Genellikle bu erken etkileşimleri kişinin gelişimine katkıda bulunan psikolojik faktörler (psychological
    factor) olarak düşünürüz. Ancak kültür ve toplum (culture and society) aynı zamanda kendimiz, diğer insanlar ve dünyamız hakkında bilinçli ve bilinçdışı düşünce yollarımızın gelişimini de etkiler (Fanon, 1952/2019). Bu, hem kişinin topluluklarını (örneğin okullar, dini gruplar, yerel kuruluşlar) -bazen mesosistem (mesosystem) olarak adlandırılır- hem de bazen makrosistem (macrosystem) olarak adlandırılan genel olarak toplumu (örneğin yasalar, kamu politikaları, kültürel değerler) içerir (Bronfenbrenner, 1977). Bu, özellikle ırkçılık, cinsiyetçilik, heteroseksizm, cisgenderizm, engelli ayrımcılığı, sınıf ayrımcılığı, yaş ayrımcılığı ve dini veya etnik ayrımcılık dahil olmak üzere hiyerarşik baskı sistemleri (hierarchical systems of oppression) olarak tanımlanan sistemler nedeniyle dezavantajlı duruma düştüğümüzde belirgindir (Crenshaw, 2017; Hays, 2016). Bu sistemler bizi yaşamımız boyunca etkiler ve bakıcılarla olan ilk deneyimlerimiz genel olarak olumlu olsa bile örtük zihinsel süreçlerimizi güçlü ve olumsuz bir şekilde etkileyebilir. Bu baskıda [kitabın bu baskısında] psikodinamik formülasyonu, kültür ve toplumun yaşam boyunca kişinin kendisi, diğerleri ve dünya hakkındaki bilinçli ve bilinçdışı düşünme yollarının gelişimini etkileme biçimini içerecek şekilde genişletiyoruz (bkz. Bölüm 20).

    Raporlamadan daha fazlası

    Bir haber, ne olup bittiğini aktarır; psikodinamik bir formülasyon, olayların neden olduğuna dair bir hipotez sunar. Aşağıdaki örnekler söz konusu farkı göstermektedir.

    Raporlama

    32 yaşında ve 10 yıldır evli olan Nick, iş gezisine çıkması gerektiği ve eşinden bir geceden fazla uzak kalamayacağı için başvuruyor. Çok az desteğe sahip ve muhtemelen doğum sonrası depresyonu olan bekar, genç bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukken Nick’in ciddi bir ayrılık anksiyetesi vardı ve evde “hasta” olarak uzun süreler geçirdi.

    Formülasyon

    32 yaşında ve 10 yıldır evli olan Nick, iş gezisine çıkması gerektiği ve eşinden bir geceden fazla uzak kalamayacağı için başvuruyor. Çok az desteği olan ve muhtemelen doğum sonrası depresyonu olan bekar, genç bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukken Nick’in ciddi bir ayrılık anksiyetesi vardı ve evde “hasta” olarak uzun süreler geçirdi. Annesinin depresyonunun güvenli bağlanma geliştirme yeteneğini etkilemiş olması muhtemeldir; bu da onun kendisini ayrı/ayrışmış bir kişi olarak düşünmesini zorlaştırmaktadır. Olan bitenler, annesinden başarılı bir şekilde ayrışma kapasitesini engellemiş, şu anda eşinden bir geceden fazla ayrı kalmasını zorlaştırıyor olabilir.

    Her iki vinyet/örnek de bir “hikaye” anlatsa bile, yalnızca ikincisi etiyolojik bir hipotez oluşturmak için geçmiş (history) ile sorun (problem) arasında bağlantı kurmaya çalışıyor. Psikodinamik bir formülasyon bir hikayeden daha fazlasıdır; insanların nasıl ve neden düşündüklerini, hissettiklerini ve bu şekilde davrandıklarını gelişimlerine ve yaşanmış deneyimlerine dayanarak açıklamaya çalışan bir anlatıdır. Yukarıdaki örnekte “…olmuş olabilir.” ve “Bu …yı engellemiş olabilir.” cümleleri Nick’in ayrılık sorunu ile geçmişi arasında nedensel bağlantılar olduğunu öne sürüyor -Nick’in farkında olmadığı ve bu nedenle de bilinçdışı olan bağlantılar. Bu nedensel bağlantılar (causative link), anlatılanı bir hikaye olmaktan ziyade bir formülasyon haline getiriyor.

    Psikodinamik formülasyonun farklı türleri

    Psikodinamik formülasyonlar, kişinin düşünme, hissetme veya davranma biçiminin bir veya daha fazla yönünü açıklayabilir. Bunlar az miktarda bilgiye (örneğin, bir klinisyenin acil serviste tek bir karşılaşma sırasında edindiği öykü) ya da çok büyük miktarda bilgiye (örneğin, bir psikanalistin uzun yıllar süren bir analiz sürecinde bir hasta hakkında öğrendiği her şey) dayanabilir. Formülasyonlar, bir kişinin terapi anında, belirli bir kriz sırasında veya bir ömür boyunca nasıl davrandığını açıklamaya çalışabilir. Kısa veya uzun süreli tedaviler için herhangi bir tedavi ortamında kullanılabilir. Söz konusu formülasyonlar, bilinçli ve bilinçdışı düşünce ve duyguların etkisini ve gelişimini dikkate alıyor, insanların nasıl düşündüğü, hissettiği ve davrandığına ilişkin sorulara yanıt veriyor ise [ancak bu durumda] psikodinamik formülasyonlardır.

    Statik olmayan bir süreç

    Psikodinamik formülasyonun sadece bir hipotez olduğunu hatırlamak önemlidir. Yukarıda olduğu gibi gerçekte ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyiz ancak hastalarımızı daha iyi anlamak için onların gelişim şekillerini neyin şekillendirdiğine dair bir fikir edinmeye çalışırız. Psikanaliz tarihinin ilk dönemlerinde psikodinamik formülasyonun kişinin gelişiminin kesin bir açıklaması olduğu düşünülüyordu. Artık bunun tedavi yöntemlerimizi ve hastalarımızı daha iyi anlamamızı sağlayacak bir araç olarak kavramsallaştırılmasının daha iyi olduğunu anlıyoruz.

    Hipotezler test edilmek ve revize edilmek üzere oluşturulur. Aynı şey psikodinamik formülasyonlar için de geçerlidir. Psikodinamik formülasyon oluşturma süreci, klinisyen ve hastanın ilk hipotez oluşturmasıyla [tek seferde] bitmez; daha ziyade birlikte çalıştıkları sürece devam eder. Formülasyon, hastaya ve gelişimine ilişkin sürekli değişen, sürekli büyüyen bir anlayışı temsil eder. Buna çalışan/işleyen bir psikodinamik formülasyon (working psychodynamic formulation) diyebiliriz. Zamanla hem hasta hem de terapist yeni örüntüleri/kalıpları (new pattern) ve yeni hikayeyi (new history) öğrenir. Böylelikle gelişime ilişkin yeni düşünme biçimleri yararlı hale gelebilir ve bunlar yeni hipotezlerin üretilmesine yardımcı olabilir. Örüntüleri tanımlama, yaşam öyküsünü gözden geçirme ve ardından gelişimle ilgili düzenleyici fikirleri kullanarak ikisini birbirine bağlama süreci, tedavi süresince sık sık yinelenerek hem terapistin hem de hastanın anlayışını/kavrayışını şekillendirip keskinleştirir.

    Psikodinamik olarak formüle etmek nihayetinde bir düşünme biçimidir

    Psikodinamik olarak formüle etmeyi öğrenmenin en iyi yolunun aslında psikodinamik bir formülasyon yazmak olduğunu düşünüyoruz. Bunu yapmak için zaman ayırmanın yanı sıra fikirlerinizi kağıda (veya ekrana) aktarmak, hasta hakkındaki fikirlerinizi pekiştirmenize ve bu kitapta öğreneceğiniz becerileri uygulamanıza yardımcı olacaktır. Ancak tüm formülasyonlar yazılı değildir. Aslında çoğu değildir. Her zaman psikodinamik olarak formüle ediyoruz -hastaları dinlediğimizde, hastalar hakkında düşündüğümüzde ve hastalara ne söyleyeceğimize karar verdiğimizde. Sonuçta psikodinamik olarak formüle etmek, bir klinisyenin zihninde sürekli olarak gerçekleşen bir düşünme biçimidir. Psikodinamik bir formülasyona sahip olmak, yani hastanın bilinçli ve bilinçdışı zihninin gelişimi ve işleyişi hakkında fikir sahibi olmak, akut bakım, yatan hasta üniteleri, tıbbi ortamlar ve öncelikle farmakolojik tedaviler dahil olmak üzere birçok klinik durumda size yardımcı olabilir. Umudumuz, bu kitapta öğrendiğiniz becerileri, yalnızca psikodinamik psikoterapide olanlarla değil, tüm hastalarınızla her zaman psikodinamik olarak formüle etmek için kullanmanızdır.

    Artık bazı temel kavramları tanıttığımıza göre, iş birliği içinde psikodinamik formülasyonları nasıl oluşturacağımızı düşünmeye başlamak için 2. Bölüm‘e geçelim.

    Önerilen etkinlik

    Bireysel öğrenenler tarafından veya sınıf ortamında gerçekleştirilebilir.

    Herhangi bir klinik ortamda bir hastayla yakın zamanda yaşadığınız bir anı düşünün. Belki hasta geç kalmıştı, sizinle konuşmak istemiyordu ya da söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Sizce hastanın bu şekilde tepki vermesine ne sebep oldu? Yazdıklarınıza bir göz atın. Yazdıklarınız durumu raporluyor mu yoksa formüle mi ediyor? Nedensel bir bağlantı ekleyip eklemediğinize bakın. Bu bağlantıyı tanımlamaya çalışın. Bir sınıfta çalışıyorsanız bunu çift olarak yapabilirsiniz.

    Referanslar
    1. Bronfenbrenner, U. (1977). Toward an experimental ecology of human development.
      American Psychologist, 32(7), 513–531. https://doi.org/10.1037/0003-066x.
      32.7.513
    2. Campbell, W. H., & Rohrbaugh, R. M. (2013). Biopsychosocial formulation manual: A guide for mental health professionals. Routledge.
    3. Crenshaw, K. (2017). On intersectionality essential writings. The New Press.
    4. Devos, T., & Banaji, M. (2003). Implicit self and identity. Annals of the New York Academy of Sciences, 1001(1), 177–211. https://doi.org/10.1196/annals.1279.009
    5. Eells, T. D. (2022). Handbook of psychotherapy case formulation (3rd ed). Guilford.
    6. Erikson, E. H. (1968). Identity: Youth and crisis. Faber & Faber.
    7. Fanon, F. (2019). Black skin, white masks. Grove Press. (Originally published in 1952).
    8. FitzGerald, C., & Hurst, S. (2017). Implicit bias in healthcare professionals: A systematic review. BMC Medical Ethics, 18(1). https://doi.org/10.1186/s12910-017-
      0179-8
    9. Freud, S. (1964). Analysis terminable and interminable. In J. Strachey (Ed.), The standard edition of the complete psychological works of Sigmund Freud, (1937–1939), volume XXIII (pp. 209–254). Hogarth Press.
    10. Hays, P. A. (2016). Addressing cultural complexities in practice: Assessment, diagnosis, and therapy. American Psychological Association.
    11. Locke, J. (1975). In P. Nidditch (Ed.), An essay concerning human understanding (Clarendon Edition of the Works of John Locke). Oxford University Press. (Original work published in 1689).
    12. Wilson, E. O. (2000). Sociobiology: A new synthesis. Harvard University Press. (Originally published in 1975).
    13. Wright, J. H., Brown, G. K., Thase, M. E., & Basco, M. R. (2017). Learning cognitive-behavior therapy: An illustrated guide (2nd ed). American Psychiatric Association Publishing.
  • Jonathan Shedler ile On Soru

    Bu röportaj Britanya Psikanaliz Konseyi’nin (BPC) 2018’deki Psychoanalytic Therapy Now adlı konferansı için gerçekleştirilmiş olup, New Associations ve Uluslararası Psikanaliz Derneği’nin haber bülteni IPA News’de yayınlanmıştır.

    Röportaj, Jessica Yakeley tarafından gerçekleştirilmiştir. (MD, British Psychoanalytic Council)

    1) 2010’da American Psychologist dergisindeki Psikodinamik Psikoterapinin Etkililiği başlıklı makaleniz, uluslararası alanda beğeni topladı ve çokça alıntılanmaya devam ediyor. Bu alana ilginiz nasıl başladı?

    Psikanalitik terapinin artık itibarsızlaştırıldığına ve sözde kanıta dayalı terapinin bilimsel olarak kanıtlandığına dair defalarca duyduğumuz yanlış anlatıdan bıkmıştım. Araştırmayı biliyordum ve halkın, siyasete yön verenlerin ve ruh sağlığı uzmanlarının aldatıldığını da. Ayrıca, “kanıta dayalı (evidence-based)” terapinin -ki bu genellikle kısa, manuelleştirilmiş BDT’nin kod sözcüğüdür- çok sayıda hastayı başarısızlığa uğrattığını bizzat kaynağından öğrenmiştim. Üniversite merkezli bir psikiyatri kliniğinde süpervizörlük yapıyordum ve onları her gün görüyordum. Birinin bu yanlışı düzeltmesi gerekiyordu.

    Ayrıca bunun arkasında kişisel bir hikaye de var. Akademik dünyayla ilgili hayal kırıklığına uğramıştım ve akademik dergi makaleleri yazmayı bırakmıştım. Bunu, nedenlerini uzun uzun anlatabileceğim minnettarlık gerektirmeyen bir iş olarak görüyorum. Psychodynamic Diagnostic Manual’ in (Psikodinamik Tanı Kılavuzu) ilk baskısında birlikte çalıştığım Bob Wallerstein benden, American Psychologist’ in psikanalitik terapiye ilişkin sözde özel bir sayısı için, psikanalitik sonuç araştırmaları üzerine bir makale yazmamı istedi. Ona artık dergi makaleleri yazmadığımı söyleyip teklifini reddettim.

    Bob aylarca her hafta beni aradı. Sonunda pes ettim. Projeyi her şeyden çok mesleğe olan sorumluluk duygusuyla üstlendim ve projeye, Son Akademik Makale anlamına gelen T-LAP (The Last Academic Paper) kısaltmasını verdim. Arkadaşlarım arasında buna hâlâ böyle derim.

    Başka bir ironi ise American Psychologist dergisi hiçbir zaman psikanalitik terapi üzerine özel bir sayı yayınlamayı düşünmedi. Hepsi bir yanlış anlaşılmaydı. Benimkiyle birlikte sunulan diğer makaleler reddedilmişti. Psikanalitik olan her şeye karşı öyle bir önyargı var ki, dergi benim taslağımla ilgilenecek bir editör bile bulamadı. Psikanaliz o kadar marjinalleştirilmiştir ki köklü dergiler bile psikanalitik konularla ilgili makaleler yayınlamamaktadır. T-LAP bu yönden bir efsane gibiydi.

    2) Psikanalitik ve psikodinamik terapideki mevcut araştırma durumunu nasıl tanımlarsınız?

    Mükemmel işler yapan psikanalitik araştırmacılar var. Ancak psikanalizde araştırmayı destekleyen bir kültüre hâlâ sahip değiliz. Psikanalitiğin öneminden bahsedenler bile araştırmaları okumaya zahmet etmiyor. Bazıları araştırmanın önemli olduğunu söylüyor, fakat bunu psikanalitik bilgiye katkıda bulunmanın içsel değerini gördüklerinden dolayı değil, sadece halkla ilişkiler açısından söylüyorlar. Psikanalitik araştırmacılar bazen bu yolda yalnız ilerlerler. Akademik dünyada, psikanalizin artık geçerli kabul edilmediği şeklinde genel bir anlayış hakim olduğu için, psikanalitik araştırmacılar marjinalleştirilir ve psikanalitik toplumun bazı üyeleri tarafından dışlanırlar. Aslında gerçekten ‘bizden biri’ gibi görülmezler.

    3) Birleşik Krallık’ta sağlık hizmetleri, delegeler/yetkili kişiler tarafından sürekli sonuç izleme çalışmaları yapma zorunluluğundadır. Bunu komisyon üyelerini memnun etmek için yapılan bir şeyden ziyade anlamlı bir uygulama haline getirmek zordur. Bildiğiniz üzere, Portman Kliniğinde sizin rehberliğinizle SWAP (Shedler-Westen Değerlendirme Prosedürü) aracını kullanıyoruz ve bunu teşhis ve sonuç ölçüsü olarak son derece bilgilendirici buluyoruz. Uzun vadeli tedavide kişilik yapısındaki değişiklikleri gösterebiliyoruz, bu da psikanalitik psikoterapi hizmetimizin sürekli görevlendirilme (commissioning) sürecini sağlamaya yardımcı oluyor. Psikanalitik ve psikodinamik uygulayıcıları, bu gibi mütevazı araştırmaların içinde daha fazla yer almaya nasıl teşvik edersiniz?”

    Tam nokta atışı yaptınız. Pek çok psikanalitik klinisyen sonuç araştırmalarına temkinli yaklaşırlar ve bunda haklıdırlar. Sorunlardan biri genellikle psikanalitik terapinin amaçları ile araştırmada kullanılan sonuç ölçüleri arasında derin bir uyumsuzluk bulunmasıdır. Sonuç ölçüleri genellikle DSM (Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı) tanı kriterleri gibi akut semptomlar dışında başka bir şeye odaklanmaz.

    Psikanalitik tedavinin başka amaçları da vardır. Bizler, psikanalistlerin tarihsel olarak “yapısal değişim (structural change)” olarak adlandırdıkları, altta yatan psikolojik süreçleri değiştirmeye çalışıyoruz. Psikanalitik tedavi başarılı olduğunda değişen yalnızca semptomlar değildir –kişi (person) de değişir. Kişi kendisinin farklı ve daha iyi bir versiyonu haline gelir; kendi teniyle daha barışık biri, hayatı daha özgür ve daha zengin yaşayabilen birine dönüşür. Psikanalitik terapistler, sonuç araştırmasını ancak ve ancak yaptığımız işle alakalı bir şekilde sonuçları değerlendirdiğimizde anlamlı görmeye başlayacaklardır.

    Portman Kliniğindeki araştırmanız, psikanalitik açıdan önemli bir araştırmanın harika bir örneğidir. Psikoterapistlerin kişilikleri psikanalitik açıdan değerlendirmesi için Drew Westen ve benim geliştirdiğimiz Shedler-Westen Değerlendirme Prosedürü (SWAP) kullanıyorsunuz. SWAP, hastalar tarafından doldurulan bir anket değildir. Klinisyenin, hastayı derinlemesine anlayışına dayalı olarak tamamladığı bir değerlendirme aracıdır. SWAP, bilinçdışı zihinsel yaşamı (unconscious mental life) güvenilir ve geçerli bir şekilde değerlendirir. Örneğin, bu, iç psişik çatışma, savunmalar, hayal dünyası, uzlaşma oluşumları, bilinçdışı motivasyonlar, iç ve dış nesne ilişkileri, aktarım eğilimleri, öz deneyim ve ego güçleri ve eksiklikleri olabilir. (Bilgi için https://swapassessment.org adresini ziyaret edebilirsiniz).

    Psikanalitik terapinin sonuçlarını SWAP ile incelediğimizde, intrapsişik çatışmada (ruhsal iç çatışma) azalma, göreceli olarak katı ve zarar verici savunmalardan daha olgun ve esnek savunmalara geçiş, daha entegre özne ve nesne temsilleri, sağlıklı psikolojik kaynakların ve yeteneklerin gelişimi gibi unsurları gözlemliyoruz. Bu intrapsişik/içruhsal değişiklikler, semptomlardaki iyileşme ile uyumlu bir şekilde birleşmektedir. Bu içruhsal değişiklikler semptomlardaki iyileşme ile uyumlu bir şekilde birbirini tamamlar.

    Sonuç olarak, araştırmanın nihai amacı hastalarımızı daha derinlemesine anlamamıza ve daha etkili bir şekilde çalışmamıza yardımcı olmaktır. Eğer yardımcı olmuyorsa, tüm bunların ne anlamı var?

    4) Bir terapist olarak kendi çalışmalarınıza gelirsek, teorik yöneliminizi nasıl tanımlarsınız? Birleşik Krallık’ta, psikanalitik kuramsal okulların çokluğuna çok fazla vurgu yapılmasına rağmen, tartışmasız olarak Kleinian ve Klein sonrası fikirlerin, İngiliz Çağdaş Freudyen veya Bağımsız gelenekler gibi diğer yaklaşımların pahasına, en fazla etkiyi yaratmaya devam ettiği söylenebilir. Üstelik benim deneyimime göre, Otto Kernberg’in çalışmaları iyi bilinmesine rağmen, buradaki pek çok psikoterapi stajyeri, son yıllardaki ilişkisel ve özneler arası gelişmeleri bırakın, ABD’de öne çıkan ego psikolojisi ve benlik psikolojisi gibi diğer psikanalitik ekollerle bile çok az tanışıklığı var. Bu teorik ayrımlar size küçük farklılıkların narsisizmi gibi geliyor mu yoksa kendi eğitiminiz ve pratiğinizde önemliler miydi?

    Mesleğimize yönelik bu teorik yönelim seçme fikrinden daha yıkıcı bir şey düşünmek zor. Fikirlerin kendi başlarına değerlendirilmediği, bunun yerine grup sadakatinin ölçütleri veya iç grup/dış grup statülerinin belirleyicileri haline geldiği zaman, eleştirel düşünme sona erer. Bu, bilimsellik değil, kabileciliktir.

    Mevcut teorilerin sınırlamalarını ele almak için yeni teoriler ortaya çıkar. Analistler yeni klinik olgularla karşılaştıkça, bunları ele alacak yeni teoriler gelişir. Bu noktada, ”Bu hastaya hangi teorik kavramlar uyuyor ve neden?” sorusunu sormalıyız. Temelde intrapsişik çatışma ile mi uğraşıyoruz? Entegre olmamış veya kötücül benlik ve nesne temsilleri ile mi? Yoksa tutarsız veya olumlu değerli bir benlik duygusu sürdürme zorluğu mu yaşıyoruz? Teorik açıdan ne kadar çok yönlü olursak, daha geniş hasta yelpazesinde de bir o kadar etkili olabiliriz.

    Maalesef, başlangıçta belirli hastaları ve konuları ele almak için geliştirilen teorik kavramlar, kapsamlı ekoller ve akımlara dönüştü. Bu akımlar, var olan otoritelerin karşısında tepki olarak ortaya çıktı, ardından yeni otoriteler haline geldi. Bu kalıp belirgin bir şekilde döngüseldir.

    5) Web sitenizde kendinizi psikanalitik psikoterapist (psychoanalytic psychotherapist) yerine psikodinamik psikoterapist (psychodynamic psychotherapist) olarak tanımlıyorsunuz. Halk için kafa karıştırıcı olabilecek psikanalitik psikoterapi ile psikodinamik psikoterapi arasındaki farkı nasıl açıklarsınız?

    Ben psikodinamik ve psikanalitik terimlerini eş anlamlı bir şekilde kullanıyorum. Çoğu insan psikodinamik teriminin tarihini bilmiyor. Terim, İkinci Dünya Savaşı sonrası tıp eğitimi konferansında yaygınlaştı ve bu konferansta psikanalitik ile eş anlamlı olarak kullanıldı. Söylenenlere göre, bu terimi tanıtanların amacı, psikanalizi kaygıyla karşılayabilecek Amerikalı eğitim direktörlerini fazla endişelendirmeden, psikiyatri içinde psikanalitik eğitime yer sağlamaktı. Kısacası, “psikodinamik” terimi bir tür hileydi.

    Ne yazık ki, psikanalitik terimi geniş kesimlerde olumsuz anlamlar kazanmış durumda. Halkla iletişim kurarken genellikle psikodinamik terimini kullanıyorum. Meslektaşlarımla iletişim kurarken ise daha çok psikanalitik demeyi tercih ediyorum.

    6) Bununla bağlantılı olarak, genellikle üç harfli kısaltmalar veya “marka isimleri” ile tanımlanan birçok farklı terapi yöntemi var. Bu yöntemler genellikle psikodinamik psikoterapinin geniş çatısı altında sınıflandırılabilir. Ancak bu durum, hastaları ve benim gibi birçok psikoterapisti hangi psikodinamik psikoterapinin diğerlerine göre avantajları olduğu konusunda kafa karıştırabilir. Bunun yararlı bir durum olduğunu düşünüyor musunuz?

    Üç ve dört harfli kısaltmalarla bilinen, analitik olmayan terapilerden oluşan bir alfabe çorbamız var. Açıkçası bu utanç verici. Elbette tedaviye yönelik birbirinden tamamen farklı yaklaşımlar yoktur. Öğrenciler temel ilkelere hakim olsalar ve bu temeller üzerine kendilerini geliştirseler kendimi daha iyi hissederdim.

    Psikodinamik ”markalar”a gelince, bunları psikanalitik düşüncenin geniş temaları veya akımları altında gruplandırmak mümkündür. Psikanalitik teorinin ana akımlarında sağlam bir arka plan -dürtü teorisi (drive theory), ego psikolojisi (ego psychology), nesne ilişkileri (object relations, benlik psikolojisi (self-psychology), ilişkisel psikanaliz (relational psychanalysis)- tedavilerin genel resim içinde nasıl yer bulduğunu anlamak için bir çerçeve sunar. Her marka kendi bakış açısını sunar, ancak bunları bir bütünün parçaları olarak bütünleştirici bir şekilde düşünmek daha anlamlıdır. Yarışan seslerden ziyade bir senfoninin unsurları olarak düşünebiliriz.

    Bütünleştirici düşünceyle neyi kastettiğime dair bir örnek vermek isterim. Bölme (splitting) kavramı, Kernberg’in şiddetli kişilik patolojisine (şu anda Aktarım Odaklı Psikoterapi veya AOP olarak adlandırılıyor) yönelik nesne ilişkileri yaklaşımının merkezinde yer alır. Bazı ilişkisel psikanalistler bölme kavramından nefret ederler ancak “ayrışmış benlik durumları (“dissociated self-states)” kavramını benimserler. Bu durumda düşünülmesi gereken bir şey var: Aynı fenomeni mi yoksa temelde farklı bir şeyi mi tanımlıyorlar? Bir geleneğin dilini diğerine karşı benimseyerek ne kazanırız ya da kaybederiz? Farklı insanlar farklı cevaplara ulaşabilirler, ancak bu sorularla boğuşmanın değeri olduğunu düşünüyorum.

    Fakat sorunuzu yanıtlamadım. Sorduğunuz şey, psikodinamik markaların ortaya çıkışının yardımcı olup olmadığıydı. Bu konuda kararsızım. Bunun belirli bir karışıklığa katkıda bulunduğu ortada. Öte yandan, psikanalitik terminolojimizin büyük bir kısmı öyle rahatsız edici ki öğrenciler ve stajyerler duyduklarında hemen soğuyorlar. Dilimiz kullanıcı dostu olmanın tam aksine. Psikanalitik yaklaşımlara ilgi duyabilecek kişileri uzaklaştırıyoruz. Yeni bir nesle ulaşmak için muhtemelen yeni iletişim yolları bulmamız gerekecek. Stajyerlerin BDT’ye yönelmesinin nedenlerinden biri, kavraması basit olmasıdır. Terapiye yeni başlayan terapistler endişelidir ve çoğu zaman bir düzene ihtiyaç duyarlar.

    7) Psikanalitik ve psikodinamik terapistler olarak, BDT’yi yeterince değerlendirmeden ve onun faydaları ve psikodinamik psikoterapi ile giderek daha fazla örtüşen alanlarını kabul etmeden çok fazla eleştirel davranıyor olabilir miyiz?

    Öğrenilecek bir şeyin olduğu her yerde öğrenmeye açık olmalıyız. Bununla birlikte, BDT uygulayıcıları ile BDT araştırmacıları arasında bir ayrım yapacağım. Uygulayıcılar bizimle aynı klinik zorluklarla mücadele eden meslektaşlarımızdır. Aynı terminolojiyi kullanamayız, ancak klinik deneyimde ortak bir temel var ve diyalog kurabiliyoruz. Öte yandan pek çok akademik araştırmacının işlevsel uygulama deneyimi çok azdır. Kısa, herkese uyan, manuelleştirilmiş tedaviler için baskı yapanlar onlardır. Bazıları klinik uzmanlık fikrini açıkça küçümsüyor. Psikoterapinin geleceğine ilişkin vizyonları, tedavinin minimum düzeyde eğitimli teknisyenler tarafından kullanım kılavuzlarına uygun olarak gerçekleştirildiği bir vizyondur.

    10.000 saat kuralını ciddiye alıyorum. Bu kural ustalığı geliştirmek için 10.000 saatlik pratik deneyimin gerektiğini savunur. Bu, müzik performansı, atletik performans, yazma, bilgisayar programlama ve hemen hemen tüm diğer beceri gerektiren faaliyetler için geçerlidir. Bu fikir Malcolm Gladwell’in Outliers adlı kitabında popüler hale geldi. 10.000 saatlik deneyim ustalığı garanti etmez ama ön koşuldur. 10.000 saatlik uygulama tecrübesine sahip gerçek bir klinisyen, muhtemelen benim kendisinden öğrenebileceğim bir şeyler bilen bir meslektaştır. Peki ya işlevsel uygulama deneyimi olmayan bir akademik araştırmacı? Bundan çok emin değilim.

    8) Yaklaşık son 20 yılda ortaya çıkan tartışmalı bir konu da terapistin kendini ifade etmesidir. 2015’te Psychology Today’de yayınlanan, Psikodinamik Terapi ve BDT Karşıtlığında Terapötik İlişki başlıklı makalenizde zarif ve başarılı olan ancak terapistiyle yakın bir ilişki kuramayan bir kadının öyküsünü anlatıyorsunuz. Birkaç kez terapiye gitmeyi denediğini ancak bunun hiçbir zaman işe yaramadığını ve terapistlerin her zaman onun onayını aradığını öğreniyoruz. BDT ve diğer ”kanıta dayalı” terapiler konusunda eğitim almış meslektaşlarınızın bunu genellikle fazla önemsemediklerini ifade ediyorsunuz.

    Bunu şu şekilde açıklıyorsunuz: “Bazıları Caroline’ın görünüşü veya statüsünden korkmayacak güvenli bir terapiste ihtiyaç duyabileceğini düşünüyor. Psikodinamik açıdan bakıldığında, Caroline’ın terapistinin kişisel olarak güvenli ya da güvensiz olmasının bir önemi yoktur. Caroline’ın varlığındaki güvensizlik hissini fark edecek, bunu bir bilgi olarak değerlendirecek ve onu anlamak üzere kullanacak öz farkındalığa ve cesarete sahip bir terapiste ihtiyacı var.

    Böyle bir terapist şöyle diyebilir: “Biliyorsun, buraya benim yardımım için geldin ama yine de birçok etkileşimimizde, seni etkilemek ya da onayını almak isteğime dair belli belirsiz bir duygunun farkındayım ve bu elbette sana hiç yardımcı olmuyor. Bunun ne anlama geldiğini ve ilişkilerinizde daha genel olarak neler olup bittiğine dair bir şeyleri anlamaya yönelik bir pencere olup olamayacağını anlamaya çalışıyorum. Belki de bu tanıdık gelen bir şeydir.”

    Bu hikayede, karşıaktarımınızdan kaynaklanan bir duyguyu doğrudan hastaya açığa vuruyorsunuz. Sanırım pek çok Britanya Psikanaliz Konseyi terapisti karşıaktarım (countertransference) duyguları hakkında açıkça konuşmaktan çekinecek, bunun yerine bu duyguları şu şekilde bir yorum yapmak için kullanacaklardır: “Sizi etkilemek isteyebileceğimden ya da önceki terapistlerinizin yaptığı gibi onayınızı almak isteyebileceğimden endişelenip endişelenmediğinizi merak ediyorum.” Teknikteki bu farklılıklar kulağa çok ince gelebilir ancak bunların önemli olduğunu ve özellikle şu anda eğitim gören terapistler için kafa karışıklığı kaynağı olabileceğini düşünüyorum, bu nedenle düşüncelerinizi merak ediyorum.

    Ne yaptığımı açıklamayacağım ve muhtemelen sizin önerdiğiniz doğrultuda bir şeyler söyleyeceğim bir zaman vardı. Ama düşüncem değişti.

    Spesifik müdahale hakkında yorum yapmadan önce alanımızın değişimle olan sorunlu ilişkisini ele alalım. Tüm disiplinler büyüyor, gelişiyor ve değişiyor. Büyümeyen şey ölüyor. Ancak psikanaliz kültüründe değişimi evrim olarak değil ihanet olarak görenler var.

    Bunu bizzat hissettim. Çok klasik bir analiz yaptım. Hastaları tedavi etmeye başladığımda, kendi analistimin yaptığı gibi çalıştım çünkü bu gerçek psikanalizdi ve ben gerçek bir psikanalist olmak istiyordum. Çok geçmeden bu çalışma şeklinin hastalarıma çoğunlukla yararsız, bazen de zararlı olduğunu keşfettim. Onlara yardım etmek için işleri farklı yapmayı öğrenmem gerekiyordu. Ama bir şekilde, işleri farklı şekilde yapmak, öğrenmek gibi gelmiyordu. Kendi analistime, süpervizörlerime ve öğretmenlerime, yani saygı duyduğum ve hatta sevdiğim insanlara ihanet etmiş gibi hissettim. Ancak şunu kabul etmeliyiz ki “Öğretmenim bunu bu şekilde yaptı” ifadesi klinik kararlar için entelektüel açıdan sağlam bir temel değildir.

    Şimdi “Caroline”a dönelim. Açık olmak gerekirse, ayrım gözetmeksizin kendini ifade etmeyi savunmuyorum. Analitik çalışmanın hizmetinde disiplinli, düşünülmüş bir açıklamayı tartışıyoruz. Herhangi bir şeyi açıklamıyorum. Açıkladığım şey, etkileşimimizin burada ve şimdisinde, odada olup bitenlere verdiğim tepkidir.

    Hasta ve ben bir şeyleri canlandırıyoruz. Bu tamamen intrapsişik değildir, aramızdaki etkileşimdedir ve bu etkileşim için iki tarafa da ihtiyaç vardır. Başka bir deyişle, terapist bilerek ya da bilmeyerek zaten canlandırmaya katılmaktadır. Bazıları bunu tanımlamak için öznelerarası (intersubjective) terimini kullanabilir.

    Farz edin ki “Benim de sizi etkilemek isteyeceğimden ya da onayınızı almak isteyeceğimden endişe edip etmediğinizi merak ediyorum” dedim. Bu, eylemi odak noktasına getirmemiş olurdu. Hasta, “Hayır, senin için bu konuda endişelenmiyordum” ya da belki “Sen ünlü bir doktorsun, beni etkilemene gerek olduğunu düşünmüyorum” diyebilirdi. Hasta aslında benim bu şekilde tepki vereceğimden endişe duymuyor. Bu kişinin benlik yapısıyla uyumludur (ego-syntonic). Bu, onun dünyayı deneyimleme şeklidir. Tıpkı bir balığın suyu nasıl doğal ve görünmez olarak deneyimlemesi gibi.

    “Seni etkilemek, onayını almak gibi bir duygunun varlığının farkındayım” dediğimde dikkate alınması gereken bir gerçeği dile getiriyorum. Bu onun deneyimine ilişkin bir spekülasyon değil. Bu, etkileşimi nasıl deneyimlediğime dair bir gerçektir. Ayrıca, hastanın tedaviye samimi ilişkilerinin önünde bir engel olduğu için geldiğini de göz önünde bulunduruyorum. İşte bu engelin bir örneği, şu anda burada.

    Yorum (comment) bir açıklama (clarification) ve yüzleştirme (clarification) işlevi görüyor. Aksi takdirde gözden kaçacak bir şeyi açıklığa kavuşturur/netleştirir ve üzerinde düşüneceği beklentisiyle hastanın dikkatini ona yönlendirir. Aynı zamanda anlamı üzerinde birlikte düşünmeye davettir. İşin bir işbirliği olduğu ve bu işte birlikte olduğumuza dair bir meta mesaj var. Onun deneyimini ona yorumlamayacağım. Bir yoruma ulaştığımızda, ki ulaşacağız, bu sadece benim anlayışım değil, bizim anlayışımız olacaktır.

    9) İhtiyaç duydukları yardımı diğer profesyonellerden bulamayan insanlara yardım etmekten gurur duyduğunuzu söylüyorsunuz. Bunu nasıl yapabildiğinizi düşünüyorsunuz?

    Bu tesadüfi bir uzmanlık. Hemen hemen tüm hastalarımın daha önce yardımcı olmayan ya da çok az yardımı dokunan tedaviler aldığını fark ettim. Birçoğunun daha önce hem psikoterapi hem de farmakoterapi olmak üzere birden fazla tedavisi vardı.

    Kabul edelim, ortada çok fazla kötü muamele var. Psikodinamik olarak çalışan, güçlü bir vaka formülasyonu geliştiren, hastayı işbirlikçi bir şekilde dahil eden ve tedaviden ne beklediğine odaklanan bir terapistin başarılı olma olasılığı yüksektir.

    10) Son olarak psikanaliz ve psikanalitik terapinin geleceği için ne dilerdiniz ve sizce bu nasıl başarılabilir?

    Yaptığımız şey hakkında kamuoyuyla, siyasete yön verenlerle veya diğer ruh sağlığı profesyonelleri ile iyi iletişim kuramıyoruz. Çok fazla dar görüşlü davrandık ve kafamızı, karşılıklı yıkıcı anlaşmazlıklarla meşgul ettik. Psikanaliz tarihsel olarak içe dönmüştür. Diğer terapilerin savunucuları, psikanalizi bir kılıf veya sapma olarak kullanarak boşluğu (çoğunlukla yanlış olan) kendi anlatımlarıyla doldurdular.

    Kendi kapalı çevrelerimizin dışındaki öğrencilerle ve meslektaşlarımızla nasıl etkileşim kuracağımızı öğrenmeliyiz. Ayrıca mesleki kavramlarla değil, İngilizce [Türkçe] ile iletişim kurmayı da öğrenmeliyiz. Bütün bunlar mesleğimizin kültürünü değiştirmek anlamına geliyor. Bu kolay bir şey değil.

    Jonathan Shedler, PhD | Psychologist, Author

    Çevirmen: Enise ÜREK

    Kaynak

    https://internationalpsychoanalysis.net/ten-questions-an-interview-with-jonathan-shedler/